Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular
İMAN.. İman; Anlam ve Mahiyeti
İMAN 
 
İMAN 
 
 
İman; 
Anlam ve Mahiyeti 
 
 
 
Arapça mütehassısları iman kelimesinin; emin 
veya eman kökünden türemiş bir masdar olduğu hususunda müttefiktirler.[1] 
Lûgat mânâsı, "Doğrulamak, kabul etmek, kabullenmek, onaylamak, tasdik etmek, 
itimat etmek, gönülden benimsemek, güvenmek, güvenilmek" demektir. İmanın Türkçe 
karşılığı olan "inanmak" kelimesinde de aynı mahiyeti sezmek mümkündür. 
 
İslâmî ıstılâhta iman; "Resûl-i Ekrem (sav)'i 
Allahû Teâla (cc)'nın katından getirmiş olduğu bilinen haber ve hükümlerin 
hepsinde, kat'i olarak kalp ile tasdik etmek, dille ikrar etmek ve gereğince 
amel etmeye çalışmaktır."[2] 
 
Güvenme, verilen bir habere kalbten inanma, 
haberi getireni tasdik etme; bir şeye tereddüde düşmeksizin inanma; Allah'a, 
O'ndan başka îlâh olmadığına, Hz. Muhammed (s.a.s)'ın Allah'ın kulu ve Rasulu 
olduğuna, Allah'ın meleklerine, kitaplarına, ahiret gününe, kadere, hayır ve 
şerrin Allah tarafından yaratıldığına inanma.[3] 
 
"İman" kelimesi; Arapça'da "if'al" vezninde olup, aslı 
"emn" kökünden gelir. Dillere göre, korkunun zıddı olan "emn-ü emân=emniyet, 
güven" manasında, "âmene" fiilinin masdarıdır. Kelimenin aslı "emn" de "emân" 
idi. Başına "elif" gelince, "e'mene" oldu; sonra arapça gramer kaidesine göre 
"imân" okundu. Kelimenin başındaki "hemze" Arap diline göre "ta'diye" için "geçişli" 
olursa, "eman vermek, emin kılmak" manasına gelir ki; "esmâüllah = Allah'ın 
isimleri"nden olan "Mümin" bu manadan alınmıştır. Sayrûret (olmak) için 
kullanılırsa, iman; "emin olma, kalbi güven ve sükûna kavuşturma" manasına 
gelir. Buna lisanımızda "inanma" denir. 
 
Bütün dilcilerin örfünde imanın hakikati; 
"mutlak tasdik"dir. Yani, bir şahsa, bir habere veya bir hükme, kesin olarak ve 
gönülden gelerek inanmak, onu doğrulamak, sözünü doğru kabul etmektir. Tasdik 
eden, tasdik ettiği şahsı tekzip edilmekten emin kılmış veya bizzat kendisi 
yalandan emin ve mutmain olmuştur. İman kelimesi, ya "âmenehu" da olduğu gibi 
doğrudan, veya "âmene bihi" ve "âmene lehu" da olduğu gibi, (be) veya (lâm) ile 
mef'ul alır. (be) ile olursa, "İkrar ve itiraf"; (lâm) ile olursa, "iz'an ve 
kabul" manası ifade eder.[4] 
 
