Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular

İnfakın, Allah İçin Borç Vermenin Fayda ve Hikmetleri

İnfakın

İnfakın, Allah
İçin Borç Vermenin Fayda ve Hikmetleri

Bir toplumda zenginlerin ve
fakirlerin bulunması doğaldır. Doğal olmayan, bunların birbirlerinin haklarını
gözetmemesi ve sosyo ekonomik açıdan bir bakıma sünnetullah denilebilecek bu
durumun toplumda gerilim ve gerginlik sebebi olmasıdır. Bunun için de hem zengin
ve fakir arasındaki ekonomik düzey farkının uçuruma dönüşmemesi, yani zenginin
daha zengin; fakirin daha fakir olmasının engellenmesi, hem de bu yüzden
gerçekleşmesi muhtemel olan bu duygusal gerilimin önlenmesi gerekir. Kur'an-ı
Kerim'de sosyal gerilimin, müstaz'af - müstekbir ikileminin engellenme yolları
belirtilmektedir. "...Mallar, içinizden yalnız zenginler arasında dolaşan bir
devlet olmasın diye..." (59/Haşr, 7). Kur'an'da cennet ehli muttakiler
tanıtılırken "...Mallarında muhtaç ve mahrumların hakkı vardır." (51/Zâriyât,
19) buyurulur. Namaz kılan ve namazlarında devamlı olanların eline mal geçip
zengin olunca pintileşen kimseler gibi olmadıkları belirtilerek "Bunlar,
sahip oldukları mallarda muhtaç ve mahrumların belli bir hakkı bulunduğunu
unutmazlar" (70/Meâric, 22-25) buyurulmuştur. Bu düzenleme aynı zamanda
bunun işleyişinde son derece önemli insanî meziyetlere, psikolojik faktörlere de
işaret ediyor. 2/Bakara 263 ve 264. âyetlerden anlaşıldığına göre; zengin,
verirken gönülsüz davranmayacak, başa kakmayacak, aynı şekilde fakir de alırken
ezilmeyecek, her türlü meşrû sebebe yapıştığı halde, gücü geçinmeye
yetmediğinden mahcûbiyet duyması gerekmeyecek. Çünkü, biri borcunu ödüyor,
diğeri hakkını alıyor, alacağını tahsil ediyor. Başa kakma ve mahcubiyet için
hiçbir neden kalmıyor. Bu düzenleme, bir anlamda toplumsal gerilim sigortası
görevi görür.
Namaz ve oruç, bireysel ve
kişisel gelişme ve yükselişe; infak ise, ferdî cimrilik, bencillik gibi kötü
huylardan arındırma yanında, toplumsal bünyeye girmiş zararlı mikroplardan
arınmaya, toplumsal bünyenin sağlıklı bir şekilde serpilip büyümesine,
gelişmesine hizmet ediyor. İnfakın bir ibadet oluşunun anlamı burada
gerçekleşiyor; İnfak, toplumsal ibâdettir. "Onların mallarından sadaka al.
Onunla kendilerini temizlemiş ve tezkiye etmiş olursun." (9/Tevbe, 113).
Temizleme ve tezkiye; bu iki kelime, zenginin ruh ve nefsinin, mal ve servetinin
hem maddî hem de mânevî yönden temizlenme ve arınmasını içine almaktadır. İnfak
eden, başta cimrilik olmak üzere birçok kötü huy ve alışkanlıktan arınır.
Cimrilik, fert ve toplum için kötü bir hastalıktır. Bu hastalık kişiyi mal
uğruna kan dökmeye, kul haklarına tecavüz etmeye, haramlarla da olsa mala hırs
göstermeye götürür. İnfak, mü'mini mala tutkunluk zilletinden temizler, paraya
kulluk bağından kurtarır. İslâm, insanın sadece Allah'a kul olmasını, Allah'tan
başka her şeyin esâretinden kurtulmasını, yaratılmışların efendisi olma
özelliğini korumasını arzu etmektedir. Bunun bir yolu da, zenginin infak ederek
hem Allah'ın emrine boyun eğmesi, hem de dünya malının kendisine geçici bir süre
için tevdi edilmiş bir emanet olduğunun bilincine varmasıdır.
