Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular
3- Yeni Doğan Cemaatin Özellikleri
3 
 
 
3- Yeni Doğan 
Cemaatin Özellikleri: 
 
 
 
Müslüman bir devletin kurulabilmesi için 
müslüman bir cemaatin doğması tek ve gerçek yoldur. 
 
Acaba bu yeni doğacak olan cemaatte bulunması 
gerekli özellikler nelerdir? 
 
Bu özellikleri iyice anlayabilmemiz için daha 
önce söylediğimiz iki önemli meseleyi bilmemiz gerekir: 
 
1) Bu 
cemaatin ilk pratik hedefi, cahiliyyeti ortadan kaldırmak ve onun yerine İslam'ı 
yerleştirmektir. 
 
2) 
İslam'ı yeniden hakim kılabilmek için sadece tebliğ yetmez. 
 
Her ne kadar cahiliyyet nizamı İslam'ın tebliğ 
edilmesine izin verse de günün birinde silahla cihad kaçınılmaz olacaktır. O 
zaman müslümanların maddi yönden de güçlü olmaları gerekecektir. Bu, Nuh 
(a.s)'dan günümüze kadar böyle olagelmiş tarihi bir gercektir. 
 
"Cahiliyyenin sadece teori şeklinde ortaya 
çıkmaması, aksine pratik bir hareket mekanizmasına sahib olarak belirmesinden 
dolayı onu silip atmak ve insanları bir kere daha Allah'a çevirmek için 
yapılacak her hareketin elbette sadece düşüncede kalan teori şeklinde ortaya 
çıkması doğru olmaz... Çıksa da bir fayda sağlamaz 
 
Çünkü böyle bir hareket, fiilen var olan bir 
durumu yok etmek için gerekli daha üstün olma prensibini bir kenara itelim, 
fiilen var olan organik bir mekanizmaya sahib bulunan cahiliyyeye denk bile 
olamayacaktır. 
 
Prensibleri ve teferruattaki metotlarının 
tabiatına temelden zıt olan başka bir varlığın ikame edilmesi için yalnız ona 
denk bir güce sahib olması değil blakis ondan daha üstün bir kuvvete sahib 
olması gerekir. İşte bundan dolayı bu yeni hareketin teorideki prensipleri 
yönünden de; kuvvetli, aksiyoner ve fiilen var olan cahiliyyet toplumuyla 
ilişkilerinde güçlü organik bir topluluk halinde ortaya çıkması şarttır." 
 
(Yoladaki İşaretler s: 47) 
 
 "Daha önceki pratik tatbikatın ve merhale 
merhale gelişen tecrübelerden de anlaşılmıştır ki, birbirine zıt iki hayat 
görüşü arasında bunca temelli, kökü derinlere inen, düşünce, inanç, hareket ve 
nizam intizam anlayışındaki ayrılıkları, siyasi, sosyal iktisadi ve insani görüş 
farklılıklarına rağmen birlikte yaşamaları ve barış içinde geçinmeleri 
imkansızdır..." 
 
"Diğer taraftan büyük küçük hiçbir konuda 
aralarında birleşme söz konusu olmayan iki hayat görüşünün ve felsefesinin 
tabiatından doğan bir çatışmadır bu... Bir bakıma toprağa bağlı nizamların kendi 
varlıklarını, sistem ve şarlarını tehdit eden Allah'a bağlı nizamı daha o 
bastırıp yok etmeden harekete geçerek bastırmasıydı bu... Öyleyse bu çatışma 
zaruri idi ve ne o tarafın ne de bu tarafın bu çatışmayı kendi kararıyla 
durdurması söz konusu olamazdı." 
 
(Fi-Zilalil Kur'an c: 10 s: 116-117) 
 
Allah'ın yardımıyla İslam devletini kurulmasında 
basamak teşkil edecek olan müslüman cemaatin özelliklerini açıklamaya çalışalım. 
 
Birincisi: 
Bu topluluğu meydana getirecek fertleri birbirine bağlayan bağ sadece akide bağı 
olmalıdır. 
 
Yeni İslam toplumunun tek bağının akide 
olduğunu, ayrıca söz etmeye gerek yoktur. Çünkü bu apaçık bir şeydir. Ancak iki 
nedenden dolayı bundan söz etmeye gerek gördük. 
 
