Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular
KADIN..
KADIN 
 
KADIN 
 
İnsanın dişisi. Erkeğin eşi. 
Dişi'nin erişkin olanı. 
İslâm'da erkekle kadın bir 
bütünün parçalarıdır. Biri diğeri için vazgeçilmez hayat arkadaşıdır. İbadet ve 
muamelelerde cinsiyet ayrılığından doğan önemsiz bazı farklar dışında, dinî 
görev ve sorumluluklarda kadın-erkek eşitliği esastır. İslâm'ın gelişinden önce 
toplumda hak ettiği yeri alamayan kadın, İslamiyet'le insana yakışır haklara 
sahip olmuştur. Kadının durumundaki bu önemli değişikliği bizzat Kur'ân-ı Kerîm 
getirmiş ve Hz. Peygamber bunu tamamlamıştır. 
Hz. Peygamber'e ilk inanan, 
başka bir deyimle ilk müslüman olan Hz. Hatice'dir. İlk İslâm kadınları Mekke ve 
Medine'de ağır ve büyük hizmetleri yüklenmekten kaçınmamışlar, askerî ve siyasî 
işlerde erkeklere yardımcı olmuşlar, hemşirelik mesleğini ilk defa kurarak, 
yaralı mücahidleri tedavi etmek, su taşıyıp içirmek, yaralarını sarmak ve hatta 
yaralıları Medine'ye kadar taşımak gibi fedakârlıklarda bulunmuşlardır. 
Mücahidlerin yanında onlara destek ve cesaret veren bu hanımların 
kahramanlıkları hadis mecmualarında kaydedilmektedir. 
Kadınlara karşı iyi davranmak, 
tatlı ve yumuşak dille konuşmak, kaba ve sert hareket etmemek Allah Rasûlünün 
ahlâkındandır. O şöyle buyurmuştur: "Dikkat ediniz, sizin kadınlarınız üzerinde, 
kadınlarınızın da sizin üzerinizde hakları vardır. Kadınların, üzerinizde olan 
hakkı günün şartlarına göre onların yiyecek ve giyeceklerini sağlamanızdır" (Tirmizî, 
Sünen, V, 111; İbn Mâce, Sünen, l, 594, No: 1851). "Sizin en hayırlınız 
kadınlarına karşı huyu en iyi olanlarınızdır. Ben de aileme karşı en hayırlı 
olanınızım" (Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 472). "Kadınlarınız hakkında Allah'tan 
korkunuz. Şüphesiz, onlar sizin yanınızda yardımcılarınızdır. Onları Allah'ın 
emâneti olarak aldınız ve cinsiyet uzuvlarınız Allah'ın kelimesi ile helâl 
edindiniz" (Ebû Dâvud, Menâsik, 56; İbn Mâce, menâsik, 84; Dârimî, menâsik, 34). 
Hz. Peygamber evlenilecek bir 
kadında aranacak vasıfları şöyle belirlemiştir: "Bir kadınla dört özelliği için 
evlenilir; Malı, asaleti, güzelliği ve dindarlığı. Sen dindar olanı tercih et" (Buhârî, 
Nikâh, 15; Ebû Dâvud Nikâh, 2; Nesâî, Nikâh, 13; Ahmed b. Hanbel, II, 428). 
Ana-babaya itaat etmek, iyilik 
yapmak, şefkat ve merhamet göstermek, tatlı ve yumuşak davranmak gibi hususlar 
âyet ve hadislerle emir buyurulmuştur. Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle buyurulur: 
"Rabbin, yalnız kendisine kulluk etmenizi, ana ve babaya iyilik etmeyi emir 
buyurmuştur. Eğer onlardan biri veya her ikisi senin yanında ihtiyarlarsa, 
onlara öf bile deme, onları azarlama, onlara güzel ve tatlı söz söyle. Onlara 
merhametle tevazu kanatlarını indir. Onlar için, "Rabbim onlar beni küçüklüğümde 
yetiştirirken nasıl merhametli davrandılarsa, sen de onlara öylece merhamet 
eyle" diye dua et" (İsrâ, 17/23, 24). Hz. Peygamber en çok kime saygı, şefkat ve 
bağlılık göstermek gerektiğini soran bir sahabiye "anana" diye cevap vermiştir. 