İnfak gibi karz-ı hasen de,
Allah'ın verdiği nimetlere şükürdür. Namaz, oruç gibi bedenî ibadetler, Allah'ın
ihsan ettiği vücut sıhhat ve selâmetinin şükrüdür. Her çeşit infakı içeren malî
ödemeler de mal nimetinin şükrüdür. Bu duygularla infak eden mü'min, her
nimetin, meselâ sağlığın, ilmin, sanatın şükürlerinin de o nimetlerle
ödeneceğinin şuuruna varır.
Sosyal dayanışma sisteminin
temelini oluşturan zekat ve diğer infak çeşitleri, bir ibadet anlayışıyla ele
alınması ve fakir, kimsesiz, muhtaç, yetim, yolda kalmış ve borçlu gibi yardıma
muhtaç bütün sınıfları kapsayacak kadar geniş olması, İslâm'ın toplumsal
bütünleşme, kaynaşma ve dayanışmaya büyük bir önem verdiğini gösterir. Her türlü
infak, malı ve malın bereketini artırır. Yoksul zümrelerin eline geçen para, her
şeyden önce insan onurunu geliştirir, iş gücü kalitesini artırır. Bunun yanında
artan satın alma gücü sayesinde yükselen umumi talep hacmi, ekonomik hayata
dinamizm getirir. İnfak sayesinde zenginle fakir arasında güven, saygı ve sevgi
oluşur. İslâm kardeşliği de böylece gerçekleşir.
Rasûlullah'ın benzetmesiyle
müslümanlar bir vücut, bir bünye gibidir. Vücudun bir âzâsı sızlayınca bu ağrıyı
öbür organların duymaması, bu derdi paylaşmaması mümkün mü? Hayır, çünkü böyle
bir durum, vücudun fıtrî -doğal- yapısına terstir. Toplumda fakirlerin haklarına
riâyet edilmemesi, vücuttaki bir uzvun kanaması gibidir; vaktinde tedbir
alınmazsa kan kaybı bu vücudun hastalanmasına, belki ölmesine yol açarsa, aynı
şekilde fakirlerin haklarına tecavüz, sosyal bir kanamadır ve vaktinde tedbirler
alınmazsa canlı organizma olan sosyal bünyenin sağlığını yitirmesine yol
açacaktır. Bu durum, toplum üzerindeki ilahî yardımın, rahmet ve bereketin
çekilmesi demektir. Bugün toplumumuzda görülen ekonomik problemlerin önemli bir
kısmı bu hastalıkla ilgilidir.
Mü'min, Allah yolunda
dağıtmanın bir görev ve sorumluluk meselesi olduğunun bilincindedir. Her çeşit
malı ve nimetleri, asıl kaynağı olan Allah'a nisbet eder. "Onlara rızık
olarak verdiklerimizden..." ifadesi mü'minin özel mülk ve gerçek mâlik
anlayışını düzenler. Böylece infak eylemi, dağıttığı şeylerin kendi özel malı
olmadığını, kendi özel mülkiyetinden tasarrufta bulunmadığını hatırlatarak onun
bağış bencilliğini kırar. Mü'minlerin tüm yaptıkları, Allah'ın verdiği rızıktan
infak etmektir. Bir postacıdır, bir veznedardır, bir emanetçidir mü'min. Bu
telkin, asıl verenin, asıl sahip olanın Allah olduğunu hatırlatır. Böylece
mü'min, Allah'ın kendisine verdiği rızıklardan sorumlu olduğunu anlar. Mü'min,
malını istediği biçimde, dilediği şekilde özgürce harcayamaz. Sadece malını
değil; rızık kelimesinin, mülk kelimesinin kuşattığı tüm maddî ve manevî
nimetler konusunda aynı bilinç ve davranış söz konusudur. İnfak, insanın sahip
olduğu her enerjiyi, her gücü kapsamına almaktadır. İlme sahip olanlar, ilme
muhtaç olan insanlardan ilimlerini saklamamak ve ona ihtiyacı olanlara bu ilmi
dağıtmak zorundadırlar. Makam, şöhret, çalışma, tecrübe ve diğer konulardaki
imkânlar da böyledir. Bu tür imkânları olanlar, onları sırf kendileri için
saklamamak, aksine buna ihtiyacı olan insanlara dağıtmak mecburiyetindedirler.
