Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular

Cahil Taplum Ve Dar'ul Harb.

Cahil Taplum Ve Dar



Cahil Taplum Ve
Dar'ul Harb



Seyyid Kutub, bizim toplumumuzu Cahili Toplum ve
zamanımızdaki devletleri de dar'ul harb olarak adlandırdığından dolayı da
eleştirilmiş bulunuyor.

"Müslümanları tekfir meselesi bölümünü okuyanlar
bu konuyu daha iyi anlarlar.

Seyyid Kutub, bu toplumları Cahili Toplum olarak
kabul ederken temel düşünceden harekete koyulur. Bu temel düşünce ise; "cahiliye"nin
yalnızca İslam'dan önceki tarihi bir dönemin adı olmayıp aksine zaman ve mekanı
göz önünde bulundurmaksızın, şayet İslam'dan önceki tarihi döneme benzeyen bir
durum ile karşı karşıya kalınacak olursa aynı adlandırma o dönem için de tümüyle
söz konusu olabilir" şeklindedir.

(Fi-Zilal-il Kur'an c: 8 s:124)

İşte onun herhangi bir toplumu Cahili Toplum
olmakla nitelendirmesindeki hareket noktası budur.

"Cahiliye"nin sınırlarının belirlenmesine
gelince; o, İslam'dan önceki putperest Arap toplumunun üzerinde yükseldiği temel
esası bilmemiz halinde, bu sınırların belirleneceği görüşündedir. Bu temel esas
ise; kulların kullar üzerinde hükümranlık sahibi olup, Yüce Allah'ın kulları
üzerindeki mutlak hakimiyetini reddetmektir. Yani hakimiyeti kabul edilen ilah
şu veya bu şekli ile "insanın heva ve hevesi" olup hakim kılınan da Alah'ın
emirleri değildir.

(Fi-Zilal-il Kur'an c: 8 s:124)

Cahiliyenin bu şekilde sınırlandırılması
sonucunda İslam'ı hayatına tatbik etmeyen her toplum Cahili Toplum adını alır.

a)
Mesela komünist devletler gibi, ateist her toplum Cahili Toplum'un kapsamı
içerisindedir.

b)
Hind, Orta Afrika, Japonya ve Filipin gibi putperest her toplum da onun kapsamı
içerisindedir.

c)
Genel olarak, kapitalist toplumların oluşturduğu vaktiyle kitap ehli olan veya
halen kitap ehli sayılan her bir toplum.

d)
Müslüman toplumların peşinden gidip de onların egemen oldukları topraklara,
ülkeye ve isimlerine mirascı olan her toplum."

(Fi-Zilal-il Kur'an c: 8 s: 123, Yoldaki
İşaretler s: 87-90)

Seyyid Kutub şöyle söylemektedir:

"Son olarak kendilerinin müslüman olduklarını
delilsiz olarak ileri süren bu toplumlar dahi Cahili toplum çerçevesine girer.

"Bu toplumla Cahili toplumun bu çerçevesine
Allah'tan başkasının uluhiyetine inandığı için veya Allah'tan başkasına
ibadetlerini sunduğu için değil; hayat pratiğinde yalnızca Allah'a ubudiyet
etmediğinden dolayı girmektedir. Bu toplumlar Allah'tan başkasının uluhiyetine
itikad etmemekle birlikte, uluhiyetin en belirgin özelliğini Allah'tan başkasına
vererek, Allah'tan başkasının hükümlerine boyun eğmektedir. Yapısını,
değerlerini, ölçülerini, gelenek ve göreneklerini, hemen hemen hayatının bütün
esaslarını Allah'tan başkasından almaktadırlar. Yüce Allah, Allah'ın hükümleri
dışında hüküm verenler hakkında şöyle buyuruyor:

"Kim Allah'ın indirdikleriyle hükmetmezse, işte
onlar kafirlerin ta kendileridir." (Maide:
44)
Allah'ın hükümleri dışında hüküm verenlere tabi olanlar
hakkında ise şöyle buyurmaktadır:

"Sana ve senden öncekilere indirlenlere iman
ettiklerini ileri sürenleri görmüyor musun? Reddetmeleri emrolunmuşken tağuta
muhakeme olmak istiyorlar." buyuruğundan başlayıp: "Hayır, Rabbine andolsunki
aralarında çekiştikleri şeylerde senin hükmüne başvurmadıkça, sonra da senin
verdiğin hükümden dolayı kalbleride bir sıkıntı duymadan teslim olmadıkça asla
iman etmiş olmazlar." (Nisa: 60-65)
buyuruğuna kadarki ayetler Allah'ın yönetilenler hakkındaki hükmünü bildiriyor.
"Yüce Allah bundan önce yahudi ve hristiyanları şirkle,
küfürle, yalnız Allah'a ibadet etmekten uzaklaşmakla, Allah'ın dışında haham ve
rahipleri rabler edinmekle nitelendiriyor. Bunun tek sebebi, kendilerini
"Müslüman" diye adlandıran kimselerin kendileri gibi olan insanlara vermiş
oldukarı bir takım sıfatlar dolayısıyladır. İşte Yüce Allah böyle bir şeyi
yahudi ve hristiyanların şirk koşması olarak nitelendirmiş ve onların Meryem
oğlu İsa'ya ibadet ettikleri ve ilah olarak tanıyıp rab kabul ettikleri
davranışları ile eşit tutmuştur. Yalnızca Allah'a kulluk etmenin sınırları
dışına çıkmak konusunda bunu ile öteki arasında herhangi bir fark yoktur. Bu da
Allah'ın dininden ve Allah'tan başka ibadete layık hiçbir ilah olmadığına
şahitlik etmenin çerçevesinden çıkmak demektir.

"Bu toplumların kimisi, açıktan açığa laik olup
din ile kesinlikle hiçbir ilişkisi bulunmadığına şahitlik etmiş, bir kısmı da
dine saygılı olduğunu açıklamakla birlikte, kisinlikle dini hayat pratiğinin
dışına itmekte ve gaybiliğini inkar ettiğini söyleyerek düzenini bilimsellik
üzerine kurduğunu açıklamakta ve bilimselliğin gaybilik ile çeliştiğini kabul
etmektedir. Böyle bir iddia ise ancak cahillerin söyleyebileceği cahilce bir
iddiadan başka birşey olamaz. Bazıları ise dilediği şekilde kanunları koyarak,
bunlar hakkında: "İşte bu Allah'ın dinidir" diyebilecek kadar ileri
gidebilmiştir. Bütün bunları yalnızca Allah'a ibadet etme temeli üzerinde
yükselmemesi açısından aralarında hiçbir fark yoktur.

"Durum bu şekilde olduğuna göre, İslam'ın bu
toplumlara karşı tutumu tek bir şekilde ifade edilebilir:

İslam, kendi açısından bu toplumların İslami ve
şer'i olduğunu kabul etmemektetir."

(Yoldaki İşaretler s: 90-91)

İşte Seyyid Kutub'un bu konudaki delili budur ve
hiç şüphesiz bu delil, tercih edilebilecek tek delildir.

Bazı basit kimselerin anlamış olduğu gibi onun
bu sözleri ile bu toplumlarda bulunan her ferdin kafir olduğunu kastetmediği
açıktır. Çünkü o, her bir ferdi başlı başına ve bağımsız olarak akidesiyle ve bu
akideye uygun yaşayışı ile ele alıp değerlerdirmektedir.

Bu toprakları harp diyarı olarak kabul etmesine
gelince; onun bu kabulü geçen bölümde sözünü etmiş olduğumuz ve bu bölümde de az
önce sunmuş olduğumuz bir takım mukaddimeler üzerinde yükselir.

Müslüman fakihler dünyayı temelden iki ayrı
diyara ve bunlara bağlı olan bir takım diyarlara taksim etmişlerdir.

Asıl olan iki dar, Darul İslam ve Darul
Harp'tir.

Bunlara bağlı olan diğer darlar ise: Dar'ul
Ridde, Dar'ul Ahd ve Dar'ul Bağiy'dir.