Bu esasa göre sözlükteki iman, mantık ilmindeki 
"tasavvur"un karşılığı olan "tasdik" ten ibaret olup, kavramındaki iki unsur 
vardır: Biri "bilgi=marifet" unsuru; diğeri, ?irade ve ihtiyar (kesb)" unsuru. 
Çünkü, önce neye, niçin ve nasıl inanılacağı bilinmeden, bir şeye iman ve onu 
tasdik mümkün olmaz. Bu yönden "marifet" unsurunun rolü açık; imanın akıl, 
fikir, düşünce ve nazar ile ilgisi aşîkârdır. İrade ve ihtiyar unsuru ise, 
bilinen bir şeyin tasdik edilerek iman haline gelmesi, terim ifadesiyle "iz'an 
ve kabulü" için şarttır. Diğer bir deyimle; bilinen ve iman konusu olan husus, 
baskı ve korkudan uzak, samimi bir gönülle içten benimsenmeli, tam bir 
teslimiyet ile kabul ve itiraf edilmelidir. O halde imanda; bilgiye dayanan 
iradeli bir tasdik, kesb ve ihtiyar lâzımdır. Her şeyi çok iyi bilen şeytanın 
kâfir sayılması, bu ikinci unsurun bulunmamasındandır. O halde, yalnız "marifet" 
ile iman olmaz. Çünkü kesb ve ihtiyar olmadan kalbde hasıl olan şey, tasdik 
değil, marifettir. Zira bir bilginin. imanda aslolan "tasdik" derecesinde 
sayılabilmesi için onda, irade ve ihtiyara dayanan kalp rızası ve teslimiyet 
şarttır. Ancak, tasdikte aranan iz'an'ın, "itikad-ı câzim" denilen kesin olarak 
yakîn ifade etmesi şart koşulmadığından; "zann-ı gâlib" denilen avam 
müslümanların tasdiki, yani "mukallidin imanı" Ehl-i Sünnete göre kâfi ne makbul 
sayılmıştır. Bu gibi tasdiklere "iman-ı hükmî" denir. Aklı ve naklî delillere 
dayanarak elde edilen kuvvetli imana ise, "tahkîki iman" adı verilir. Bu yola 
(delil ve istidlâle) gücü yettiğince başvurmak farz olduğundan, bunu terkeden 
bir mü'min günahkâr olur.[5] 
 
İman, küfrün zıddıdır. Alemlerin Rabbı olan 
Allah'ı tanımak ve O'na yönelmektir. İman: Allah'ın gönderdiği peygamberleri 
tasdik etmek, getirdikleri vahyi benimsemektir. Allah'ın buyruklarını yerine 
getirerek, O'nun güven çemberine girmektir. Ayetleri kabul edip, bağlanmak ve 
yaşamaktır. 
 
İman'ın filolojik açıdan iki anlamı vardır: 
Başkalarına güven vermek, güven içinde olmak. İman sahibi kişi, yani mü'min, hem 
inandığı gücün sağladığı güvenin içinde emin olan; hem de kendisi başkalarına 
güven veren demektir. 
 
[6] 
 
İslâm kültürünün en önemli kavramlarından biri 
de ?iman' kavramıdır. Türkçe'de inanma, emin olma ve inanç diye 
karşılayabileceğimiz bu kelime; insanın Yaratıcı karşısındaki teslimiyetini ve 
O'nu Rabb olarak tanımasını ifade eder. 
 
İnsanın fiilleri, iman veya küfr noktaları 
arasında meydana gelir. Kişi, ya âlemlerin Rabbi Allah'a ve O'nun 
bildirdiklerine göre hayatını sürdürür, ya da âlemlerin Rabbi Allah'ı ve O'ndan 
gelenleri tanımaz, kabul etmez ve hayatını başka ilâhların istediği gibi yaşar. 
 
?İman', insan olmanın, yaratılış ve oluşu 
tanımanın, varlık aleminde meydana gelen olayları anlamanın, evrendeki sırları 
bilmenin ve sonunda bütün dengeleri bulmanın yoludur. İnsan önce kendi 
içerisindeki dengeyi iman düşüncesiyle sağlar. Çünkü ?iman', insana kendi 
gerçeğini ve yeryüzündeki konumunu öğretir. ?İman' sonra, tabiatla, diğer 
yaratıklarla, diğer insanlarla ve Yaratıcı ile olan ilişkilerinin dengesini 
sağlar. 
 
?İman', hem insana inandığı şeyin gücünün 
güvenini verir, hem de inanan insan hakkında başkalarına güven verir. 
 
