Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular

3) İnsanlarla Çok ve Gereksiz İlişki

3


3) İnsanlarla Çok ve Gereksiz İlişki:


Bu da önemli bir durumdur.
Çünkü insanların çoğu, diğer insanlarla bir araya gelmeye öyle düşkündürler ki,
kendi başlarına ibâdetlerini yapma ve tamamlama konusundaki güçlerini
kaybederler. Bu temâyülün i'tikâftaki tezâhürü, birbirleriyle tanışan insanların
bir mescidde ya da herhangi bir mescidin belli bir köşesinde i'tikâfa girmek
için toplanmalarında görülür. Bu tip uygulama, her ne kadar dâvetçinin eğitimi
açısından önemli faydalara sahipse de, kişinin bilip gözetmesi gereken bazı
hususlar vardır:
İnsanlar arasına çokça
karışmak, insanlarla lüzumundan fazla birlikte olmak, kulun Allah'a karşı
gayretini/azmini azaltır. İnsanlar arasına fazlaca karışmak, ibâdet zamanının ve
mekânının heybetini azaltır; gıybet, yalan söyleme, aşırı şaka yapma gibi
birtakım günahlara önayak olur. Âlimler, kötü sonuçlara sebebiyet verdiği ve
kardeşlik duygusunu ifsâd edip kin ve düşmanlığa kapı araladığı için aşırı olan
ve latîf olmayan şakaya dalmayı hoş görmezler. İnsanlarla çokça bir araya
gelmek, boş konuşmaya ve uykuya ayrılan vaktinin çoğunun zâyi olmasına sebebiyet
verir. Bu, kişiye Allah'a gizlice yakarma lezzetini kaybettirir. İ'tikâf,
kişinin ibâdetlerini gözlerden ırakta yaparak ihlâsını denemesi için bir
fırsattır.
Kişi, murâkabe şuurunu
kazanabilmek ve âniden gelebilecek ölümü devamlı hatırında tutabilmek,
böylelikle yüksek mertebelere ulaşabilmek için, nefsiyle devamlı bir sûrette
mücâdele etmesi gerekir. Nefsin ıslahı ve eski alışkanlıkların terk edilmesi,
niyetini ihlâslı kılan ve azîmetinde de doğru olan için zor değildir. Kişi,
hikmetli şeyleri ne kadar beller ve yaşarsa, arzuları da o derece düzgün olur.
Ahlâkının güzelleşmesi ve kuvvetlenmesi ise ancak ona sunulan her fırsatı
ganîmet bilmesiyle gerçekleşir.[1]

