Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular

Amel-Niyet İlişkisi

Amel

Amel-Niyet İlişkisi:


Amellerin değeri, imandan sonra niyete
bağlıdır. Yüce duygu ve amaçlar taşımayan veya kötü amaçlar için yapılan bazı
ameller kişiye fayda sağlamaz. Meselâ, ashâb-ı kirâm Medine'ye hicret ederken
Mekke müşriklerinin kötülük ve baskılarından kurtulmak, Medine'de daha güzel
ibâdet, tâat ve amellerde bulunmak, İslâm'ı oradan cihana yaymak gibi
düşüncelerle dolu idiler. İçlerinden birisi ise, nişanlı olduğu kadın hicret
ettiği için, sadece onunla evlenmek niyet ve düşüncesiyle Medine'ye gelmişti.
İşte Hz. Peygamber, diğer muhâcirlerin büyük ecir ve mükâfatlara nâil
olduklarını bildirirken onun da istediği kadına kavuşmakla niyetine ulaştığını,
ancak hicret sevâbından mahrum kaldığını haber verdi. Bunun üzerine;
?Ameller, ancak niyetlere göredir.? (Buhârî, Bed'ü'l-Vahy 1; Müslim, İmâre
155) buyurdu.

?Biriniz müslümanlığı iyi yaşadığı
zaman, işlediği her sâlih amel, kendisine (ihlâsına/samimiyetine göre) on
katından yedi yüz kata kadar katlanmış olarak yazılır. Yaptığı her kötülük de
misliyle (cezâ) olmak üzere yazılır.?
(Buhârî, İman 31; Müslim, İman 205) ?Nerede ve hangi halde olursan ol,
Allah'tan kork! Kötülük işlemişsen hemen bir iyilik yap ki, o iyilik kötülüğün
günâhını silsin. İnsanlara güzel muâmelede bulun.? (Tirmizî, Birr ve Sıla
55; Ahmed bin Hanbel, 3/5; Dârimî, Rikak 47)

Başkalarını iyi ve güzel ameller
işlemeye dâvet etmek de, Allah ve Rasûlü'nün övdüğü bir davranıştır. Rasûlullah
(s.a.s.) şöyle buyurmuştur: ?Hayrın işlenmesine vesîle olan kimseye o hayrı
işleyenin ecri kadar sevap vardır.? (Müslim, İmâre 133; Ebû Dâvud, Edeb 115;
Tirmizî, İlim 14) ?Doğru bir yola çağıran kimse, ona tâbi olanların ecirleri
kadar kendisi de ecir alır. Bu, tâbi olanların ecrinden bir şey eksiltmez. Kötü
bir yola dâvet eden kimse de, ona tâbi olanların günahı kadar kendi de günaha
girer. Bu, tâbi olanların günahlarından hiçbir şey eksiltmez.? (Müslim, İlim
16, Zikir 1; Ebû Dâvud, Sünnet 6; Tirmizî, İlim 15) ?İslâm'da güzel bir çığır
açan kimse, hem o çığırın, hem de o çığırla amel edenlerin ecrini kazanır.?
(Müslim, Zekât 70; Ebû Dâvud, Sünnet 6)

Yukarıda verilen âyet ve hadislerden
de anlaşıldığı gibi, amel yalnız klasik ibâdetlerden ibâret olmayıp günlük
hayatta bir müslümanın diğer müslümanlara veya topluma karşı yaptığı güzel iş,
yardım ve muâmeleler de bu niteliktedir.[1]

Niyet denilince, aklımıza öncelikle
namaz yahut oruç gelir. Bu ibâdetleri yaparken Allah rızâsına ermeyi talep
ederiz. Bunu da işin başında hemen dile getiririz. Rızânın zıddı riyâdır. Rızâ
Hak içindir; riyâ ise halk için. Birincisinde İlâhî teveccühe ve rahmete ermek
esastır; ikincisinde ise, insanlara hoş görünmek, onların takdirlerine ve
alkışlarına can atmak. Bu ise dilenciliğin bir başka türlüsü...

