Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular

İHTİLAF. İhtilâf; Anlam ve Mâhiyeti

İHTİLAF

İHTİLAF


İhtilâf; Anlam ve Mâhiyeti

Sözlükte "geride kalmak ve biri
diğerinin yerine geçmek" anlamındaki "half" kökünden türeyen "ihtilâf", masdar
ve isim olarak "bir şeyin diğer bir şeyin peşinden gelmesi, gidip gelmek, ayrı
görüşe sahip olmak, çekişmek, karşı gelmek, eşit olmamak, görüş ayrılığı,
anlaşmazlık" gibi mânâlara gelir. Terim olarak "ihtilâf", "söz ve davranışta
birinin tuttuğu yoldan başka bir yol tutmak" demektir. Bedreddin el-Aynî
ihtilâfı "her kişinin kendi başına bir görüşe sahip olması" şeklinde tanımlar.
"İhtilâf" ve "hilâf" terimleri bazen benzer veya eş anlamlı olarak kullanılırsa
da, aralarındaki ince fark genellikle korunmaya çalışılmıştır. İhtilâfın, daha
çok, "farklı bir görüşe sahip olma, farklı görüşlerden birini benimseme" anlamı
taşımasına mukabil hilâfın diğer görüşlere karşı bir tavır alışı ifade ettiği
söylenebilir. Buna göre ihtilâf, maksat aynı olmakla birlikte yöntemin farklı
olmasını; hilâf ise her ikisinin de ayrı olmasını ifade eder.

Bir diğer tanıma göre de delile
dayanmayan aykırı görüşe hilâf; delile dayanana ise ihtilâf denmiştir. İhtilâf,
uymayış, uyuşmamak, uygunsuzluk demektir. Türkçede kullandığımız ?muhtelif? ve
?muhâlefet? ?muhâlif? kelimeleri de ?ihtilâf?la aynı köktendir. ?Halîfe?
kelimesi de aynı köktendir. İhtilâf, bilmenin ve bilinmenin gereğidir. Çünkü
dünyadaki her şey zıddıyla, muhâlifiyle bilinir. Zıddı olmayan şey, muhâlifinden
de söz edilemeyecek olan yokluktur.

İslâmî literatürde ihtilâf terimi
altında pek çok konuya temas edilmiştir. İnsanların doğuştan getirdiği tabiî
farklılıklar, ilmî ve felsefî görüş ayrılıkları, siyasî muhâlefet ve
anlaşmazlıklar, "ihtilâfu'l-hadîs" terkibinde olduğu gibi delillerin karşıtlığı
bu konulardan bazılarıdır. Literatürde kesbî ve gayrı kesbî (tabiî) olmak üzere
iki farklı ihtilâf kavramından da söz edilir. Bunlara "görüşler ihtilâfı" ve
"cinsler ihtilâfı" adını veren el-Askerî ve İbn Akîl, görüşler ihtilâfını "iki
hasımdan birinin görüşünün diğerininkinin aksine olması", cinsler ihtilâfını da
"iki şeyden birinin diğerinin yerini tutmasının imkânsızlığı" şeklinde
tanımlarlar.

Yaratılıştan olması bakımından "tabiî
ihtilâf" diye de adlandırılabilecek olan cinsler ihtilâfı, varlıkların zatlarına
ilişkin farklılıklardır. Bu tür ihtilâfın dünya ve âhiret nizamının esassını
teşkil ettiğini belirten bazı âlimlere göre, "ümmetimin ihtilâfı rahmettir"
hadis rivâyeti (belli bir senedi bulunmayan bu söz için bkz. Aclûnî, I/64-66)
ümmetin fertlerinin ilimler ve sanatlar konusunda farklı eğilimlere sahip
olmalarını ifade eder. Kesbî ihtilâfla fertler ve gruplar arasındaki görüş
ayrılıkları kastedilir. Her bir taraf diğerinin görüşünü yanlış kabul etmekle
birlikte görüş ayrılığı ancak asgarî müşterekleri bulunan taraflar arasında söz
konusu edilebilir ve bu asgarî müşterek daima ayrılığa düşülen noktalardan bir
üst kategoridir. Fıkhî mezheplerin kendi içlerindeki görüş ayrılıkları da bu
kapsamda değerlendirilmelidir.

