Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular

KISAS.

KISAS

KISAS

Cinayette ödeşmek. Bir suç
işleyenin aynı cinsten bir ceza ile cezalandırılması. Öldürme veya yaralamada,
suçluya aynı şeyin yapılması. Kasten adam öldürene veya yaralayana İslâm
hukukunun uyguladığı ceza.
Bir İslâm hukuku terimi olarak
kısas; ferdin hakkı olarak yerine getirilmesi gereken, âyet ve hadislerde
miktarı belirlenen ve suçlunun bedenine yönelik bulunan cezayı ifade eder.
Kesmek anlamına gelen "Kass" kökünden alınmıştır.
Kısas cezasını gerektiren
suçlar;
Kasten adam öldürme ile bazı
kasten yaralama ve sakat bırakma eylemlerini kapsamına alır.
Kısas cezası Kitap ve Sünnet
delillerine dayanır. Kur'ân-ı Kerim'de şöyle buyurulur:
"Ey iman edenler! Öldürülenler
hakkında size kısas farz kılındı. Hür hür ile; köle köle ile, kadın kadın ile
kısâs olunur. Öldürülenin velisi tarafından, öldüren lehine bir şey affolunursa
(diyet için) yapılacak uygulama örfe göre normal olmalı ve en iyi bir şekilde
ona ödenmelidir. Bu size Rabbınızdan bir kolaylık ve rahmettir. Artık bu
hükümden sonra kim haddi aşarsa ona acı bir azap vardır. Sizin için kısasta
hayat vardır, ey tam akıllı insanlar" (el-Bakara, 2/178-179).
"Her kim haksız olarak
öldürülürse onun velisine yetki verdik. O da öldürmede haddi aşmasın. Çünkü ona
yeterince yardım olunmuştur" (el-İsrâ, 17/33).
"Biz Tevrat'ta onlara şu
hükümleri farz kılmıştık: Cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe
diş ile kısas yapılır. Yaralarda da kısas vardır. Fakat kim hakkından
vazgeçerse, bu onun günahlarının affına bir sebeptir. Kim Allah'ın indirdiği ile
hükmetmezse, işte onlar, zâlimlerin ta kendileridir" (el-Mâide, 5/45).
Kısas hükümlerinin önceki
semâvî dinlerde de bulunduğunu Kur'ân-ı Kerîm bildirmektedir. Yahudilerin
mukaddes kitabı Tevrat'ta bugün konu ile ilgili şu kurallar yer almaktadır:
"Bir kimseyi vurarak öldüren
kimse, mutlaka öldürülecektir" (Çıkış: 21/13).
"Bir kimsenin komşusuna kini
olur ve onu hile ile öldürürse, öldürülmesi için onu mizbahından bile alacaksın"
(Çıkış: 21/14).
"Bir kimse bir adamı öldürürse
mutlaka öldürülecektir " (Levililer: 24/17).
İslâm'ın ortaya çıkışından
önce, Medine'de yaşayan iki yahudi kabilesi Nadîroğulları ile Kurayzaoğulları
arasında çatışma olmuş, Nadîroğulları üstün gelmişti. Bu üstünlüğü ondan sonra
işlenecek suçlara uygulanacak cezalara da yansıtmaya başladılar. Meselâ; bir
Nadirli, Kurayzalıyı öldürürse kısas uygulanmıyor, yüz vask (200 kg.lık ağırlık
ölçüsü) kuru üzüm fidye olarak ödeniyordu. Fakat bir Kurayzalı, Nadirliyi
öldürürse, kısas yoluyla suçlu da öldürülüyordu. Eğer bu son durumda fidye
ödemesi kararlaştırılırsa, iki kat olarak fidye uygulanıyordu. İşte Cenâb-ı Hak
onların Tevrat'tan sapma noktalarını belirlemek ve İslâm ümmetine de kısas
hükümlerini teşmil etmek üzere yukarıdaki âyeti indirdi (bk. İbn Kesîr,
Tefsîru'l Kur'ani'l-Azım, İstanbul 1984, I, 299, 300 vd.).
Hz. Peygamber şöyle
buyurmuştur: "Kim kasten öldürürse, bunun hükmü kısastır" (Ebû Davud, Diyat, 5).