Değişiklik, bulunulan konumdan
dışarı çıkmak, hicretin farklı bir açılımıdır. Tebdîl-i mekânda ferahlak vardır.
İnsan, bazen yaşadığı çevrenin dışına çıkıp, kendini saran şartlara ve hatta
kendisine dışarıdan bakabilmeli, zaman zaman farklı bir kimse gibi kendini
gözlemleyebilmeli ki, objektif değerlendirmelerde bulunabilsin, muhâsebe
yapabilsin. Rüyâda kendini sanki başka biri imiş gibi dışarıdan görüp
gözleyebildiği gibi, meselâ (rûhunun hayâl âleminde bedeninden soyutlanarak
bindiği helikopterden, aşağıda yürüyen) kendisine bakabilmeli, herşeyini bir
yabancı gibi gözden geçirebilmelidir. Bu nefis muhâsebesi/otokritik, öyle bir
otomatik hale gelmeli ki, kişi bir taraftan konuşurken, diğer taraftan yabancı
bir kimse gibi bu konuşmayı eleştiri gözüyle dinleyip kritik edebilmeli, sokakta
yürürken, nehy-i ani'lmünker görevini kendi nefsine de yapabilecek kontrole ve
olgunluğa sahip olabilmelidir. İşte bu özellikleri insan, i'tikâf rûhunda
yakalayabilir, bu ruhu koruyarak tüm zamanlarda tümüyle hayatına geçirebilir.
İ'tikâf, insana kendini gözlemleyebilme, sorgulayabilme, hesaba çekebilme ve
öncelikle kendine emr-i bi'l-ma'ruf ve nehy-i ani'l-münker yapıp kendini ıslah
edebilme yolunun anahtarını kazandırır.
Hindistan'ın İngiliz işgalinden
kurtulmasında en önemli rolü oynayan Hind lideri Mahatma Gandi'nin önemli bir
karar arefesinde müslümanlar gibi oruç tutup uzlete çekildiğini biliyoruz. Eski
büyük liderlerin çoğunun dünyevî faydalarından dolayı da olsa bu özelliklere
sahip olduklarını görüyoruz. Bu açlık ve uzlet hayatının ruhu arındırıp
düşünceye açıklık getirmesinin tecrübe edildiğinden, İbrâhimî çizginin ana
hatları üzerinde yaşayan Hanîflerde gördüğünden ve fıtratının yönlendirmesinden
dolayı peygamberliğinden önceki günlerde çevresindeki toplumun ve tüm insanlığın
durumunu düşünüp tahlil etmek için Hira'da inzivâya çekilen Peygamberimiz'in bu
davranışı, i'tikâfın eski şeriatlerde de olduğunu gösteren çıkarımlardır. Zâten
şu âyet de i'tikâfın eski ümmetlerdeki mevcûdiyetine işaret etmektedir:
?... İbrâhim için vaktiyle
belirlenen yeri ibâdet mahalli edinin. Nitekim Biz, İbrâhim ve İsmâil'e
emrettik: ?Mâbedimi, onu tavaf edecekler için, âkifîn (Mescid-i Haram'da
duranlar ve i'tikâf edenler) için ve (namazda) rukû ve secde edecekler için
temiz tutun.? (Bakara: 2/125).
Bu âyetteki ?âkifîn? kelimesi
ile ?i'tikâfa girenler?e de işaret edildiği bazı müfessirlerce belirtilmiştir.
Bu âyet-i kerime, -Allah Teâlâ Hz. İbrâhim ve İsmâil'e hitap ettiğini
bildirdiğine göre- eski ümmetlerlerin şeriatlerinde de i'tikâfın mevcut olduğunu
göstermektedir.
Mekân önemlidir; bulunulan yer,
insanı etkileyen ciddî bir unsurdur. Bir sefâhet mekânı, çokça haramlar işlenen
yer ile Mescid-i Haram'ı mukayese edince, insanın inanç, düşünce ve davranış
yönleriyle nasıl farklı mekânlarda çok farklı etkiler altında olacağı daha iyi
anlaşılır. İşte i'tikâfın Allah'ın evi kabul edilen câmilerde yapılması, insana
kazandıracağı olumlu açılımlar yönünden değerlendirilmelidir. İnsan üzerinde
büyük etkisi olan ögelerden biri de "zaman"dır. İ'tikâfın herhangi bir zaman
diliminde yapılmasının câiz olmasıyla birlikte Ramazan'da ve özellikle de Kadir
gecesinin bulunduğu tahmin edilen zamanlarda olması boşuna değildir.
İnzivâ hayatı ve tümüyle