Kur'an'da ve hadislerde ihtilâf
kelimesi, mutlak olarak zikredildiğinde olumsuz anlamda kullanılmış, daima
birlik olmak, tefrika ve ihtilâftan kaçınmak emredilmiştir. Birçok âyette sözü
edilen ihtilâf, dinî inançlarla ilgili olup insanın dünya ve âhirette mutlu ya
da bedbaht olması bu gibi konularda benimsediği görüşlere ve aldığı tavırlara
bağlanmış, bu tür ihtilâflara düşen insanlar arasında hüküm vermeleri için
peygamberlerin gönderildiği ifade edilmiştir (2/Bakara, 213). Peygamberlerin
açıklamalarından sonra hâlâ ihtilâflarını sürdürenler ise birçok âyette kınanmış
(meselâ, bkz. 3/Âl-i İmrân, 19, 105; 45/Câsiye, 17) ve nihâhî hükmün âhirette
bizzat Allah tarafından verileceği belirtilmiştir (3/Âl-i İmrân, 55; 5/Mâide,
48; 6/En'âm, 164).

İslâm düşüncesinde dinî konulardaki
ihtilâfın meşrûiyeti inanç konuları (usûlü'd-dîn) ve fıkhî hükümler
(fürûu'd-dîn) olmak üzere temelde iki farklı alan göz önüne alınarak
değerlendirilmiş, inanç konularında taraflardan sadece birinin haklı,
diğerlerinin hatalı olduğu ifade edilmekle birlikte; genellikle iki ayrı
kategori ortaya konmuştur: Yaratıcının varlığı ve birliği konusunda ileri
sürülen aykırı düşüncelerin kişiyi İslâm dışına çıkaracağı hususunda İslâm
düşünürleri arasında ittifak varken, Allah'ın sıfatları ve irâdesi, kazâ ve
kader gibi konulardaki aykırı yaklaşımlar bid'at olarak değerlendirilmiştir.
İslâm düşüncesinde genel eğilim, ehl-i kıbleye mensup insanları tekfir etmemek
yönünde olmakla birlikte bu tür konulardaki aykırı tavırları da İslâm dışına
çıkmada yeterli görenler olmuştur.

Fıkıh ilminde ihtilâf, icmâ ve
ittifakın mukabili bir kavram olarak kullanılmakta, Kur'an ve Sünnetin temel
ilkelerinde birleşen ilim adamlarının, "müctehedün fîh" denilen ictihada açık
konularda muhtelif sebeplerle ayrı kanaatler benimsemesini ifade etmektedir.
İhtilâfın sonuçları, usûl-i fıkıhta çeşitli açılardan ele alınmış olup bu
çerçevede aynı konuda farklı sonuçlara ulaşan müctehidlerden yalnız birinin mi,
hepsinin mi isâbet etmiş sayılacağı, isâbet etmeyenlerin günahkâr olup olmadığı,
mukallidin istediği ictihadı benimsemesinin, yahut mezheplerin ruhsatlarını
araştırıp uygulamasının cevazı ve yanlış ictihada uymaktan kaçınmak için
ihtiyaten herkesin birleştiği şeyleri yapmanın müstehaplığı (mürâât-ı hilâf)
gibi konular anılabilir.

Şahıslar arasındaki fıkhî ihtilâfların
başlangıçtan beri hep var olageldiği bilinmektedir. Ashap, Rasûlullah döneminde
bile ictihadî hükümlerde ihtilâf eder, ancak Hz. Peygamber'e müracaatla
ihtilâflarını hallederlerdi. Rasûl-i Ekrem'in vefatından sonra bir arabulucu
(mutlak hakem) kalmadığı için artık herkes kendi görüşünde devam etmiştir.
Sahâbe, farklı ictihadları tenkit etmekle birlikte muhâliflerine karşı geniş bir
tahammül ve hoşgörü sahibiydi. Ortaya çıkan yeni bazı meselelerde ihtilâf
ettikleri halde, her biri diğerinin muhâlefetini kınamaksızın câiz görür ve
insanları ferdî ictihadlardan engellemeye asla çaba sarfetmezdi. Şûrâ neticesi
üzerinde görüş birliği sağlanan kararlara ayrı bir önem vermekle birlikte ashâb,
bütün özel hükümlerde icmâ hâsıl olmasını da asla savunmazdı.