"Allah'tan başka ilâh
olmadığını ve benim Allah'ın elçisi olduğumu tasdik eden müslüman bir kimsenin
kanı, şu üç durum dışında helal değildir: Cana karşı can, zina eden evli kişi ve
dini terkedip cemaatten ayrılan kimse" (Buhârî, Diyât, 6; Müslim, Kasâme, 25,
26; Ebû Dâvud, Hudûd, 1; Tirmizî, Hudûd, 15; Nesâî, Tahrîm, 5, 11, 14; Dârimî,
Siyer,11; Ahmed b. Hanbel, I, 61, 63, 65, 70, 163, 382, 428, 444, 465, VI, 181,
214; es-Şevkânî, Neylü'l-Evtâr, Mısır t.y, VII, 7).
Kasten ve taammüden öldürmenin
kısası gerektirdiği konusunda görüş birliği olmakla birlikte kasıt ve taammüdün
karinesi üzerinde görüş ayrılığı vardır. Ebû Hanîfe'ye göre, bir uzvu bedenden
ayırabilecek bir silâh veya âlet ile işlenen öldürme fiili, kasten ve amden
işlenmiş sayılır. Keskin demir, taş, ağaç ve benzerleri ile bir kimseyi öldürmek
gibi. Ebû Yûsuf ve İmam Muhammed'e göre, ister öldürücü âlet ile olsun, ister
ölüme götüren bir eylem ve fiille olsun, işlenen öldürme suçu "kasten" sayılır.
Denize atmak, yüksek bir yerden düşürmek ve zehirlemek bunlar arasında
sayılabilir. İmam Şâfiî'ye göre, bedene batan veya kesici âletlerde olduğu gibi
genellikle ölümü doğurabilecek bir şeyle öldürmek de "taammüden öldürme"
kapsamına girer (el-Kâsânî, Bedâyiu's Sanâyi', Beyrut 1401/1982, VII, 233 vd.).
İslâm hukukçuları yukarıda
verdiğimiz ayet ve hadislere dayanarak, kasten öldürme ve yaralamalarda kısasın
uygulanacağında görüş birliği içindedir. Ancak, İslâm'da kısas şahsî şikâyete
bağlı bir ceza olarak kabul edilmiş, âmme cezası sayılmamıştır. Çünkü kamu
düzeni sadece suçlu ile mağdur taraf arasında bozulmuştur. Onlar anlaşır,
barışır ve helalleşirlerse Devlet düzenini ilgilendiren sakıncalar ortadan
kalkmış olur. Bu nedenle, kendisine karşı müessir fiil işlenen kimse veya ölüm
hâlinde, ölenin velisi affederse kısas düşer (bk. el-Kâsânı, a.g.e., VII, 241
vd.; İbn Rüşd, Bidâyetü'l-Müctehid, İstanbul 1333, II, 330; Abdulkadir Udeh,
et-Teşrîu'l Cinî'l-İslamî, Kahire 1959, I, 79, 663 vd.).
Kısas affedilince, ayrıca diyet
hakkının da düşüp düşmediği, suçlunun rızası olmadan diyet istenip
istenemeyeceği konusunda iki görüş vardır:
Ebû Flanîfe ve İmam Mâlik'e
göre, öldürülenin velisi ya kısas ister, ya da affeder. Veli, suçlu ile diyet
üzerine anlaşmazdan önce kısas hakkından vazgeçerse, diyet isteme hakkı da
kendiliğinden düşmüş olur. İmam Şâfiî ve Ahmed b. Hanbel'e göre ise; velî
seçimlik hakka sahiptir. Ya kısas uygulanmasını ister, ya da kısası affeder ve
diyet alır. Affetmenin anlamı kısasın diyete dönüşmesi demektir ve bu, suçu
işleyenin rızâsına da bağlı değildir (el-Kâsânî, a.g.e., VII, 241; eş-Şevkanî,
a.g.e., VII, 7 vd.; Hayreddin Karaman, Mukayeseli İslâm Hukuku, İstanbul 1986,
I, 136, 137).
Ölen kimseye bedel olarak
verilen mal veya nakit paraya "diyet" denir. Bu, öldürülenin mirasçılarına
verilmesi gereken mâlî bir bedeldir. Yaralama, uzvu koparma veya sakatlama gibi
müessir fiillerde mağdura verilmesi gereken bedele erş adı verilir. Diyet ismi
kimi zaman erş yerine de kullanılır. Elin diyeti gibi (İbn Âbidîn,
Reddü'l-Muhtâr, Mısır 1307, V, 504; el-Meydânî, el-Lübâb, Kahire 1374).