Bu sorumluluk, arta kalan bir şeyi verme niteliğinde ve nafile bir ibadet değil;
bir görevi yerine getirme sorumluluğu, bir farzı eda etme bilincidir.
Mü'minler; Karun gibi toplayıcı
değil; Harun gibi dağıtıcıdırlar. Dağıtmak için kazanırlar. Verirken
tükeneceğinden korkmazlar. Çünkü veren Allah'tır; "ver" diyen de Allah'tır.
"Siz Allah için bir şey verdiğinizde Allah onun daha iyisini verir. O, rızık
verenlerin en hayırlısıdır." (34/Sebe', 39). Mü'min, İblis gibi fakirlikten
korkutup cimriliği emretmez (2/Bakara, 268); İdris gibi cömertliği emreder.
Mü'min, canını yaratanın Allah
olduğunu, malını verenin Allah olduğunu bilir ve O'nun yolunda mal ve canıyla
cihad eder. Bakara suresi 3. âyetindeki "onlara verdiğimiz rızıktan infak
ederler" âyetini okuyunca, biz verdiğimizi kendi malımızdan değil; Allah'ın
bize emaneten verdiğinden infak ettiğimizi anlıyoruz. Düğün evinde yemek
kazanının başındaki aşçı yemek dağıtırken kimseyi minnet altına alamadığı gibi,
kimsenin başına kakamadığı gibi, "ben malımdan dağıtıyorum" diyerek övünemediği
gibi infakda bulunan kişi de haddini bilir.[1]
Kur'an'dan faydalanabilmenin
şartlarından biri, kişinin, Allah'ın ve insanların hakkını vermek üzere
Kitap'taki talimatlara uygun olarak parasını başkalarıyla paylaşmaya hazır
olmasıdır. Bu çok önemli bir şarttır. Çünkü bir cimrinin veya parayı her şeyden
çok seven bir servet düşkününün, İslâm uğrunda mâlî fedakârlıklar yapması
beklenemez.[2]

Cimrilik, yahudilerin ve
yahudileşenlerin, kapitalistlerin özelliğidir. Cimri, paranın egemenliğine boyun
eğdiğinden paranın mahkûmudur. O yüzden cimri, devamlı psikolojik bunalım
içindedir, doyumsuzdur, sevgisizdir. Fedakârlığın, vermenin tadına varmanın ne
kadar güzel olduğunu, âhiret ödülü yanında, dünyada da insanı mutlu ettiğini
bilemez cimri. Cimriliğin sebebi, aşırı para, mal hırsı ve gelecekte yoksul
kalma korkusudur. Cimrilik yüzünden durmadan para biriktiren ve tükenir
endişesiyle hastalıklarında bile harcamayıp, dünyayı bile kendilerine zehir eden
para mahkûmları vardır. Halbuki para, mal Allah'ın nimetidir ve bu nimet yerli
yerince harcanırsa Allah onu artırır. Cimriler, insanlar arasında da, Allah
katında da sevimsiz ve aşağılık kişiler olarak görülür. "Onlar ki hem
kıskanır, cimrilik ederler, hem de herkese cimrilik tavsiye ederler ve Allah'ın
kendilerine fazlından verdiği şeyleri saklarlar. Biz de böyle nimetleri gizleyen
nankörlere hor ve rüsvay edici bir azab hazırladık." (4/Nisâ, 37)
Rasûl-i Ekrem (s.a.s.) de şöyle
buyurmaktadır: "Cimrilikten sakınınız. Çünkü cimrilik, sizden önceki
milletleri helâk etmiştir." "Her sabah gökten iki melek iner. Birisi: İlahi,
infak edene karşılığını ver; diğeri: Allah'ım! Cimrilik edene de telef ver
(malını yok et), diye dua ederler." (Riyâzü's-Sâlihîn, 1/253) "Cimri
kişi, Allah'a uzak, cennete uzak, insanlara uzak ve cehennem ateşine yakındır."
