Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular

Kalbin Mühürlenmesi Sebep Değil; Sonuçtur

Kalbin Mühürlenmesi Sebep Değil



Kalbin
Mühürlenmesi Sebep Değil; Sonuçtur

Kalp nasıl mühürlenir?
Bilindiği gibi, üzeri mühürlenmek, zarf, kap, örtü ve kapı gibi şeylerde olur.
İnsanların kalpleri de, ilimlerin zarfları ve kapıları gibidir. Ne kadar
anlayışlarımız varsa orada saklıdır. Kulak da bir kapı gibidir, duyulan şeyler
oradan girer. Bilhassa geçmişteki, gelecekteki ve şimdiki gayb haberleriyle
ilgili haberler, kitaplardaki kavramlar duyma yoluyla bilinir. Kalbin
mühürlenmesi, zarfın mühürlenmesine; kulağın mühürlenmesi, kapının
mühürlenmesine benzer. Hadis-i şerifteki her günahın, tevbe edilmediğinde
kalpte kara bir leke oluşturması ve tekrarlandıkça bütün kalbi kaplaması, kalbin
mühürlenmesidir. O salgın leke (virüs, mikrop) kalbe basılıp tab edilir.
Başlangıçta, silinmesi mümkün kâğıttaki hata ile yazılmış bir harf, küçük leke
iken, silinmez ve hatada ısrar edilirse matbû ve silinmez bir hale gelir. Diğer
bir deyişle, alışkanlıkla ikinci huy olur. Ne silinir, ne çıkar ve o zaman ne
iman yolu kalır, ne de küfürden kurtulmaya çare.
Kâfirlerin kalbini Allah
mühürlemişse, kâfirin müslüman olmamasında kabahati nedir? sorusu akla geliyor.
Allah, Rum suresi ayet 30'da "Sen yüzünü hanif olarak dine çevir. Allah
insanları hangi fıtrat üzere yaratmışsa o fıtrata çevir" buyurur. Bu ayete
göre Allah bütün insanları İslam fıtratı üzerine yaratmıştır. Peygamber
Efendimiz "her doğan, İslam fıtratı üzerine doğar. Anne babası onu yahudi,
hıristiyan veya mecusi yapar." buyurur. (Buhâri, K. Cenâiz 80; Müslim, K.
Kader 25)
Tertemiz, pırıl pırıl yaratılan
insan, zamanla çevrenin etkisiyle kirlenmeye başlıyor. Aynanın üzerindeki tozlar
silinmeyince zamanla aynayı kapattığı gibi, günahlar da kalbi kapatıyor ve küfür
de kalbin kilitlenip mühürlenmesine sebep oluyor. "İnsan, bir günah
işlediğinde gönlünde siyah bir nokta belirir. Eğer kişi, günahına tevbe eder,
pişman olursa, o siyahlık gider, yeri yeniden parlar." (İbn Mâce, Zühd 29;
Tirmizî, Tefsiru Sure 83/1; Müsned-i Ahmed b. Hanbel, 2/297) "Hayır! Bilakis
onların işlemekte oldukları (kötülükler) kalplerini kirletmiştir. Hayır! Onlar
şüphesiz o gün Rablerinden (O'nu görmekten) mahrum kalmışlardır. Sonra onlar
cehenneme girerler." (83/Mutaffifin, 14-16)
Bu, ömrü deri dibağatıyla geçen
kişinin gül kokusundan nefret etmesi gibi, zafiyet hastalığına uğrayan kişinin
kendisine yararlı yağlı yiyeceklerden nefret etmesi ve istifra etmesi gibi,
kâfirler de küfürle öylesine içli dışlı olurlar ki gül gibi İslam'dan kaçarlar.
Gözleri güzellikleri görmez. Görse de kedinin bülbülü bir yudumluk et görmesi
gibi görür. Herşeyin değerini paraya göre ölçer. Kulağı para sözünden başka
konuşmalara kapalıdır. O öyle isteyince Allah da onun kalbini mühürler ve gözünü
perdeler.
Günahlar ardarda gelince kalbi
kapatır. Günah onu kapatınca Allah tarafından mühürleme ve damgalama gelir. Bu
durumda iman, kalbe girecek yol bulamadığı gibi küfürden kurtaracak bir
kurtarıcı da bulamaz. İşte bu, kalbin mühürlenmesidir. Müttakiler için kurtuluş
rehberi olan Kitab'ın ve ondaki uyarıcı beyanların inatçı kâfirlerce hiçbir
değeri yoktur. Mü'minlerin gönüllerine, ruhlarına açılan bütün pencereler,
kâfirlere kapalıdır.
İnatçı kâfirlerin kalp ve
kulaklarının mühürlenmesi, gözlerinde perde olması, onların Hakk'ı reddetme
nedeninin, kendi hataları olmadığı ve sadece Allah'ın dilemesi ile olduğu
anlamına gelmez. Onlar, kabul etmezler, iman etmezler; çünkü, Allah onların
kalplerini mühürlemiştir. Bu mühürleme ve perdeler onların Hakk'ı kabul
edememelerinin nedeni değil; bilakis reddetmekte inat etmelerinin bir sonucudur.
Kur'an, tabiattaki ilahî kanundan söz eder: Eğer bir kimse, bir şey hakkında
aleyhte önyargı sahibi olur ve sürekli bu önyargısını beslerse, o şeyde ne iyi
bir taraf görebilir, ne iyi bir şey işitebilir, ne de tarafsızca değerlendirmek
için ona kalbini açabilir. Bu, Allah'ın tabiattaki kanunlarından biri olduğu
için kalpleri, kulakları mühürlemek ve gözleri perdelemek özellikleri O'na
atfedilmiştir.
Bu mühürleme ve tab edilmenin
