Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular

Karz-ı Hasenin Fazîleti

Karz

Karz-ı Hasenin
Fazîleti

Malların, tüm mülkün gerçek
sahibi Allah'tır; insanoğlu sadece bir emânetçidir. Allah'ın ve Peygamberi Hz.
Muhammed (s.a.s.)'in koyduğu ölçülere göre kazanmak ve harcamak mecbûriyetinde
olan mü'minler için, malların meşrû kullanma yollarından biri de ödünç vermedir.
Mü'minler birbirlerine karşı mükellef oldukları yardımlaşma yollarından biri
karz-ı hasen olduğu için Allah'ın rızâsına ermek amacıyla güzel bir şekilde borç
vermek, çok önemli bir İslâmî ameldir.
Zekât verecek ölçüde nisab
miktarı mala sahip olup da zekât ve yakın akrabaya nafaka vermekle yükümlü olan
insanlar az olduğu gibi, zekât ve nafaka yardımı alacak kadar fakir olanlar da
aslında azdır. Toplumun büyük çoğunluğunu orta sınıf oluşturur. Kendi yağlarıyla
ancak kavrulabilen bu insanlar, yardıma muhtaç oldukları zaman borç
bulabilirlerse sosyal yardım almaksızın maddî problemlerini çözümleyebilirler.
Maddî bunalımları gidereceği ve insanların ihtiyaç arz edip karşılıksız yardım
istemelerini, dilenmelerini engelleyeceği için dinimiz borç vermeyi Allah'ın
rızâsına erdirecek bir amel olarak sunmuş ve teşvik etmiştir. ?(Sadakaların
en değerlisi) Birinizin mü'min kardeşine ödünç olarak para veya binek/yük
hayvanı vermesidir...? ?Bir malı/parayı borç vermek, sadaka vermekten
hayırlıdır.? (Ahmed bin Hanbel, I/463; Câmiu's-Sağîr, II/86)
İslâm dininin teşvik ettiği
borç vermenin fazîletine ve âhiret mükâfatına erebilmek için borç verenin riâyet
etmesi gereken şartları üç madde halinde özetleyebiliriz:
a- Borç veren bir maddî
problemi çözmeyi, bir üzüntüyü gidermeyi amaçlayacaktır. Bu sebeple alacağı
borçla içki, kumar ve zinâ gibi bir haramı işleyeceğine veya bir israf ve lüks
harcamada bulunacağına kanaat ettiği kişiye borç vermeyecektir. Çünkü İslâm
Dininde bile bile haramın işlenmesine sebep olmak da haramdır, insanı günahkâr
kılar. ?İyilik ve takvâ/(Allah'ın yasaklarından) sakınma üzerinde
yardımlaşın, günah ve düşmanlık üzerine yardımlaşmayın. Allah'tan korkun; çünkü
Allah'ın cezâsı çetindir.? (5/Mâide, 2)
b- Mü'min, yalnız
Allah'ın rızâsını gâye edinerek borç verecektir. Verdiği borca karşılık asla
fâiz almayacaktır. Fâiz almayacağı gibi, borçlusundan şu veya bu şekilde
yararlanmayı düşünmeyecektir. Eğer borç vermeden önce borçlusu ile arasında
hediyeleşme olmuyor idiyse, borçlusundan hediye de kabul etmeyecektir. Zira
Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: "Biriniz bir mal (veya para) ödünç
verip sonra malı alan şahıs, borç verene bir hediye verdiği veya onu bineğe
bindirmek istediği zaman, sakın o bineğe binmesin ve o hediyeyi kabul etmesin.
Meğer ki, borç işinden önce, bu kişiler arasında bu çeşit iş cereyan etmiş
olursa, o başka (o takdirde hediye alınabilir)." (İbn Mâce, Sadaka 19, hadis
no: 2432) "Menfaat sağlayan her türlü borç fâizdir." (el-Câmiu's-Sağîr,
II/94)
c- Borç veren mü'min,
yaptığı iyiliği başa kakmayacak, ödeyemeyen borçlusuna süre tanıyacaktır.
Rabbimiz şöyle buyurur: ?Eğer (borçlu) darlık içinde ise, bir kolaylığa
ulaşıncaya kadar ona mühlet vermek (gerekir). Eğer gerçekleri çok iyi anlayan
kimselerden iseniz, (ödeyemeyecek derecede güçsüz olan borçlunun borcunu) sadaka
(veya zekât) saymak sizin için daha hayırlı bir iş olur.? (2/Bakara, 280).
Borçluya vâde tanınması ile ilgili hadislerinde ise Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle
buyurmuşlardır: "Borcunu ödemekte zorluk çeken birisine mühlet veren veya
borcunun bir kısmını bağışlayan kimseyi yüce Allah Cehennem ateşinden korur."
(Buhârî, Büyû' 17; Müslim, Zühd 74; Tirmizî, Büyû' 67; Ibn Mâce, Sadakat 14;
Ahmed bin Hanbel I/327, II/359) "Kim bir borçluya mühlet verirse, her gün
için bir sadaka sevabı kazanır. Kim onun borcunu vâdesi geldikten sonra tehir
ederse, tehir ettiği müddetçe, her geçen gün (alacağı mal kadar) sadaka
yazılır." (Kütüb-i Sitte Terc ve Şerhi, c. 17, s. 289)
Borcunu ödeyemeyene alacağını