(Tirmizî, Birr 40)
Paralarından ve mallarından en
az yararlanan cimrinin kendisidir. Cimriler, kendilerinin ölmelerini isteyenler
için servet biriktiren insanlardır. Cimri, yeryüzünde kendi yararlanamayaca-ğı
serveti biriktirirken; infak sahibi cömert gökyüzünde kendisi ebedî
yararlanacağı serveti biriktirir. İnfak eden mü'min, istikbalini düşünen
kimsedir; yarın gideceği yere yatırım yapmakta, içinde ebedî yaşayacağı köşkünü
hazırlamaktadır.
İnsan, malına cimrilik ettiği
nisbette şerefinden kaybeder. Kötü kimseler olsalar bile, cömertler için
herkesin kalbinde bir sevgi vardır. İyi olsalar bile, cimrilere karşı herkesin
kalbinde yalnız nefret vardır. Mallarını kendileri için bile harcamaktan çekinen
cimriler, Allah Teâlâ'nın kendilerine verdiği nimeti harcamamakla sadece
kendilerini değil, eş ve çocuklarını da sıkıntıya sokarlar. Çevrelerindeki diğer
insanlara fenalık yapmış olurlar. Çünkü, Allah'ın verdiği bu nimetlerde nafaka
veya sadaka olarak diğer insanların da hakkı vardır. Bu hakkın sahiplerine
verilmemesi zulümden başka bir şey değildir. Servet, Cenab-ı Hakk'ın ihsanıdır.
Allah, serveti dilediğine verir, dilediğinden alır. Mal ve mülkün gerçek sahibi
O'dur. Cimriler, bu şuura eremeyen insanlardır. "Allah'ın verdiklerinden
cimrilik edenler, sakın bunun kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar;
bilakis bu onların kötülüğünedir. Cimrilik yaptıkları şey, kıyamet günü
boyunlarına dolanacaktır. Göklerin ve yerin mirası Allah'ındır. Allah
işlediklerinizden haberdardır." (3/Âl-i İmran, 180)
İnfak ve Allah için borç verme,
mutluluğun merdivenidir. Alan kimse, nimetlerden geçici ve sınırlı bir şekilde
yararlanırken; veren mü'minin hazzı kısa sürede sona ermez. Mü'min kalp, mal ile
değil; iman ile mutmain olur. Allah yolunda infak etmekle fakir düşeceğinden
korkmaz. Kendi hiçbir şey değilken Allah onu meydana getirmiş, vücut, göz, kalp,
lisan ve sayısız nimetler bağışlamış ve mal sahibi yapmıştır. Bunlar Allah'a
aittir. Öyle ise Allah'a güvenen birisi Allah yolunda ve Allah rızası için
malını infak etmekten veya darda kalan kimseye borç alarak vermekten çekinmez.
Kalpler, cömertlikle, infak ve karz-ı hasen sâyesinde temizlenir. (Bkz. 92/Leyl,
17-20). Çünkü, küfür ve nifaktan sonra kalbi karartan sebeplerden biri de aşırı
mal sevgisi ve servete bağlılık arzusudur. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de;
"Serveti de düşkünce seviyorsunuz." (89/Fecr, 20) buyrulur. İşte bu sevgi
ile insan, "ben bu malı infak edersem, başkasına borç vererek yardım edersem,
bana bir şey kalmaz" korkusuna düşer ve hemen şeytan harekete geçer: "Şeytan
sizi fakirlikle korkutur, size cimriliği emreder." (2/Bakara, 268). Oysa
Allah'ın bildirdiğine göre: "mal ve servet insan için bir imtihandır." (Bkz.
39/Zümer, 49-52) Bu imtihandan başarılı çıkmanın yolu da cömertlik ve infaktır (bkz.
64/Teğâbün, 15-17).
İnsanların cömertlikten ve
infaktan kaçmasının sebepleri başında: "benim olan varlığı başkalarına niçin
vereyim?" duygusu ile, "başkalarına verirsem, benim varlığım azalır ve zaruret
zamanında zahmete düşerim" düşüncesi gelir. İslâm dini ise bu duygu ve düşünceyi
kökünden kaldırmıştır. İslâm'a göre mal ve servet herhangi bir şahsın tekeli
altında değildir. Mal ve servet yalnız Allah Teâlâ'nındır. Her şeyin gerçek
mâliki Allah'tır (3/Âl-i İmran179; 57/Hadîd, 10). Kur'ân-ı Kerim'de bu durum
yirmiyi aşkın âyette vurgulanmaktadır. Mülk Allah'ın olduğuna göre, tabiî olarak
sahibinin yolunda sarfedilmesi, mü'min için en makul bir olay olarak
değerlendirilir. Mü'mindeki infak, karz-ı hasen ve cömertlik duygusu da bu
düşünceden kaynaklanır.