(baskı'nın) kazanılması kuldan, yaratılması Allah'tandır. Mühürlemenin Allah'a
isnadı, mecaz değil; gerçektir ve cebir (zorlama) yoktur. Günahların kalbi
paslandırıp leke ve mikroplandırmasıyla ilgili hadis ve kalbin pas tutmasıyla
ilgili 83/Mutaffifin suresinin 14. ayeti, ahlakta alışkanlık meselesini ne güzel
açıklar. Ahlakın ve dinin kıymetinin, devam ve alışkanlıkta olduğunu ne veciz
anlatır. Bir günahta ısrar etmekle etmemenin farkı da bundandır. Günahı helal
saymanın, haramı helal kabul etmenin küfür olması da bununla ilgilidir.
İman meselesinde kâfirler için
bu alışkanlığın sonucu, bu sonradan edinilen ikinci huy, bu kökleşmiş meleke ne
ise; amel konusunda mü'minler için ibadetlerin durumu da böyledir.
İyiliklere, âdet edinmekle
alışılır. Kötülükler de alışkanlık ile içinden çıkılmaz bir ikinci huy olur.
Hayatın akışı bu alışkanlığın kazanılması demektir. İlk yaratılışta beşer
iradesinin ilgisi yoktur. Fakat alışkanlıkta ilk hissesi önemlidir. Bununla
beraber, bunun üzerine sonuç olarak yaratma yine Allah'ındır. Ama ilk yaratılış
gibi cebr, yani zorlama yoktur. Aynı zamanda insanın yaratıcılığı da yoktur;
yalnız eylemi, kesbi, yani kazancı vardır. İnsan bir taraftan yaratılmışı alır,
diğer taraftan yaratılacağı kazanır. Onun kalbi, Allah'ın yarattığı ve
yaratmasının güzergâhıdır. Allah, insanlara başlangıçta kalp vermeseydi veya
kendiliğinden mühürlü olarak kalbi yaratsaydı, o zaman cebr/zorlama olurdu.
Allah mühürü, insan iradesi ve alışkanlığıyla sonradan oluşturduğu ikinci
huyundan, kulun istemesinden sonra vurmuştur. Kader, bir bilmedir, zorlama
değildir. Bunlar, Allah'ın ilminden dolayı kâfir olmamış; kâfir olduklarından ve
olacaklarından ötürü Allah öyle bilmiş, öyle takdir etmiştir. (4)
"...Allah, münâfıkların
kesinlikle yalancı olduklarını bilmektedir. Yeminlerini kalkan yapıp Allah
yolundan yan çizdiler. Gerçekten onların yaptıkları ne kötüdür. Bunun sebebi,
onların önce iman edip sonra küfretmeleridir. Bu yüzden kalpleri mühürlenmiştir.
Artık onlar hiç anlamazlar." (63/Münâfıkun, 1-3) Münâfıklar, küfürleri
sebebiyle kalpleri mühürlenmiştir de artık hiç anlamazlar. Allah onlara sadık
bir müslüman, şerefli bir insan olmayı nasip etmemiştir. Onlarda hakikatı
kavrama yeteneği kalmayıp, ahlaki duyguları silinmiştir. Çünkü böyle bir yolda
yürüdükleri, davranışları arasında çelişkilerle yaşadıkları için, bu değerlerden
mahrum olmuşlar ve bu zilleti kendileri tercih etmişlerdir. Onlar, mü'min
olduklarını söylemelerine rağmen, küfür yolunda ısrar etmiş ve bu yüzden de
Allah'ın kalplerini mühürlemiş olduğu kimselerdir. Çünkü onlar, kendileri için
münâfıklığı tercih etmiş ve Allah da onlara bu ahlakî rezilliği nasip etmiştir.
Allah'ın yarattığı psikolojik yasalar dolayısıyla küfür, kibir ve nifak, kalbin
mühürlenmesine neden olur. İnsan inkâr ettikçe kalbi katılaşır, hiçbir
şeye inanmaz olur. Allah, hakikati kabul etmek istek ve niyeti gösterenin
kalbini mühürlemez. Ancak kâfirlerin, zorbaların kalplerini mühürler. Anlamak
istemeye istemeye anlayışsızlık onların huyu, doğal durumu haline gelir. Gönül,
alıştığı huylardan başkasına istek göstermez. O insan, vurdum duymaz olur. Allah
o kimseleri kendi nefislerine, bâtıl arzularına terk eder. İşte Allah'ın
kalpleri mühürlemesi, bu psikolojik durumu anlatmaktadır.
"Ve onlara büyük azap
vardır." İnatçı küfrün sonucu budur. Allah'ın uyarıcı beyanlarını hiçe
saymanın, azapla korkutulmakla korkutulmamayı eşit görmenin doğal sonucu elbette
bu olacaktır. Bu dünyada küfür devletinin yıkılması, zulme dayanan
saltanatlarının yerle bir olması onlara büyük azap olduğu gibi; ahirette büyük
azap vardır. Bu ayetteki azabın yalnız ahirette olacağı manasına gelmez.
Ayetlerin bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr edenlere dünyada rüsvaylık,
ahirette de büyük azap vardır. (2/Bakara, 85) Mescidlerde Allah'ın adının
anılmasını engelleyenlere, o mescidlerin harap olmasına çalışanlara dünyada
rezillik, ahirette büyük azap vardır. (2/Bakara, 114) Allah ve Rasülü'ne karşı
savaşanların yeryüzünde bozgunculuk yapanların cezası dünyada rezillik, ahirette
de büyük azap vardır. (5/Mâide, 33)