Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular

Dünyaya, İsrafla Harcamak İçin Değil; Âhirete Azık Postalamaya Geldik!

Dünyaya

Dünyaya, İsrafla
Harcamak İçin Değil; Âhirete Azık Postalamaya Geldik!

Allah, merhametini göstererek ikaz etmekte,
dünyanın aldatıcılığını hatırlatmaktadır: ?Ey insanlar! Rabbinize karşı
gelmekten sakının. Babanın evlâdı, evlâdın da babası nâmına bir şey
ödeyemeyeceği günden çekinin. Bilin ki, Allah'ın verdiği söz gerçektir. Sakın
dünya hayatı sizi aldatmasın ve şeytan, Allah'ın affına güvendirerek sizi
kandırmasın.? (31/Lokman, 33)

?Dünya?ya, ister ?yakın hayat', ?âhiretin
önündeki hayat' diyelim; isterse ?ednâ' kökünden alarak ?en âdi, en değersiz, en
iğreti en basit hayat' diyelim; o insana ait istekler, arzular, şehvetler, uzun
emeller ve bitip tükenmek bilmeyen hayaller olduğuna göre, gönül ile Allah
sevgisi ve O'na itaat arasına perde olan her şey ?dünya? sayılabilir. Akıllı
insan, Allah sevgisi ile gönlü arasına girerek perde ve engel olabilecek bu
imtihan dünyasına dikkat etmeli, aldanmamalı; onu kulluk bilinciyle
değerlendirmelidir. Esas hayat, sonsuz hayat, en hayırlı hayat; sonraki
hayatımız, yani âhirettir. Dünyada ekilenin orada biçileceğine göre, bu dünya
hayatını âhiret bilinciyle yaşamalı, dünyadaki görevlerimizi yaparak, orası için
hazırlanmalıyız.

?Zaman sana uymazsa, sen zamana uy? sözü gibi,
?...hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya çalış!? sözü de Kur'an ve sünnetin dünya
konusundaki değerlendirme ve tavsiyelerine terstir; bunlar bazen hadis diye
takdim edilmektedir, Kütüb-i Sitte'de böyle bir hadis rivâyeti yoktur. Bazı
insanlar da ?Allah, nimetlerini kulu üzerinde görmekten hoşlanır?
şeklindeki hadis rivâyetini, kendilerini kibir ve gurura, lüks ve isrâfa
yönelten haramları nimet diye takdim ederek, farkında olmadan da olsa,
davranışlarıyla Allah'a ve Rasûlüne iftira atma gibi büyük bir yanlışa
düşebilmektedir. Bu hadisle cimrilik, malı gerektiği şekilde kullanmama, sadece
biriktirmekten hoşlanma kınanmış olmakla birlikte; nimeti Allah yolunda ve meşrû
bir şekilde kullanmak tavsiye edilmiştir. Ama unutulmak istenen ?nimet?
tanımıdır. Esas nimet; İslâm'dır, takvâdır, yardımlaşmadır, kötü değil; iyi
örnek olmadır. Allah, her şeyden önce bu nimetleri kulu üzerinde görmek
ister.

Dünya bir aynadır. Aynanın rengi, büyüklüğü,
çukur ve tümsekliğine, arkasındaki sırların dökülüp dökülmediğine göre şekil
aldığı/yansıdığı, görüntüleri farklılaştırdığı görülür. Bir şeyin önemi,
fazileti veya fenalığı, başka bir şeyle mukayese yapılarak anlaşılır. Dünya
konusundaki değersizlik, kendi başına ifade edilirse yanlış olur. Dünya,
Allah'ın imtihan alanı olarak yarattığı ve nice muhteşem sanatlarını sergilediği
bir alan olduğu gibi; insanın da halifesi olduğu, sınav yeri olan, helâl
nimetlerinden istifade edileceği, imar ederek gelişme ve kalkınmalarda
bulunulacağı bir yerdir. Dolayısıyla kötü ve değersiz değildir. Ama âhiretle
karşılaştırıldığında durum değişir. Âhiret devamlı ve dünyadaki eksik ve
olumsuzlukların olmayacağı sonsuz bir mutluluk yeri olduğundan, âhirete göre
dünya önemsizdir. Dünyayı değerlendirmede âhiret inancı temel ölçüdür. O yüzden
âhirete inanmayanlar, onu başka bir şeyle karşılaştırma imkânından mahrum
oldukları için veya yoklukla (ölüm, onlar için yok olmaktır)
karşılaştırdıklarında câzip gelmekte ve dünyayı yalancı cennet gibi kabul
etmektedirler.

Dünyanın zemmi, başlı başına bir hayır değildir.
Her konuda olduğu gibi dünya konusunda da ölçü: ?Allah için sevmek, Allah için
buğzetmek?tir. Eline geçmediği, sahip olamadığı için dünyayı kötüleyip tahkir
eden kişi, erişemediği ciğere ?pis? diyen kedi gibidir. Aslında eleştirisi,
sevgisinden ileri gelmektedir. Yine, dünya, eline geçtiği halde, zaman akıp
gidiyor, zamanla birlikte sahip olduğu dünyalıklar da azalıyor, eriyor diye
teselli bulmak için kızdığından dünyayı kötülemek, dünyaya bağlılıktan
kaynaklanmaktadır. Makbul olan tahkir, Allah için, Allah sevgisinden, âhiret
sevgisinden ileri gelendir. İnsanın, Allah'ın mağfiretine, muhabbet ve ibâdetine
engel olduğu için, dünyanın zarûrî işlerinin, kendisini uhrevî güzelliklerden
alıkoyduğu için veya cennetin güzelliklerine nisbetle dünyayı basit görmek,
makbul olan bakıştır. Nasıl ki, Hz. Yusuf'la güzel/yakışıklı bir adam
karşılaştırılsa, mukayese edilen yakışıklının çirkin göründüğü gibi, dünyanın
kıymet verilen güzellikleri de cennetin güzellikleriyle mukayese edildiğinde
?hiç? hükmündedir.

Dün, en sevdiğimiz gıdaları yemiş, eğlenmiş,
günümüzü zevkle geçirmiş olsaydık, bugüne kalan hiçbir şey olmayacaktı, gafletle
geçirilen, dolayısıyla kaybedilen zamandan başka. Hele o zevk ve eğlenmelerde
ölçüye dikkat etmediysek, bugüne ve yarına kalacak olan sadece günah yükü
olacaktı. Yok, dünü zorluk ve sıkıntılarla geçirmiş isek de bugün için pek bir
şey değişmeyecek, hatta bu gün daha az sıkıntı içinde isek, dünle
karşılaştırdığımızda bu, mutluluk sebebi olacaktı. Ve eğer o sıkıntılar Allah
için idiyse ve sabrettiysek, bugüne ve yarınlara taşınacak kalan şey, sevaplar
olacaktı. Hayat, dünler, bugünler ve yarınlardan ibaret olduğuna göre; dün
geçmiştir, yok hükmündedir. Yarın yaşayacağımız meçhuldür, bugünü değerlendirmek
ve âhirete azık hazırlamak en akıllı yol olsa gerek. Hayat oyun ve eğelenceden
ibaret. Hayat oyunu bitmek üzere, göz perdelerimizin kapanmasına kim bilir,
belki fazla bir vakit kalmadı. Zevkler, sanal; hayat ise bir oyun, masal, rüya.
Bir varmış bir yokmuş.

İnsanın dünyevî olarak zarûrî ihtiyacı,
beslenme/gıda, giyinme/tesettür ve ev/barınmadan ibâret olduğu ve bu
gereksinmelerini israfa ve lükse kaçmadan helâl yoldan temin etmesi, kalan
birikimlerini infak etmesi gerektiği halde, tüketim toplumunun bir ferdi olarak
insan, günümüzde ihtiyaç labirentinde yolunu şaşırmaktadır. Alınır, tüketilir,
tekrar alınır, alınır... Ömür biter, alınacaklar ve ihtiyaçlar(!) bitmez. Kimi
savunmacı ve uzlaşmacı insanlar öyle derler: ?Batılıların sadece tekniği
alınmalı, ahlâk ve kültürü alınmamalıdır.? Düşünülmez ki, teknik ve teknolojik
aygıtlar, dünya görüşü ve yaşama biçimiyle birlikte gelir. Zaten bunlar, belirli
bir kültürün ürünüdür ve o arkaplandan koparılamaz. Sözgelimi, ?buzdolabı?,
kültürüyle birlikte gelmiştir. Eskiden, artan yemekler, ertesi güne
saklanamayacağından bir komşuya ve özellikle fakirlere verilirdi. İnsanlar,
evlerine gıda depola(ya)mazlardı. Buzdolabı, ?verme?yi unutturan ?egoist?
kültürüyle, kullananlara sadece kendini düşündüren yaşama biçimiyle geldi.
Çamaşır makinesi alınca ister istemez deterjan, yumuşatıcı, kireç sökücü gibi
yan ürünlere de abone olacaksınız. Çamaşır için fakir komşuyu yardıma çağırıp
onun da bu bahaneyle geçimine katkıda bulunma gibi düşünceler, makine alır
almaz, artık aklınızın ucundan bile geçmeyecek. Örnekleri çoğaltabiliriz. TV,
radyo, kasetçalar, bilgisayar, kendileriyle birlikte hangi kültür, oyun, anlayış
ve ahlâkı da kaçınılmaz olarak getiriyor, düşünmek yetecektir.

İnsanımız artık aklıyla değil; bin bir çeşit göz
alıcı illüzyonlarla tahrik edilen ?doymak bilmeyen gözleriyle? düşünüyor, daha
doğrusu düşündüğünü zannediyor. Çarşılar, pazarlar, marketler, vitrinler de
insanın bu midesi olmayan gözlerine nasıl hitap ediyor? Başkalarına (kendinden
maddî yönden öndekilere) bakıyor bu gözüyle düşünen insan ve mukayese ediyor:
?Onda var, bende niye yok?? ve daha çok harcamak için daha çok çalışması,
çalışması, çalışması gerektiğini görüyor. Sonra bakıyor ki, çalışarak kazanılan
para ?ihtiyaç? maskesini takmış ?gereksiz? veya ?olmasa da olur?lara yetmiyor,
çalışmadan para kazanmanın yollarını arıyor. Herkes bir başkasını kandıracak
yollar aramaya başlıyor. Kumarın binbir çeşidi, sahtekârlığın hiç akla
gelmeyecek şekli, insanları en yakınlarına bile itimat edemeyen, yardım
edemeyen, borç veremeyen duruma getiriyor.