Bu soru üç defa tekrar edilmiş, üçünde de aynı cevabı vermiş, ondan sonra kime 
sorusuna ise, "babana" demişlerdir (Buhârî, VII, 69). Anne müslüman olmasa bile, 
çocukları üzerindeki saygınlığını korumaktadır. 
Buna şu hadiseyi örnek 
gösterebiliriz. Hz. Ebû Bekr'in kızı Esma'nın, babasından boşanmış ve müşrik 
olarak kalmış annesi, bir gün kızını görmeye gelmişti. Esma, Hz. Peygamber'e, 
'Müşrik olan annem' bana geldi. Onunla görüşeyim mi?" dedi. Hz. Peygamber, 
"annenle görüş" buyurdu (Buhârî, III, 142). Başka bir hadiste; "Cennet annelerin 
ayakları altındadır" buyurulur (el-Aclûnî, Keşfu'l-Hafâ, Kahire, 1351/1932, I, 
335, No: 1078). 
Bu duruma göre, İslâm'da 
anneliğin yeri, değeri ve şerefi çok yüksektir. Ebeveyne itaatsizlik şirkten 
sonra en büyük günah sayılmış, bunun kapsamı sadece "Allah'a isyanda kula itaat 
yoktur" prensibi ile sınırlandırılmıştır (Buhârî, Ahkâm, 4; Müslim, İmâre, 39). 
Annelerin çocuklarına karşı olan, şefkatinin ne derece büyük olduğunu göstermek 
üzere, Hz. Peygamber, Hz. Süleyman devrinde cereyan eden bir olayı şöyle 
anlatmıştır: İki kadının birer oğlu vardı. Birisini kurt alıp götürdü. Bunun 
üzerine her iki kadın birbirine "seninkini götürdü" dedi; sonuçta, her ikisi 
meselenin çözümü için Hz. Dâvud'a başvurdular. Hz. Dâvud, büyük kadının lehine 
hüküm verince, küçük kadın memnun olmadı ve ihtilaflı meseleyi bir kere de Hz. 
Dâvud'un oğlu Hz. Süleyman'a arz etmek için huzura çıktılar. Hz. Süleyman: "Bana 
bir bıçak getirin ki çocuğu ikiye bölüp aralarında taksim edeyim", deyince, 
küçük kadın dehşete kapılıp, "aman yapma, Allah sana merhamet etsin, çocuk 
onundur" dedi. Bunun üzerine Hz. Süleyman sağ kalan çocuğu küçük kadına verdi (Buhârî, 
Sahih, IV, 136, 137). 
Hz. Peygamber devrinde kadın 
sahabîler ilme büyük katkıda bulunmuşlardır. Allah Rasûlü'nün kızı Hz. Fatıma 
duygulu bir şâir olduğu gibi Hz. Peygamber'in bazı hadislerini de rivâyet 
etmiştir (İbn Sa'd, Tabakât, VIII, 19, 30). Hadis rivâyet eden kadın sahabilerin 
sayısı çoktur. 
Bazıları şunlardır: Ümmü Habibe 
binti Ebu Süfyan, Ümmü Abd, Esmâ binti Ebu Bekr, Zeyneb binti Cahş, Meymûne 
binti Hâris, Fâtıma binti Kays, Dürre binti Ebı Leheb, Ümmü Haram binti Milhan 
vd. Bu son sahabi hanım Kıbrıs'ta vefat etmiş olup. Larnaka civarında medfundur. 
Kıbrıs müslümanlarınca türbesi bir ziyaret yeridir (İbn Hayyât, et-Tabakât, 
Dimaşk 1968, II, 859, 884; M. Tayyib Okiç, İslâmiyet'te Kadın Öğretimi, Ankara 
1979, s. 22, 23). 