İslâmî ilimlerin teşekkül etmeye
başlamasıyla fıkhî ihtilâfların bilinmesi, fıkıh ilminin bir gereği olarak
görülmüştür. İlmi, icmâ ve ihtilâf olmak üzere iki kategoride ele alan İmam
Şâfiî, müctehidin muhâlifini dinlemekten kaçınmaması gerektiğini, onu dinlemesi
halinde farkında olmadığı şeylerin farkına varıp düşüncesini daha
sağlamlaştıracağını belirtir (er-Risâle, s. 40). Ona göre müctehid, muhâlifinin
neye dayanarak görüş ileri sürdüğünü ve terkettiği görüşü niçin terkettiğini
anlamak için gayret sarfetmeli ve insaflı olmalıdır ki kendi kabullendiği
görüşün benimsemediği görüşten üstünlüğünü anlayabilsin (a.g.e. s. 510-511).
Ahmed bin Hanbel de öğrencilerinden İshak bin Bühlül el-Enbârî âlimlerin
ihtilâflarına dair eserine Lübâbü'l-İhtilâf adını verdiğinde, bunun yerine
Kitabü's-Sea (Genişlik, İzin Kitabı) ismini vermesini tavsiye ederek ihtilâfın
müsbet bir şey olduğunu vurgulamıştır.

Kur'an'da müteşâbih, müşterek ve
mecâzî lafızların varlığı, insanların ihtilâfına zemin hazırlamıştır. İhtilâf,
gayrı meşrû olsaydı, bu tür ifadeler yerine daha açıkları kullanılırdı. Ayrıca
aklı kullanma ve düşünme emredilmiş olup, insanların farklı kapasitelere sahip
bulunmaları sebebiyle, ihtilâfa düşmeleri kaçınılmazdır. Hz. Peygamber'in,
Kur'an ve Sünnette cevabını bulamadıkları konularda sahâbeye verdiği ictihad
izninin de ihtilâfa sebep olacağı gayet açıktır. İctihadda isâbet eden kimsenin
iki, hata edenin bir sevap kazanacağını ifade eden hadiste (Buhârî, İ'tisâm 13,
21; Müslim, Akdıye 15) hata edene bir sevap verilmesi, ihtilâfın tasvip
edildiğini gösteren bir başka delildir. İhtilâfın câiz olmadığını ileri
sürenlerin delilleri, hakkında sadece bir mânâya ihtimali olan aklî yahut naklî
bir delilin bulunduğu hükümlerde, zanla yetinilmeyip kesin bilgiye ulaşılması
şart koşulan tevhid ve Hz. Peygamber'e iman gibi dinin temeli sayılan konularda
aykırı görüş belirtmenin, icmâ gerçekleştikten sonra ona muhâlefet etmenin veya
İslâm devletinin başkanlarına, vâlilerine ve kadılarına karşı gelmenin yahut
ictihada ehil olmayanların re'y ihtilâfının yasaklandığı şeklinde anlamak
gerekir. Dinin fürû meselelerinde ihtilâf yasaklanmış değildir. Belli bir konuda
insanların farklı durumlarına göre farklı hükümler koyan nasslar bulunduğuna
göre, bu tür konularda görüş ayrılıklarına yol açacak ictihadın câiz olması
imkânsız değildir. İhtilâfın tamamı kötü olsaydı, şeriatin nasslarda açıkça
belirtilen ahkâmında ihtilâfın da câiz olmaması gerekirdi. Nassta emsâli câiz
olan, ictihadda da câizdir (Cessâs, Ahkâmu'l-Kur'an, II/314).

Fıkhî İhtilâflar: İslâm'da usûl
(akaid) konularında ve genel ilkelerde (külliyât) ihtilâf, doğru karşılanmazken;
fıkhî konularda müctehidler arasında ortaya çıkan görüş ayrılıkları müsâmaha ile
karşılanmış ve, "hata ihtimaliyle birlikte bizim mezhebimiz doğrudur; doğru olma
ihtimaliyle beraber muhâlifimizin mezhebi hatadır" şeklinde formüle edilen bu
anlayış, bazı istisnâlar dışında İslâm âleminde geniş kabul görmüştür. Avn bin
Abdullah, "Hz. Peygamber'in ashâbının ihtilâf etmemiş olmasını istemezdim. Zira
bir şeyde birleşmiş olsalardı, bir kimse onu terk ettiğinde sünneti terk etmiş,
ihtilâf ettiklerinde ise onlardan birinin görüşünü esas alsa yine sünnete uymuş
olur" diyerek ihtilâfın dini yaşamayı kolaylaştırdığını vurgulamıştır (Dârimî,
Mukaddime 52).