Tüketim hastalığının mikrobu, moda, âdet, ?ele
güne karşı?, ?iyi ama, herkeste var? ambalajlarıyla öyle çabuk bulaşıyor ki,
kimini cebinden, kimini yüreğinden yaralıyor, hatta öldürüyor. Kendi değerini,
eşyasının ve elbisesinin değeriyle ölçen insanlar, eşyasını ve giysisini teşhir
ediyor; sözgelimi oturma odalarına, en dikkat çeken karşı duvara konulan vitrin,
belki hayat boyu hiç kullanılmayan ve sadece göze hitap eden mutfak eşyalarının
fuarı rolünü üstleniyor. Arabada motor olmasa da önemli değil; kaporta fiyakalı
olsun yeter; insan, dış görünüşe, vitrine, makyaja değer vermeden çağdaş
olabilir mi, ne dersiniz? Anadolu evlerinin çoğunda yer sofrasında yemek
yenildiği halde, odanın biri veya büyükse salonun yarısı, süs ve gösteriş olsun
diye yemek odası olarak düzenlenmiştir. Koltuklar da, evdeki hayatı daha rahat
kılmak için değil; zorlaştırmak içindir. O halılar ve koltuklara şu kadar para
verilmiştir, çoluk çocuk rahatça oturup keyfini çıkaramaz; annenin gözü
oradadır, ya kirletirlerse...

En fakirimizin evindeki eşyalara verilen
parayla, sahâbe belki hayat boyu, hem de huzur ve şükür dolu şekilde yaşardı.
Herkeste benzeri şeyler olduğundan, modanın temel felsefesi olan farklı ve özel
görünme tutkusunun sanallığını, eşyaya daha çok sahip olmada başkalarına
ulaşılmaz fark atma imkânsızlığının ıstırabını yaşıyor günümüz insanı. Kullan
at; al, yine al; yarışın sonu gelmiyor, ihtiyaçlar(!) tükenmiyor; âhirete
yatırım yapamadan insan ölüp gidiyor.

Sadece moda için dökülen parayla neler yapılmaz?
Hangi müslüman hanımın evindeki gardrobda boş yer vardır, buna rağmen alma
isteği azalıyor mu dersiniz? Çeyizler, düğün ve evlilik için gerekli gereksiz
masraflar... Kimileri için olmazsa olmaz ihtiyaç olan sigaraya yatırılan para,
meselâ kitaba yatırılsa, vücudu zehirlemektense kafayı ve gönlü güçlendirse bu
para, neler olur dersiniz? Eşya, para kötü bir şeydir demiyoruz. Eşyanın,
maddenin, paranın insanı yöneten efendi olmasına, bunların insan için değil;
insanın bunlar için yaşıyor, bunlar için çalışıyor olmasına sözümüz. Onlar
hâkim, insan mahkûm ve hizmetçi. Oyuncak, insanla oynuyor. Mal, insanı, insanî
değerleri yutuyor. Dünyevîleşme çarkı, insanımızı değirmen gibi öğütüyor.
Düşünmeyi, okumayı, ibadeti... engelleyen tv. başta olmak üzere medya ve
reklâmlar... Taksitleri, ay sonunu düşünen insan, dünyada varoluş gayesini
düşünemiyor.

Her konu paraya çıkıyor; söz, ufak bir tur
attıktan sonra para durağında düğümleniyor; gönül plağı parada parazit yapıp
takılı kalıyor. Lüks hayat, daha rahat yaşam, dipsiz bir kuyu, bir girdap,
tatminsizlik cehennemi, bitmeyen, ama insanı bitiren sonsuz yarış. Yiyen ama
doymayan insan, kendine/nefsine/hevâsına kul/köle. Para para diye paralanan
insan, şükrü unutmuş, sabrı lugatından silmiş, şikâyetin ise binbir çeşidini
tekrarlamakta. ?Alma tutkusu?, ?verme zevki?ni katletmiş. Hırs ve tamahın sonu
yok. ?İnsanoğlunun iki vâdi dolusu altını olsa, üçüncüsünü ister? kutlu
sözü ibret levhası olmaktan çıkmış. Sahâbe birbirleriyle hayırda yarışıyordu;
şimdiki insan ise fâni eşyada yarışıyor. Akıl, midelerin hizmetçisi; gönül,
vicdan ve fıtratın sesi çıkmıyor; demek ki duyguların esiri olarak hapis hayatı
yaşıyor bunlar.

Dünkü lezzet veya acı, bugün yok hükmünde.
Akıllı, bazı istek ve zevklerini ertelemesini bilen, az önemli ile çok önemliyi
ayırt edebilen insandır. İnsan, en çok 60-70 yaşında hükmü infaz edilecek
müebbet hapisteki bir idam mahkûmu gibi gününü bekliyor. Ölüm olmasa, belki bazı
zevklerin kıymeti olabilir; ama ölüm var, ruh ve ego ise sonsuzluk ve yarınlarda
mutluluk istiyor. Bir çelişki doğuyor. Temel çatışma denilen bu durumdan
kurtulmak için insan, sonunu, yani ölümü hatırlamak istemeyip unutmaya çalışmak
için eğlenceye, içki ve uyuşturucuya, futbol-müzik-tv. seyretmek gibi avutucuya
yöneliyor; bu temel çatışmadan ölümü yok sayarak kurtulmaya çalışıyor. İslâm
insanı ise, bilir ki, ölüm yokluk değil; daha güzel, daha hayırlı ve ebedî bir
âleme açılan kapıdır. Dolayısıyla böyle bir çatışma, gerçek müslüman için
sözkonusu değildir.

Allah'ın bizim için seçtiği İslâm'ın
yaşanmadığı, onun yerine çıkarcı insanların düzeni olan acımasız sömürücü
kapitalizmin yaşandığı tüm ülkelerde olduğu gibi, Türkiye'de de servetin %
80'ine % 20'lik nüfus sahip olurken ve istedikleri gibi harcarken, % 80'lik
insan nüfusu da % 20 ile yetinmeye çalışıyor. Bu fakirler aleyhine her gün biraz
daha açılan makas, israf ekseninde bu açılışını sürdürüyor.

Kapitalistleşen modern insan, tüketim ve israf
adlı şeytanları doyurup tatmin etmek ve azdırmak için için dipsiz bir kuyuya
dalıyor. Daha çok harcamak için sağlığından, onurundan, evinden, aile hayatının
güzelliklerinden, cemaat çalışmalarından, ilimden, evlât ve âilesine faydalı
olup onlara karşı görevlerini yerine getirmekten, insanlığından ve
müslümanlığından, âhiretinden tâvizler veriyor.

Kredi kartlarıyla alışverişin nasıl bir israfa
yol açtığını 2004 yılı ilk ayları itibarıyla 21.000'i geçen kredi kartı
kullananların iyi bildiğini zannediyorum. Cebinde kredi kartı denilen tüketim
canavarı olanlar, ayağını yorganına göre uzatma ihtiyacı hissetmiyor, yorganları
kısacık da olsa, ayağını alabildiğine uzatıyor, sarkıtıyor. Sonradan ayağının
niye üşüdüğünü, bütün vücudunun niye hastalandığını merak edip kendisinden başka
suçlu aramaya kalkıyor.

Kapitalizmin, holdinglerin, hiper ve süper
marketlerin, reklâmların, modanın... israfı teşvik etmek için uyguladıkları bin
bir çeşit göz boyayıcı illüzyonuna kapılıyor günümüz insanı. Bir-iki kalem mal
almak için girdiği süpermarketten arabayı doldurmadan çıkamıyor. Cebinin
boşaldığını da fark etmiyor, nasıl olsa kredi kartı var, parası yoksa da taksit
imkânı var? Düşünmüyor ki, kendisine bu imkânları sağlayanlar bunları hayır
olsun, sevap olsun diye yapıyor değiller ve bu yapılanlar da aslında âdî
hırsızlıktan daha çirkin bir dolandırıcılık? Akılla düşününce bunca israfa,
gereksiz harcamalara yönelmeyecek insanı, değişik uyutucu ve uyuşturucularla
düşünemez hale getiriyorlar; zaten pek çalışmaz hale getirdikleri beyinleriyle
değil, gözleriyle düşündürüp aldatıyorlar. İsraf, çoğunlukla psikolojik tatmin
için göz aynası aracılığıyla insana câzip getiriliyor; şeytan kötü amelleri,
israf ve savurganlığı güzel gösteriyor. Reklâm, pazarlama hileleri, albenili
ambalajlar, şuuraltına hitap eden kapitalist cambazlıklar şeytanın illüzyon
küresi, sirk aynası oluyor.

Öyle bir sömürü düzeni içinde, öyle bir karanlık
ve fırtınalı câhiliyye döneminde yaşıyoruz ki, kapitalizm din olmuş, para da
kapitalistleşen halk için tanrı, banka tapınak, çek ve hisse senedi kutsal
kitaptır artık. İslâm'dan başka dine teslim olmaması gereken muvahhid
Müslümanlar, tevhidi kendi içlerinde, âilelerinde ve toplumlarında ikame etmek
için öncelikle kapitalizm dinine savaş açmak zorundadırlar. Bu savaş da, onların
safından çıkmakla, tuzağından kurtulmakla, onları beslemekten vazgeçmekle
başlamalıdır.

Garibanların alınterini vampir dişleriyle
sömürüp hortumlayan sömürü odakları, müslümanların ve müslüman geçinenlerin
gereksiz tüketim hastalığı sebebiyle bu zülmü sürdürüyorlar. Namaz kılan
müslümanlar bankalardan paralarını çekse, kredi kartı kullanmasa, taksitle
alış-verişten kaçınsa, zarûrî ihtiyaç kategorisine girmeyen malları satın
almasa, bankacı kapitalist sömürü düzeni kendiliğinden yıkılacaktır. Müslümanlar
Amerikan dolarını boykot etseler dolar tepetaklak düşecek, ABD çok kolay tarihin
çöplüğünde yerini almanın eşiğine gelecektir. Sömürü düzenleri paranın sırtında
egemenliklerini sürdürüyorlar. Halkın israflarıyla beslenen hortumları kesilmiş
olsa, zâlim israfçı düzenler de ?Hak geldi, bâtıl zâil oldu? hükmü
gereği, üflemekle yıkılıverecektir. Siyonizm, ABD ve onların işbirlikçisi düzen
ve etkili çevrelerle mücâdele etmede güçleri yetmediğini düşünen samimi
müslümanlar, aslında hiç de güçsüz değiller. Günümüzde zâlim ve emperyalistlere
karşı en etkili silâh paradır. Kapitalizm ve kapitalistler için para her şeydir.
Gariban halk, kendi cebinden onların midelerine giden hortumları kesse, kendisi
bu parazitten kurtulup canlanacak, kendi kanıyla beslenen can düşmanı asalak da
zâil olacaktır. Bu azgın canavarlar da ancak gereksiz tüm harcamalar kısılarak
aç bırakılıp ölüme mahkûm edilebilir.

