Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular

Başkalarına Birr'i (İyiliği) Emredip Kendisini Unutmak.

Başkalarına Birr


Başkalarına Birr'i (İyiliği) Emredip Kendisini
Unutmak

"Siz Kitab'ı okuduğunuz
(gerçekleri bildiğiniz) halde, insanlara iyiliği emredip kendinizi unutuyor
musunuz? Aklınızı kullanmıyor musunuz?" (2/Bakara, 44)
"Ey iman edenler, niçin
yapmayacağınız şeyi söylüyorsunuz? Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz, Allah
katında büyük nefretle karşılanan en sevilmeyen bir şeydir." (61/Saff, 2-3)

"Kendilerine Tevrat
yükletilen sonra onu taşımayanların (Kitab'ın hükümleriyle amel etmeyenlerin)
durumu, koca koca kitaplar taşıyan merkebin durumu gibidir." (62/Cuma, 5)

?İnsanları Allah'a dâvet ve
kendisi de sâlih amel (iyi davranışta bulunup güzel hareket) işleyen ve ?Ben
şüphesiz müslümanlardanım' diyen kimseden daha güzel sözlü kimdir?? (41/Fussılet,
33)
"...(Şuayb a.s.:) Size yasak
ettiğim şeylerin aksini yaparak size aykırı davranmak istemiyorum. Ben sadece
gücümün yettiği kadar ıslah etmek istiyorum. Fakat başarmam ancak Allah'ın
yardımı iledir. Yalnız O'na dayandım ve yalnız O'na döneceğim." (11/Hûd,
88).
?Onlara, kendisine
âyetlerimizden verdiğimiz ve fakat onlardan sıyrılıp çıkan, o yüzden de şeytanın
takibine uğrayan ve sonunda azgınlardan olan kimsenin haberini oku. Dileseydik
elbette onu ayetlerle yükseltirdik. Fakat o, yere saplandı ve hevâ/hevesinin
peşine düştü. Onun durumu tıpkı köpeğin durumuna benzer: Eğer üstüne
varsan, dilini çıkarıp solur, bıraksan da dilini sarkıtıp solur. İşte
âyetlerimizi yalanlayan kavmin durumu budur. Bu kıssayı anlat, umulur ki
düşünür, ibret alırlar.? (7/A'raf, 175-176)
Rasulullah (s.a.s.) buyurdu ki:
?İsrâ'ya götürüldüğüm (Mi'râca çıkarıldığım) gece, dudakları ateşten
makaslarla kesilen birtakım kimselerin yanından geçtim. ?Bunlar kimlerdir ey
Cebrâil' dedim. Bana şu cevabı verdi: ?Bunlar dünya ehlinden olan hatiplerdir.
İnsanlara iyiliği emrettikleri ve Kitab'ı okudukları halde bizzat kendilerini
unutanlardır. Bunlar hiç akıl etmezler mi?? (Müsned-i Ahmed, III/120, 231,
239)
?İnsanlara iyiliği emredip de
kendilerini unutanlar cehennem ateşinde bağırsaklarını sürüklerler. Onlara, ?siz
kimlersiniz' diye sorulur, şu cevabı verirler: ?Biz, insanlara hayrı
emrettiğimiz halde kendimizi unutan kimseleriz.? (Süyûtî, ed-Dürru'l-Mensûr,
I/158)
?Kıyamet gününde adam gelir,
cehenneme atılır. Bağırsakları karnından dışarıya fırlar. Değirmen merkebinin