Fıkhî konularda ihtilâfın
sebeplerinden bazıları şunlardır:

1. Usûl farklılığı:
Sarih bir nass bulunmaması halinde re'y, kıyas, istihsan, istislah, örf gibi
kaynak olup olmadıkları müctehidler arasında tartışmalı olan delillerin hükme
esas alınıp alınmaması, ya da mürsel rivâyetlerin delil teşkil edip etmemesinde
olduğu gibi delillerin şartları ile ilgili temel anlayış farklılıkları.

2. Usûlün meselelere tatbikindeki
farklılık: Aynı usûl
benimsenmiş olsa bile, karşılaşılan meselede bu usûlün nasıl uygulanabileceğine
ilişkin olarak ortaya çıkan ayrılıklardır. Meselâ bir konuda taraflarca esas
alınan nassın nasıl anlaşılacağı hususu ihtilâfa sebebiyet verebilir. Bu
cümleden olarak emir ya da nehiy kipleriyle ifade edilen bir hükmün emir ise
vücûb mu mendupluk mu, yasaklama ise haramlık mı mekruhluk mu ifade ettiği
hususuyla ilgili yaklaşım farlılığı anılabilir.

3. Hadisin ulaşıp ulaşmaması:
Çok az kimse tarafından nakledilmiş olması dolayısıyla bir hadisin müctehide
ulaşması ve onun da nassların genel ifadeleri, mefhum ve kıyas gibi başka
kaynaklara başvurması; bir konuda biri helâl, diğeri haram kılan iki hadisin
bulunması ve hadislerden birinin bir müctehide ulaşıp diğerine ulaşmaması; her
müctehidin kendisine ulaşan hadise göre hüküm vermesi, yahut her iki hadisi de
ulaştığı halde söyleniş tarihlerinin hükmü yürürlükten kaldıran (nâsih) hadisin
bilinmemesi durumu.

4. İctihada dayalı hüküm verilmiş olan
konularda zamanla şartların değişmesi sebebiyle müctehidlerin ictihadlarında
değişiklik olması:
Mecelle'de "Ezmânın tağayyürüyle ahkâmın tağayyürü inkâr olunamaz" (madde, 39)
(zamanların değişmesiyle, hükümlerin değişmesi inkâr edilemeyen bir gerçektir)
şeklinde ifade edilen maddede kastedilen bu tür ictihad değişiklikleridir.
Burada delil ve hüccetten kaynaklanan bir ihtilâf sözkonusu değil; sadece dönem
farkından doğan ihtilâf sözkonusudur. Ebû Hanife ve iki öğrencisi arasındaki
ihtilâfların bir kısmı mezhebin daha sonraki âlimleri tarafından bu tür
ihtilâftan sayılmıştır.

İhtilâfı rahmet olarak gören genel müslüman kitle arasında fıkıh konularındaki
ihtilâfların uygulamaya yansıması dönemlere, ferdî ve kamusal alana göre
farklılıklar göstermiştir. İslâm'ın ilk iki asrında ferdî alanda insanlar
diledikleri âlimlere meselelerini sorar ve verilen cevaplar içinde dilediklerini
uygularlardı. El-Muvatta'yı kanun kitabı haline getirme teşebbüsü karşısında
İmam Mâlik'in sarfettiği, "Alimlerin ihtilâfı Yüce Allah'ın bu ümmete bir
rahmetidir. Herkes kendisince doğru olana uyar, herkes doğru yoldadır ve herkes
Allah'ın rızâsını aramaktadır" sözü (Aclûnî, Keşfu'l-Hafâ, c. 1, s. 66) o
dönemde İslâm toplumunda yaşanan vâkıanın bir tesbitidir. Mezheplerin
teşekkülüyle belli bir mezhep içinde yetişen kimselerin bir bütün olarak başka
mezhebe geçmesi, ya da bazı konularda diğer mezheplerden faydalanması yolu
açıktı. Daha sonra mezheplerin kurumsallaşmasının ardından bu imkânın sınırları
"taklid, iltizam, intikal, telfik" gibi başlıklar altında tartışmaya açılmıştır.
(1)