Kapitalist düzen, israfçıdır, savurgandır.
Halktan aldığı ağır ve haksız vergi parasıyla fabrika yerine heykeller yapan,
bazı semtlerde yılda birkaç kez kaldırım taşı değiştiren israfçı zihniyet,
Meclis'i, askeriyeyi, devlet dairelerini israfhânelere çevirmiştir. Halktan alıp
hak etmeyenlere dağıtan, dağıtırken de bal tutan parmağını yalayan yapıdadır
yöneticilerin hemen tamamı; çünkü düzen öyle kurulmuştur. Adı üstünde
kapitalizm, kapitalin/paranın, yani israfın egemenliği demektir. Holding,
kartel, banka ve hortumcularla yardımlaşıp işbirliği yapan ve daha çok onların
düzeni olduğunu ispatlayan kurulu düzen, haksız vergilerle, harçlarla,
enflasyonla? fakirin cebindeki parayı devlete aktarmakla yetinmez, hırsız
sömürücülerin bin bir hile ile halkı dolandırıp kazıklamasına yasal çanaklar
tutar. Daha çok ihtiyaç adlı tuzağa konulan israf yemiyle fakir halk gâfil
avlanır. Ne zorluklarla biriktirdiği para, devletin ve egemen güçlerin büyük
israflarına ayrılır. Tüyü bitmemiş yetimin hakkını zenginlere peşkeş çekmek,
banka boşaltanlara ve diğer hortumculara ceza vermek yerine, onların boşalttığı
bankaları fakir halka vergiler bindirerek ödetmek devletin temel görevlerinden
sayılır bu ülkede. Bütün bu zulümlerin arkasında yatan temel faktörü ?israf?
olarak değerlendirebiliriz. Faizin, sigortanın tüm toplumu saran anaç israf
açısından tahribatı hesap edilemeyecek boyuttadır ve bunun izâlesi, düzen
bataklığının kurutulmasından başka şekilde mümkün değildir. Devlet dairelerinde
müthiş insan israfı vardır. Devlet dairelerinde vakit israfı da çok ciddi
boyuttadır. Hastahaneye işi düşenlerin saatleri kuyrukta geçer. Emekli maaşı
kuyruğu gibi, hemen her devlet kurumuna işi düşen tüm kişilerin vakitlerinin
israfı, günlük toplam kim bilir kaç milyar saattir?

Vakit israfı, nakit/para israfından çok daha
vahim sonuçlar doğurur. Vakit, nakitten kıymetlidir çünkü. Trafikte, kahvede,
maçta, televizyon karşısında... insanların zamanları israf edilir. Belediye
otobüsü saatinde gelmediği, bilmem kaç dakika geciktiği için duraklardaki o
kadar insanın vakitleri israf olur. Toplantılar, dersler, düğünler, programlar
hep duyurulan saatten hayli geç başlar. Çünkü vakitlerin israfı nedense
bazılarının pek hoşuna gider. Vakit öldürmenin adı, ?felekten gün çalmak?tır bu
bazılarınca. Dersi kaynatmak, uzunca tatil yapmak, boş vakit geçirmek kazanç
sayılmaktadır müsrif insanlarca. Bazı âlimlerin yemek yerken ve uyku uyurken
geçen vakitlere bile üzülüp bunu azaltacak formüller bulmaya çalıştıklarını
günümüz insanına anlatamayız. Evet, günümüz insanı da namaza, ibâdetlere, ev
halkına, hatta kendine ve Rabbine vakit ayıramamaktan şikâyet eder, ama
vakitlerini nerelere israf etmez ki? Tembelhane demek olan kahvehanelerin sayısı
ve içinde ömür tüketen, kendini tüketen insanların oranı, câmi ve kütüphanelerle
karşılaştırma yapılsın, netice ortaya çıkacaktır. Televizyon karşısında
katledilen saatler, insandan dünya ve âhirette intikamını almayacak mı
sanılıyor? Geyik muhabbetlerinin boynuzları insanın gönlüne darbe vurmuyor mu
zannediliyor? Tatili en bol ülke sayılıyor Türkiye. Buna rağmen nefis tembelliği
sever, israftan yana doymaz.

Moda adlı bir maske takarak çok sayıda farklı iş
alanı, sektör olmuş, yolunacak kaz veya kız arıyor. Genç erkeklerin hayâlarını,
müslümanca yürüme hakkını çalmaya çıkan genç kız ve kadınlar da ava giderken
avlanıyorlar. Bu moda canavarı, ne israflarla karnını doyuruyor, düşünen pek
çıkmıyor. Moda baştan sona israftır, hem haddi (sınırı) ve ölçüyü aşmak
anlamında israf, hem de savurganlık anlamında?

Tüketim çılgınlığının ne boyutta olduğuna bir
örnek olarak makyaj ürünlerini verebiliriz. Makyaj ürünlerine bir yılda tam 18
milyar dolar harcanıyor. Eğitimin yeterli olması için 5 milyar dolara, sağlığa
da 12 milyar dolar yatırımın yeteceği ifade edildiğini göze alırsak, makyaj gibi
olmasa olabilecek israf ve fitne araçlarına ayrılan bütçenin büyüklüğü
anlaşılabilir. Evinin eşyasının alımında en büyük karar mercii olan ve gıda gibi
temizlik ürünleri gibi maddeleri de direkt olarak çoğunlukla kendisinin aldığı
kadınlar, israf konusunda erkekleri geçiyor diyebiliriz. Tabii az sayıda olgun,
haramlardan kaçınan ve tutumlulukta kocasına bile örnek ve yardımcı olan
hanımları takdirle anmamız gerekir. Kadınların özel ihtiyaçları, giyim ve
süslerine ayrılan para, tüm kadınların çalışarak kazandıkları paranın
toplamından daha fazla olsa gerektir?

70 milyonluk ülkede bir çekilişte 36 milyon adet
milli piyango bileti satılıyor. Kim demiş "müslüman mahallesinde salyongoz
satılmaz!" diye. Millî takım kadar, millî marş gibi ?millî? olan piyangoya,
diğer ?şans oyunları? adı verilen kumar çeşitlerini ilâve edin ve halkın hırs ve
hayallerini sömürüp paraya çeviren kumarbaz devlete mi, geçimden başka bir şey
düşünemez hale getirilip inanç ve ahlâkî değerlerden soyutlanan kurban garibana
mı daha çok kızmak gerektiğine karar verin. Kur'an'a göre ?dinî? anlamına gelen
?millî? piyangonun halk açısından ne büyük israf olduğunu, bu kumara ne kadar
para ayrıldığını düşünmek bile israfın boyutlarının ne büyük olduğunu göstermeye
yeter. Mâsum ve mübârek atlar da âlet edilir kumar adlı soygun ve israflara. At
yarışlarına her hafta yatırılan umutların, paraların, mutlulukların hesabını kim
tutabilir? Toto, loto, sayısal, kazı kazan gibi cadı kazanlarına her ay yenileri
ilâve edilmeye çalışılır. Televizyon kanalları da isrâfa "yarışma" ve "para
dağıtıyoruz" maskesi takarak, halktan (ç)alıyor değil, ona veriyor görüntüsünü
sihirli kutu sâyesinde gözünü boyadığı halka hizmet adıyla katılır. Hep halk
kandırılarak israfa gönüllü koşturulur. Kapitalizmin nassları durumundaki
sloganlar, hizmet eder bu isrâfa: ?Halka hizmettir, hizmette sınır ve sinir
yoktur. Hatta halka hizmet hakka hizmettir, aynen vergilendirilmiş her türlü
haram paranın kutsal olduğu gibi, soyguncu devlete itaatin ibâdet olduğu? gibi;
hutbelerde duymadınız mı yoksa? Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi dersinde her yıl
tekrarlanarak okutulan konuları da mı unuttunuz?

İsraf denilince akıllarına sadece para ve mal
gelen insan, maddeden daha önemli şeylerin varlığını kabul etmiyor olmalı. Esas
israf, daha büyük değerler üzerinde olmaktadır. Sağlıklarını, ilimlerini,
akıllarını, gönüllerini, enerjilerini, imkânlarını, fırsatları, Allah'ın açtığı
kredi ve avansı, yani hayatı israf edip boşa harcayanlar en büyük israfçı
müsriflerdir. Bu dünyada israflarının hesabı sorulmasa bile, bütün insanlar
öteki dünyada, sağlığını nerelerde harcadığından, malını nereden kazanıp, (israf
için mi, meşrû yolda mı) nereye harcadığından, ilmine uygun davranıp
davranmadığından (ilmini israf edip etmediğinden), gençliğinin hakkını verip
vermediğinden, ömrünü israf edip etmediğinden mutlaka hesaba çekilecektir.

Sigara içmek (özellikle tiryakilik) kaç yönüyle
israftır, haramdır saymak vakit israfına yol açar mı bilmem. Hele geçim
darlığından şikâyet edenlerin nafaka mükellefiyetleriyle ilgili zorluklara da
sebep olan israf daha büyüktür. Sigara hem içenin sıhhatine, hem de yanında
bulunanların sıhhat ve rahatına zarar vererek sağlık gibi bir büyük nimetin
israf edilmesidir. Rasûl-i Ekrem (s.a.s.): ?Ne doğrudan ne de karşılık olarak
zarar vardır? (Ahmed bin Hanbel, Müsned, 5/327; Muvattâ, Akdiye, 31; İbn
Mâce, Ahkâm 17) buyurarak zarar vermeyi men etmiştir. Allah Teâlâ da
?Kendinizi elinizle tehlikeye atmayın...? (2/Bakara, 195), ?kendinizi
öldürmeyin...? (4/Nisâ, 29) buyurmuştur. Malı faydasız yere harcamak da
israftır. ?Yiyin, için; isrâf etmeyin? (7/A'râf, 31) âyeti ile ?Peygamber
(s.a.s.) malın boşa harcanmasını yasakladı? (Buhârî, Zekât 18; Husûmât 3,
İ'tisâm 3; Müslim, Akdiye 14) hadisi, isrâfı haram kılmaktadır. Nafaka
mükellefiyeti: Kocalar, babalar ve muhtaç yakınlarına bakan erkekler, nafaka
(onların yiyecek, giyecek, mesken, tedâvi... ihtiyaçlarını temin) ile
mükelleftir. Çoluk çocuğunun nafakasından keserek sigaraya para vermek, israfla
ilgisi açısından kesin haramdır. Tabii ki, sigaraya benzeyen nargile, her çeşit
tütün, bira ve alkollü içkiler, uyuşturucu çeşitleri de aynı hükme tâbîdir.
Tiryakilik yapan, kendisine esir eden her çeşit yiyecek-içecek ve oyun cinsinden
alışkanlık, çeşitli isrâfa yol açmaları yönüyle müslümanların kaçınması gereken
hususlardandır.