Hz. Peygamber kadınların 
eğitimine büyük önem vermiştir. Kadınlar mescide geliyor, hadisleri 
dinliyorlardı. Umumî toplantılara katılır ve bayram namazlarında da hazır 
bulunurlardı. Hz. Peygamber bayram hutbesini erkeklerin saflarına irad ettikten 
sonra, kadınların saflarına geçer, onlara da talim ederdi. Ancak hanımlar her 
zaman mescidde hazır bulunmadıkları için bir sahabî kadın Hz. Peygamber'e 
gelerek; "Ya Rasûlüllah, erkekler geliyor, senin sözünü dinliyorlar. Bizim için 
de bir gün tahsis et. O günde gelelim, Allah'ın sana öğrettiklerini bize öğret" 
dedi. Hz. Peygamber de onlara haftada bir gün ve yer tahsis ederek orada 
toplanmalarını söyledi, belirlenen günde onların eğitim ve öğretimleri ile 
meşgul oldu (Muhammed Ebû Zehv, el-Hadîs ve'l Muhaddisûn, Mısır 1958, s. 55; 
Buhârî, Sahih, I, 36). İslâm özellikle Hz. Peygamber'in ailelerine mahrem 
meseleleri tebliğ etme görevini yüklemişti. Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle buyurulur: 
"Evlerinizde okunup duran Allah'ın ayetlerini ve hikmeti hatırlatın ve nakledin" 
(el-Ahzâb, 33/34). Sahabe hanımlarının haya ve utanması dini konuları sorup 
öğrenmelerine bir engel değildi. Özellikle bir fikıh ve hadis âlimi olan Hz. 
Aişe'nin (ö. 58/677) bu konuda sayısız hizmetleri olmuştur. O, yalnız kadınların 
değil, sahâbe büyüklerinin bile bir çok meselede başvurdukları kimse idi (Nevzat 
Aşık, Sahabeye Hadis Rivayeti, İzmir 1981, s. 78, 79). Hz. Aişe, verdiği hüküm 
ve fetvalar bir cilde ulaşan yedi sahabe müctehidinden (Fukaha-i seb'a) 
birisidir (İbn Kayyim, İ'lâm, I, 14 vd.). Urve b. Zübeyr (ö. 94/712) "Fıkıh 
ilmini Hz. Aişe'den daha iyi bilen kimse görmedim" der (el-Mekkî, Fethu'l Mübîn, 
s. 157). Ebû Mûsa el-Eş'ârî'de (ö. 44/664) şöyle demiştir: "Muhammed'in 
ashabının bize sorduğu herhangi bir hadisin içinden çıkamadığımızda onu Hz. 
Aişe'ye sorardık ve onun yanında sorulan hadise ait muhakkak bir şeyler 
bulurduk". İbn Hazm (ö. 456/1064) sahabe devrinde yetişen hanım fakih ve 
hukukçular olarak şu isimleri zikretmektedir: Ümmü Seleme, Ümmü Habîbe, Hafsa 
binti Ömer, Hz. Fâtıma, Fâtıma binti Kays, Esma binti Ebî Bekr, Havlâ binti 
Tüveyt, Ümmü Şerîk, Sehle binti Süheyl, Ümmü Eymen, Âtike binti Zeyd, Ümmü'd-Derdâ, 
Zeyneb binti Ümmü Seleme ve Ümmü Yûsuf (İbn Hazm, Cevâmiu's-Sıre, s. 319, 323). 
İslâm tarihinde çeşitli alanlarda büyük hizmet ve yararlılıklar göstermiş 
müslüman kadınların sayısı az değildir. Tefsîr, Hadîş Fıkıh, Tasavvuf, Şiir, 
Hüsnühat, güzel sanatlar, çeşitli hayır işleri vb. İslâm kadınının ilgi alanları 
olmuştur. 