Hesap gününü düşünen her mü'min,
malın bir imtihan sebebi olduğunu bilir ve mâlî ibadetlerini eda etme hususunda
titiz davranır.
Kur'an-ı Kerim'de: ?Onların
mallarında isteyenin ve (iffetinden dolayı dilenemeyen) yoksulun da bir hakkı
vardır.? (51/Zâriyât, 19) hükmü beyan buyurulmuştur. Mü'minlerin mallarıyla,
dilleriyle ve canlarıyla cihad etmeleri, kat'i nasslarla emredilmiştir. İşte
cihadın ilk ve vazgeçilmez çeşidi olan malla cihada infak ve karz-ı hasen adı
verilir.
İnsanın fıtrî hallerinden
birisi de, iyilik gördüğü kimseyi sevmek, kötülük gördüğü kimseden de
uzaklaşmaktır. Bu, esasen her canlıda bulunan bir özelliktir. Fakat bazen öyle
iyilik edenler olur ki, yaptığı iyiliği başa kakarak, insanı ?keşke bu iyiliği
yapmasaydı? dedirtecek noktaya götürür. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de: ?Mallarını
(Allah yolunda) harcayıp da, sonra o harcadıklarının arkasından başa kakmayan ve
eziyet etmeyenler (yok mu?) Onların Rableri katında mükâfatları vardır. Onlara
hiçbir korku yoktur, onlar mahzun da olacak değillerdir.? (2/Bakara, 262)
buyurulmuştur. Yapmış olduğu iyiliği her fırsatta gündeme getiren ve
karşısındaki insanın hislerini rencide eden kimse ?infakını iptal etmiş?
hükmündedir. Zira iyiliği başa kakmayan ve diliyle eza vermeyenler için korku
kaldırılmıştır. Diğerlerine gelince, Allah Teâlâ: ?İyi (ve güzel) bir söz
veya bir ayıbı örtme; ardından eziyet gelen (başa kakılan) bir sadakadan
hayırlıdır. Allah (kullarının infaklarından) müstağnidir, halimdir.?
(2/Bakara, 263) hükmünü beyan buyurmuştur. Bilindiği gibi, güzel bir söz veya
bir ayıbı örtmek için, mutlaka zengin olmak gerekmez. Her mü'min (zengin veya
fakir) bu ameli eda edebilir. Bu âyette, beliğ bir üslupla, önce infakta
bulunan, daha sonra (bu sebeple) eziyet eden mükellefin, amelinin (sevap
açısından) iptal edildiği haber verilmiştir. Dolayısıyla infak amelinin
değişmeyen iki rüknü vardır. Birincisi, iman; ikincisi ihlâstır.
İslâm toplumu, ?iyilik ve takvâ
hususunda yardımlaşma ve yarışma?yı esas alan fertlerin bir araya gelmesiyle
hayatiyet kazanır. İman eden, sâlih amel işleyen, birbirlerine hakkı ve sabrı
tavsiye eden insanlar hüsrandan kurtulabilirler.
Rasül-i Ekrem'in: ?Veren el,
alan elden daha hayırlıdır.? (Müslim, Zekât 32; hadis no: 94 -1033-)
buyurduğu bilinmektedir. Veren el, infak eden el olduğu gibi, aynı zamanda borç
veren eldir. Çünkü hadis-i şeriflerde, karz-ı hasenin infak ve sadakadan daha
fazîletli olduğu belirtilmiştir.[3]
Kur'an'ın koyduğu ilkelerin
başında yer alan infak konusu oldukça önemli bir konudur. Bir insanı tanımak
istiyorsanız, o insanın hayatında infakın, borç vermenin yerini araştırınız.