1- 
İslami cemaatte açıkca görünen Hareket'in niteliklerini topluca ortaya koymak. 
Temelde bir takım niteliklerini topluca ortaya koymak maksadı ile yapılacak 
olursa, apaçık olan şeyleri zikretmenin de sakıncası kalmaz. 
 
2- Bu 
çağda İslami Hareket, bu asrın yirminci yılların sonlarında ve otuzlu yılların 
başlarında ortaya çoktığında akide bağı ile birlikte ırk ya da toprak bağları 
gibi bir takım gölge şeyleri de birlikte öne sürüyordu. Bir takım İslamcı 
yazarların bu konuda yazdıklarını inceleyenler bu hareket adına konuşanların 
bunu açıkca söylediklerini görecektir. Hatta bazılarının, insan ırklarını 
herhangi birisini bedeni gibi, İslam'ı ise bu bedenin ruhu gibi değerlendirip 
söylemekte sakınca görmediklerini tesbit edecekti. Buna da İslam devleti derler. 
Fakat şu iyici bilinmelidir ki ruhun kendine has cesedi bulunmayacak olursa, 
pratik ve gerçek varlığını kaybedeceği apaçıktır. 
 
"Müslüman toplumun yapısının birinci ayırıcı 
özelliği, bu toplumun her konuda yalnızca Allah'a kulluk etme temeli üzerinde 
yükselmesidir... Söz konusu bu Ubudiyeti "Allah'tan başka ibadete layık ilah 
olmadığına ve Muhammed'in de Allah'ın Rasulü olduğuna şehadet getirmek" temsil 
edip şekil kazandırır. 
 
"Bu Ubudiyet, hem itikadi düşüncede, hem 
ibadetlerde, hem de kanuni hükümlerde aynı şekilde ortaya çıkar." 
 
(Yoldaki İşaretler s: 83) 
 
"İslam toplumu, ancak bir insan topluluğunun 
tamamen yalnızca Allah'a kul olduğunu, Allah'tan başka hiç kimseye kulluk 
etmeyeceğini ilan etmesi ile var olabilir. Bu topluluk düşünce ve inançlarda 
Allah'dan başkasına kul olmamalıdır. Prensip ve sistemlerde Allah'dan başkasının 
kulluğunu kabul etmemelidir. Sonra da fiilen hayati nizamlarının hepsini bu 
helisane kulluk esasına dayandırmalıdır. Vicdanını hareketlerini Allah'dan 
başkalarına inanç pisliğinden temizlemeli ve hareketlerini Allah'dan başkalarına 
ibadet etme felaketinden arıtmalı, hayati prensiplerine Allah'dan başka 
kimseleri karıştırmaktan uzak bulunmalıdır. 
 
İşte o zaman bu cemaat bir müslüman cemaat 
olabilir. Ve bu cemaati meydan getiren fertler büsbütün İslam ünvanına layık 
olabilirler." 
 
(Yoldaki İşaretler s: 83) 
 
İkincisi: 
Müslüman cemaatin fertleri arasında organik bağ 
olmalıdır. 
 
Yeni doğan cemaat ileride kurulacak olan İslam 
devletinin adeta küçük bir modeli gibidir. Rasulullah (s.a.s) müslüman toplumunu 
bir vücudu, onu meydana getiren fertleri ise bu vücudun uzuvlarına benzetmiştir. 
 
Bir hadis'i şeriflerinde Rasulullah (s.a.s) 
şöyle buyuruyor: 
"Mü'minler birbirlerini sevmede, birbirlerine acımada ve 
korumada bir vücud gibidirler. Vücudun herhangi bir organı rahatsız olursa diğer 
organları da bu yüzden ateşler içinde kalır, uyuyamaz." 
 
(Buhari, Müslim) 
 
Rasulullah (s.a.s) bir başka hadisde: 
"Mü'min, mü'mine karşı parçaları birbirini bağlayıp 
sağlamlaştıran bir binanın tuğlaları göbidir." buyurdu ve (bu bağlılığı 
göstermek için Rasulullah) parmaklarını birbirinin arsına geçirip, kenetledi." 
 