Dur'ul İslam; fukahanın icmaı ile İslam
hükümlerinin tatbik edildiği ülkedir.

Dar'ul Harb; Fukahanın icmaı ile İslam
hükümlerinin tatbik edilmediği ülkedir.

Dar'ur Ridde; halkının İslam'ı bırakıp irtidat
ettiği ülkedir. Fukaha böyle bir yerin hükmü hakkında ihtilaf halindedir.
Onlardan kimisi (bunlar Hanefiler'le Hanbeliler'dir) Dar'ul Harb'in bir kısmı
olarak itibar ederken, başkaları da (bunlar da Şafiler'dir) bunu Dar'ul Harb'in
dışında bağımsız bir diyar olarak değerlendirmiştir. Fakat bunlar bu gibi yerler
için Dar'ul Harb hakkında verilen hükümlerinden daha sert ve daha katı hükümler
vermişlerdir.

1-
Mürtedlerle anlaşma yapmak caiz değildir, ancak Dar'ul Harb ile anlaşma yapmak
caizdir. Bu, Hanbeli görüşüdür.

2-
Onların köleleştirilmeleri, kadınlarının da cariye yapılması caiz değildir.
Aksine irtidat eden erkek ve kadın ya İslam'a girerler ya da öldürülürler.
Halbuki Dar'ul Harb'in erkekleri köle kadınları ise cariye yapılabilinir.

3-
İrtidatları üzere bırakılmak şartıyla, bir mal vermeleri karşılığında onlarla
barış yapılmaz. Fakat harbiler ile böyle bir barış yapılabilir. Bu da
Hanbeliler'in görüşüdür.

4-
Zafer kazanan müslüman savaşçılar mürtedlerin mallarını ister savaştan önce
ister savaş dolayısıyla ellerine geçirecek olsalar mallara sahip olamazlar.
Aksine öldürülen mürtedlerin malları yalnızca müslanların beyt'ul maline ait
olup savaşçılara bunlardan herhangi birşey verilmez. Halbuki savaşçılar, savaş
yoluyla harbi olan kimselerin mallarına sahip olabilirler.

(El-İslam-u Ve'l Vad'un, Devli s: 22)

Dar'ul Ahd; Fukahanın ittifakıyla, bu aslında
darul İslam'dan bir parça yahut bunu kabul eden fukahaya (bunlar Şafiler'dir)
göre, İslam tarafından himaye edilen bir yerdir. Çünkü bunlar İslam devletine
belirli bir vergi ödemektedir.

Dar'ul bağiy; bir grup müslümanın halifeyi
azletmek maksadı ile ayaklandığı ancak İslam düzenini değitirmek maksadını
gütmediği bölgedir. Bu da fukahanın ittifakıyla Dar'ul İslam'ın bir parçasıdır.

(El-İslam-u Ve'l Vad'un, Devli s: 26-27)

a)
Buna göre günümüzün bu toprakları ya dar'ul İslam'dır; fakat müslüman fukahının
görüşlerini bilen hiçbir kimse böyle birşey söyleyemez.

b) Ya
Dar'ul Harb'dir.

c) Ya
da Dar'ul Ridde'dir.

Daha önce kendisinden bahsettiğimiz gibi
fukahalardan dar'ul Ridde adı altında bir Dur'ı kabul edenler yalnızca
Şafiiler'dir.

Öyleyse Seyyid Kutub, eğer ulemanın çoğunluğuna
uygun bir görüş belirtmiş ise onu kınayabilir miyiz?

Diğer taraftan Şafiilerin görüşlerine
sığınanların durumu sıcaktan ateş ile korunan kimseye benzer. Çünkü Şafiilerin
Dar'ur Ridde için öngördükleri hükümler, ulemanın çoğunluğunun Dar'ul harp için
öngördüğü hükümlerden daha katıdır.

Geriye ise, üzerinde kısaca duracağımız bir
şüphe kalmaktadır. bu ise Dar'ul İslam'ın Dar'ul Harb'e dönüşmesi ile ilgili
kolay bir fıkhi ihtilaftan ibaretir. Bazı kimseler bundan olmayacak uzak
ihtimaller çıkartmışlardır.