Gazetelere yansıdığı şekliyle CIA'in resmî
istatistiklerine göre, dünyada sigara içen insan sayısı 1milyar 150 milyon.
Sigara içen müslümanların sayısı 400 milyon. En büyük sigara üreticisi Phillip
Morris. Bu da kazancının % 12'sini İsrail'e gönderiyor. Müslümanların, çeşitli
markalarla piyasaya sunulan Morris'e günlük cirosu: 800 milyon dolar.
Müslümanlarların ortalama günlük kâr katkısı 80 milyon dolar. 9.600.000 dolar
müslüman parası her gün İsrail'e gitmiş oluyor, evet her gün! Ve Türkiye, yıllık
150 milyon kg. sigara tüketimiyle; Brezilya, Güney Kore ve Hindistan'dan sonra
4. sırada yer alıyor. Dünya Bankasının 1999-2000 yıllarında yaptığı sigara
araştırmasının sonuçlarına göre, sigara kullanımı son on yılda dünyada % 4,12
azalırken, Türkiye'de ise % 52,18 oranında arttı.

Sigara ve içki tükettikçe tükenen insanımız, bir
yandan bedenini, enerjisini, sağlığını tüketirken, diğer yandan da parasını
tükettirmekte, hem de en azılı düşmanlarına. Her sigara, İslâm düşmanlarına
malzeme, her iskambil bileti, müslümanın karşısına bir silâh olarak çıkmaktadır.

Her kaka kola İsrail için bir kurşun, her MC
Donald hamburgeri, bir tank mermisi, her Amerikan ve Yahudi firmalarının sattığı
bir ürün, bir Filistin çocuğunun ölümü demek. Parasını israf eden, sağlığını
harap eden, imanî hayatını tehlikeye atan ve yavaş yavaş intihar eden içki ve
kumar gibi haramlara parasını veren her müslüman, farkında olmasa da, İslâm'a ve
müslümanlara savaşa katkıda bulunuyor, tâğut yolunda infakçı ve savaşçı oluyor.
"İman edenler Allah yolunda savaşırlar, kâfirler ise tâğut (bâtıl dâvalar ve
şeytan) yolunda savaşırlar. O halde şeytanın dostlarına karşı savaşın; şüphe yok
ki şeytanın kurduğu düzen zayıftır." (4/Nisâ, 76). Ve iki hadis rivâyeti:
"Kim bir zâlime yardım ederse, Allah Teâlâ, o zâlimi ona musallat eder." "Kim,
bildiği halde zâlime yardım kastı ile onunla beraber yürürse, o kimse İslâm'dan
dışarı çıkmış olur."

At yarışı, piyango, loto, şans topu, on numara
gibi resmî ve millî kumarlardan halkın cebinden çıkan bu kara, kapkara paranın,
2001 yılında tam 1 katrilyon 37 trilyon lira olduğu açıklandı. 2002 yılının ilk
sekiz ayında ise 1 katrilyon 198 trilyon liraya yükselmiş bu rakam. Halk, evine
ekmek götürmekte zorlansa da sigaraya ve kumara yatıracak parayı bulabiliyor
demek ki. Bu hale gelen vatandaşı kandırıp umut satmak da, ona hizmet etmekle
görevli düzene düşüyor elbette. Halkın cebinden çıkan bu paraların yarısından
çoğu, devlete gidiyor. Diğer kalanlar da Ahmed'in parası Mehmed'e... Kumar
vebalini de kazanan ve kaybeden herkes sırtına yüklenirken; psikolojik, sosyal
ve daha önemlisi din yönüyle kaybeden hep halk oluyor. Dolaylı ve dolaysız bunca
vergi vermek yetmiyor mazlum halka, bir de bu tür kumarlarla ?enâyi vergisi?
veriyor, ?cehâlet vergisi? ödüyor. Dünyada huzursuzluğu, âhirette cehennemi
dişinden tırnağından artırdığı, çocuklarının da hakkı olan para ile satın
alıyor. Ne kötü bir alışveriş bu! ?İşte onlar, hidâyete karşılık dalâleti
satın alanlardır. Ancak, onların bu ticareti kazanmamış ve kendileri de doğru
yola girememişlerdir.? (2/Bakara, 16). Bu katrilyon liraların içine vergisi
verilmediği için kaçak/yasak kabul edilen kahvehane ve gayri resmî
kumarhanelerde oynananlar tabii ki dâhil değil. Alıp satacak bir şeyi kalmayan
gariban insanlara umut tâcirliği yapan, onlara umut satarak sukut-ı hayaller
içinde başka ciddî meseleleri düşünemeyecek müstaz'af yığınlar düzenin eseridir;
doğru, ama bu oyuna gelen halkın hiç mi kabahati yoktur? Hatta bunlara seyirci
kalan müslümanların, tebliğcilerin?!

Ülkenin niye kalkınamadığı, maddî yönden Batı
ülkelerinin çok gerisinde kaldığını fâiz örneği çok iyi açıklamaktadır. 1993 ilâ
2002 yılı arasındaki son 9 yılda Türkiye Cumhuriyeti, tam 211.4 milyar dolar
fâiz ödedi. 9 Yılda fâize ayrılan 211 milyar dolar yatırıma yöneltilebilseydi,
kişi başına millî gelir 2003 yılında 2857 dolar yerine, 3922 doları bulacaktı.
2003 yılında ödenecek fâiz tutarı tam 40 milyar doları bulmaktadır. Bir başka
deyişle bir saniyede 1078 dolar fâiz parasına gidiyor. Evet, ayda 2 milyar 833,3
milyon dolar, günde 93 milyon 151 bin dolar, sâniyede 1078 Amerikan doları,
halkın, fakir-fukaranın cebinden çıkıp fâize ayrılıyor. T.C.'nin 2003 yılında
ödeyeceği borç fâiz ödemeleriyle İstanbul boğazına 142 adet köprü
yapılabileceği, 87 adet Atatürk Barajı inşâ edilebileceği, 2 milyon 200 bin
sosyal konut, ya da 5585 kilometre otoyol yapılabileceğini söyleyelim. Yine, bu
parayla tanesi 140 milyon dolardan 261 üniversite kurmak, İzmir limanı gibi 39
liman yaptırmak, değeri 40 milyon dolardan 977 adet çimento fabrikası yapmak
mümkün olmaktadır.

Halkın dertlerine derman olması gereken devlet,
halkın cebine elini uzatıyor, bulduğunu alıyor, bulamadığını borçlandırıyor ve
(ç)aldıklarını fâizcilere sunuyor. 1993 yılında toplam yatırımların dörtte biri
(% 24.1) kadar olan iç ve dış borç fâiz ödemeleri, 2001 yılında toplam
yatırımların % 96.2'sine ulaştı. Bu rakamın 2002 yılında % 81.1 oranında
gerçekleşeceği, 2003 yılında ise % 91.2 oranında olacağı tahmin ediliyor. Toplam
kamu fâiz ödemeleri 1993 yılında 67 katrilyon 873 trilyon lira olarak
belirlendi.

Yapılan araştırmaya göre açlık sınırı, 2003 Ocak
ayında 401 milyon liraya yükseldi. Asgarî net ücret ise 2003 Ocak ayında 226
milyon lira olarak belirlendi. Yoksulluk sınırı ise 2003 Ocak ayı itibarıyla 1
milyar 200 milyon liraya ulaştı. Asgarî ücretin 300 milyon TL. civarında olduğu
ve ülkenin % 12'sinin işsiz bulunduğu bir ülkede bu istatistikler gerçekten
dehşet vericidir. Bütün bu vahim rakamlara rağmen yoksulluk, Türkiye'de hâlâ
öncelikli bir sorun olarak ele alınmamakta ve fâizle israfın bu yoksullaşmadaki
rolü değerlendirilmemektedir.

Halktan alarak devletin ödediği ve ödemek
zorunda olduğu fâize ayrılan bu paralarla neler yapılmaz ki! Bunun yanında
devletin; elektrik, su, doğalgaz, telefon, SSK primi ve vergi borçlarına
uyguladığı gecikme fâizleri oranlarının enflasyonun çok üzerinde olduğunu
hatırlamak da gerekiyor. 1997-2002 yılları arasındaki son 6 yılda enflasyonun %
346 artmasına karşılık, devletin vatandaşa uyguladığı gecikme fâizleri, % 929
arttırılmıştır. Kamu kurumlarından aldığı mal ve hizmet karşılığı devlete 100
milyon lira borcu bulunan bir vatandaşın, bu borcu ödeyememesi sebebiyle 2002
yılında 929 milyon lira ödemek zorunda kalmaktadır. Oysa, enflasyon oranlarına
göre, aynı vatandaşın 346 milyon lira ödemesi gerekirdi. Bu şekilde devlet,
vatandaştan 583 milyon lira fazladan fâiz almaktadır.

Bankalardan kredi alarak fâizle borçlanan
çiftçilerin, esnafın durumu tümüyle içler acısıdır. Tüm hayvanlarını ya da evini
barkını satarak fâiz borcundan kurtulmaya çalışan nice insan vardır. Sadece
kumar değildir evi barkı söndüren, aynı zamanda fâiz de depremden büyük hasarlar
ortaya çıkarmaktadır. 2003 yılı ocak ayı hesabıyla Türkiye'de kredi kartı
kullanan insan sayısının 16 milyon olduğunu belirtirsek, müslüman geçinen halkın
banka ile, fâizle nasıl içli-dışlı olduğu anlaşılır. Kredi kartları temerrüt
fâizinin % 500 civarında olduğunu, kartla borçlanan kişinin kısa zaman sonra
borcunun 5 katına yükseldiğini, ödemeyi uzattıkça, borcun daha katlanarak
yükseldiğini bilmeyenimiz yoktur. Ne acıdır ki, insan emeğini sömürüp kan emici
vampir olan bankalar, müslümanların ve müslüman geçinenlerin desteğiyle bu zülmü
sürdürüyorlar. Namaz kılan müslümanlar bankalardan paralarını çekse, sadece
bankalar değil, bankacı kapitalist sömürü düzeni de kendiliğinden yıkılacaktır.
Müslümanlar Amerikan dolarını boykot etseler dolar tepetaklak düşecek, ABD çok
kolay tarihin çöplüğünde yerini alacaktır.

Öyle bir karanlık ve fırtınalı câhiliyye dönemi
yaşıyoruz ki, fâizden en kaçınanımız bile, Peygamberimiz'in lisânıyla fâizin
tozundan kurtulamıyor. "İnsanlar öyle bir devre ulaşacak ki, o zamanda ribâ
yemeyen kalmayacak. Öyle ki, (doğrudan) yemeyene buharı (veya tozu) ulaşacak."
(Ebu Dâvud, Büyû' 3, h. no: 3331; Nesâî, Büyû' 2, h. no: 7, 243; İbn Mâce,
Ticârât 58, h. no: 2278). Öyle bir sömürü düzeni içinde yaşıyoruz ki, kapitalizm
din olmuş, para da, bir kapitalist için tanrı, banka tapınak, çek ve hisse
senedi kutsal bir kitaptır. "Allah'ın on pulunu bekleye dursun on kul; / Bir
kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul. / Bu taksimi kurt yapmaz kuzulara şah
olsa; / Yaşasın, kefenimin kefili kara borsa!"