(Buhari, Müslim) 
 
Müslüman toplumun fertlerini, parçaları 
birbirini bağlayıp sağlamlaştıran bir binanın parçaları gibi bir birlerine 
bağlı olması için aşağıdaki şartların gerçekleşmesi gerekir: 
 
1) 
İtikadda ve düşüncede sağlamlık ve netlik, 
 
2) 
Hedefin ve hedefe ulaştıracak yolun belli olması, 
 
3) 
Mü'min ve kafirlerin arasının kesin ayrılması, 
 
4) 
Sağlam bir karekter ve güzel bir ahlaka sahip olmak, 
 
5) 
Teşkilatın sağlam yapılı olması, 
 
6) 
Teşkilatın başındaki liderin ilim, basiret sahibi ve güvenilir bir müslüman 
olması, 
 
7) Bu 
cemaatin fertlerinin sadece Allah'ın, Rasulünün ve müslüman liderin velayetinde 
olmaları ve cahili toplumla ve bu toplumun liderleriyle herhangi bir dostluk ve 
ilişkiye girmemeleri... 
 
1-2) 
"Demek ki sosyal bir İslam düzenini ve bu düzene dayalı müslüman bir topluluk 
meydana getirmeyi düşünmeden önce bütün dikkat ve çalışmalar ilk iş olarak 
ferterin vicdanını ne şekilde olursa olsun Allah'tan başkasına kulluktan 
temizlemeye sevkedilmelidir. Ancak bundan sonra vicdanları Allah'a kul olarak 
başkasına kul olmaktan kurtulmuş, arınmış fertlerden meydana gelen bir müslüman 
cemaat teşekkül edebilir." 
 
(Yoldaki İşaretler s: 85-86) 
 
"Biz İslam'ı gerek ona inananlara, gerekse 
inanmayanlara sunarken kendi içimizde tamamen aydınlığa kavuşması gereken bir 
hakikat vardır... Ve bu hakikat bizzat İslam'ın tabiatından kaynaklanır. İslam 
tarihinden doğar... 
 
İslam'ın varlık ve hayat konusunda başlı başına 
müstakil bir düşüncesi vardır. Bu düşüncenin kendine has seçkin özellikleri 
bulunmaktadır. Sonuç olarak bu düşünceden hayat konusunda başlı başına kendisine 
has özel temelleri, bağları bulunan ve belli özelliklere sahip nizamın dayanağı 
durumunda olan bir metod ortaya çıkar. 
 
Bu düşünce, temelden klasik ve modern 
cahiliyetlerin bütün düşünce sistemlerine muhaliftir." 
 
"Ve İslam'ın ilk vazifesi; bu ideolajiye, bu 
düşünce sistemine uygun olan ve onu parti şeklide temsil eden bir insanlık 
hayatı meydana getirmek, yeryüzünde Allah'ın seçtiği nizama uygun bir düzen 
kurmak ve bu düzenin temsilcisi durumunda olan bir İslam ümmeti meydana 
getirmektir." 
 
"Şu halde İslam'ın vazifesi yeryüzünde hakim 
olan cahiliyyet ideolejileri ile ve herhangi bir yerde hakim bulunan cahiliyyet 
sistemleriyle anlaşmak değildir. Geldiği günden beri asla İslam böyle bir 
görevle sorumlu tutulmamıştır. Bugün de ona böyle bir vazife yüklenemeyecegi 
gibi gelecekte de ondan böyle birşey istenemez..." 
 
"Gerçek odur ki; İslam cahiliyetle uyuşma 
çareleri aramayı kabul etmez. Ne düşünce sistemi yönünden ne de bu düşünce 
sisteminin doğduğu idare tarzları bakımından... Ya İslam, ya cahiliyyet." 
 
"Demekki İslam'ın vazifesi; cahiliyyeti 
insanlığı yönetme mevkiinden uzaklaştırıp bu kumanda mevkiini kendi özel 
metoduna göre ele alması ve kendine ait izleri taşıyan asil özellikleriyle 
yönetmesidir..." 
 