Araştırınız, çünkü çok önemli bir ipucu yakalamış olursunuz. O, insanın
kalitesini anlamada yardımcı olur. Evet! Allah için borç vermek, infak etmek,
çok büyük bir meziyettir. İnfak ve borç verme, sahibini yüceltir, Allah katında
sevimli kılar. Allah Rasulü, bir çok hadislerinde vermeyen, infak ruhu
gelişmeyen ve Allah için vermeyi bir vicdan zevki haline getirmeyenleri uyarmış,
ikaz etmiştir. Hatta cimri olan bir âlime, cömert olan fakat İslâm adına fazla
bir şey bilmeyen insanları tercih etmiştir.
Rabbimiz Kur'an'da sıkça arınan
ve sakınanlardan bahseder ve onlara özel iltifatlarda bulunur. Ayrıca arınmanın
yolunu da gösterir. Bu konuda Rabbimiz infak ederek, borç vererek arınacağımız
konusunda telkinde bulunur. "O (mü'min) ki, malını (Allah için) vererek
arınır, yücelir." (92/Leyl, 18) Demek ki arınmanın yolu infak etmekten
geçer. İnfak eder, muhtaçlara borç verirsek kalben ve rûhen arınırız. İnfak
ederek mânen yüceliriz. Gerçek iyiliğe kavuşuruz. Olgun bir kişilik, emin bir
şahsiyet oluştururuz. Mallarımızdan O'nun için infakta bulunursak arınırız.
"Peki, arınanlara Allah'ın yardımı nedir?" sorusuna başka bir âyet cevap
vermektedir: "Eğer siz arınır ve sakınırsanız, Allah sizlere iyilikle
kötülüğü birbirinden ayıracak ince bir anlayış verir." (8/Enfâl, 29).
Âhiretteki büyük nimetinden başka bu dünyada gaybî yardımları ile destekleme
taahhüdünde bulunmuştur. Basiretimizi açmayı, gerçekleri görecek gözü ihsan
edecek doğru yol üzere bulunmamızda yardımcı olacaktır. İnfak edenler, Allah ile
aralarında özel bir bağ oluşturacaklardır. Yalnız Allah için vermek, yalnız
O'nun rızâsını gözeterek vermek, insanı Allah'a yaklaştıracak, Allah için olma
ve Allah için yapma, amel işleme alışkanlığı kazandıracaktır. Zira Allah için
infak edince insanların duyarak reklamını yapmalarına engel olacak, Rabbim
bilsin yeter diyecektir. Bu anlayış, onu ihsan makamına erdirecek, ruhî bir
olgunluk kazandıracaktır. "Her ne infak ederseniz şüphesiz Allah onu hakkıyla
bilendir." (3/Âl-i İmran, 92). Yani, yaptıklarınızı, yardımlarınızı
insanlara duyurmaya, afişe etmeye kalkışmayın. İnfak edeceğiniz şeyleri değersiz
şeylerden seçmeyin. Çünkü Allah hakkıyla bilendir. Ne verdiğinizi ve niçin
verdiğinizi bilir.
Elde avuçta olanı paylaşmak,
iman kardeşliğini ve imanda kemâli gösteren bir yüceliktir. Tıpkı Medine'li
ensar'ın, Mekke'li muhâcirler ile paylaştığı gibi. İşte gerçek infak böyle olur.
Asr-ı saadetteki infak ile ilgili somut olaylarla kendi durumumuzu
karşılaştırmalıyız. Belki yaptıklarımızın, infak adına yaptığımız teberruların
basitliğini, gerçek infak olmadığını o zaman daha iyi anlamış oluruz. Belki de
verdiğimiz küçük bağışların, vicdanımızın baskısından kurtulmanın aracı ve
kendimizi tatmin yöntemi olduğunu göreceğiz.