Hz. Peygamber ve ilk dört
halife döneminde belirlenen diyet miktarları şu mal veya nakit paralardan
birisidir: a) Yüz deve, b) Bin dinar (miskal) altın, c) On veya onikibin dirhem
gümüş, d) İkiyüz tane sığır, e) İkibin koyun, f) İkiyüz takım elbise (el-Kâsânî,
a.g.e., VII, 254; İbn Âbidîn, a.g.e., V, 504; İbn Hazm, el-Muhallâ, Kahire
1350-1352, X, 759).
Yaralamaların tazminatı olan
erş miktarlarından bir bölümü hadisle belirlenmiştir. Meselâ; el kesme suçunun
erş'i, tam diyetin yarısıdır, diş kırmada erş, tam diyetin onda biri kadardır.
Prensip olarak; vücutta tek bulunan organlar için tam diyet, çift organların her
biri için yarım diyet, dört tane olanların her biri için dörtte bir diyet
gerekir. Nass'larda tayin ve takdir edilmeyen durumlarda, tazminatın miktarını
hâkim belirler (bk. Eş-Şevkânî, a.g.e., VII, 61 vd.; el-Kâsânî, a.g.e., VII, 252
vd.; İbn Kudâme, a.g.e., VIII, 57-58).
Kur'ân-ı Kerîm'de; "...göze
göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş ile kısas yapılır. Yaralarda da kısas
vardır" (el-Maide, 5/45) buyurularak, ölümün dışında kalan müessir fiillere de
kısas hükmü getirilmiştir.
Hz. Peygamber devrinde bir
kadın bir câriyenin dişini kırmış, câriye tarafı diyeti kabul etmeyerek, kısasta
israr etmişti. Ashâb-ı kiramdan Enes b. en-Nadr, kısâsen dişin kırılmasına karşı
çıkınca, Rasûlüllah (s.a.s); "Ey Enes!. Allâh'ın kitabında ceza kısastır"
buyurmuştur. Câriye tarafının suçluyu affettiğini bildirmesi üzerine Allah
Rasûlü onların bu affı sebebiyle kazandıkları manevi dereceyi şöyle ifade
buyurmuştur: "Allâh'ın öyle kulları vardır ki Allah'a yemin etse, Allah onu
yemininde yalancı çıkarmaz" (es-Şevkânî, a.g.e., VII, 26, 27).
Yaralama ve sakatlamalarda
kısasın uygulanabilmesi için, suçun kasten işlenmesi yanında şu şartların da
bulunması gerekir:
a. İki yer arasında eşitlik,
b. Eşitliği sağlamanın mümkün
olması;
c. Daha fazla veya daha eksik
bir uygulama ile zulüm yapılmaması.
Bu çeşit suçlarda af, kısasın
diyete dönüşmesini sağlar (bk. el-Kasânî, a.g.e., VII, 297; İbn Âbidîn, a.g.e.,
V, 485).
Mafsalından kesilen veya
kesilmediği halde sakatlanan kollar ve bacaklar, kemiğe kadar dayanıp, kemiği
ortaya çıkaran yaralarda da kısas uygulanır (Ömer Nasuhi Bilmen, İstilâhât-ı
Fıkhıyye Kâmusu, İstanbul 1976, III, 80 vd.)
Kasten adam öldürme fiilinden
dolayı kısas uygulanabilmesi için şu şartların bulunması gerekir:
a. Suçu işleyenin âkıl ve bâliğ
olması gerekir. Akıl hastası veya küçük çocuk işlediği bir cinayetten dolayı
diyetle yükümlü tutulursa da, kısas hükümleri uygulanmaz. Bunların kasten
işleyecekleri suç, hata hükmünde olup, bundan dolayı mirastan ve vasiyetten de
mahrum olmazlar.
b. Öldürme fiilinin kasten
işlenmesi gerekir. Bir kimseyi hata veya sibh-i amd suretiyle öldüren kimseye
kısas uygulanmaz.