İsrafın ne olduğunun anlaşılması için lüksün ne
olduğunun bilinmesi, lüksün tanımı için de zarûretin doğru tanınması gerekir.
Örnek olarak ?tatil? kavramını ele alabiliriz. Tatil ihtiyaç mıdır, ihtiyaç ise
kim için, ne kadar, nasıl, hangi şartlarla? Tatil ne demektir? Tembellik, boşa
vakit geçirmek, zamanı israf etmek, parayı israf etmek, israf edilecek ne varsa
onları bulup boşa harcamak demek midir tatil?

Kadınların fazla takıları (beş-on bilezik,
beş-on altın, kolyeler, gerdanlıklar vs.), bankalarda yatan paralar, yastık
altında duran paralar hep israf kavramıyla izah edilebilir. İslâm fıkhında
meselâ para veya kıymetli eşyanın küp'e, sandığa konulup toprağa gömülmesi israf
sayıldığı için câiz görülmez, kenz sayılır. Kullanılmayan arsaların, bahçe ve
tarlaların boş olarak tutulmasına onay vermez dinimiz. Üç yıl ekilmeyen, faydalı
şekilde kullanılmayan, yani israf edilen arsa, tarla veya bahçelerin işleyecek
insana verilmesini tavsiye edip hükme bağlar dinimiz.

Henüz tıbbın, psikiyatrinin alanına girmeyen
hastalık ve anormallikler giderek salgın hale geliyor. Tüketim virüsü, sahip
olmanın câzibesi mânen nice ölümcül hastalıklara yol açıyor. Alışverişkolik
insan tipi oluştu artık; para harcamanın dayanılmaz hafifliği ve paranın, o da
yoksa kredi kartı ve taksitlerin gıdıklaması, kaşındırması, sahibini almaya
zorlaması? ?Hastalık? kelimesi bile bu fecî durumu ifade etmekte yetersiz
kalmakta. Şeytan amelleri süslüyor. Vermeye unutan insan almanın yalancı zevki
içinde paranın ve malın kulu-kölesi oluyor. Evlerinde çöp biriktiren,
oluşturduğu çöp evlerde hiç kullanılmayacak eşyalarından ayrılamayan, mutluluğu
sahiplendiği çöplerde arayanlar var. Henüz bu kapitalist hastalığın da adı
konulmuş değil. Bir de harcadıklarını çöpe atanlar var. Bazı insanlar harcamamak
için çöp biriktirir, çöp yapar; bazıları da harcayarak çöp yapar. Esas olarak
âhirete yatırım yapması gereken insan, en büyük yatırımını tuvalete, çöpe yapmış
oluyor israf sâyesinde. İnsan, onca harcamayı az sonra tuvalette pislik olacak
ya da çöp kutusuna atılacak şey için yapmış oluyor.

Teknolojik araçların da çoğu, ihtiyaçtan çok
sahip olma duygusuna ve alışkanlık gibi, moda gibi şeytanî dürtülere hitap
ediyor aslında. Tiryakilik de yapıyor. Gameboy, atari, volkmen, müzik seti gibi
araçlar ve bu araçlarla oyun-eğlence, bir zamanların vazgeçilmez tiryakilikleri
idi. Moda sürekli değişiyor. Şimdi laptoplar başta olmak üzere bilgisayar ve yan
ürünleri, CDler, digital fotoğraf makineleri ve özellikle de cep telefonu moda.
İlkokul öğrencilerinin bile ceplerinde cep telefonu. 2004 yılı verilerine göre
68 milyonluk Türkiye'de 24 milyon cep telefonu kullanıcısı olduğu belirlendi. Bu
telefon sahiplerinin kaçta kaçı gerçekten ihtiyaç olduğu için bu araca sahip
olmuştur? Avrupa ülkelerinde ortalama bir buçuk yıl olan telefon modelini
değiştirme müddeti, Türkiye'de ortalama altı ay. Onca para verilerek alınan bu
aygıt birkaç ay sonra ölü parasına elden çıkarılıyor, bir üst modelle
değiştiriliyor. Yeni modeller Avrupa'dan daha fazla Türkiye ve benzeri ülkelerde
fakir kitlelere daha câzip geliyor. Sadece telefon adlı iletişim gerecine
verilen para değildir israf olan. Cepte uslu uslu durmamaktadır bu israf âleti.
İnsanı arada bir gıdıklamakta, ?kullan beni!? diye insanı tahrik etmektedir.
Gerekli-gereksiz insan uydu aracılığıyla konuşacak birini arayıp bulacaktır.
İnsanların günlük konuşmalarının % 85'i gereksiz, olmazsa olabilecek sözlerden
oluşmakta olduğu araştırma sonucu. Bu tespit, telefonla konuşmalar için de en az
bu oranda değerlendirilebilir. Hem paralar, hem sözler, hem vakitler israf
ediliyor.

Otomobil kim için ihtiyaçtır, kim için de
hastalık; tespit zor. Lüks arabanın kimse için ihtiyaç olmadığını söyleyelim.
Kocaman araba, çoğunlukla sadece bir, bilemediniz iki kişinin ihtiyacını
karşılıyor, diğer koltuklar boş duruyor. İşine toplu ulaşım araçlarıyla belki
daha rahat gidebilecek insanlar biraz da hastalık icabı ve çeşitli fiziksel
hastalıklara kapı açacak şekilde arabayla gitmeyi tercih ediyor, yürümeyen
hareketsiz insan sağlığını da israf etmiş oluyor. Her sene kaç değişik marka kaç
değişik modelle israfı otomobil adıyla da tahrik ediyor, sayılması bile hayli
zor.

İnsanlar artık evde tertemiz pişirilen
yemeklerden zevk almıyor, hangi ürünlerden ve nasıl pişirilip hazırlandığı
bilinmeden sunulan fastfoodlar moda. Kimbilir kaç hastalığa dâvetiye çıkaran
hamburger vb. bu Batı tipi yemek gençlerin kolay terk edemeyeceği bir israfı da
getiriyor. Çarşılar bu tür yiyecek mekânlarıyla dolup taşıyor. Ev araç ve
gereçlerinin kaçta kaçı olmazsa olmazlardan, kaçta kaçı da israflardan oluşuyor,
tespiti çok zor. Çünkü tespiti yapan da eşya tutkunu olduğu için zarûret ile
ihtiyacı, ihtiyaç ile lüks ve israfı ayırd etmekte objektif olamıyor.

İnsan israfı, bazen beyin göçü şeklinde kendini
gösterir. Yetişmiş eleman israfı, nice zorluklarla yetişmiş kaliteli insanların
uygun şekilde değerlendirilmeyip harcanması, yani israfı hem devletin, hem
cemaatlerin, hem toplumun ciddi problemidir. Okullarda geçen zamanın, askerlikte
geçen zamanın kaçta kaçı verimli ve gerekli, ne kadarı da israftır? Bunu
okullardan ve askerlikten geçmiş her insan bilir, ama yetkililer israfsız bir
dünya istemedikleri için bilmezlikten gelirler. En az beş milyon erkek işsiz
iken, karı-koca çalışanların durumu israfla izah edilemez mi? Kadınların
Türkiye'de tezgâhtar ve sekreter olarak çalışmaları, israf açısından
araştırılmalıdır. İşyerinde erkeklerle birlikte süslü püslü bir bayanın hem
kendisi, hem çevresine ne gibi israflara yol açtığı değerlendirilmelidir.
Kazandığının kaçta kaçı kendini güzel göstermeye gitmektedir? Her çeşit kozmetik
araçların, moda ve yan ürünlerinin durumu israf açısından tam madalyalıktır.

İlaç israfı da ciddi boyutlardadır. Avrupa'da
reçetelere nâdiren ve bir-iki çeşit yazılan ilaçların çoğu, kutu ile değil, tane
ile hastaya yetecek kadar verilirken, Türkiye'de eczacıları ve daha çok da çoğu
yabancı ilaç üreticilerini semirtecek boyutta reçeteler önlü-arkalı, bazen
birkaç sayfa doldurulmaktadır. Herkesin evi, kullanılmayan ilaçların deposu
şeklindedir. Kimi insan ilaç bulamazken nice insanın ilaç israfına niçin çözüm
bulunmaya çalışılmaz? Çarşılarda, pazarlarda en çok giyim ve yeme-içme ile
ilgili çok çeşitli ticarethaneler göstermektedir ki, insanlar elbise ve gıda
israfına çok düşkündür. Kâğıt israfı ayrı bir yaradır. Sadece gazetelerdeki
kâğıt israfını düşünün. Bir gazete kaç sayfa çıkar, ama lüzumlu yazılar aslında
kaç sayfaya sığabilir? Gazetelerin en azından onda dokuzunun ve gazete
sayfalarının onda dokuzunun israf kavramıyla izah edilebileceğini
söyleyebiliriz. Romanlar ve kitaplar için de benzer değerlendirmeler yapılabilir
mi tartışılabilir ama, gereksiz yazışmalar, dilekçe ve bürokratik kâğıt
masrafları ciddi bir israftır. Erken kalkılmayıp gece geç yatıldığı için enerji
israfını hesaplayacak makineler icat edilebilmiş değil, icat edilse o da israf
olmaz mı, o da ayrı bir konu. Evler de bir tembelhanedir, her tembelhane sadece
vaktin değil, aynı zamanda paranın, sağlığın ve daha birçok şeyin israf edildiği
yerdir.

Çöpe atılan ekmekler, dökülen yemekler, damlayan
musluklar, boşa yanan ampuller, önemsiz görülmemelidir. Denizde, okyanusta
abdest alırken bile suyu fazla kullanmak israf kabul edilmiştir İslâm fıkhında
ve câiz görülmemiştir. Abdest organlarını üç yerine dört veya daha fazla yıkamak
da aynı şekilde mekruh görülmüştür. Bir ton ağaç için en az on yedi ağacın
katledildiğini hesaba kattığımızda israfın ne tür doğal tahribata yol açtığı
değerlendirilebilir. Bir düğünün olmazsa olmazları yanında olmasa da olabilecek
ne tür israflara sahne olduğu, bir seçimin kaç milyon insanın asgarî ücretine
eşit olduğu hesap edilebilir. Kapitalizm denilen sömürü düzeni, ?tüket, kim
olursan ol, ne olursa olsun tüket!? anlayışının kaçınılmaz devamını devreye
soktu: ?Kullan at!? Artık, teknolojik ve elektronik araçlar başta olmak üzere
her türlü ev eşyaları ve araç gereçlerin tamiri tarihe karışmak üzere. Bozuldu,
hatta bozulmasa da eskidi ve hatta hatta eskimese de modası geçti diye yüksek
meblağlar harcanarak alınan eşya, araç-gereç çöpe atılmaya başlanıyor. Evler
kullanım dışı lüzumsuz eşya çöplüğüne dönüşüyor. Yeni imal edilen birçok araç ve
eşya, ?kullan at!? mantığına uygun üretiliyor. Kâğıt mendil ve plastik çay
bardağı gibi mâsum ve bütçeyi zorlamadığı zannedilen israf, giderek jiletten
fotoğraf makinesine çok çeşitli araç-gereç ve eşyanın da içine dâhil olduğu bu
alışkanlık, bir yaşam biçimi haline geliyor.