Sonuç olarak, İslâm kadınla 
erkek arasında genel anlamda bir görev bölümü yapmış, kadına evin iç işlerini, 
çocukların yetiştirilmesini, ihtiyaç ve zaruret bulunduğunda da dışarıda çalışma 
işini yükleyerek, onu kocasının en yakın yardımcısı kılmıştır. Koca, evin 
dışında ağır işleri, eşinin ve çocuklarının yeme içme, barınma ve giyim 
ihtiyaçlarını karşılama görevini yüklenmiştir. Erkeğe, bu malî ve ekonomik 
yükümlülüklerinin bir sonucu olarak mirasta, kıza göre fazla hak vermiştir. 
Kadın Sesi 
Yüce Allah Adem'le Havva'yı 
yaratmış, İnsan nesli onlardan ve onların zürriyetinden meydana gelmiştir. Allah 
Adem'e eşya isimlerini öğretmiş, ilk insanlar bu kelimelerle anlaşmaya 
başlamıştır. Kadın da toplumun bir bireyi olarak, hem cinsleriyle ve 
gerektiğinde karşı cinsle kelimeleri seslendirerek konuşmuştur. Günlük hayatın 
gereği olan normal görüşme ve konuşmalarda, kadın sesinin yabancı erkeklere 
meşrû olmadığını öne süren hiç bir bilgin yoktur. Kur'ân-ı Kerîm'de kadınların 
yabancı erkekle konuşmalarının örnekleri çoktur. 
Musa (a.s) Mısır'ı terkedip 
Medyen'e varınca bir su başında koyunlarını sulamak için sıra bekleyen iki hanım 
kız gördü. Yardıma ihtiyaçlarının olup olmadığını sordu. Bundan sonrasını Kur'ân-ı 
Kerîm'den izleyelim: "Onlar şöyle dedi: Çobanlar sulayıp çekilmeden biz 
sulayamayız. Babamız oldukça yaşlı bir adamdır. Bunun üzerine Musa, onların 
hayvanlarını sulayıverdi. Sonra gölgeye çekildi. "Rabbim, göndereceğin hayra ve 
rızka çok muhtacım" dedi. O sırada hanımlardan biri utana utana yürüyerek 
Musa'ya geldi. "Babam hayvanlarımızı sulama ücretini vermek için seni çağırıyor" 
dedi" (el-Kasas, 28/23, 25). 
Hz. Peygamber'in gerektiğinde 
genç veya yaşlı hanımlarla konuştuğuna dair pek çok örnek vardır. Ebû Said el-Hudrî 
(r.a) şöyle anlatır: 
"Bir kadın Allah Rasûlüne 
gelerek dedi ki: Her zaman mescide çıkarak sözlerinizi dinleyemiyoruz. Bize bir 
gün tayin et de o gün gelelim, sen de Allah'ın sana öğrettiğini bize öğret". Hz. 
Peygamber bu teklifi uygun bulmuş ve hanımlara ders vermiştir (Buhârî, Sahîh, I, 
34, VIII, 149; M. Tayyib Okiç, İslâmiyet'te Kadın Öğretimi, Ankara 1979, s. 25). 
Diğer yandan Hz. Peygamberin hanımları, özellikle Hz. Aişe ashab-ı kiramın fetva 
için başvurdukları bir merci idi. O, onların sorularını sözlü olarak 
cevaplıyordu. Hz. Ömer, hilâfeti zamanında bir cuma hutbesinde evliliklerin 
kolaylaştırılmasını ve mehrin azaltılmasını tavsiye edince cemaat arasında 
bulunan Kureyşli bir kadın ayağa kalkarak bir âyetle (Nisâ, 4/20) cevap vermiş, 
halîfe onu haklı bularak sözünde ısrar etmemiştir (İbn Sa'd, Tabakât, VIII, 58, 
81; İbn Kudâme, el-Muğnî, VII, 210 vd.). 