"İslam, insanların düşünce ve sistemlerinde, 
adet ve geleneklerinde, toplumsal hayatlarında ortaya çıkan arzularına boyun 
eğmek için gelmemiştir. Bu arzular, ister İslam'ın geldiği çağlardaki arzular 
olsun isterse bugün doğuda ve batıda toplumların içine daldığı hevesler olsun 
farksızdır. İslam yalnız bütün bunları ortadan kaldırmak ve insan hayatını kendi 
özel prensiplerine göre düzenlemek için gelmiştir..." 
 
(Yoldaki İşaretler s: 145-148) 
 
"Biz İslam'ı insanlara sunarken hile ve oyuna 
başvuracak değiliz. Onların sapık düşüncelerine ve şehevi arzularına boyun 
eğecek değiliz. Aksine onlarla açık, hem de son derece açık olacağız..." 
 
(Yoldaki İşaretler s: 150) 
 
"Bu dine sahip çıkanların şu gerceği iyi 
bilmeleri gerekir. Bu din nasıl Allah'tan gelen bir din ise onun hareket metodu 
da aynı şekilde Allah'tan gelmiştir, esas tabiatına uygundur. Ve şurası bir 
gerçektir ki bu dinin hakikatini ameli metodundan ayırmak imkansızdır." 
 
"İslam'ın bu şekildeki faaliyet metodunu 
öğrenince Mekke'de takip ettiği metodun esas olduğunu daha iyi kavrarız. Mekke 
devresi sadece ilk müslüman cemaatin oluşumuna has bir merhale ve ona uygun bir 
metoddan ibaret değildir. Bu, her zaman ve her yerde takip edilmesi gereken 
metoddur. Bu metodu takib etmeden bu din asla hakim olmaz." 
 
(Yoldaki İşaretler s:40-41) 
 
3) 
İtikadde ve düşüncede sağlamlık ve netliği, hedefin ve hedefe ulaştıracak yolun 
belirgin olmasını gerekliliğini açıkladıktan sona mü'minler ile kafirlerin kesin 
bir çizgi ile birbirlerinden ayrılma meselesini açıklamaya çalışalım, 
 
Bu mesele üzerinde Seyyid Kutub Fi-zilalil 
Kur'an'da bir kaç yerde önemli ve ısrarla durmuştur. Çünkü bu mesele İslam 
davetçileri için yeni bir mesele olup zamanımızda İslam'i hareketin 
ilerlemesinde büyük bir engel teşkil etmektedir. 
 
"Küfrün, şerrin, suçluluğun açığa çıkarılması, 
imanın, hayrın, kurtuluşun açıkça bilinmesi için zaruridir. Ve kafirlerin 
yolunun aydınlatılması Allah'tan gelen nizamın ayetlerde belirtildiği 
hedeflerden birisidir. Zira kafirlerin tutumu ile ilgili olarak mü'minlerin 
kendi yollarında ve tutumlarında şüphe ve yanlışlık belirtilerinin sezilmesine 
sebep olur. Zira mü'minlerin yolu ile kafirlerin yolu birbirine karşı duran iki 
sayfa gibidir. Birbirinden tamamen ayrı iki kol... şüphesiz ki renklerin ve 
çizgilerin iyice birbirinden ayrılması ve seçilmesi şarttır..." 
 
"İşte bu gercekten hareket ederek diyoruz ki; 
her İslami hareket ilk iş olarak mü'minlerin yolunu ve kafirlerin yolunu 
ayırarak harekete başlamalıdır. Önce mü'minlerin yolu belirtilmeli, sonra da 
kafirlerin yolu... Mü'minlerin seçkin vasıflarını belirten işaretler mü'minlerin 
yoluna dikilmeli, kafirlerin seçkin vasıflarını belirten işaretler de onların 
yoluna... Bu sadece teori dünyasında değil, pratik hayatta da 
gerçekleştirilmelidir. Bunun için İslam davasına sahip çıkanların, İslam 
hareketine yar olanların çevrelerinde bulunan inananlar arasından kimlerin 
mü'minler safında olduğunu, kimlerin de kafirler safında yer aldığını bilmeleri 
mutlaka gereklidir. Bu da ancak mü'minlerin yolunun, izinin ve metodunun 
belirtilmesi ve bunun yanı sıra kafirlerin yolunun izinin ve metodunun 
belirtilmesi ile mümkündür. 
 