Devletin, belediyelerin israfları Avrupa
ülkelerinin benzer harcamalarının kat kat üstünde olduğu, ?ayranı yok içmeye...?
vecizesini hatırlatır. Zahmetle kazanılmayan paranın israfı daha kolaydır.
Halkın bütçesinden kerhen de olsa alınan vergilerle toplanan paralar,
müteahhitlere, bankerlere peşkeş çekilir, sokağa kaldırımlara ve daha abesi
heykellere yatırılır. Fâiz belâsının açtığı israf, T.C. hükümetlerinin halkın
sırtına yüklediği büyük kamburdur. Dış borçların fâizleri on yıllardır ödene
ödene bitmiyor. Dışa bağımlı sanayi, ihrâcâtın birkaç misli ithâlât, madenlerin
işlenemeyip çok ucuza ham olarak dış ülkelere satılması ve en az misli fiyatla
işlenmiş olarak tekrar ithal edilmesi gibi ihânet derecesindeki ihmal ve
problemler israf açısından da değerlendirilmelidir. Küçük bir bilgisayar çipi
imalinde bile gelişme gösteremeyip basit elektronik ve teknolojik araçlarda bile
yabancı ülkelere bağımlılık israf rakamlarını şişirmektedir. Uçak, helikopter ve
her çeşit ağır silâh için ne büyük rakamlar kimlere gitmektedir? Bu kimlerin
içinde İsrail gibi İslâm ve Müslüman düşmanlığında sınır tanımaz barbarların
olduğu ve bu ülkelerin Türkiye'nin güçlenmesini istemediği istemediği için yapıp
sattığı şeylerin de o cinsten olacağı da görülmek istenmemektedir. Ülke, Batının
elektronik ve teknik çöplüğü olmaya doğru hızla gitmektedir.

Bütün bunların yanında hiç tükenmeyecekmiş gibi
doğayı yağmalamak, orman katliamı yapmak, toprak ve deniz ürünlerini yok edecek
şekilde israf etmek elbette cezâsı sadece âhirette görülecek suçlardan değildir.
Bu tür israfların cezâsı, sadece o israfı yapanlara değil; aynı zamanda seyirci
kalıp karşı çıkmayanlara da ulaşır (8/Enfâl, 25). Tarihin hiçbir
döneminde görülmeyecek kadar 20. ve 21. yüzyılda tabiat ve kaynakları israf
edilmiştir, edilmektedir.

İnsanoğlu, suçlu olduğunu, elleriyle
yaptıklarından dolayı cezâyı hak ettiğini vicân mahkemesinin kararıyla
anladığından dolayı, yakın gelecekteki azap endişelerinin cezâsını şimdiden
çekmeye başladı. Bin bir çeşit isrâfın cezâsı olarak, medyada sık sık yakın
gelecekteki kıtlıktan, kuraklıktan, iklim değişikliklerinden bahsediliyor.
?İnsanların bizzat kendi işledikleri
yüzünden karada ve denizde (şehirde ve kırda) fesat yayıldı, düzen bozuldu, ki
Allah yaptıklarının bir kısmını onlara tattırsın; belki de (tuttukları kötü
yoldan) dönerler.? (30/Rûm, 41).
Toplumsal fesâda ve yeryüzünün düzenini bozacak israfa, çevre felâketlerine yol
açacak zararlı davranış ve kötü fiillere, ibret olsun diye dünyadayken verilen
karşılıklar için ?bir kısmı?
denmekte ve asıl cezânın âhirette olduğuna işaret edilmektedir.

Kur'an'a teslim olup onun hükmünü tatbik etmeyen
insanlar, kendilerini ve nesillerini de mahvedip helâk edilmesine sebep olacak
fesattan kurtulamıyorlar. Teknolojik araçların hiçbir sınır tanımadan artması
sadece paranın israfına sebep olmuyor, aynı zamanda doğanın tahrip edilmesine
sebep teşkil ediyor. Teknoloji yoluyla paranın, doğanın, oksijenin israfı, ozon
tabakasının delinmesine, ormanların mahvedilmesine, zararlı zannedilerek sayısız
haşeratın topraklardan, arâzilerden yok edilmesine, denizlerin petrol ve benzeri
atıklarla kirletilmesine sebep olarak, israfın cezâsı peşinen görülmeye
başlanıyor. Bu israf, fesat ve fitnenin cezâsı, sadece onu yapmaktan çekinmeyen
toplumlara, uluslara ve devletlere has değildir. Dünyayı israfa boğup kirleterek
fesâda boğanlar, bunun cezâsını mâsum insanlara da çektiriyorlar. Kur'an, bizi
uyarmaktadır: ?Öyle bir fitneden
sakının ki, o, içinizden sadece zulmedenlere erişmekle kalmaz (tüm insanlara
sirâyet eder, hepsini perişan eder). Bilin ki, Allah'ın azâbı şiddetlidir.?
(8/Enfâl, 25)
?...İçimizden birtakım beyinsizlerin işlediği
(günah ve fesat) yüzünden hepimizi helâk edecek misin? ...Bizi bağışla ve bize
merhamet et. Sen bağışlayanların en iyisisin.?
(7/A'râf, 155)

Filmlerde çeşitli tehlike sahneleri, artık
yerini helâk sahnelerine bırakıyor. Toplumsal helâk senaryoları romanların ve
filmlerin temel konusu gibi oldu. Armagedon, Altıncı Element, Yarından Sonra
gibi filmler, bir taraftan yaklaşan helâkin sinyallerini verirken, diğer yandan
bu yaşayışın çıkmaz sokağını, yolun sonunun nasıl bir helâk olduğunun cezâsını
da düşündürüyor, hatta sanal âlemde de olsa, psikolojik olarak kısmen yaşatıyor.

Yeryüzünde halife olması için yaratılan, kendi
emrine müsahhar kılınıp boyun eğdirilen doğayı Allah'ın hükmü doğrultusunda imar
etmesi gereken insan, intihara doğru sürüklenmektedir. Küresel ısınma, çölleşme,
buzullaşma gibi insanın iklim değişikliklerine sebep olabilecek küresel israf,
fitne ve fesatlarının sonuçlarını, Allah bilir ama, bu çağın insanı tadacağa
benziyor. Batının gidişi, teknolojinin aldığı boyut, uygarlık diye takdim edilen
İslâm dışı dünya görüşünün durumu, toplu problem ve azapları paratoner gibi
çekiyor. ?Başınıza gelen herhangi bir musîbet, kendi ellerinizle
işledikleriniz yüzündendir. (Bununla beraber) Allah çoğunu affeder.?
(42/Şûrâ, 30)

Fıtrat israfı kabul etmez; fıtrat, israfçıdan
intikam alır. Tembelin vücudu, sağlığı bozulur. Fazla yiyen müsrif, çok yönlü
hastalıklara kapı açan ve kendisi de bir hastalık olan obezite başta olmak üzere
nice hastalıklara musallat olur. Yeme-içme yönüyle israf, vücutta ur gibi şişen
göbek tarafından deşifre edilir. Vücut israfa isyan etmektedir bu yağ deposuyla.
Bu ikazdan anlamayanlara birçok hastalık sırayla geçit resmi yapacak, vücut,
sahibine israf suçunun cezâsını avans şeklinde çektirmeye başlayacaktır.
?Mü'min, bir midesi ile yer; kâfir ise yedi mide ile yer.? (İbn Mâce, hadis
no: 3256) (Bkz. 47/Muhammed, 12). "Mide hastalıklar evidir. Perhiz ve az
yemek, her devânın (şifânın) başıdır. Bedenine âdet ettiği şeyleri ver."
(İmam Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmû'1 Kur'an, Kahire, 1967 (3. bsm.) c. VII,
sh.192)

Zayıflamak için yılda kırk milyar dolar
harcanıyor. Bu paranın büyük kısmı Amerika ve Avrupa'daki insanların cebinden
çıkıyor. Şişmanların sayısı orada çok fazla çünkü. Afrika zayıf, Asya zayıf.
Zayıflık ne kelime, açlıktan ölenler var. Bir deri bir kemik halinde yaşamaya
çalışanlarla, zayıflamak için yılda kırk milyar dolar harcayanlar aynı dünyanın
insanları; ne garip! Diyet sektörünün bu derece büyümesine sebep olanlar,
paylaşmayı bilmeyen Avrupa ve Amerika'nın oburları. Sadece zayıflamak için o
kadar para harcayan oburlar, şişmanlayana kadar kimbilir kaç milyar dolar
harcamakta!? Ölçülü olmayı bilseler, bütün para ceplerinde kalacak halbuki. Hem
zayıflamak için, hem şişmanlamak için harcadıkları bütün para tasarruf
edilebilecek. Ve sağlıklı yaşayacaklar. Belki o zaman paylaşma fikri de doğacak
kendiliğinden.

İsraf; toplumsal fesâdı, anarşi ve huzursuzluğu
da körükler. ?Kimi yer, kimi bakar, kıyâmet ondan kopar.? Açlıktan dert yanan
insanlar, karşılarında yemeklerinin yarısını çöpe atanları, bir gece
eğlencesinde asgarî ücret miktarı parayı tüketenleri görünce, kendilerini
onlarla karşılaştıracak, israfçılara karşı düşman olacaktır. Böylece israf,
İslâm yeterince bilinmediği için sosyalizmi, komünizmi de dâvet edecektir.
İnsanlar israf edenlere tepkisini servet ve zengin düşmanlığıyla gösterecek,
anarşi ve fesat yollarıyla da olsa zenginlere ve haksız kazanç sahiplerine
saldırmayı düşünecektir. Unutmayalım, israfçılar, saçıp savuranlar şeytanın
kardeşleridir, dostlarıdır.

?Ey iman edenler! Sizi acı bir azaptan
kurtaracak ticareti size göstereyim mi? Allah'a ve Rasûlü'ne iman eder,
mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihad edersiniz. Eğer bilirseniz, bu
sizin için daha hayırlıdır. İşte bu takdirde O, sizin günahlarınızı bağışlar,
sizi zemininden ırmaklar akan cennetlere, Adn cennetlerindeki güzel meskenlere
koyar. İşte en büyük kurtuluş budur. Seveceğiniz başka bir şey daha var:
Allah'tan yardım ve yakın bir fetih. Mü'minleri (bunlarla) müjdele.?
(61/Saff, 10-13). İki yol var: Biri dünyevîleşme, dünyayı âhirete tercih;
ikincisi ise dünyayı ebedî hayatın kapısı yapmak. Bugün yol ayrımındayız: Ya
nefsimizin arzuları, veya Rabbımız. Ya geçici menfaat, veya dâvâ. Ya israf, ya
infak. Ya fâni olan, ya bâki olan. Tercih bize kalmış. Tercihini Allah'tan yana
yapanlara selâm olsun!