İlim adamları Dar'ul Harb'in, Dar'ul İslam ve
Dar'ul İslam'ın da Dar'ul Harb olabileceği konusunda ittifak etmişlerdir.

Dar'ul Harb'in Dar'ul İslam'a dönüşmesi için
şer'i hükümlerin uygulamaya geçirilmesinden başka her hangi bir şartın varlığı
söz konusu değildir

Dar'ul İslam'ın Dar'ul Harb'e dönüşmesi
konusunda ise basit bir ihtilaf söz konusudur.

a)
Şafii, Hanbeli, Maliki ve onlarla birlikte Ebu Hanife'nin iki arkadaşı Muhammed
ve Ebu Yusuf gibi ulemanın büyük çoğunluğu, Dar'ul İslam'ın yalnızca küfür
ahkamının yürürlüğe girmesi ile dar'ul harbe dönüşeceği görüşendedirler.

b)
İmam Ebu Hanife ise, bununla birlikte iki ayrı şartın daha gerçekleşmesini
öngörür. yani, Dar'ul İslam'ın Dar'ul Harb'e dönüşebilmesi için küfür ahkamının
yürülüğe geçmesi ile birlikte şu iki şartın da gerçekleşmesini şart koşar:

1) Bu
toprakların Dar'ul İslam'a bitişik olmaması.

2) Bu
ülkede yaşayan müslüman veya zımmilerin müslüman devletin hükmü altında iken
sahip oldukları hak ve hürriyyetlerine sahip olamaması.

Merhum İbn Abidin, cumhururn görüşünü
destekleyen Ebu Yusuf ile Muhammed'in görüşlerini kıyasın gerektirdiği görüş
olarak ifade eder. Çünkü son iki şart, ne şer'i naslardan ne de ilk asrın
müslümanların yaşayışlarından anlaşılmaktadır.

İster tercihe şayan olan cumhurun görüşünü
alalım, ister Ebu Hanifenin görüşünü alalım, geçmişte İslam hükümlerini tatbik
edildiği ve buğün ise yürürlükten kaldırıldığı bu topraklar Dar'ul harptir.
Çoğunluğunun görüşünün böyle olduğu zaten apaçıktır ve anlaşılır bir durumdur.

Ebu Hanifenin görüşüne gelince; ona göre de
bunlar Dar'ul Harp'tur. Çünkü Dar'ul İslam'ın sınırları içerisinde olmadıkları
gibi İslam tarafından tanınmış olan istiladan önceki İslam'ın emanı söz konusu
değildir. Çünkü son derece cılız olmakla birlikte var olan eman (güvenlik) eski
şeri yönetimin bir sonucu değildir. Aksine kafir devletlerin kendi kanun ve
yaşamları gereğince verdikleri ve İslam'ın emanını hesaba katmadıkları bir
şeydir. Bu eman konusunda söz gelimi Tunus ile Amerika arsında herhangi bir fark
yoktur.

Peki, bütün bunlar böyle olduğuna göre Seyyid
Kutubun kınanacak bir tarafı kalır mı?

O, açıkça şu sözleri söylerken hakkı dile
getirmiştir:

"... Burada Dar'ul İslam diye adlandırlacak tek
bir diyar vardır, o da: Allah'ın emirlerini ve uluhiyetinin egemen olduğu,
müslümanların birbirlerini veli edinip yönettikleri diyardır. Bunun dışındaki
diyarlar Dar'ul Harp'tur. Müslümanın bu ülkelere karşı ilişkisi ya bir savaş
ilişkisidir ya da antlaşma ve emana dayalı bir antlaşma ilişkisidir. Ancak bu
gibi yerler kesinlikle Dar'ul İslam değildir, buranın halkı ile müslümanlar
arsında vela bağı yoktur."

(Yoldai İşaretler s: 135)

Bu sözleri söylerken de o hakkı açıkca dile
getirmektedir. bundan dolayı onu kınayacak mıyız?

