Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular
c. Akla Dayalı İhtilâflar
c 
 
c. Akla Dayalı İhtilâflar: 
 
 
 
Kendisini ilâhî vahiyden müstağnî veya 
onun üstünde gören her yaratılmış nesne, bu şey akıl dahi olsa, sapıklıktan 
kurtulamaz. Dolayısıyla ?dinimiz akıl dinidir? dedikten sonra, aklını ilâhî 
vahyin üstünde bir seçici, bir tanımlama mercii olarak gören, aklına gelen ve 
aklî/mantıklı gözüken her görüşe iman eden akılcılar, akıllarına iman etmekle en 
büyük akılsızlığı yapan kimselerdir. Çünkü dizginlerini ilâhî vahye teslim 
etmeyen ve soyut gerçeklerden çok, somut realiteden etkilenen akıl, karşılaştığı 
tüm meseleleri soyut olan ilâhî vahye göre değil; somut olan realiteye göre 
değerlendirecek ve yaşanan realite bir câhiliyye ise, câhilî gerçekliğin samimi 
bir savunucusu durumuna gelecektir. Akıl sapması diyebileceğimiz bu hastalığın 
iki önemli virüsü, realistlik ve akılperestliktir. 
 
Oysa beşerî aklı, ilâhî vahyin önüne 
geçirmek, akıllılık, hatta akılcılık değil; akılperestliktir. Akılperestlik 
(akla tapmak, aklı putlaştırmak) ise, gerçek düzlemde, en büyük akılsızlıktır. 
Çünkü ilâhî vahyin denetiminde olmayan akıl, nefs ve hevânın denetiminde olup, 
ister istemez nefsin bencilliğini, nefsin maslahatını gözeten bir uşak durumuna 
düşmüştür. Meselâ, münâfıklar, böyle bir akıl sapması içinde bulunan 
kimselerdir. Günümüzdeki bazı şaşkınlar gibi Allah'ın düşmanlarını dost kabul 
etmeleri de, realiteden hareketle bazı aklî maslahatlar gereği yaptıkları bir 
tercihtir. ?Allah'ın kendilerine karşı gazablandığı bir kavmi velî (dost ve 
müttefik) edinmekte olanları görmedin mi? Onlar ne sizdendirler, ne de onlardan. 
Kendileri de (hakkı) bildikleri halde, yalan üzere yemin etmektedirler.? 
(58/Mücâdele, 14 ve bkz. devamı, 15-19). Demokrasi ve hoşgörü adına kâfirlerle 
dost olan, Allah'a kul olmak isteyen insanları böyle bir hoşgörüye ve uzlaşmaya 
dâvet eden, kendilerine göre gayet akıllıca ve gerçekçi olan konuşmalarıyla 
kendilerini doğru yolda zanneden böylesi kimselerle, hangi düzlemde konuşacak ve 
ihtilâflarımızı hangi ölçülere göre çözümleyeceğiz ki! Bunlar aklı, bizler nakli 
esas alıyoruz. Bunlar akla, biz nakle iman ediyoruz. Bunlar realiteye, statükoya 
göre hakkı değiştirmeye çalışırlarken, biz hakka göre realiteyi değiştirmeye 
çalışıyoruz. Peki, bunlarla nasıl anlaşacak, ihtilâfları hangi ölçüye göre 
çözümleyeceğiz? 
 
İhtilâflarla ilgili olarak bu 
açıklamalardan sonra, bazı ihtilâfları çözümlemeye kalkışmanın, boş bir uğraşı 
olacağı açıklık kazanmaktadır. ?Allah'ın onların hepsini dirilteceği gün, 
(onlar) sizlere yemin ettikleri gibi O'na da yemin edeceklerdir ve kendilerinin 
bir şey üzerine olduklarını sanacaklardır. İyi bilin ki onlar, yalan 
söyleyenlerin ta kendileridir.? (58/Mücâdele, 18). Her şeyi hakkıyla bilen 
Yüce Rabbimiz'in huzurunda bile bir şey üzere olduklarına dair yeminlerini ve 
iddialarını sürdürecek olan böylesi kimseler, biz yaratılmışlar karşısında 
doğruyu kabul edip hakka teslim olurlar mı? Dolayısıyla Rahman ve Rahim olan 
Rabbimiz'in hükme bağlayacağı böylesi ihtilâflar karşısında faydasız 
tartışmalara, zararlı cedelleşmelere girmeden, bu ihtilâfları Allah'a bırakmamız 
gerekecektir. Çünkü bu gibi ihtilâfların yegâne çözümü, gerçekleşmesi mümkün 
olmayan ütopik çözümlerle uğraşmadan, tartışmalardan uzaklaşmak ve çözümü 
Allah'a bırakmaktır. Nitekim karşılaştığımız tüm ihtilâfları çözümleyebilecek 
yegâne kaynak olan Kur'ân-ı Kerim, böylesi ihtilâfların çözümü konusunda bizi bu 
yaklaşıma dâvet etmektedir: ?De ki: ?Ey gökleri ve yeri yaratan, gaybı ve 
müşâhede edilebileni (gizliyi de âşikârı da) bilen Allah'ım! İhtilâf ettikleri, 
anlaşmazlığa düştükleri şeylerde, kullarının arasında Sen hüküm vereceksin.? 
(39/Zümer, 46) (3) 
 