?Onları bırak; yesinler, eğlensinler ve boş emel
onları oyalayadursun. (Kötü sonucu) yakında bilecekler!?
(15/Hicr, 3)

?Fıtratta israf da yoktur, faydasızlık da.
Hilkatte israf ve abes yoktur. Ezelî hikmet, kısa ve müstakîm yolu terk etmez.
Evrende israfa ve ölçüsüzlüğe yer olmadığı, bakmasını bilen gözler için açık bir
gerçektir. Bütün kâinatın temel düsturu iktisattır. İsrafçı kimse, tüm
yaratıklara muhâlefetiyle onların mânevî nefret ve buğzunu üzerine çeker.?

?Bütün nimetlerin sahibi, insanlığa verdiği
sayısız nimetler karşılığında şükür istiyor. İsraf ise şükre zıttır, nimetleri
küçümsemektir.?

?İsraf, kanaatsizliği neticelendirir.
Kanaatsizlik ise, çalışmanın şevkini kırar.?

?İsraf, sefâhetin, sefâhet de sefâletin
kapısıdır.?

?İktisat ve kanaat, İlâhî hikmeti harekete
geçirir. Tat alma duyusunu, kapıcı hükmüne geçirerek ona bahşiş verir. İsraf o
hikmete zıt hareket ettiği için tokat yer, mideyi karıştırır, gerçek iştahı
kaybeder. Yiyeceklerin çeşitliliğinden gelen yapay ve yalancı bir iştah ile
yedirir, hazımsızlığa sebebiyet verir, hasta eder.?

?On bin liraya bir lokma yiyecek yenilebildiği
gibi yüz bin liralık da bir lokma vardır. ağza girmeden ve boğazdan geçtikten
sonra ikisi de birdir. Yalnız birkaç saniye ağızdaki lezzette farklılık olur, o
kadar. Müfettiş ve kapıcı olan tat alma duyusunu okşamak ve memnun etmek için
bir ücretin on misline çıkmak, israfın en sefîhidir.?

?Bu zamanda, israflara yol açacak para çok
pahalıdır. Karşılığında bazen haysiyet, nâmus, rüşvet alınıyor. Birazcık israfa
para ayırmak için bazen dinin mukaddesâtı karşılık olarak veriliyor. Demek ki,
israfa ayrılacak maddî bir birim karşılığı bir mal, mânevî olarak on misli zarar
ile karşılanmaktadır.?

"Ey Âdemoğlu, şaşıyorum sana! Kendi arzularının
yerine gelmesi için israf olarak harcıyorsun da, bir dirhem ile Rabbinin
rızâsını kazanmakta cimrilik ediyorsun." (Hasan-ı Basrî r.a.)

"İktisâda (tutumluluğa) riâyet eden kimse fakir
olmaz." (Hadis-i Şerif Rivâyeti)

"Yoksulluk korkusu ile ömrünü servet toplamak
peşinde harcamak fakirliğin ta kendisidir."

"Kişinin günahları çoğaldığı vakit (günahlarına
keffâret olarak) Allah Teâlâ onu geçim sıkıntısı ile imtihan eder." (Hadis-i
Şerif Rivâyeti)

"Günahlardan öyleleri vardır ki, onları ancak
geçim sıkıntısı uğrunda çekilen zahmetler mahveder." (Hadis-i Şerif Rivâyeti)

"Ey Âdemoğlu, şaşıyorum sana! Kendi arzularının
yerine gelmesi için israf olarak harcıyorsun da, bir dirhem ile Rabbinin
rızâsını kazanmakta cimrilik ediyorsun." (Hasan-ı Basrî r.a.)

"Hayırda israf, israfta hayır yoktur."

"Fakir zengini taklide girişti mi, mahvolur."

"Dünyanın en yoksul insanı, paradan başka hiçbir
şeyi olmayandır."

"Aza sahip olan değil, çoğu isteyen yoksuldur."

"İnsanlar, fakir olmaktan korkarak dünyalık için
çalıştıkları kadar cehennemden korkup korunmak için âhirete çalışsalardı,
mutlaka Cennete girerlerdi."

"Yokluk varlıkta, güçlük darlıkta." (Atasözü)

"Esas fakirlik, fakir olmaktan korkmak; esas
zenginlik ise Allah'a güvenmektir."

"Zengin, çok mala sahip olana denmez; zengin
kalbi olana denir." (Hadis-i Şerif Rivâyeti)

"Zengin, bilgisi çok olan insandır." (Hz. Ali)

"Zengin adam, elindekini yeterli görendir."

"Zenginlik, dünya köleliğinden âzâd olmaktır."

"Dünyanın en zengini, iktisadı bilen, en yoksulu
cimri olan insandır."

"Bir ülkede vahiyden, akıl ve sanattan çok maddî
servete kıymet verilirse, bilinmelidir ki, orada keseler şişmiş, kafalar
boşalmıştır."

"Ne kadar zengin olsan, ancak yiyebileceğin
kadar yersin. Denize testiyi daldırsan, alabileceği kadar su alır, gerisi
kalır."

"İki şeyin hazmı çok güçtür. Biri zenginlik,
diğeri şöhret."

"Çoluk çocuktan, maldan veya benzeri şeylerden
her ne ki seni Rabbinden alıkorsa, bil ki o senin için hayırsızdır/uğursuzdur."

"Mevki ve zenginlik, çoğu zaman yüz kızartıcı
hareketlere karşı alınan rüşvettir."

"Servetin toplandığı yerde, çoğu zaman insanlar
ahlâkını yitirir."

"Zengin olmak istiyorsan, kazanmayı düşündüğün
kadar biriktirmeyi de düşün."

"Hayatın en büyük trajedisi, yoksulluk değil;
zenginliğe doyamamaktır."

"Dünyanın en zengini, tutumu bilen; en yoksulu
cimri olan insandır."

"Zengin adam, elindekini yeterli görendir."

"Zenginliğe açılan kapı küçüktür; oraya girmek
için eğilmek gerekir."

"İnsan ancak kendini harcayarak zenginleşir."

"Hiçbir iyi adam, birden zengin olmamıştır."

"İlimsiz, hünersiz zenginler de bir çeşit
fakirdir."

"Zenginlik, kullanılacak bir silâhtır;
tapınılacak bir mâbut değil."

"Huzur dolu bir kalple bir parça ekmek, vicdan
azâbı ile beraber olan zenginlikten bin kere bin kere bin daha iyidir."

"Büyük servetler, çoğu zaman insanı
yalnızlaştırır."

"Servetin batırdığı insan sayısı, kurtardığından
elbette fazladır."

"Zenginlik, soysuzları daha çok soysuzlaştırır."

"Mâlik olduğundan fazla bir şey istemeyen insan
zengindir."

"Nice zengin geceleyenler, ertesi gün fakir
olurlar."

"Hayırlı para, insanın kendisine, ailesine ve
geçimine harcadığı paradır." (Hadis-i Şerif Rivâyeti)

"Para her şeyi yapar' diyen adam, para için her
şeyi göze alan adamdır."

"İnsanlar sahte para yaparlar, ama çok kere para
da sahte insanlar meydana getirir."

"Para yağmuru altında çok şeyler delinir."

"Ak akçe kara gün içindir." (Atasözü)

"Sakla samanı gelir zamanı." (Atasözü)

"Paralı olmak ve onun bekçiliğini yapmak üzüntü
doğurur."

"Cebiniz delikse, onu para ile doldurmanın bir
yararı yoktur."

"Son ağaç yıkılıp, son nehir kirletilip son
balık da tutulduktan sonra, paranın yenmediğini anlayacaksınız." (Kızılderili
Atasözü; Greenpeace'in sloganı)

"İnsanoğlunun hiçbir icadı, para kadar fesat
verici değildir."

"Para, gübre gibi etrafa yayılmazsa işe
yaramaz."

"Para, çok kimseye kötü yollar öğretir."

"Para vererek ölümden, ağır hastalıklardan,
yaklaşan ağrılı yaşlılıktan kurtulanamaz."

"Dünyada hem yokluğu, hem çokluğu kötü yalnız
bir şey vardır: Para."

"Kalmadı artık paranın nazarımda kadri / Kirli
ellerde görünce paradan iğrendim."

"Parayı yönetmesini bilmeyen bir adamı
mahvetmenin en emin yolu, ona biraz para vermektir."

"Kapitalizmde fertler, sosyalizmde devlet, İslâm
ekonomisinde millet zengin olur."

"Müslüman, materyalistlerin putlaştırdığı parayı
esir alıp İslâm'a köle etmeden süper güçlere kafa tutamaz."

"Birikmiş para ya bizi idare eder, ya bize itaat
eder."

"Para sevdâsında olmayan kişi, her nerede olursa
olsun selâmettedir."

"Para olmadan onu harcamaya başlama."

"İnsana paraya davrandıkları gibi davrananlar,
onu harcamak için kazanırlar."

"Para en iyi dost ve en tehlikeli düşmandır."

"Para, iyi bir uşak, kötü bir efendidir."

"Para, ya bizim başımızın belâsı, ya da bizim
hizmetkârımızdır."

"Para, insana hizmet eder, ya da hükmeder."

"Paranın en büyük değeri, paraya gerçek
değerinden daha yüksek bir değer tanıyan bir dünyada yaşamamızdan ileri
gelmektedir."

"Saçarak paranı nâhak yerde / Olma muhtâc sakın
nâ-merde."

"Uzun ve ağır bir emekle, alın teriyle
kazanılmış parayla; kaldırımda rastgele bulunmuş paranın değeri aynı mıdır?"

"En dar zamanlarda bile münâsebetsiz işlere
harcanacak devlet parası vardır."

"Budala ile parası, uzun zaman bir arada
duramaz."

"Para, naz, nimet çok devam etmez."

"Paranın, insana işletemeyeceği suç yoktur."

"Akçenin değerini ancak üstündeki pas belli
eder."

"Paranın saklanılması kazanılmasından daha
zahmetli bir iştir."

"Bir insanın dostluk derecesini tâyin etmek
ister misiniz? Menfaatine hafifçe dokununuz."

"Mal sahibi, mülk sahibi / Hani bunun ilk
sahibi?

Mal da yalan, mülk de yalan / Var biraz da sen
oyalan."