Herkesin kendi nefsini beğendiği bir
dünyada, riyâ yolunu tutmamız ve kendimizi başkalarına beğendirme sevdâsına
kapılmamız ne büyük gaflet! Ama gel gör ki, nefis aldanmaya can atıyor ve bu
çıkmaz sokağa bilerek ve severek giriyor. Dünyada mesut bir hayat sürmemiz ve
ölümle başlayan ebediyet yolculuğumuzda saâdet yurduna varmamız, öncelikle, bu
rızâ şartına bağlı. Şu var ki, rızâya ermek, saâdetten daha önemlidir. Çünkü,
saâdet, rızânın meyvesidir. Bir dilenci sizin merhametinizi celp etti mi, mesele
hallolmuş demektir. İhsân ve yardımlar, bu merhametten akacaktır.

?Sizi ve sizden öncekileri yaratan
Rabbinize ibâdet ediniz ki takvâ mertebesine nâil olasınız?
(2/Bakara, 21). İnsan, Rabbine,
öncelikle, Rabbi olduğu için ibâdet etmelidir. Bu ibâdetin sonunda ereceği
makamlar ve lutuflar ikinci derecede kalırlar. Bunun bir küçük misâlini,
büyüklerimize hürmet noktasında yaşamıyor muyuz? Babamıza niçin hürmet ederiz?
Babamız olduğu için. Yoksa, bize hediyeler vereceği, yahut miras bırakacağı için
değil. Zira bu ikinci halde, sevgimize menfaat karışmış, sâfiyeti kaybolmuş
ve bulanmış olur. İşte âyet-i kerimede, ?Allah'a ibâdet edin? yerine;
?Rabbinize ibâdet edin? buyrulmakla bu inceliğe dikkat çekilmektedir.
Rabbimize, Rabbimiz olduğu için ibâdet edeceğiz. Bedenimizin planını bir damla
su içine yerleştiren, o damlayı terbiye ederek insan haline getiren ve rûhumuzu
duygularla donatan Rabbimize sonsuz şükür borcumuz vardır. Ve ibâdet, bu borcu
edâ etmenin en güzel ifâdesidir.

Bir mü'min, ibâdete başlarken Allah'ın
rızâsını niyet etmekle bu mânânın şuurunda olduğunu da dile getirmiş oluyor.
Âyetteki bir başka incelik de, ibâdetin neticesi olarak ?takvâ?nın gösterilmiş
olması. Yani, ibâdetin gerçek meyvesi, rûhun takviye ile kemâle ermesidir.
Âyetin devamında, arzın bizim için bir döşek, semânın ise binâmıza dam
yapıldığı, semâdan su indirilerek yerden rızıklar çıkarıldığı nazarlarımıza
sunulur. Rabbimiz, Rabbü'l-âlemîndir. Bütün bu âlemleri O terbiye ettiği gibi,
bizi o âlemlerden süzen ve insan haline getiren de yine O'dur. Ve biz, bütün
âlemleri terbiye eden Rabbimize ibâdet edeceğiz ki, rûhumuz terakkî etsin ve
takvâ mertebesine ulaşsın.

Niyet rûha benzetilir. ?Niyet, bir
ruhtur. O rûhun rûhu da ihlâstır.? Amellerin görülen kısmı beden gibidir; gâyesi
ise ruh. Beden ruhla hayata kavuştuğu gibi, ameller de niyet ile canlanır ve
hayatlanır. Niyetin rûhu ise ihlâs; İbâdetin sadece Allah rızâsı için yapılması,
bir başka gâye gözetilmemesi...

?Namaz kılanın diğer mubah dünyevî
amelleri, güzel bir niyet ile ibâdet hükmünü alır. Bu sûretle bütün ömür
sermâyesini, âhirete mal edebilir. Fâni ömrünü, bir yönüyle sonsuzlaştırır.?
?Güzel niyet? denilince, akla ilk gelen mânâ, sünnete ittibâdır. İşlerini sünnet
üzere icrâ eden bir mü'minin kalbi Allah rasûlüne teveccüh etmiş demektir. Allah
rasûlünü hatırlamak ise kalbi doğrudan doğruya Allah'a teveccüh ettirir. Dünya
işlerimizde niyetimiz, ?helâl rızık kazanmak? olursa, bu güzel bir niyettir.
Zenginleşerek zekât vermeyi, Allah yolunda infak etmeyi de isteyebiliriz. Bu da
güzel bir niyettir.