Bilindiği gibi Hz. Ebubekir
(r.a.) iman etmeden önce Mekke'nin en zenginlerindendi. İslâm ile tanışıp,
gerçek imanın haz ve lezzetini alınca, imanın bir gereği olarak olabildiğine
yardımsever bir kişilik olarak göründü. Nerede yardıma muhtaç biri varsa yanı
başında yardımına koşan biri de vardı: Hz. Ebubekir! Hz. Bilal'ler her türlü
zulüm ve işkence altında inlemeye, mahkûm edilmeye dursun, onları hürriyetine
kavuşturmak için dünyalık adına sahip olduğu tüm varlığını seferber eden biri
vardır: Hz. Ebubekir! Hicret etmek zorunda kalmıştır, ancak yarı yolda karşısına
çıkan Mekke'li müşrik İbni Duğine; "ne olur gitme, ne kadar hayırsever olduğunu
herkes biliyor, bu insanların sana ihtiyacı var. Senin yardımına, fedakârlı-ğına
ihtiyacımız var." diyerek himayesinde Mekke'ye geri getirdiği insan da yine Hz.
Ebubekir (r.a.)'den başkası değildir.
Aslında Peygamber'e gönül veren
tüm ashabda bu ruhu görmek mümkündür. Ancak Hz. Ebubekir'de bu şuur daha bir
belirgin idi. Bunun için misalimizi ondan verelim: Tebük seferine çıkılmak
üzeredir. İslâm savaşçılarına silah ve mühimmat gereklidir. Bunun için sevgili
Peygamber, müslümanlardan infak etmelerini istemiştir. Hz. Ömer uzun zamandan
beri Hz. Ebubekir'in infak anlayışına gıbta etmektedir. İşte fırsat doğmuş,
ondan daha fazla infak etmenin sırası gelmiştir. Herkes gücü yettiğince infak
eder ve geçer. Sıra Hz. Ömer'e geldiğinde: "Ya Rasûlallah! İşte malım, tam
yarısını Allah için infak ediyorum." diyerek gönüllerde taht kurmuştur. Ancak
sıra Hz. Ebûbekir'e gelmiştir. Büyük bir özveri ve fedakârlık ile: "Ya
Rasûlallah! İşte malım, tamamını infak ediyorum." dediğinde, Efendimiz (s.a.s.)
itiraz etmişti: "Yâ Ebâbekir, ehline, çoluk-çocuğuna bir şey bırakmadın mı?" Hz.
Ebûbekir: "Allah ve Rasulü'nü bıraktım, yetmez mi ya Rasulallah, kâfi gelmez mi
ya Rasulallah?" diyordu. Malının tamamını infak etmek her babayiğidin kârı
değildi. İşte gerçek infak bu ve benzerler idi. Şimdi kendi yaptıklarımızın ne
kadar komik kaldığını, aylık gelirimizin yüzde kaçına tekabül ettiğini görerek,
kendimize çekidüzen vermemiz gerekmektedir.[4]

İslâm hukukunda infakın kapsamı
geniştir. Aile reisinin bakmakla yükümlü olduğu kimselere harcama yapmasını
kapsamına aldığı gibi; diğer yoksul ve muhtaçlara yapılan zekat; sadaka ve Allah
için karz-ı hasen gibi yardımları da anlamı içine alır.
"Borç ağır bir yüktür."
(Hadis-i Şerif Meâli)
"Borç para veren, günü
gelinceye kadar her gün bir sadaka sevabı alır. Vâde sonunda para ödenmezse her
geçen gün içi o paranın tamamını sadaka vermiş gibi mükâfat görür." (Hadis-i
Şerif Meâli)
"En hayırlınız, borcunu en
güzel şekilde ödeyeninizdir." (Hadis-i Şerif Meâli)
"Ödemek niyetiyle borçlanan
kimse için Allah Teâlâ, onu koruyacak ve borcunu ödeyinceye kadar ona duâ edecek
melekler görevlendirir." (Hadis-i Şerif Meâli)
"Allah Teâlâ, darda olan
borçlusuna müsaade eden veya bu borcunu bağışlayan kimsenin kıyâmet günü
hesabını kolayca görür, onu üzmez." (Hadis-i Şerif Meâli)
"Borçtan sakınınız. Çünkü o,
gece keder, gündüz ise zillettir/alçaklıktır." (Hadis-i Şerif Meâli)
"Borcun yoksa kefil ol, vaktin
çoksa şâhit ol." (Atasözü)
"Borcunu vermeyen bir daha
bulamaz." (Atasözü)
"Borç benim, tasası senin mi?"