yalnızlık; aslında riskli bir durumdur. Bunalımlara, psikolojik sorunlara sebep
olabilir; vesveseye kapılar açabilir. Hadis rivâyetlerinde, mecbûri olmadan
yalnız yolculuk tavsiye edilmemiştir, yalnız olanın şeytanla arkadaş olacağı
belirtilmiştir. İşte i'tikâfta bu tür riskler bertaraf edilmiştir. Mu'tekif,
yalnız değildir; o Allah'la birliktedir, O'nunla baş başadır. O'nun evinde,
O'nun misâfiri olarak O'nun ikram ve ihsanlarına muhâtaptır. Yine manastıra
kapanmış veya bin bir gün çilehaneye tüm insanlardan soyutlanarak çekilmiş
kişilerden farklı durumdadır i'tikâftaki mü'min. O, toplumla, cemaatle,
insanlarla bağını tümüyle koparmamış, sadece asgarîye indirmiştir. Cemaatten
kopmadan ve cemaati ıslah etmek için, cemaatle günde beş kez birlikteliği
sürdürerek, onların iyi ve kötü taraflarını değerlendirme fırsatıyla câmide
Allah'a yönelmiştir. Mistisizm, ferdî inzivâ ile toplumdan tümüyle koparak
sadece kendini ıslahı düşünürken, mu'tekif topluma daha faydalı olmak, onlara
dâvet ve tebliğ ulaştırmak, onları ıslah etmek için kendini ıslah isteği
içindedir. Günümüzde müslümanların hayatını bile hemen tümüyle kuşatan modern
hayat, kalabalık içinde yalnızlığın, âile içinde bireyselliğin, topluluk içinde
bencilliğin öne çıktığı bir yaşam tarzı sunmaktadır. İ'tikâf rûhunda ise
yalnızlık içinde toplum; yalnızken bile cemaatle birlikte, onun için planlar
sözkonusudur. Dünya içinde ama dünyadan/dünyevîlikten uzak ve Allah'a, rûhî
özelliklere yakın bir yaşama tarzı vardır.
İ'tikâf, mü'min için, özellikle
dâvetçi için mânevî azıktır. Sporcular, önemli maç öncesi hazırlık için kampa
alınır, enerji depolar ve dış dünya ile ilgi ve ilişkilerini koparır; tebliğci
bir mü'min için de içindeki ve çevresindeki düşmanlara karşı yapacağı mücâdele
için kampa çekilmedir. Koruyucu hekimliktir, chek-up yaptırmak, tedâvi olmaktır
i'tikâf. Her gün yarım saat-bir saat olsun tefekkür, zikir, yatakta da olsa
ölüm/şehâdet tefekkürü yapmak, i'tikâf rûhunun insana kazandırdığı lezzetli bir
gıdâdır.
Toplumun yanlışlıklarına
alışmış, artık yadırgamaz hale gelmiş dâvetçi, bazı zamanlarda sadece Allah'la
kalabilmeli ki, toplumu hayra doğru değiştirme bilinci bilensin. İnsan, kendine
bakmasını bilmeli, alıcılarını ıslah edip parlatmalı ki; kendini ve çevresini
objektif ve sâlim olarak gözlemleyebilsin; alıcı sağlam değilse, vericilerden
gelen etkilerin doğru algılanması mümkün değildir çünkü. Günahlarla
kirlenmiş/hastalanmış gözünü, gönlünü, beynini temizleyip tedâvi ederek
sağlığına ve uzaklaştığı fıtratına yeniden kavuşmalı ki; tanım, yorum, bakış ve
değerlendirmeleri doğru yapabilsin; işte i'tikâf bunu sağlar. Göz ve gönül
aynasını berraklaştırır, paslarını siler, temizler i'tikâf.
İ'tikâfı, sadece Ramazandan
Ramazana yapmak, günümüz şartlarında ölümcül hastalıkların tedâvisini
geciktirmek ve belki de o hastalıklarla ölmeyi göze almak demektir. İhtiyaç
duydukça, hemen her gün beş-on dakika da olsa Allah'ın evine bu gâye ile
sığınmalı, O'ndan yardım istenmeli, O'nun dâvetine icâbet edip ziyâfetine
katılmalıdır. Câmilere sığınma imkânını da sıkça bulamayan kimse, evinde,
işinde, sokakta ve hatta yatakta i'tikâf rûhunu yakalayabilmelidir; zâten
Allah'ın arzı mescid değil midir? Öyleyse en güzel i'tikâf câmilerde yapılır