döndüğü gibi bağırsakları etrafında döner. Cehennemlikler onun etrafına
toplanır, şöyle derler: ?Ey filân, sen ma'rûfu emreden, münkerden alıkoyan bir
kimse değil miydin?? Şöyle der: ?Evet, öyle idim. Ma'rûfu emreder, fakat kendim
işlemezdim. Münkerden alıkoyar, fakat kendim işlerdim.? (Buhârî, Bed'u'l-Halk
10, Fiten, 17, hadis no: 46; S. Müslim, Zühd 7, 51, hadis no: 51 (2989); Müsned,
V/205, 206, 207, 209)
?Kıyamet gününde azabı
insanlar arasında en çetin olacak kimse yüce Allah'ın kendisini bilgisiyle
faydalandırmadığı ilim adamı olacaktır.? (İbn Mâce, Sünen; el-Heysemî,
Mecmau'z-Zevâid I/185)
?Cenab-ı Hakk'ın Benden önce,
ümmetler arasında gönderdiği her peygamberin ashâbı ve havârileri vardır. Bunlar
o peygamberin sünnetine ittiba eder, emirlerine uyarlar. Fakat onlardan sonra
öyle nesiller gelir ki yapmadıklarını söyler ve emr olunmadıklarını işlerler.
Kim onlara karşı eliyle mücahede ederse mü'mindir, kim diliyle mücahede ederse
mü'mindir. Bunun ötesinde ise zerre kadar iman yoktur.? (Müslim, İman 80;
Ahmed bin Hanbel, I/458, 461)
?Şu muhakkak ki sizin üzerinize
birtakım âmirler/yöneticiler tayin olunacak da siz onların yaptıklarından
bazısını mâruf ve güzel göreceksiniz. Kim münker işi çirkin görürse onun
günahından berî (uzak) olur. İnkâr edip ondan sakındıran, (günaha katılmaktan)
uzak olur. Ancak kim ona razı olur ve (onu işleyenlere) uyarsa günahından
kurtulamaz.? (Sahabeler) dediler ki: ?O idarecilerle savaşmayalım mı?'
Buyurdu ki: ?Namaz kıldıkları müddetçe hayır!? (Müslim, İmâre 63)
"Kendisinin yapmadığı bir
davranışa veya söze insanları çağıran kişi ya vazgeçinceye veya çağırdığı şeyi
yapıncaya kadar Allah'ın azâbının gölgesi altındadır." (Taberânî, naklen İbn
Kesir, II/325-326)
"Cehennemde, cehennem
ehlinin kokusundan bîzâr/şikâyetçi oldukları bir adam vardır." Denildi ki:
"O kimdir ey Allah'ın Rasulü?" Hz. Peygamber (s.a.s.) de: "İlminden kendisi
istifade etmeyen âlimdir" buyurdu. (Tefsir-i Kebir, II/482)
"Kendisi yapmadığı halde
insanlara hayrı (iyiliği) öğreten kimse tıpkı insanları aydınlatırken kendisini
yakıp tüketen bir kandil gibidir." (Tefsir-i Kebir, II/482)
Hasan Basri: ?İnsanlara
uygulamanla, fiilinle nasihat et; sadece sözlerinle değil.? (Ahmed bin Hanbel,
ez-Zühd 273) Yine Hasan Basri'nin diğer bir nasihati: ?Mârufu emreden birisi
olduğun zaman, onu kendisi yaşayıp uygulayanlardan ol; yoksa helâk olursun.
Münkeri de sakındıranlardan olduğunda ise, ondan kendisi sakınanlardan ol; yoksa
helâk olursun.? (Ahmed bin Hanbel, ez-Zühd 360)



