Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular

İslâm'a Dâvet Zorbalıkla Yapılmaz.

İslâm

İslâm'a Dâvet Zorbalıkla Yapılmaz

Kur'an-ı Kerim'de: "Dinde
zorlama yoktur. Hakikat iman ile küfür apaçık meydana çıkmıştır..."
(2/Bakara, 256) hükmü beyan buyurulmuştur. Bu âyet-i kerime'de hem İkrah'ın,
(baskı ve zorlamanın) olamayacağı, hem de "İman" ve "küfrün" açıkça meydana
çıktığı zikredilmiştir. Bir insan; ya Allah Teâlâ'ya iman eder ve Allahû
Teâlâ'nın indirdiği hükümlere göre hayatını düzenler, ya da tâğut'a teslim olup,
tâğut'un hevâ ve heveslerine göre yaşar. Bu iki halin dışında üçüncü bir hal
yoktur. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de "İman edenler, Allah'ın yolunda savaşırlar,
küfredenler de tâğut yolunda savaşırlar. Öyle ise o şeytanın dostlarıyla (tâğûtî
güçlerle) savaşın. Şüphesiz ki şeytanın düzeni ve tuzağı zayıftır" (4/Nisâ,
76) hükmü beyan buyurulmuştur. Burada da; iki hal ve iki cephenin mâhiyeti izah
olunmuştur. İnsanlar; bu iki durumdan birini herhangi bir baskıya mâruz kalmadan
seçebilirler.
Kur'ân-ı Kerim'de: "Eğer
Rabbin isteseydi, yeryüzündekilerin hepsi mutlaka inanırlardı. O halde sen mi
insanları inanmaları için zorlayacaksın? Allah'ın izni olmadan hiç kimse iman
etmez..." (10/Yûnus, 99-100) hükmü beyan buyurulmuştur. Başta Fahrüddin Râzî
olmak üzere müfessirler; Rasûl-i Ekrem (s.a.s.)'in kavminin iman etmesi
hususunda harîs/aşırı istekli olduğundan, bu kuvvetli arzuyu izâle için bu
âyetin nâzil olduğunu beyan etmektedirler. Yine, bir başka âyet-i kerimede:
"De ki; o (Kur'an) rabbinizden (gelen bir) haktır. Artık dileyen iman etsin,
dileyen inkâr etsin" (18/Kehf, 29) buyurulmaktadır. Hatta bir kimse kılıç
zoru ve baskı ile iman etse, daha sonra bu hali beyan ederek İslâm'dan dönse, "mürted"
kabul edilmez ve mürtede tatbik edilecek tavır, ona uygulanmaz. Zira kılıç zoru
sebebiyle "kalbî tasdik" bulunmamıştır. Ancak yeryüzünde "Allah Teâlâ'nın hükmü
ile mi, yoksa tâğûtî güçlerin kanunlarıyla mı hükmedilecektir?" meselesi oldukça
önemlidir. Bütün insanlar; ruhlar aleminde verdikleri mîsak sebebiyle, Allah
Teâlâ''nın indirdiği hükümlere tâbi olmak zorundadırlar. Yâni yeryüzünde
İslâm'ın hâkim olması esastır. İslâm'a inanmayanlar; mü'minlerin "ülü'l-emr"i
ile "zimmet akdi" yaparak bütün haklarına kavuşurlar. Hatta öyle ki; zimmî'yi
(İslâm Devletinde yaşayan gayri müslim vatandaşı) şiirle hicvetmek dahi haram
olur. Ayrıca zimmet ehli bir kimseyi (gayr-i müslimi) öldüren bir müslüman;
kısas edilerek öldürülür. Zîmmîlerin herhangi bir musîbet ânında korunması da
şarttır.
Hanefî fukahâsı; "emânet'i
yüklenmek sûretiyle insanın kanının mâsum (dokunulmaz) kılındığını, insanın
ancak irtikâp ettiği bir ma'siyet sebebiyle öldürüleceğini" esas almıştır.
Dolayısıyla cihad; saldırgan, veya fesatçı kâfirlerin şerrini defetmek ve
onların mukavemetlerini kırmak için meşrû kılınmıştır. Mü'minlere karşı silâh
çekmeyen veya bizzat savaşmayan kimseler, harb ânında dahi öldürülmez. Nitekim
Resûl-i Ekrem (s.a.s.) bir harp'te öldürülmüş olan bir kadını görünce müteessir
olmuş ve "Bu kadın savaşmıyordu" diyerek ileri birliklerin komutanı Hz.
Halid b. Velid (r.a.)'e haber gönderip: "Kadınları ve çocukları
öldürmesinler" emrini vermiştir. Mâlum olduğu üzere; öldürülmemeleri talep
edilen kadınlar da küfür üzere yaşıyorlardı. Ancak bizzat savaşmadıkları için
öldürülmemeleri esas alınmıştır. Dolayısıyla savaşın sebebi mücerred küfür
değildir. Kâfirlerin fitne ve fesâdının ortadan kaldırılması esastır.[1]


[1]
Yusuf Kerimoğlu, a.g.e. c. 1, s. 361-362.