c. Katilin, suçu serbest
iradesiyle işlemiş olması gerekir. Öldürülme veya bir uzvun sakatlanması gibi
bir zorlama (ikrah-i mülcî) altında işlenen suçlarda, Ebû Hanife ve imam
Muhammed'e göre, kısas veya diyet zorlayan üzerine gerekir. Ebû Yusuf'a göre,
burada zorlayana yalnız, üç yılda ödenmek üzere diyet lâzım gelir. İmam Züfer'e
göre ise, zorlama, kısasa engel değildir.
d. Öldürülen, öldürenin fer'i!
yani çocuk veya torunlarından biri olmamalıdır. Oğlunu, kızını veya torununu
öldüren kimse için diyet, ta'zîr ve mirastan mahrumluk gibi hükümler uygulanırsa
da, kısas gerekmez. Hadîs-i şerîtte; "Babaya, çocuğundan dolayı kısas
uygulanmaz" buyurulmuştur (bk. Tirmizî, Diyat, 9; Dârimî, Diyat, 6; Ahmed b.
Hanbel, I, 16, 22).
Ancak baba, anne, dede ve nine
gibi usûlünden birisini kasten öldüren kimse hakkında kısas uygulanır.
Kısas yoluyla öldürülüp
öldürülemeyecek kimseler şunlardır: Erkek erkek karşılığında, erkek kadın
karşılığında ve kadın erkek karşılığında öldürülür. Hür erkek köle karşılığında
ve köle köle karşılığında öldürülür. Yine kâfir, müslüman karşılığında, müslüman
zimmî (İslâm Devleti tebeası olan ehl-i kitap) karşılığında ve zimmî zimmî
karşılığında kısasen öldürülür. Bir zimmî başka bir zimmîyi öldürse, öldüren
daha sonra İslâm'a girse yine kısas uygulanır. Bu konuda görüş birliği vardır.
Müslüman veya zimmî İslâm ülkesine (daru'l-İslâm) emân'la girmiş bulunan bir
harbî karşılığında öldürülmez. Zâhir (açık, kuvvetli) rivayete göre, müste'men
(pasaportlu gayri müslim yabancı) başka bir müste'men karşılığında öldürülmez.
Bir müslüman mürted (İslâm'ı terkettiğini ilân etmiş veya inanç bozukluğu
nedeniyle dinden çıktığına hükmedilmiş bulunan) bir erkek veya kadını öldürse,
öldürene kısas uygulanmaz. Yine dâru'l-harp'te pasaportla bulunan iki
müslümandan biri diğerini öldürse, hanefîlere göre, kısas gerekmez. Müslüman,
dâru'l harp'te, müslüman bir savaş esirini öldürse kısas gerekmez. Ebû Yûsuf ve
İmam Muhammed'e göre, öldürenin mal varlığından diyeti ödenir. Ebû Hanîfe'ye
göre, diyet de gerekmez.
Büyük kimse çocuk karşılığında;
sağlam insan, kör, topal felçli vb. hasta veya sakat kimse karşılığında
öldürülür. Ölmek üzere bulunan kimseyi öldürene kısas uygulanır. Yaşamını
sürdüremeyeceğini bilmesi de sonucu değiştirmez. İki çocuk arasında kısas
uygulanmaz. Çocuğun kastı ve hatası eşit tutulur, iki durumda da yalnız diyet
gerekir (el-Fetâvâ'l-Hindiyye, Beyrut 1400/1980, VI, 3, 4).
Diğer yandan kısasın
uygulanabilmesi için öldürülenin velisinin belirli olması ve vârislerin kısas
talebinde bulunması da şarttır (Bilmen, a.g.e., III, 68 vd ).
Yaralama veya sakat
bırakmalarda kısas isteme hak ve yetkisi mağdura âittir. Ölüm halinde ise bu hak
ve yetki önce öldürülenin vârislerine, sonra da İslâm Devleti'ne aittir. Prensip
olarak ölenin mal varlığına mirasçı olan, kısas veya diyetle ilgili haklara da
sahip olur. Çünkü mirasçı, ölene insanların en yakın olanıdır (el-Kâsânı,
Bedayiu's-Sanayi', Beyrut 1402/1982, VII, 242; el-Fetâvâ'l Hindiyye, VI, 7 vd.;
Bilmen, a.g.e., III, 88 vd.).
Hamdi DÖNDÜREN

?Kısas', sözlükte aynıyla
karşılık vermek demektir.
Herhangi bir hakkı dengiyle
takas etmek, değiştirmek anlamına da gelmektedir.