ama, i'tikâf rûhunu başka alanlara taşıma gayretinde bulunmamak, ibâdetleri câmi
gibi alanlara mahkûm edip diğer yerleri başka ilâhlara ayırmak gibi fecî
durumlara yol açabileceğinden, her an i'tikâftaki gibi Allah'la beraber ve her
yeri Allah'a ibâdet edilen mekân haline getirme gayreti, aynı zamanda cihad
sevabına da ulaşmak demektir.
İ'tikâf özellikleriyle mü'min,
meleklik tarafını (rûhî, mânevî yönünü) her çeşit ibâdetlerle arttırmış, açlık
(oruç) sâyesinde ve şehvetten/cinsel temastan perhiz yaparak hayvanî taraflarını
da azaltmış olur. Mu'tekif melekleşir, yani meleklerin temel özelliği olan
"Allah'a isyan etmemek ve O'nun emirlerini tümüyle yerine getirmek" (Tahrîm:
66/6) sıfatlarına sahip olur. Çünkü i'tikâfta temel ibâdetlerin tamamına yakını
mevcuttur; ana/doğurgan bir ibâdettir i'tikâf. İbâdetlerin fayda ve hikmetleri,
tümüyle ve en kâmil şekliyle i'tikâfta vardır. İ'tikâfla, nefis terbiye ve
tezkiye edilip sabır zırhına bürünülerek cihada hazırlanılmış olur. İhmal edilen
gönlün tamiri, bakımı, tedâvisidir; gönül aküsünün şarz edilmesidir i'tikâf
rûhu. Zühd, takvâ, ihlâs, huşû ile edâ edilip zevk alınan ibâdet, mânevî haz
gibi gibi konularda muhâsebe ve olgunluğa tırmanıştır.
Hürriyetin, özgürleşmenin
gerçek anlamda ne demek olduğunu insan sadece Rabbıyla başbaşa olduğu zamanlar
anlar. İhtiyaç zannettiklerini, alışkanlıklarını, meşgalelerini, önemsiz
meselelere ayırdığı zamanlarını, katili olduğu boş vakitlerini, israflarını
sorgular ve düzeltmenin yollarını arar. Hayatını planlamayı, kendini disipline
etmeyi öğrenir. Tatmadığı mânevî hazları tadar, güzel zevklerin farkına varır;
Kur'an'ı okuma, anlama ve gününe uygulama, zikir, tefekkür ve teheccüd adlı gece
neşesiyle[2]
coşar, zevk sahibi olur. Fuzûli konuşma, fazla yiyip içme ve insanlarla çok ve
gereksiz ilişkiden sakınırak huzurun, mutluluğun, sağlığın yolunu bulur. Câmi ve
cemaatle ünsiyet kurma, beş vakit namazını cemaatle edâ etme, câmi hayatına
alışma, hiç haram işlemeden gözüne ve kulağına sahip olma, tâat ve sabır gibi
fazîletlerle cennet hayatının minyatürünü dünyaya taşımaya çalışır.
İ'tikâf ile inzivâ da denilen
uzlet birbirinden tamamen farklıdır. İnzivâ yasaklanmıştır. ?İslâm'da ruhbanlık
yoktur. İslâm'ın ruhbanlığı cihaddır.? İtikâf; halîfelik görevlerini yerine
getirmek için enerjisini doldurmak, arınmak, azıklanıp rûhunu gıdâlandırmak,
sosyal faâliyetlere ve cihâda daha bir hızla atılmak için, geri çekilip kısa bir
süre Rabbiyle baş başa kalmaktır.Hasta olanın, hastalıklardan tedâvi için
muvakkat bir zaman hastanede kalıp ilâç ve perhize devam edip tedâvi edildikten
sonra hastaneden çıkıp daha sıhhatli bir halde işlerine dönüp çalıştığı gibi,
müslüman da böyledir. Kısa bir müddet i'tikâfta kalır ve sonra sosyal hayata
daha kuvvetli olarak çıkar. Mânevî yönden daha güçlü olarak Rabbine yaklaşır,
iman ve yakîn nûru ile kalbini düzeltir ve huzur içinde Alllah'a yönelir. Nice
kimseler vardır ki, fâni olan cisminin sağlığı için bütün özeni gösterir; şifâ,
huzur ve istirahatı için elinden gelen gayreti sarfeder de, kalbini temizleyip
nurlandırmaya ve nefsini tezkiyeye çağrıldığı vakit oraya yaklaşmaz.








[1]
Muhammed bin Yahyâ el-Yahyâ, Selef-i Sâlihînden İ'tikâf Dersleri, Eğitim
Yazıları, s: 2, s. 137-147.



[2]
Müzzemmil: 73/6.