?İman', durgun bir teslimiyetin değil, amel 
dediğimiz faaliyetlerle beraber bir aksiyonun ana kaynağıdır. İman eden bir 
insan tek taraflı olarak Allah'a teslim olup, yerinde duran bir insan değildir. 
Bilakis o, imanın gereği olan en güzel davranışları yaşayan aktif bir insandır. 
Çünkü ?iman', salih amel (en güzel fiileri) yapmayı gerekli kılar. 
 
?İman', ?emn' kelimesinden türemiştir. Kelime 
anlamı, verilen habere inanma, haberi getiren kimseyi doğrulama, güvenme, itimat 
duyma demektir. 
 
İslâmda ?iman'; Allah'tan başka tanrı 
olmadığına, Muhammed'in (sav) son peygamber olduğuna, Allah'ın kitaplarına, 
peygamberlerine, meleklerine, hayrı ve şerri yaratanın Allah olduğuna, Ahiret 
gününe şüphe etmeksizin kalple inanma ve bu inancını dil ile tasdik etmedir 
(doğrulamadır).[7] 
 
İmam eden kimselere ?mü'min' denir. Yani, 
Allah'tan gelen haberleri doğrulayan, onlara inanan, onlar hakkında güven içinde 
olan, kendisi de güvenli bir insan olan demektir. 
 
?İman', ?Emn' kökünden, eman-güvenlik verme, 
emniyet-güvenlik, emanet-güvenliğine teslim edilen şey ve güvenilir olma, 
emin-güvenilir kişi gibi kelimelerde türemiştir. Bunların her birbirinin kök 
anlamıyla ilişkisi vardır. 
 
İmamın gerçeği; mutlak tasdik'tir 
(doğrulamadır). Bir kişiye, bir habere veya bir hükme, kesin olarak gönülden 
inanmaktır. Gelen haberi veya haberciyi doğru kabul etmektir. 
 
Müslümanlar, iman ettiklerini göstermek için 
?âmentü-iman ettim' derler. (Burada, ?iman ediyorum, kabul ediyorum' gibi bir 
kip değil, daha kesin bir ifade olan geçmiş zaman kipi kullanılmaktadır.) Bu 
açık ifadeden sonra, iman ettikleri gerçekleri bir bir sayarlar ve kendilerini 
inkarcılardan ayırırlar. 
 
İmamın iki boyutu vardır: 
 
Bunlardan birisi de bilgi (marifet), 
 
Diğeri de istek-arzudur (irade'dir). 
 
İnsan, önce neye inanacağını bilir, onun 
hakkında bilgi sahibi olur. Duyularıyla anlar, aklıyla kavrar, özünü öğrenir ve 
sonra da hiç bir baskı altında kalmadan, kendi özgür iradesiyle onun doğruluğunu 
kabul eder. 
 
Bilinmeyen bir şeye imanın bir anlamı yoktur. 
 
İmanı şöyle de tanımlamak mümkündür: ?İman'; 
kalp ile tasdik (doğrulama), dil ile ikrar (doğru olduğunu söyleme) ve 
rükünleriyle (gereğiyle) amel etmektir. 
 
Neye iman edileceği iyice bilindikten sonra kalp 
ile onun doğruluğu kabul edilecek, yani gönülden ?âmentü' denilecek, sonra dil 
ile bu iman ilân edilecek ve sonra da iman neyi gerektiriyorsa, inanılan ilkeler 
ne emrediyorsa güç yettiği kadar onlara uyulacaktır. 
 
İmanın en kuşatıcı özelliği ?Allah'a şüphesiz 
inanma'dır. Böyle bir imanı olan kimse, kopmaz, çürümez ve insanı saptırmaz bir 
bağla bağlanmış ve emniyet içinde olmuş olur. 
 
İman edilmesi gereken esaslara (zaruratı 
diniyye'ye) inanan kimse iman etmenin şartlarına uymuştur ama, imanın bir diğer 
amacı da insanı olgunlaştırmaktır. İmanın gereklerini yapanlar yani salih amel 
işleyenler hem imanlarını olgunlaştırırlar, hem de iman ile hedeflenen amaçlara 
ulaşırlar. 
 