Bu duruma göre, kadınların 
normal ihtiyaç ve muameleler yüzünden erkeklerle sesli konuşmasının caiz 
olduğunda şüphe yoktur. Alimler arasında tartışılan ise, sevinçli gün ve 
zamanlarda şarkı, türkü vb. ni söylemeleridir. Bunlardan sözleri ve söyleniş 
biçimi müstehcen ve tahrik edici olmayan bazı şarkıları Allah Rasûlünün ve bazı 
sahabelerin müsamaha ile karşıladıkları bilinmektedir. Örnek verecek olursak; Hz. 
Âişe'den şöyle dediği nakledilmiştir: "Bir kere Rasûlullah (s.a.s) yanıma 
gelmişti. Yanımda Buas (olayıyla ilgili olarak söylenmiş kahramanlık şiirlerini 
def çalarak) terennüm ederek çalan iki cariye bulunuyordu. Rasûlüllah (s.a.s) 
yatağına yatıp yüzünü öbür tarafa çevirdi, sonra Hz. Ebû Bekr içeri girdi. Bu ne 
hal, Rasûlüllah'ın huzurunda şeytanın mizmârı (yani şeytanın düdüğü ve sesi) ne 
arıyor? diye beni azarladı. 
Bunun üzerine Rasûlüllah ona 
dönüp: "Bırak onları, her milletin bir bayramı vardır, bu da bizim 
bayramımızdır" buyurdu. Babam başka şeyle meşgul olunca câriyelere işaret ettim, 
dışarı çıktılar" (Buhârî, II, s. 3; Müslim, II, s. 605; Nesaî, III, s. 59). 
İbn Abbas der ki; Hz. Aişe, 
yakınlarından birisini bir Medineli müslümanla evlendirdi. Hz. Peygamber geldi 
ve; "Kız gönderdiniz mi" dedi. Hz. Aişe; "Evet" dedi. "Beraberinde şarkıcı 
gönderdiniz mi?" sorusuna, "Hayır" cevabını alınca, Allah Rasûlü şöyle buyurdu: 
"Medineliler eğlenceden hoşlanır. Beraberinde; "Size geldik, size geldik..." 
diyerek bir şarkıcı gönderseydiniz... " (Buhâri, Nikâh, IV, s. 140; Ahmed b. 
Hanbel, Müsned, I, 391). 
Hanımlar arasında bile olsa bir 
şarkının şu özellikleri taşıması gerekir: 
1) Şarkının konusu ve sözleri 
İslâm ahlâk ve âdâbına aykırı bulunmamalıdır. Meselâ, içkiyi öven, onu içmeyi 
teşvik eden şarkı meşrû sayılmaz. 
2) Şarkıcının giyim şekli jest 
ve mimikleriyle şehveti tahrik etmemesi gerekir. 
3) Meşrû eğlenti, ibadetten 
alıkoymamalı ve zaman israfına yol açmamalıdır. 
4) Şarkı, türkü, dinleyenin 
şehvetini coşturuyor, fitneye doğru sürüklüyor ve hayvanî duygularını 
güçlendiriyorsa kendini bundan kurtarması gerekir. 
5) Şarkı, türkü beraberinde 
içki, kumar, zina gibi haramları getiriyorsa, müslümanın bu gibi ses ve 
yerlerden uzak durması gerekir. İslâm kötülüğe giden yolu kapama (sedd-i zerâyi') 
prensibini esas almıştır. 
İşte kendisine karşı uyardığı 
şarkılar beraberinde kötülük olan ve kötülüğe götüren şarkılardır (İbn Mâce, 
Fiten, 22; Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 342; Yusuf el-Kardâvî, el-Helâl ve'l-Harâm 
fî'l-İslâm, trc. Mustafa Varlı, Ankara 1970, ş 321, 322; Süleyman Uludağ, İslâm 
Açısından Musikî ve semâ, İstanbul 1976, s. 37, 88; İbn Âbidin, Reddü'l-Muhtâr, 
trc. A. Davudoğlu, İstanbul 1985, I, 48, V, 259, VIII, 294, IX, 207, XII, 507, 
508, 516, XIV, 140, 571). 
Hamdi DÖNDÜREN