"Az malın hesabı daha azdır." (Hadis-i Şerif
Rivâyeti)

"Mal ve mevkîye aşırı düşkünlük, suların
sebzeleri yeşerttiği gibi insanın kalbinde nifak tohumunu yeşertir."

"Bir şeye sahip olmanın hakları olduğu kadar,
görevleri de vardır."

"İnsanların seni sevmesini istersen, malının
artan kısmını onlara dağıt. (Hadis rivâyeti)

"Malın hayırlısı, kulun şeref ve ırzını koruması
için sarfettiği malıdır."

"Doğduğumuz zaman dünyaya hiçbir şey
getirmediğimiz gibi, ölürken de hiçbir şey götüremeyiz."

"Malı ve parayı hor gören çoktur; ama Allah için
veren azdır."

"Allah'a karşı takvâya yardımcı olan mal ne
güzeldir."

"Zühd ü takvâ bir ağaçtır ki, kökü kanaat,
meyvesi rahattır." (Atasözü)

"Dünyalık sana yöneldiği zaman sen de vermesini
bil. Zira vermek, onu tüketmez. Dünyalık senden yüz çevirdiği zaman yine ver.
Çünkü o devamlı kalmaz." (Hz. Ali)

"Mal kazanılmakla şan kazanılmaz, kişi kerim
gerek." (Atasözü)

"Malın bekçisi zekâttır." (Atasözü)

"Malını yemiş de onmuş var mı?" (Atasözü)

"Müjde o kimseye ki, İslâm hidâyetine ulaşmış,
geçimi yetecek kadar verilmiş ve buna kanaat etmiştir." (Hadis-i Şerif Rivâyeti)

"Her gün bir melek: 'Ey Âdemoğlu, sana yetecek
kadar az varlık, seni azdıracak çoktan hayırlıdır' diye seslenir." (Hadis-i
Şerif Rivâyeti)

"Şüpheli şeylerden sakın, insanların en âbidi
olursun. Kanaatkâr ol, insanların en çok şükredeni sayılırsın. Kendin için
sevdiğini başkaları için de sev ki, mü'min olursun." (Hadis-i Şerif Rivâyeti)

"Kanaatten nasibi olmayanı dünya malı nasıl
zengin eder?"

"Kanaat, tükenmeyen hazinedir."

"Yeryüzünde ıstırapların çoğu, aza kanaat
etmemekten doğar."

"Kanaatten nasibi olmayanı dünya malı nasıl
zengin eder?"

"kime yeteri kadar az gelirse, ona hiçbir şey
yetmez."

"Yetişir kanaat devlet istersen / Tükenmez
âlemde nimet istersen."

"Kanaattir nefse yular demişler."

"Cömert, Allah'a yakın, insanlara yakın, Cennete
yakın ve Cehennemden uzaktır. Cimri, Allah'tan uzak, insanlardan uzak, Cennetten
uzak ve Cehenneme yakındır. Allah katında cömert bir câhil, cimri olan bir
âlimden daha sevimlidir. En ağır hastalık, cimrilik hastalığıdır." (Hadis-i
Şerif Rivâyeti)

"Allah cömerttir, cömertliği ve güzel ahlâkı
sever." (Hadis-i Şerif Rivâyeti)

"Akıllı kimse odur ki; Malını güve düşmeyecek,
hırsız çalmayacak yerde saklayandır; yani Allah yolunda harcayan." (Abdullah bin
Mes'ud r.a.)

"Her sabah iki melek: 'Allahım, cimrinin malını
tezden elinden al, cömerdin malını da artır' diye duâ ederler."

"Geçim kaynağı için çalışmasına veya ticaretine
haram karıştıranlara şunu hatırlatmak gerekir: 'Kendisine isyan ettiğin hallerde
bile rızkını kesmeyen Allah Teâlâ, kendisine itaat ettiğinde mi rızkını vermeyip
kesecek?"

"Cömertlik fazla vermekten ziyade, yerinde ve
zamanında vermek demektir."

?Kişi bu dünyaya tenezzül etti mi, bala kapılmış
sineğe döner.?

?Bazıları ?dünyada mekân, âhirette iman' der;
ama doğrusu şöyle olmalı: ?Dünyada sağlam iman, Âhirette cennet gibi mekân.?

?Kim dünyaya mâlik olursa yorgun düşer, kim
dünyayı severse ona kul olur, dünyanın azı yeter, çoğu da zengin yapmaz.?

?Âhirette mü'mini bekleyen nimetler, güzellikler
yanında, dünya hayatı ne kadar güzel ve şâşaalı bile olsa, zindan gibi
kalmaktadır.?

?Ey insan! Dünyaya kalıbınla sahip ol; fakat
kalbini ve himmetini ondan ayır.? (Abdullah bin Ömer)

?Mü'min, dünyada, doktoru yanında olan bir
hastaya benzer. Doktoru, ona faydalı olanı ve olmayanı bilir. Hasta kendisine
zararlı bir şeyi isterse ona engel olur. Mü'minin hali de buna benzer. O, birçok
şeyi arzu eder; ama imanı, ona zararlı olan şeylere mâni olur. Ölünceye kadar,
bu böyle sürer gider.? (Selmân-ı Fârisî)

?Müslümanlar arasında nerede ve ne zaman
tartışma çıkarsa, bilin ki işin içinde servet, şöhret veya şehvet, yani para,
makam veya kadın vardır. Ya bunlardan biri veya birkaçı. Kavganın sebebi
bilindiğine göre tedâvisi kolaydır. Bize verilen herşeyin emânet olduğunu ve
bunlarla sınava çekildiğimiz şuuru. Müslüman olduğumuzu hiçbir zaman unutmamak
ve Allah'ın bize devamlı gördüğü şuurunda yaşamak.?

?Çarşıyı pazarı müslümanlaştırmadan, İslâm'ı
çevreye hâkim kılmak mümkün değildir.?

?Paraya hâkim ol(a)mayan müslümanıın dünyası da,
büyük ihtimalle âhireti de cehennem olacaktır.?

?Her işini para ile görüp paraya düşman olan
müslümanlar; konforlu hayat yaşayıp ?dünya sevgisi hataların başıdır' diyenler;
sermâye biriktirip bankayla iş görüp kapitalizme düşman olanlar; kapitalistler
gibi yaşayıp sosyalizmin gelmesini istemeyenler tezat içindedir.?

?Hapse girmemek için T.C. kanunlarına gösterilen
gayret kadar, Cehenneme girmemek için Allah'ın kanunlarına uyulsa, dünyamız da,
âhiretimiz de cennete dönüşecektir. Üniversite sınavına hazırlanan bir genç
kadar âhirette Cennet kazanmak için dünya imtihanına özen göstersek Cennetin
bütün kapıları bize açılır. Dünya huzuru da avans olur.?

?Helâl-haram gözetmeden para kazanan ehl-i
dünyadır, laiktir, kapitalisttir. Haramdan kaçan, helâl kazanç sağlayan ise
ehl-i diyânettir, mü'mindir, mübârektir. Karun gibi, Firavun gibi, yahûdiler
gibi zengin olmak, dini satıp dünyayı da mezara kadar sırtlamaktır. Her yolcu,
birşeyler götürür. Âhirete giden de sevaptan, günahtan başka bir şey götüremez.?

?Dünya, mü'minin zindanı, kâfirin ise
cennetidir

İSRÂF.
İsrâf; Anlam ve Mâhiyeti
Kur'an'da İsrafın Mânâları
Müsrif; İsrafçı, Savurgan.
Cimrilik; İsrâfın Zıddı Olan Aşırılık.
İktisad; Harcamada Orta Yol
İnsan İktisadın Dışında Kalabilir mi?.
Menfaat
Cömertlik; Allah'ın Verdiğini Allah Yolunda Sarfetmek.
Sehâvet
Cûd
Îsâr
Saçıp Savuranlar Şeytanın Kardeşleridir
Kur'ân-ı Kerim'de isrâf Kavramı
Hadis-i Şeriflerde İsrâf Kavramı
Reklâm; İsrâfı Emreden Şeytânî İllüzyon.
Hile Ve Aldatma Çeşitleri
Kapitalizm; Tüketimi ve İsrâfı Dayatan Rejim..
Mal; Dünya Varlığı
a) Mütekavvim mal
b) Gayri mütekavvim mal
c) Menkul mal
d) Gayri menkul mal
e) Mislî mal
f) Kıyemî mal
g) Tüketime elverişli (istihlâkî) mal
h) Kullanmaya elverişli (isti'mâlî) mal
Mal-Mülk Allah'ındır
Rızıktaki Farklılığın Hikmetleri
Rızık Genişliği İmtihanı Karşısında Müslümanın Tutumu.
İnfak; İsrafın Alternatifi
İnfakın Fayda ve Hikmetleri
İnfak, Zekât ve Her Türlü Cömertlik, Malın Mülkün Gerçek Sahibini Hatırlatır ve Kişinin Emanet Bilincini Güçlendirir
İnfak, Zekât ve Her Türlü Cömertlik, Ferdi/Kişiyi Maddeperestlikten Korur; Kalpteki Dünya Sevgisine Karşı Bir İlâç Olur
İnfak ve Cömertlik İhtiras Zincirini Kırar, İnsanı Hırstan Korur, Nefsin Maraz ve İletini Tedâvi Eder
Zekât, İnfak ve Cömertlik Kişiyi Cimrilikten Korur, Cömertleştirir
Cömertlik; İsrâf ve Lüks Gibi Şeytanî Eğilimleri Azaltır
Cömertlik Kalbin Katılaşmasını Önler; Kalbe Sevinç, Mutluluk ve Huzur Verir
Cömertlik Halka Şefkat ve Merhameti Arttırır, Dost Kazanmaya Sebep Olur
Cömertlik, İnsanı Bir Şeye Muhtaç Olup Onsuz Olamama Tiryakiliğinden Kurtarır; Allah'tan başkasına İhtiyaç Duymama Faziletine Yükseltir
Allah İçin Cömertlik, Malı Ebedîleştirir
Zekât, İnfak Gibi Cömertlikler Malı Çoğaltır, Bereketini Arttırır
Mal Yığma.
Yeme-İçmede İsraf Az Yemenin Dindeki Önemi ve Faydaları
Yiyeceklerin Temiz ve Helâlinden Yararlanmak
Tefsirlerden İktibaslar
Fakirlik Kaygısı ve İğrenç Fiiller
Tüketim Çılgınlığı ve İnsanımız.
Çerçeveyi Belirlemek
Efsânelerin Yanlışlarını Ortaya Koymak
Tüketim Çılgınlığı Konusunda Birbirimizi Eğitmek
Değişime Kendinizden Başlayın
Dünyaya, İsrafla Harcamak İçin Değil; Âhirete Azık Postalamaya Geldik!
İsrâf Konusuyla İlgili Âyet-i Kerimeler
Konuyla İlgili Geniş Bilgi Alınabilecek Kaynaklar