İman, şüphe ve tereddüt götürmez. Lâ ilâhe 
illallah Muhammedür Rasulüllah girişiyle ?âmentü' diyen bir kişi, imanın 
şartlarını kabul ettiği gibi, zarurat-ı diniyye denilen, inanılması gereken 
bütün maddelere de iman eder ve bu maddelerde şüphe etmez. 
 
Bu kısaca şudur; mü'min, Kur'an'ın bütününe iman 
eder, bir kelimesinden şüphe etmez, Peygamberimizden geldiği sağlamca bilinen 
bütün haberleri, hükümleri, ilkeleri de inanıp kabul eder. Sonra da bunları 
hayatında yaşamaya çalışır. 
 
Kur'an'da pek çok âyette iman etmenin 
gereğinden, iman edenlerin kavuşacakları nimet ve mükâfatlardan, iman etmenin 
şeklinden ve gereklerinden bahsediyor. İmam edenleri müjdeliyor, insanları 
gerçek imana davet ediyor. 
 
?O kimseler ki, iman ederler ve salih amel 
işlerler, işte onlar cennet arkadaşıdırlar (cennetliktirler)? 
(Bakara: 2/82)[8] 
 
İnanmak çok karmaşık içsel bir olaydır. Bu 
nedenle inanmayı somut boyutlar içinde tanımlamak güçtür. 
 
İnsanın herhangi bir konuda olumlu ya da olumsuz 
bir hükme varabilmesi onun, ya duyularına dayanarak, veya bazı verilerden 
hareket ederek ikna olmasıyla ancak kesinlik kazanır 
 
[9] 
ki bu olay tamamen insanın iç dünyasında gerçekleşen kişisel bir onaylamadır. 
Hiç bir kuşkuya mahal kalmayacak şekilde insanın, matematiksel bir kesinlikle 
hükme varması ise -konuşarak ya da işaretle bu gerçeği dışa vurmadığı sürece 
olay- tamamen vicdan ve zihin arasında gizli kalır ki böyle bir hüküm, ait 
olduğu vicdanın dışında başka bir insanın kesin yargısına konu olamaz. 
 
Burada, üzerinde durulması gereken bir nüans 
vardır. O da ?inanmak? ile ?iman etmek? arasındaki inceliktir. Bu inceliği çok 
iyi kavrayabilmek için özellikle ?iman? kelimesi üzerinde biraz durmak gerekir. 
 
İman sözcüğü ve türevleri, Kr'ân-ı Kerim'de 
yüzlerce kez geçmektedir. Tabiatıyla bu kelime arapçadır ve İslam'dan önce de 
araplar tarafından kullanılmıştır. Ancak başka dillerde bu kelimeyi tam olarak 
karşılayabilecek bir sözcük bulunmamaktadır. Onun için türkçeye ?inanmak? 
diye tercüme edilmişse de bunun, ?iman? kelimesindeki inceliği yansıtamayacığını 
hatırlatmakta yarar vardır. 
 
İman, arapçada sözlük anlam olarak: Saygın bir 
şeyin varlığına, (onu akılla ve duyularla kavramadan) inanabilmektir. 
 
Gerek tefsir âlimleri, gerekse dil uzmanları 
tarafından bu kelime hakkında şimdiye kadar yapılmış olan açıklamalar, insanın 
dikkatini önemli bir nokta üzerinde yoğunlaştırmaktadır. O da insanın, gerçek 
olan bir şeyi, somut biçimde ve fizik boyutlarda kavramadan onun var olduğunu 
kesin biçimde ve heybetlenerek kabullenmesidir; Daha doğrusu 
kabullenebilmesidir. 
 