bağışlamanın fazîleti bir tarafa, süre tanıyıp kolaylık göstermek bile çok sevap
getiren bir ameldir: "Kim borçluya mühlet tanır veya bağışlayıverirse, Allah,
kendi gölgesinden başka hiçbir gölgenin bulunmadığı günde (kıyâmet gününde) onu
arşının gölgesinde gölgelendirir." (Tirmizî, Büyû' 67). Borçluya kolaylık
göstermenin, alacağını tahsilde müsâmahakâr davranmanın faziletini öğreten bir
diğer hadislerinde de Peygamberimiz kendisine vahiy yoluyla bildirileni şöyle
açıklıyor: ?Kıyâmet gününde Allah'ın huzuruna kullarından bir kul
getirilecek. (Rabbimiz) Ona sorcak: ?Dünyada Benim rızam için ne yaptın?' O
kulun cevabı: ?Allah'ım! Senin için (affını ve rahmetini) ümit etmeme vesile
olacak küçücük bir hayır dahi yapamadım.' Rabbimiz bu sorusunu üç defa
tekrarlayacak. Kul üçüncüsünde şöyle diyecek: ?Allah'ım! Sen bana (ihtiyacımdan)
fazla mal vermiştin. Ben insanlarla alışveriş yapan bir adamdım. Kolaylık
göstermek ahlâkımdı. Zenginlere kolaylık gösterir, darda kalanlara da vâde
tanırdım (Katında kabul olunur bir amelim olsa olsa budur).' Gizli ve açık her
şeyi bilen, fakat yüceltmek için kulunu muhâtap edinen Allah şöyle buyuracak:
?Kolaylık göstermeye asıl lâyık olan Benim. (Yaptıklarına mükâfat olarak) Gir
Cennete.? (İbn Kesir, Bakara 280 âyetinin tefsiri, I/330-331)
Yukarıda özetlenen şartlara
riâyet ederek özellikle yaşadığımız dönemde Allah için borç vermek, aynı zamanda
bir tür cihaddır. Zira fâiz kurumlarının aylık mevduatlara fâiz verme kampanya
ve propagandalarını sürdürdükleri devrimizde ödünç verme, nefsî ihtirasları
dizginlemeyi gerekli kılmaktadır. Kaldı ki ekonomisine fâiz sistemi ile işlerlik
kazandırılmaya çalışılan toplumumuz gibi toplumlarda özellikle kâğıt para en az,
banka fâiz oranları ölçüsünde değer kaybedeceği için ödünç para vermek zararı
göze almaktır. Nefse ağır gelebilecek böylesine bir direnç ve fedâkârlık,
elbette ki bir cihaddır.
Borcun kasden ödenmemesi bir
tarafa, iflâs, hastalık ve ölüm gibi borcun ödemesini engelleyecek doğal
engellerin çıkması ihtimal dâhilinde olacağından, İslâm Dini, borç vermeyi
teşvik ettiği mü'minlere toplum garantisi vermektedir. Şöyle ki: Kur'an ve
Sünnet kanunlarına göre yönetilecek toplumlarda, İslâmî Devlet tarafından
toplanıp dağıtılacak dinî-sosyal vergi olan zekâttan, Allah'ın emri ile
kendilerine fon ayrılacak bir zümre de, meşrû sebeplerle borçlananlardır. Eğer
borçlu mü'min borcunu ödeyemez veya borcunu ödemeden ve miras bırakmadan ölürse,
alacaklının bunu belgelemesi üzerine borç, İslâm Devleti aracılığı ile zekât
fonundan ödenir. Alacaklı mağdur edilmez. Bu çeşit tatbikat, ilk İslâm Devleti
Başkanı olan Peygamberimiz'le başlamış ve O'nun şu uygulaması ile meşrûiyet
kazanmıştır: "Ben her mü'mine kendi nefsinden daha evlâyım/yakınım. Nitekim,
kim bir mal bırakırsa bu ailesi içindir. Kim bir borç veya (bakıma muhtaç)
horanta/aile efrâdı bırakırsa bu bana aittir ve benim üzerimedir." (Müslim,
Cum'a 43, hadis no: 867; Nesâî, Iydeyn 22). Kur'an da bu uygulamayı tavsiye
etmektedir. Zekât fonundan bir bölümün borçlular için ayrılması, 9/Tevbe, 60.
âyetinin gereği kabul edilmiştir.
İslâm, borç vermeye teşvik
eder. Ancak nafakamızı sağlayacak bir iş kurma, oturulacak bir mesken edinme ve
hastalıkları tedâvi ettirme gibi hayatî zarûretler olmadıkça borçlanmayı
onaylamaz. Zira borçlanma nefsimizi tedirgin edeceği gibi, bizi yalan söylemeye
ve sözümüzden dönmeye yöneltebilir. Ödenmeden ölüm halinde ise vârisler
tarafından ödenmedikçe de kabirde mahkûm hayatı yaşamamıza sebep olur.
Belirtilen dinî ölçüler ışığında borç vermeli; ama borç almamaya çalışmalıdır.
Uzun vâdeli borçları altın üzerinden borç almalı ki, borç vereni de zarara
sokmamış olalım. Alınan borçlar, zamanında ödenmelidir. Borçlarını belirtilen
süre içinde ödemeye çalışmayanlar günahkârdır. Allah için borç verenleri
istismar ettikleri, borç verme duygularını körelttikleri ve fâiz sistemine
dolaylı olarak yardımcı oldukları için de ayrıca günahkârdırlar.