Eğer yaratılıştaki fıtratımızı 
korusaydık ve hiçbir olumsuz dış etki olmasaydı, gayr-ı meşrû ihtilâf, yani 
tefrika da olmayacaktı. Bu dünyaya gelirken kazandığımız şeyler, fıtrî 
özelliklerimiz ve şeytanın varlığı bizi doğamıza yabancılaştırdı. Dolayısıyla bu 
dünya için ihtilâf, kaçınılmaz hale geldi. İnsanlar farklı biçimlerde 
bilgilendiler, farklı hobiler ve fobiler kazandılar. Şeytan, saflığı bozan bir 
unsur olarak aramıza girdi. Farklı zamanlarda, farklı mekânlarda ve farklı 
mizaçlarda ve kişiliklerde insanlar olarak birtakım farklı kanaatlere sahip 
olduk. Bu dünya hayatı, bizim için imtihan alanıdır. Allah, rahmetinin eseri 
olarak bu çelişkiler içinde bize sırât-ı müstakîmi göstermek için kitap ve 
peygamber gönderdi. Böylece hak ile bâtıl ayrıldı. Bizim gibi inananlar ile 
inanmayanlar arasında temel bir ihtilâf ortaya çıktı. Buna iman ve küfür 
diyoruz. Bu hak-bâtıl çizgisinde bir ayrımdır. Hizbullah ve hizbüşşeytan olmak 
anlamındadır. Bu temel bir ihtilâftır. 
 
İhtilâf konusunda en önemli husus; 
hangi konuda ihtilâf edildiğidir. Bu alan, ihtilâfın meşrû ve yasak olanını 
belirlemek açısından temel bir ölçüdür. İhtilâf ettiğimiz şey nedir? Gerçek ve 
mutlak hakikati iyi anlamak gerek. Bazı gerçekler vardır ki, insanlara göre, 
zamana ve mekâna göre değişiklik gösterir. O, hayatın özünde var olan bir 
değişkenlikten kaynaklanan konjonktürel bir konudur. İhtilâfların özünde büyük 
ölçüde, mutlak hakikat ile değişken gerçeklik arasına bir çizgi çekememe konusu 
yatıyor. Ayrıntıda ihtilâf etmek, gerçeği yakalamak açısından, kolaylık ve 
maslahat yönünden büyük önem taşımaktadır. Dolayısıyla bu anlamda ihtilâf, 
kolaylık ve rahmettir. İkinci hakikat ise, mutlak hakikatte anlayış konusunda 
düştüğümüz ihtilâftır. Bu da beşer olmanın zaafından kaynaklanan bir konudur. Bu 
konudaki ihtilâfın meşrûiyet sınırı olarak üç mesele üzerinde durmak icap eder. 
İleri sürülen bir görüşün dayandığı temeller sağlam ise, vahiy ve mütevâtir 
sünnet ile te'yid ediliyorsa, aklî ve ilmî delilleri sağlam ise ve meşrû bir 
gerekçe ile ortaya konuluyorsa, bu görüşü doğru kabul edebiliriz. Zaten 
ictihadlar da, ya da ictihadlar arasındaki farklılıklar da buradan 
kaynaklanmaktadır. Yine bu da insanların anlayışlarını geliştirmeleri, akledip 
fikretmeleri açısından, tekâmülleri açısından bir zarûrettir. 
 
Burada, dikkat etmemiz gereken husus; 
Kur'an'ı anlamaya çalışmamızdır. Yoksa, kendi zanlarımızı ve kanaatlerimizi 
te'vil yolu ile Kur'an'a isbatlatmak değil. Yine kendi kanaatlerimizi 
emretmekten/dayatmaktan kaçınmalıyız. Bu gibi konularda gereksiz ve özellikle 
kırıcı tartışmaya girmeme konusunda ihtiyatlı hareket etmemiz gerekir. Herkesin 
kendi fikri ile kişiliğini oluşturması ve özgür irâdesi ile Allah'ın ipine 
sımsıkı sarılması sûretiyle gerçek bir cemaat yapısı ortaya çıkabilir. Bu 
anlamda meşrû bir ihtilâf, cemaatin oluşması açısından zarûrettir. Herkesi aklî 
anlamda tek bir fikre getirmek, esasen mümkün değildir ve bu yönde vahdet adına 
girişilecek dayatmalar vahdeti parçalar. 
 
 




 e-posta adresimize mail atabilirsiniz.
 e-posta adresimize mail atabilirsiniz.