Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular

İzzet-i Nefs.

İzzet


İzzet-i Nefs



İzzet-i Nefs; İnsanın insanlık, şeref ve
haysiyetini koruması demektir. İzzet kelimesi kuvvet, üstünlük, şeref ve
galibiyet anlamlarını dile getirdiği gibi, insanı zillete düşmekten alıkoyan iyi
nitelikler anlamına da gelir. İzzet'in zıddı zillettir. İnsan, nefsinin izzetini
korumakla yükümlüdür. Bu ise ancak Allah'a iman etmek, hayatını O'nun emir ve
yasaklarına göre düzenlemekle mümkün olabilir. Küfür, şirk, nifak, isyan ise
insanı zillete düşürür. Mü'min, imanı ile izzet kazanır. Ne var ki kendisini
küçültücü, izzetini zedeleyici her türlü davranıştan kaçınmalıdır.

Kur'an, "İzzet Allah'ın Rasûlünün ve
mü'minlerindir" (63/Münâfikûn, 8) buyurur. Bu, Allah'ın kendilerini izzetli,
Hz. Peygamber ve mü'minleri zelil gören münâfıklara cevabıdır. Buna göre gerçek
mü'minler izzet, üstünlük ve şeref sahibidirler. Çünkü, gerçek mü'minler geçici,
değersiz şeylere bağlanmaz. Allah'tan başkasına boyun eğmezler. el-Münâfikûn
Sûresinin yukarıdaki âyetini izleyen âyetlerinde, "Ey iman edenler,
mallarınız ve çocuklarınız sizi Allah'ı anmaktan alıkoymasın. Kim bunu yaparsa
işte onlar ziyana uğrayanlardır. Biriniz kendisine ölüm gelip de, 'Rabbim beni
yakın bir süreye kadar erteleseydin de sadaka verip iyilerden olsaydım!' demeden
önce size verdiğim rızıktan infak edin" (63/Münâfikûn, 9-10) buyurularak
gerçek mü'minleri izzetli kılacak nitelikler açıklanır. Bunlar "zikrullah" ve
"infak"tır.

Müfessirlere göre zikrullah, namaz gibi
ibadetlerle, bunların semeresi olarak Allah sevgisiyle yapılan kulluktur. Bu
yorumla zikrullah emri, mü'minlere, evlat ve mallarınız ile uğraşmak yüzünden,
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır'ın ifadeleriyle, "Hak mâbud olan Allah Teâlâ'yı ve
O'nun esmâsı, sıfatı, emirleri ve yasakları, sevap ve ikabı ile ahkâmı izzetini
düşündürüp andıran, rızâsına vesile olan farz ve nâfile ibâdetlerden cuma ve
cemaatten, namaz, oruç, zekât, hac, cihad, kıraat-ı Kur'an, vaaz ve nasihat,
tehlil, tesbih, tahmid gibi sırf Allah'a yaklaşmak için yapılan ve daima Allah'ı
hatırlatıp Allah için Allah'a lâyık güzel işler düşündürmeye alıştıran
tâatlerden gaflet etmeyin" anlamına gelir (Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, VI,
5011). Bunlardan gaflete düşenler ziyan etmişlerdir. Çünkü mal, evlat ve dünya
hayatı geçip gider; Allah yanında onlara zillet ve hüsrandan başka bir şey
kalmaz. İnsanı izzetli kılacak ikinci neden de infaktır. Gerçek mü'minler
Allah'ın kendilerine verdiği rızıktan Allah yolunda harcamak, infâk etmekle
yükümlüdürler. Çünkü izzet yemekte değil, yedirmektedir. Kendileri patlayıncaya
dek yiyip Allah için yedirmekten kaçınanlar, yanı başındaki komşusunu,
toplumdaki muhtaçlarını ihtiyaçlarını düşünmeyenlerin insanlık izzetiyle bir
ilgileri olamaz. Böyle yapanlar, izzeti zilletle değiştirmiş olurlar.

Gerçek mü'min, izzetini korumak için küçültücü
davranışlardan kaçınmak, ağırbaşlı, vakur olmak zorundadır. Fakat bu durum
kibirle karıştırılmamalıdır. Şihâbuddîn Ömer el-Sühreverdî, "insanın nefsinin
hakikatini bilmesi ve dünyevî istekleri sebebiyle zelil etmeden ona ikram
etmesi" biçiminde tanımladığı izzetin, "insanın nefsini tanımayarak onu kendi
yerinden daha yukarı koymaya çalışması" şeklinde tanımladığı kibirle
karıştırılması tehlikesine dikkat çekerek ikisi arasındaki farkı şöyle belirtir:
"Meskenet ve zillete düşmeden tevâzû sınırında durmak, kibir ateşinin ortasına
kurulmuş izzet köprüsünde durmak gibidir. Bunu becerebilen ve bu hususta sâbit
kadem olabilenler ancak râsih ulemâ, kurb makamına ermiş sâdât-ı kirâm ile
sıddîklerdir" (Sühreverdî, Avârifu'l-Maarif, s. 305) (3)