Bu belirginlik o kadar açık olmalıdır ki; iki 
yol birbirine karışmamalı ki işaret birbirine benzememelidir. Mü'minlerle 
kafirler arsındaki çizgiler ve şekiller birbiri içine girmemelidir..." 
 
"İşte Arap yarımadasında bu yüce İslam dininin 
müşriklerle yüz yüze geldiği anlarda bu ayrılık ve bu açıklık tam ve kesin 
şekilde mevcuttu." 
 
"İslam'ın şirkle, açık tanrıcılıkla, 
imansızlıkla, Allahsızlıkla ve önemli ilahi bir temele dayanmasına rağmen 
sonradan değişikliğe uğratılarak tabileri tarafından tahrifat yapılarak bozulan 
dinlerle karşılaştığı sıralardı... Evet nerede ve nasıl olursa olsun... İslam bu 
millet ve topluluklarla yüz yüze geldiği anlarda mü,'minlerin yolu da kafirlerin 
yolu da, müşriklerin yolu da açıkca belirgindi. Hiçbir karışıklığa sebep olacak 
noktaları mevcut değlidi." 
 
(Fi-Zilalil Kur'an c: 7 s:238) 
 
"Ne var ki günümüzdeki gerçek İslam 
hereketlerinin yüz yüze geldiği hususlar ve karşılaştığı büyük zorluklar 
bunlardan hiçbirisi değildir. Gerçek İslam hareketinin bu günkü problemi 
müslüman bir sülaleden gelen ve bir zamanlar bu yerlerde yaşayanlar Allah'ın 
dinine uyarak, O'nun şeriatının hükmüne boyun eğiyorlardı... Sonra bir de 
bakıyorsunuz ki aynı yerlerde aynı milletler İslam'ı kovuyorlar. Ve onun yerine 
cahili sistemlerin adlarını ilan ediyorlar. İslam'ın itikadi ve pratik 
hükümlerine tamamen karşı çıkıyorlar, onları kötülüyorlar... Bunun yanı sıra da 
itikad olarak İslam dinine bağlı olduklarını sanıyorlar. şüphesiz İslam; 
Kelime-i şehadet getirmekten, Allah'tan başka ibadete layık ilah olmadığının 
haykırmaktan ibarettir. Allah'tan başka ibadete layık ilah bulunmadığını 
haykırmanın manası ise; tek başına Allah'ın bu kainatın yaratanı, yerde ve 
göklerde yegane düzenleyici ve kanun koyucu olduğunu kabullenmek demektir. 
Hayatın bütün meselelerine, her türlü kulluk ve ibadet şekillerine hakim olan 
sadece O'dur. Kulların hayatlarına hükümler veren ve insanların da hayati 
meselerinde hüküme boyun eğdikleri yegane zat Allah'u Zülcelal'dir... İşte kim 
olursa olsun; bu mana ve anlam ile Allah'tan başka ibadete layık ilah olmadığını 
haykırmazsa o gerçek manada şehadet getirmiş ve İslam'a girmiş sayılmaz... Adı 
ne olursa olsun... Soyu ve lakabı ne olursa olsun... Ve hangi bölgede olursa 
olsun; Allah'tan başka ibadete ([1]) 
layık ilah olmadığını belirten kelimesi şehadet kelimesi ve yukarıdaki manası 
eğer o beldede yaşama ortamı bulamıyorsa orası Allah'ın dinini benimsemiş ve 
İslam'a girmiş bir bölge, bir muhit sayılmaz..." 
 
"Bugün yeryüzünde bir takım milletler var. 
Adları müslüman adı ve sülaleleri müslüman sülaleler yaşadıkları beldeler bir 
zamanlar İslam diyarı olan beldeler... Ne var ki, ne o milletler bugün Allah'tan 
başka ibadete layık ilahın bulunmadığını ifade eden kelime-i şehadet'i bu manada 
kabul ediyorlar, ne de o beldeler Allah'ın dinine girmeyi bu anlayış çerçevesi 
dahilinde kabulleniyorlar... İşte günümüzdeki gercek İslam hareketinin karşı 
karşıya bulunduğu en büyük güçlük buradan gelmektedir. Bu belde ve bu 
milletlerle karşılaşırken zorlanmaktadır." 
 