(Atasözü)
"Borç bini aştıktan sonra
baklava ye, börek ye." (Atasözü)
"Borç iyi güne kalmaz."
(Atasözü)
"Borç uzayınca kalır, dert
uzayınca alır." (Atasözü)
"Borç verilmekle, yol yürümekle
tükenir." (Atasözü)
"Borç yiğidin kamçısıdır."
(Atasözü)
"Borç yiyen kesesinden yer."
(Atasözü)
"Lâkırdıyla borç ödenmez."
(Atasözü)
"Borçlunun dili kısa gerek."
(Atasözü)
"Borçlu ölmez, ama benzi
sararır." (Atasözü)
"Borçlu suçlu durur." (Atasözü)
"Borçsuz adam yoksul beyden
yeğdir." (Atasözü)
"Borçtan korkan kapısını geniş
açmaz." (Atasözü)
"Borçlunun duâcısı
alacaklısıdır." (Atasözü)
"Dünyada en güç istenen, ödünç
paradır."
"Dört şey vardır ki, azının
azını önemsiz görmemek gerekir: Yangın, hastalık, düşman ve borç."
"Bize her şeyi borçlu olanları
aşırı derecede severiz."
"Küçük borç, verdiğin adamı
senin borçlun yapar; büyük borç ise düşmanın."
"Büyük borçlar, insanları değer
bilmeğe değil; kin beslemeye yöneltir."
"Paranın değerini öğrenmek
isterseniz, borç almaya çalışın."
"Bütün ömrünce başının
selâmette kalmasını isteyen akıllı adam, kıyâmet gününe kadar vâdeli de olsa
borç para almaz."
"Bin kaygı bir borç ödemez."
"Borçlar, düşünmekle ödenmez."
"Borçların en büyüğü,
yenenlerin yenilgiye uğrayanlara ödemek zorunda olduklarıdır."
"Komşundan ya da dostundan
ödünç para alma, yabancıdan al ki, parayı ödedikten sonra konu kapanıversin."
"Borcunu ödememek kararıyla
alışveriş yapan için fiyatın önemi yoktur."
"Borcun iyisi vermek, Derdin
iyisi ölmek." (Atasözü)
"Borçlu güle güle gider, ağlayı
ağlayı gelir." (Atasözü)
"Borç almak, dilenmekten pek de
üstün bir şey değildir."
"Parasız kalmamak istiyorsan,
ihsândan değil; ikrâzdan (borç almaktan) çekin."
"Borç, asil adam için acı bir
köleliktir."
"Borç, köle olmanın
başlangıcıdır."
"Düşmanına borç verirsen, onu
kazanırsın; dostuna borç verirsen onu kaybedersin."
"Ne kimseden borç al, ne
kimseye borç ver; çünkü ödünç para veren, çoğu kez, hem parasından olur, hem
dostundan." (Shakespeare)
"Borç verdiğin adamı dostluktan
silmek gerek." (Dostoyevski)
"Arkadaşına borç para verirken
ihtiyatlı davran, ikisini de yitirebilirsin."
"Bir kez borca alıştın mı,
sonra dilenirsin."
"Birinin bana borcu varsa, bunu
gayet iyi hatırlarım; benim birine borcum olursa, ne yazık ki, fazlasıyla
unutkan olurum." (Aristophanes)
"Densize borçl'olma durur durur
da / Düğünde, bayramda ister demişler."
"Kendini bilmeze pek olma yakın
/ Sonradan görmüşe borç etme sakın."
"Kıl hazer hem deyne olma
mübtelâ / Borç gibi âlemde olmaya belâ."
"Borçlu olan yalancı olur."
"Ödenmemiş bir borç alçalmadır,
dolandırıcılığın başlangıcıdır."
"Öyle bir hale geldik ki, insan
borcunu ödedi mi, büyük bir iyilik etmiş sayılıyor."



[1]
Mahmut Toptaş, Şifa Tefsiri, c. 1, s. 85-86.

[2]
Mevdûdi, Tefhîmu'l-Kur'an, c. 1, s. 49.

[3]
Yusuf Kerimoğlu, Kelimeler Kavramlar, İkinci Kitap, s. 78-82.

[4]
Hüseyin Caneri, Ahlak Bilinci, s. 86-90.