Bu konudaki âyet ve sahih
hadislerin lafızları, ma'rûf ve münkeri tanıyıp bunların her birisinin
gerektirdiği görevi yerine getirmenin vücubunu bilen bir kimsenin, bildiğinin ve
emrettiğinin aksine davranışından dolayı, bunları bilmeyen bir kimseye göre
cezasının daha ağır olacağını göstermektedir. Çünkü o bu şekilde yüce Allah'ın
yasaklarını küçümsüyor, hükümlerini hafife alıyor gibidir. Ve böyle bir kimse
kendi bilgisiyle yararlanamayan kimsedir. Rasulullah (s.a.s.) ise şöyle
buyurmuştur: ?Kıyamet gününde azabı insanlar arasında en çetin olacak kimse
yüce Allah'ın kendisini bilgisiyle faydalandırmadığı ilim adamı olacaktır.?
(İbn Mâce, Sünen; el-Heysemî, Mecmau'z-Zevâid I/185)
Kötülük yaparken iyiliği
tavsiye etmek yasak mıdır? Hayır. Burada yasaklanan, kötülük yaparken iyiliği
emretmek değil; iyilikle emrederken kötülük yapmaya devam etmektir. Yani,
"siz iyiliği emrediyorsunuz, güzel; o halde kötülüğü de terkedin, emrettiğiniz o
iyiliği kendiniz de yapın" denmektedir.
"Siz Kitab'ı okuduğunuz
(gerçekleri bildiğiniz) halde, insanlara iyiliği emredip kendinizi unutuyor
musunuz? Aklınızı kullanmıyor musunuz? Hâlâ akıllanmayacak mısınız?"
(2/Bakara, 44) Ayette geçen birr (iyilik) den kasıt, itaat ve sâlih ameldir.
Âyette geçen "kendinizi unutur musunuz?" buyruğundan kasıt, "kendinizi
terkeder, o halde bırakır mısınız?" demektir. Unutmak, terketmek anlamına da
gelir ve burada kasıt budur. Allah'ın: "Onlar Allah'ı unuttular, Allah da
onları unuttu." (9/Tevbe, 68) âyetinde unutmak da hatırlamanın ve bellemenin
zıddı anlamındadır.
Seyyid Kutub, bu âyetin
tefsirinde şunları söyler: Kur'an'ın bu hükmü, başlangıçta her ne kadar
İsrâiloğullarında görülen hâdiseler üzerine nâzil olmuş idiyse de bütün
insanlığa ve özellikle din âlimlerine hitap edişi bakımından bu ebedî tebliğat
yalnız bir nesle veya bir kavme münhasır değildir. Din, sıcak bir ruh ve müdâfaa
edilen bir itikad olmaktan çıkarılıp, sanat ve ticaret haline getirilirse din
adamları tehlikeli bir âfet olur. Bu tip din adamları, inanmadıkları şeyleri
dilleriyle söylerler. Ve hayrı emrettikleri halde kendileri yapmazlar. İyiliğe
çağırdıkları halde kendileri iyilikten kaçarlar. İlâhî kelâmın aslını değiştirip
tahrif ederler. Allah'ın kat'i hükümlerini birtakım menfaat ve arzulara göre
te'vil ederler. Yahudi hahamlarının yaptığı gibi, dıştan ilâhî hükümlere uyar
görünüp, diğer taraftan devlet adamlarını ve zenginleri memnun etmek için din
hakikatleriyle bağdaşmayan fetvâlar verirler.
İyiliğe dâvet edip de iyilikten
kaçınmak, iyilik yolunda olanlara karşı çıkmak, sadece dâvâ adamlarında değil,
bizzat dâvânın kendisinde şek ve şüphe âfetlerinin belirmesine sebep olur. Zaten
umumî efkârı/kamuoyunu karıştıran ve kalpleri şüpheye düşüren de budur. Zira
halk bir kimseden güzel söz işitir de çirkin fiiller müşâhede ederse, söz ile iş
arasındaki bu ayrılıktan tereddüte kapılarak itikadın ruhlarında alevlendirdiği
meşaleler söner. İmanın kalplere serptiği nurlar kaybolur. Din adamlarına olan
itimatlarını yitirdikten sonra artık dine de bağlılıkları kalmaz.
Söz ne kadar heyecanlı, ne
kadar câzip ve edebî olursa olsun, inanan bir kalpten gelmedikçe sönüklükten
kurtulamaz; ölüdür, muhâtabına tesir edemez. Bir insan ağzından
çıkan sözün canlı bir nümunesi/örneği olmadıkça, söylediğinin hakiki temsilcisi
sayılamaz. Bu kimseye itimad eden de bulunmaz. Ancak bu hallerden kurtulup, içi
ile dışı bir olduğu takdirde, sözler parlak, kelimeler câzip olmasa da, halkın
imanı ve güveni temin edilebilir. Zira o zaman kelimeler kuvvetini nağmelerden
değil; bizzat hakikatlerden alır. Sözün güzelliği parlaklığından değil;
sadakatinden ötürüdür. Ancak bu takdirde söz, canlı bir enerji kaynağı haline
gelir. Artık o, bizzat gerçeğin ifadesidir. Söz ile hareket, akide ile ahlâk
arasındaki mutâbakatı (uyumu) sağlamak kolay değildir. Bu, sadâkatle çalışmayı,
O'ndan medet dilemeyi ve O'nun hidayet kaynağı olan hakikatlerden yardım
istemeyi gerektirir. Hayatın zaruretleri ve mecburiyetleri çok kere fert ile
itikadının arasını açar. Hayatın karışıklığı imanın dâvet ettiği yolu
zorlaştırır. Fâni olan fert ne kadar kuvvetli olursa olsun, ebedî olan kuvvete
bağlanmadıkça zayıftır. Zira şerrin, tuğyânın ve sapıklığın kuvveti (Allah'ın
yardımı için gerekli sebeplere yapışılmadıkça) insanı mağlup etmeye kâfidir."
(2)