"Bugünkü İslam hareketinin karşılaştığı 
güçlüklerin en büyüğü; "Lailahe illallah" ve İslam'ın çevresiyle, şirk ve 
cahilyyet mefhumlarının etrafını saran kapalılık, giriftlik, düğümlülük ve 
bulanıklıktır. Bu günkü İslamı hareketinin karşılaştığı en büyük güçlük; salih 
müslümanlarla, kafir müşriklerin yolunun net olarak belirtilmemesidir. 
İşaretlerin ve başlıkların karışması, isimlerin ve sıfatların birbirine 
girmesidir. Yolların ayrılış noktası işte aydınlanmamış olan bu karanlık 
çöllerde bulunmaktadır." 
 
"İslam hareketinin düşmanları bu meseleyi 
bildiklerinden dolayı bütün güçlerini bu noktada toplamakta, meselenin biraz 
daha birbirine karışmasını, karmaşık bir örgü halini almasını ve kargaşanın 
gelişmesini arzulamaktadırlar. Ancak bu şekilde kesin sözü açıkça söyleyerek 
insanlar arasında müslüman-kafir ayrımını kesin olarak yapmak baştan ve ayaktan 
uzak düşüren bir töhmet haline gelebilir. Evet « müslümanları » 
tekfir etme töhmeti. Durum böyle olunca da İslam ve küfür meselesinde, hüküm 
verme konusunda ana merci olarak Allah'ın ve Ralulullah' ın emirleri değil, 
insanların örfü, adetleri, heva ve heveslerini kabul edilmiş olur. 
 
İşte en büyük zorluk... Bu nokta her çağda gelen 
Allah Davası yolcularının ilk etapta aşması gereken belli engellerden 
birisidir." 
 
Dava önce Müslümanların yolu ile mücrimlerin 
yolunun ayrılmasıyla başlamalıdır. Dava adamları hakka davet konusunda açık ve 
kesin olmalıdırlar. Müsamaha ve yardakçılığa yönelmemelidirler. 
 
Kendi davalarını açıklarken bir korku ve 
endişeye sürüklenmemeli, kınayanların kınaması, bağıranların bağırıp çağırması 
onları davasından alıkoymamalıdır: 
 
"Bakınız! İşte bunlar müslümanları kafir kabul 
ediyorlar. Dinsiz kabul ediyorlar" diye çığlık atmalarına aldırmamalıdırlar. 
Evet Allah davasına sahip çıkanlar bu engeli 
aşmalıdırlar. Kendi amellerinde bu ayrılık kesin şekilde yapılmalıdır. Ancak bu 
şeklide bütün enerjlerini Allah yolunda harcayabilirler. Bu hususta hiçbir 
müslümanın içinde şüphe olmamalıdır. Endişe bulunmamalıdır. Gizli ve kapalı bir 
nokta kalmamalıdır. Çünkü hak yolunun yolcuları ancak kendilerinin kesin 
müslüman olduklarını, yollarına dikilenlerin ve Allah'ın yolundan insanları 
alıkoyanların kafir olduklarını iyice kabullendikleri takdirde bütün kuvvetleri 
ile birlikte harekete geçebilirler... Mesele bu şekildedir. Allah yolunun 
yolcuları kendi davalarının bir küfür ve iman davası olduğunu bildikleri zaman 
yoldaki meşakkatlere tahammül edebilirler. Kendileri ile mensup oldukları 
milletler arasında yolların ayrıldığını, kendilerini bir başka millete mensup 
oldukları kavimlerin bir başka milletten olduğunu kabullendikleri taktirde... 
Kendilerinin mensup olduğu dini ayrı, kavimlerinin mensup olduğu dinin ayrı 
olduğunu kavradıkları taktirde yoldaki eziyetlere katlanabilirler. 
 
"Suçluların (kafirlerin) yolu belli olsun diye 
böylece ayetleri uzun uzun açıklarız." 
(En'am: 55) 
 
(Fi-Zilalil Kur'an c: 7 s:236-240) 
 
 




 e-posta adresimize mail atabilirsiniz.
 e-posta adresimize mail atabilirsiniz.