Kavram olarak bir suç işleyenin
aynı cinsten bir ceza ile cezalandırılmasıdır.
İslâma göre insan öldürmek,
intihar etmek, kana, mala ve ırza (iffete) tecavüz haramdır. Müslümanın canı,
malı, ırzı ve şerefi koruma altındadır. Yine müslümanın müslümana, hakaret
etmesi, alay etmesi, ona karşı kibirlenmesi, ona eliyle ve diliyle zarar vermesi
de helâl değildir.
Bir kimse diğerini öldürürse
veya bedenine zarar verirse; İslâm bunun cezasının verilmesini öngörür. Hem
insan haklarının korunması, hem toplumun huzurunun sağlanması, hem de kin ve
nefret duygularının azalması için buna ihtiyaç vardır. Karşılığı verilmeyen
suçlar, sahibini daha da azdırır.
Allah'ın insana verdiği en
kutsal şeylerden biri de hayattır. Hayatı sona erdirmek hakkı da sadece onu
veren Allah'a aittir. Hiç kimse haksız yere bir cana kıyamaz. Allah (cc) haksız
yere cana kıyanlara ve insanların bedenlerine zarar verenlere belli cezaların
verilmesini emrediyor.
Kur'an-ı Kerim diyor ki:
?Bu nedenle, İsrailoğullarına
şunu yazdık: Kim bir nefsi, bir nefse ya da yeryüzündeki bir fesada karşılık
olmaksızın (haksızca) öldürürse, sanki bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim
de onu (öldürmesine engel olarak) diriltirse, bütün insanları diriltmiş gibi
olur?.? (5 Maide/32)
Görüldüğü gibi bir insanı
haksızca öldürmek bütün insanları öldürmek kadar ağır bir suçtur. Böylesine ağır
bir suçun cezası da kendi cinsinden olmalıdır. Bu da adaletin gereğidir.
Bir kimsenin hayatına
saldıranın, bunu hayatıyla ödemesi, bir kimsenin bedenini zedelemesi, kendi
vücudunda bunun karşılığı kadar zedelemeye uğraması gerekir. Bu insana ve onun
haklarına bir saygıdır. Öldüreni affetmek, ölenin hakkına tecavüzdür.
Kur'an, öldürenin (katilin)
bağışlanmasını tavsiye ediyor. Ancak bu af yetkisi yalnızca ölenin yakınlarına
aittir. Onlar dilerlerse af ederler, dilerlerse diyet (kan bedeli) alırlar. Ama
affetmezlerse, suçlunun cezası verilmelidir. Bu cezayı da ancak müslümanların
işlerini yürüten yetkililer yerine getirebilir.
Kısas, Kur'an'ın tesbit ettiği
bir cezadır. Peygamberimiz bunu hem uygulamış hem de tavsiye etmiştir. Bütün
İslâm alimleri bu konuda fikir birliği (icma) etmişlerdir. Akıl yönünden de bu
cezanın gerekliliği ortadadır. Bir tarafta suçlu, bir tarafta ise haksızlığa
uğrayan taraf vardır. Suçlunun ceza alması, haklının da hakkının ödenmesi
gereklidir.
Bu konuda Kur'an-ı Kerim şöyle
diyor:
?Ey iman edenler! (haksızca)
öldürülenler hakkında size kısas yazıldı (farz kılındı). Özgüre karşı özgür
(hüre karşı hür), köleye karşı köle, kadına karşı kadın. Ancak her kimin kardeşi
(öldürülenin varisi) tarafından bir miktar bağışlanırsa artık (taraflar)
haklarına razı olmalı ve öldüren ona (gereken diyeti) güzellikle ödemelidir. Bu
söylenenler Rabbinizden size bir hafifletme ve rahmettir. Her kim bundan sonra
hakkına razı olmazsa onun için elem verici bir azap vardır? Ey akıl sahipleri,
kısasta sizin için hayrat vardır. Umulur ki suç işlemekten sakınırsınız.? (2
Bekara/178-179)
Maide Suresi beşinci âyetinde
ise, cana can, kulağa kulak, göze göz, buruna burun, dişe diş karşılığı kısas
olduğu bildirilmektedir.