"Akidesinden dolayı müslümanı savaş açın ve onu
dinini uygulamaktan alıkoyan herbir ülke Dar'ul Harp'tur. İsterse orada
müslümanını ailesi, akrabaları, ulusu, malı ve tircareti bulunsun. Müslümanın
akidesinin egemen olduğu ve dinimizin geçerlilikte bulunduğu her yer de Dar'ul
İslam'dır. İsterse orada ailesi, aşireti, ulusu ve ticareti bulunmasın."

(Yoldaki İşaretler s: 142)

İSLAMIN HAREKET METODU.. Önsöz.
Seyyid Kutub'un Kısaca Hayatı
1) İslam'a Yönelişten Önceki Aşama.
2) İslam'a Genel Olarak Yöneliş Aşaması
3) Sınırları Belli İslam'i Yöneliş Aşaması
Giriş.
İslami Hareket Metodu.
İslami Hakim Kilmak İçin Allah'in Bildirdiği Metodla Hareket Etmek Mutlaka Gereklidir
Allah'tan Gelen Hareket Metodunun Özellikleri
Birincisi İslami Hareket Metodu Pratik Bir Metoddur.
İkincisi İslami Hareket Ciddi Ve Pratiktir.
Üçüncüsü İslami Hareket Metodu Yapıcı Ve Hareketlidir.
Dördüncüsü İslami Hareket Metodu Merhalelidir.
Beşincisi Allah'tan Gelen Hareket Metodu, Davayı Dava Adamından Daha Üstün Tutar.
Altıncısı Allah'tan Gelen Hareket Metodunun Yeryüzünde Belli Bir Hedefi Vardır
Yedincisi Allah'tan Gelen Hareket Metodu Kolaylaştırılmış Bir Metoddur.
Sekizincisi Allah'tan Gelen Hareket Metodu Kadere Ve Tevekküle Inanan Bir Hareket Metodudur.
Allah'tan Gelen Hareket Metodunun Bölümleri
1- İslami Cemaatin Doğuşunun Gerekliliği
2- Doğuşun  Kaçınılmazlığı
3- Yeni Doğan Cemaatin Özellikleri
4) Sağlam Bir Karakter Ve Güzel Bir Ahlaka Sahip Olmak
5) Teşkilatın Sağlam Yapılı Olması
6) Teşkilatın Başında Liderin İlim Ve Basiret Sahibi Güvenilir Bir Müslüman Olması.
7) Bu Cemaatin Fertlerini Sadece Allah Rasulünün Ve Müslüman Liderin Velayetinde Olmaları, Cahili Toplum Ve Bu Toplumun Liderleriyle Herhangi Bir Dostluk Ve Ilişki Içine Girmemeleri...
4- Yol Azığı
5- Yıkma Ve İnşa Etme İçin Gerekli Aletler
A- İslam'ı Açıklamak
B- Hareket
6- Birinci Adım İslami Akideye Davet.
Akide Üzerinde Bu Kadar uzun Süre Durulmasının Ve Bu Süre İçinde Başka Meselelerin ele Alınmasının Sebebleri
7- Bu Yolda İlerlerken Karşılaşılacak Şeyler
a) Sebat
b) Allah'a Ve Rasulüne Itaat Etmek. Zikir Ve Dua Vasıtısıyla Allah'a Yaklaşmak.
c) Münakaşa ve İhtilaftan Uzak Kalmak.
d) Sabretmek
e) Maddi Hazırlık.
f) Sağlam Bir Temel Oluşturmadan, Davayı Geniş Bir Şekilde Yaymaktan Sakınmak Gerekir.
g) Davanın Menfaati Daima Dava Adamının Menfaatinden Önce Gelir.
Müslümanlar'i Tekfir Meselesi
1- Seyyid Kutub Kimleri Tekfir Ediyor?.
2- Seyyid Kutub'un Tekfir Ettiği Ve Lailahe Illallah'a Gereği Gibi Şehadet Etmeyen Kimselerin Özellikleri Nelerdir? 
3- Seyyid Kutub'un Delilleri
Cahil Taplum Ve Dar'ul Harb.