Ama, bölgesinin yahut ülkesinin en
zengini olmak için çalışmak, herkesin kendisinden söz etmesini istemek gibi,
nefis kokan ve şeytandan haber veren niyetler, güzel olamazlar. Bir işin ?ibâdet
hükmünde? olması için, onda ibâdet mânâsını ihsas eden, yani kalpleri Hakka
yöneltecek bir niyet bulunmalıdır. Allah yolunda cihad eden insan, ganimet için
savaşan insan, görünüşte aynı işleri yaparlar. Ama birincisi ölürse şehid olur,
kalırsa gâzi. İkincisi ise şehidlik şerefini peşinen kaybetmiştir. Onun için,
ganîmetten öte bir nasip de sözkonusu değildir.

Önemli bir nokta da şudur: İnsan,
işlediği cüz'î bir ameli, niyet ile küllîleştirebilir. Namazda, ?ancak Sana
ibâdet eder ve yalnız Senden yardım dileriz? (1/Fâtiha, 5) demekle
niyetimizi küllîleştirmiş oluyoruz. Bu âyeti okurken, bütün mü'minleri niyet
edebiliriz. Yahut vücudumuzda vazife gören bütün hücrelerimizi, bütün organ ve
duygularımızı kastedebiliriz. Veya kendilerine verilen görevleri yerine
getirmekle ibâdetlerini yapan bütün mahlûkatı niyet edebiliriz.

Niyet konusunda üzerinde önemle
durulması gereken bir husus da şudur: İbâdetler gibi, virdler, tesbih ve
zikirler de (zâten, her şey gibi, bunlar da birer ibâdettir) ancak Allah rızâsı
için olmalıdır. Ancak bu takdirde ihlâs mührünü taşır ve makbul olurlar. İnsan
bir duâyı veya bir tesbihi dünya işlerinin iyi gitmesi için yaparsa, ihlâs
bozulur ve umduğu o neticeye de ulaşamaz.

Güzel niyetler ile, çirkinler güzel
olur; kötü niyet ile de güzeller çirkinleşir. ?Niyette öyle bir özellik vardır
ki, seyyiâtı hasenâta ve hasenâtı seyyiâta dönüştürür.? Bilindiği gibi seyyie;
kötü ve kötülük, hasene ise güzel ve güzellik mânâsına gelir. Zâtında kötü
olduğu halde niyet ile iyiler sırasına geçen işler için, genellikle şu misal
verilir: İki insanın arasını bulma niyetiyle yalan söylenebilir. Yalan zâtında
çirkindir, seyyiedir. Ama niyet hayırlı olunca o da hasene olur. Yalanın yaygın
olarak ve pervâsızca söylendiği günümüz dünyasında, ?maslahat dahi yalan
söylemeye illet olamaz. Çünkü muayyen bir sınırı yok, sû-i istimâle müsait bir
bataklıktır? denildiği için biz bu konuya başka misallerle yaklaşmaya çalışalım:

Meselâ, kıtâl, yani adam öldürmek,
hadd-i zâtında kötü bir iştir, bir seyyiedir. ?Allah'ın haram kıldığı cana
haksız yere kıymayın.? (6/En'âm, 151). Ama, Hak yolunda ve haklı olarak
yapılan ?kıtâl?, hasene olur ve ?cihâd? ismini alır. Yetim malı yemek de bir
seyyiedir. Değil yenmesi, ona yaklaşılması bile yasaklanmıştır. Ama, bu
yaklaşmadaki maksat, o malı korumak olursa durum değişir ve seyyie, hasene olur.
?Rüşdüne erinceye kadar yetimin malına ancak en güzel şekilde yaklaşın.?
(6/En'âm, 152)

Sahasında ehil ve yetkili bir insan,
İslâm aleyhindeki neşriyatı, medyayı tâkip edebilir. Menfî yazıları okumanın
güzel olmadığı açıktır. Ama niyet, bu yanlış fikirlere cevap vermek olunca, bu
seyyie de haseneye döner.

Hasenenin seyyieye dönüşmesine gelince, buna ?gösteriş için yapılan ibâdet?
misal verilir. İbâdet hasenedir, riyâ ise seyyie. İbâdet gösteriş için yapılınca
hasene seyyieye döner.[2]




[1]
Hamdi Döndüren, Şâmil İslâm Ansiklopedisi, c. 1, s. 126-127



[2]
Alâaddin Başar, Nur'dan Kelimeler, 3/60-65