Günümüzde kimileri kısas
cezasını ağır bulurlar ve karşı çıkmaya çalışırlar. Kısas, dengiyle karşılık
vermektir, yani adaleti yerine getirmedir. Üstelik katilin varislerine af etme
veya diyet alma yetkisi de verilmiştir. Hatta bunu Kur'an'ın teşvik ettiğini de
yukarıda gördük. Asıl haksızlık bu cezaların kaldırılması, ölenin yakınlarının
haklarının kendilerine sorulmadan ellerinden alınmasıdır. Kim hangi yetkiyle
öldürülenin varislerinin bu hakkını ellerinden alıyor?
Katile ceza vermemek, bir
başkasının hakkına saldırıdır. Aynı zamanda ölenin varislerinin intikam
duygularını kabartır. Nitekim bir çok yerde, katillere hak ettiği ceza
verilmediği için ölünün yakınları ceza vermeye kalkıyorlar ve kan davaları sürüp
gidiyor.
Öldüren katilin yaşama hakkı
öleninkinden daha kutsal değildir.
Kısasta insanlar için hayat
vardır. Hem ahlâk yönünden, hem sosyal barış yönünden, hem caydırıcılık
yönünden, hem de merhamet yönünden en tutarlı yoldur. Allah, insanları bu konuda
akıllı davranmaya çağırıyor.
Kötülüğün cezası yapılan
kötülük kadardır. Ancak af edip barışma yolunu seçenlere Allah mükâfat
verecektir. (42 Şura/40) İslâmda, bir yanağına vurana öbür yanağı da çevirmek
yoktur. Ne zulmetmek vardır, ne de zulme uğrayınca sessiz kalmak.
Kur'an-ı Kerim, haklının
hakkını ortaya koyduktan sonra, hakk sahibini af etmeye çağırır. Bu da tam bir
dengedir.
Kısas cezasını uygun gören
bizzat Rabbimizdir. Her şeyi bilen Rabbimiz insanlar hakkında şüphesiz en
hayırlısını bilir. Kimin hakk sahibi olduğunu en iyi o gösterir. Doğruyu ve
yanlışı O'ndan daha iyi kim bilebilir? O'nun hükmüne karşı çıkanlar ya bilgisiz
cahillerdir, ya da çok cüretli kibirlilerdir. Onlar Allah'ın Rabliğini yeterince
bilemeyenlerdir.
Kısas cezasının uygulanması
için bir takım şartlar aranır. Bir kısmı kısaca şöyle:
-Kısas, cinayeti (suçu) kim
işlemişse ona uygulanır.
-Kısası ancak müslüman otorite
sahipleri yerine getirir. Bir kişi veya bir topluluk bunu yapamaz.
-Bir cinayeti bir kaç kişi
işlemişse, kısas hepsine uygulanır.
-Cinayetin işlendiği tam kesin
olmazsa, yani şüphe halinde kısas uygulanmaz.
-Suçlulara bu ceza uygulanırken
makamlarına göre ayrım yapılmaz. Halk ile devlet başkanı arasında fark yoktur.
-Suçun kasten yani bilerek
işlenmesi gerekir. Hatalı öldürme ve yaralamalarda ayrı cezalar uygulanır.
-Öldürülenin varisleri veya
yaralananın kendisi ?diyet' isterse veya affederse, kısas uygulanmaz.
-Kısas, kendi dengine göre
uygulanır, aşırıya gidilmez.
İslâmın bütün hükümlerinde ve
ölçülerinde insanlar için hayırlar ve faydalar vardır. Kimi cahiller bunu
görmese de bu böyledir. Çünkü O, yerin ve göklerin sahibi Allah'ın dinidir.
Yaralamlara ve organlara
verilecek zararlara karşı, onların dengi bir ceza, yani bir diyet uygulanır.
Göze göz, kulağa kulak demenin, anlamı, gözün aynen çıkartılması, kulağın aynen
kesilmesi değil, onların bedellerinin günün şartlarına uygun olarak diyet
şeklinde verilmesidir.
İnsanlar arasında adalet ancak
Allah'ın koyduğu hükümlerin uygulamasıyla sağlanır. İnsan, toplum, hayvan ve
çevre haklarının garantisi ilâhí hükümlerdir. Bu hükümlere yüz çevirenler hem
gerçek adaletten, hem de herkese ait hakları gereği gibi yerine vermekten mahrum
kalırlar. Adaletten mahrum kalmanın sonucu ise zulüm, baskı, ezilme, horlanma ve
hakkını alamama gibi kötülüklerdir.