Şu halde iman etmek: Allah'ın rast getirmesiyle 
İnsanın, içsel bir inanma, ve kabullenme yeteneği sayesinde madde ötesi 
gerçeklerin varlığını -tanıma sığmaz duyumlarla- algılayabilmesidir. Evet işte 
iman bu kadar karmaşık bir olaydır. Onun içindir ki bazen eğitimsiz bir insan, 
iman edebilirken, entellektüel bir kişi bu içsel yeteneği gösterememektedir. 
 
Bu değerlendirmeden şu üç noktayı 
saptayabiliyoruz: 
 
1) 
İman (sözlük anlamıyla): İnsanın kutsal ve saygın bir şeye, iç dünyasında 
kuşkuya yer kalmayacak kesinlikte ve heybet duyarak inanması demektir. 
 
2) 
İman dışa vurulmadığı sürece (Allah'dan başka) hiç bir kimse tarafından 
bilinemez. 
 
3) Bu 
nedenle iman, gizli kaldığı sürece, ait olduğu vicdanın dışında hiç bir kimse 
tarafından olumlu ya da olumsuz değerlendirilemez. Yanî sorgulanamaz, mahkûm 
edilemez, herhangi bir hükme bağlanamaz. 
 
Bu üç tesbitten izafi olarak birtakım zorunlu 
sonuçlar ortaya çıkmaktadır ki bunlar inanma olayının çok yönlü olduğunu 
göstermektedir. Dolayısıyla insan topluluklarının yaşam disiplininde temel bir 
müeyyide olan Allah'a imanın, özellikle bu açıdan taşıdığı önem üzerinde 
durulmaya değer.[10] 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 [1] 
 Âsım Efendi, Kamus Tercemesi, İst. 1304, c. IV, sh. 548; ez-Zemahşeri, es-Sâsû'l 
 Belâğa,c. I, sh. 21-22. 
 
 
 
 [2] 
 Yusuf Kerimoğlu, Kelimeler ve Kavramlar, İnkılap Yayınları: 205. 
 
 
 
 [3] 
 Buhârî, İman: 37; Müslim, İman: 1, 5, 7; Ebû Dâvud, Sünne: 15. 
 
 
 
 
 [4] 
 Râgıb el-İsfahanî, el-Mutredâd; Asım Efendi, Kamüsü'l-Mühit Tercemesi, 
 İstanbul 1272 H., 3/ 593-594; İbn-i Manzur, Lisânü'l-Arap, Bulak Mısır 1303, 
 17/160-163. 
 
 
 
 [5] 
 Ali Arslan Aydın, İslâm İnançları (ilm-i Kelâm), İstanbul 1984, 1/148-150. 
 Ali Arslan Aydın, Şamil İslam Ansiklopedisi: 3/145. 
 
 
 
 [6] 
 Ahmet Kalkan, İslam Akaidi 74. Ahmet Kalkan, Kur'an Kavram Tefsiri.. 
 
 
 
 
 [7] 
 Buharî, İman: 37, Hadis no: 37, 1/20. Müslim, İman: 1, Hadis no: 8, 1/36. 
 Tirmizí, İman: 14, Hadis no: 2738, 4/119. Ebu Davûd, Sünne: 16, Hadis no: 
 4695, 4/223. İbnu Mace, Mukaddime: 9, Hadis no: 63, 64, 1/24. Nesâí, İman: 
 6, 8/88. 
 
 
 
 
 [8] 
 Ayrıca bak. Bakara: 2/25, 103. Âli İmran: 3/57, 102. Nisa: 4/57, 173. Maide: 
 5/56, 93. En'am: 6/83. Kehf: 18/30. Hacc: 22/50, 77. Ahkaf: 46/2-3. v.d. 
 Hüseyin K. Ece, İslam'ın Temel Kavramları, Beyan Yayınları: 299-301. 
 
 
 
 
 [9]. 
 Bk. İslam'da Bilgi Kaynakları 
 
 
 
 
 [10] 
 Ferit Aydın, İslam'da İnanç Sistemi, Kahraman Yayınları: 73.



