Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular
KISAS.
KISAS 
 
KISAS 
 
Cinayette ödeşmek. Bir suç 
işleyenin aynı cinsten bir ceza ile cezalandırılması. Öldürme veya yaralamada, 
suçluya aynı şeyin yapılması. Kasten adam öldürene veya yaralayana İslâm 
hukukunun uyguladığı ceza. 
Bir İslâm hukuku terimi olarak 
kısas; ferdin hakkı olarak yerine getirilmesi gereken, âyet ve hadislerde 
miktarı belirlenen ve suçlunun bedenine yönelik bulunan cezayı ifade eder. 
Kesmek anlamına gelen "Kass" kökünden alınmıştır. 
Kısas cezasını gerektiren 
suçlar; 
Kasten adam öldürme ile bazı 
kasten yaralama ve sakat bırakma eylemlerini kapsamına alır. 
Kısas cezası Kitap ve Sünnet 
delillerine dayanır. Kur'ân-ı Kerim'de şöyle buyurulur: 
"Ey iman edenler! Öldürülenler 
hakkında size kısas farz kılındı. Hür hür ile; köle köle ile, kadın kadın ile 
kısâs olunur. Öldürülenin velisi tarafından, öldüren lehine bir şey affolunursa 
(diyet için) yapılacak uygulama örfe göre normal olmalı ve en iyi bir şekilde 
ona ödenmelidir. Bu size Rabbınızdan bir kolaylık ve rahmettir. Artık bu 
hükümden sonra kim haddi aşarsa ona acı bir azap vardır. Sizin için kısasta 
hayat vardır, ey tam akıllı insanlar" (el-Bakara, 2/178-179). 
"Her kim haksız olarak 
öldürülürse onun velisine yetki verdik. O da öldürmede haddi aşmasın. Çünkü ona 
yeterince yardım olunmuştur" (el-İsrâ, 17/33). 
"Biz Tevrat'ta onlara şu 
hükümleri farz kılmıştık: Cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe 
diş ile kısas yapılır. Yaralarda da kısas vardır. Fakat kim hakkından 
vazgeçerse, bu onun günahlarının affına bir sebeptir. Kim Allah'ın indirdiği ile 
hükmetmezse, işte onlar, zâlimlerin ta kendileridir" (el-Mâide, 5/45). 
Kısas hükümlerinin önceki 
semâvî dinlerde de bulunduğunu Kur'ân-ı Kerîm bildirmektedir. Yahudilerin 
mukaddes kitabı Tevrat'ta bugün konu ile ilgili şu kurallar yer almaktadır: 
"Bir kimseyi vurarak öldüren 
kimse, mutlaka öldürülecektir" (Çıkış: 21/13). 
"Bir kimsenin komşusuna kini 
olur ve onu hile ile öldürürse, öldürülmesi için onu mizbahından bile alacaksın" 
(Çıkış: 21/14). 
"Bir kimse bir adamı öldürürse 
mutlaka öldürülecektir " (Levililer: 24/17). 
İslâm'ın ortaya çıkışından 
önce, Medine'de yaşayan iki yahudi kabilesi Nadîroğulları ile Kurayzaoğulları 
arasında çatışma olmuş, Nadîroğulları üstün gelmişti. Bu üstünlüğü ondan sonra 
işlenecek suçlara uygulanacak cezalara da yansıtmaya başladılar. Meselâ; bir 
Nadirli, Kurayzalıyı öldürürse kısas uygulanmıyor, yüz vask (200 kg.lık ağırlık 
ölçüsü) kuru üzüm fidye olarak ödeniyordu. Fakat bir Kurayzalı, Nadirliyi 
öldürürse, kısas yoluyla suçlu da öldürülüyordu. Eğer bu son durumda fidye 
ödemesi kararlaştırılırsa, iki kat olarak fidye uygulanıyordu. İşte Cenâb-ı Hak 
onların Tevrat'tan sapma noktalarını belirlemek ve İslâm ümmetine de kısas 
hükümlerini teşmil etmek üzere yukarıdaki âyeti indirdi (bk. İbn Kesîr, 
Tefsîru'l Kur'ani'l-Azım, İstanbul 1984, I, 299, 300 vd.). 
Hz. Peygamber şöyle 
buyurmuştur: "Kim kasten öldürürse, bunun hükmü kısastır" (Ebû Davud, Diyat, 5). 
"Allah'tan başka ilâh 
olmadığını ve benim Allah'ın elçisi olduğumu tasdik eden müslüman bir kimsenin 
kanı, şu üç durum dışında helal değildir: Cana karşı can, zina eden evli kişi ve 
dini terkedip cemaatten ayrılan kimse" (Buhârî, Diyât, 6; Müslim, Kasâme, 25, 
26; Ebû Dâvud, Hudûd, 1; Tirmizî, Hudûd, 15; Nesâî, Tahrîm, 5, 11, 14; Dârimî, 
Siyer,11; Ahmed b. Hanbel, I, 61, 63, 65, 70, 163, 382, 428, 444, 465, VI, 181, 
214; es-Şevkânî, Neylü'l-Evtâr, Mısır t.y, VII, 7). 
Kasten ve taammüden öldürmenin 
kısası gerektirdiği konusunda görüş birliği olmakla birlikte kasıt ve taammüdün 
karinesi üzerinde görüş ayrılığı vardır. Ebû Hanîfe'ye göre, bir uzvu bedenden 
ayırabilecek bir silâh veya âlet ile işlenen öldürme fiili, kasten ve amden 
işlenmiş sayılır. Keskin demir, taş, ağaç ve benzerleri ile bir kimseyi öldürmek 
gibi. Ebû Yûsuf ve İmam Muhammed'e göre, ister öldürücü âlet ile olsun, ister 
ölüme götüren bir eylem ve fiille olsun, işlenen öldürme suçu "kasten" sayılır. 
Denize atmak, yüksek bir yerden düşürmek ve zehirlemek bunlar arasında 
sayılabilir. İmam Şâfiî'ye göre, bedene batan veya kesici âletlerde olduğu gibi 
genellikle ölümü doğurabilecek bir şeyle öldürmek de "taammüden öldürme" 
kapsamına girer (el-Kâsânî, Bedâyiu's Sanâyi', Beyrut 1401/1982, VII, 233 vd.). 
İslâm hukukçuları yukarıda 
verdiğimiz ayet ve hadislere dayanarak, kasten öldürme ve yaralamalarda kısasın 
uygulanacağında görüş birliği içindedir. Ancak, İslâm'da kısas şahsî şikâyete 
bağlı bir ceza olarak kabul edilmiş, âmme cezası sayılmamıştır. Çünkü kamu 
düzeni sadece suçlu ile mağdur taraf arasında bozulmuştur. Onlar anlaşır, 
barışır ve helalleşirlerse Devlet düzenini ilgilendiren sakıncalar ortadan 
kalkmış olur. Bu nedenle, kendisine karşı müessir fiil işlenen kimse veya ölüm 
hâlinde, ölenin velisi affederse kısas düşer (bk. el-Kâsânı, a.g.e., VII, 241 
vd.; İbn Rüşd, Bidâyetü'l-Müctehid, İstanbul 1333, II, 330; Abdulkadir Udeh, 
et-Teşrîu'l Cinî'l-İslamî, Kahire 1959, I, 79, 663 vd.). 
Kısas affedilince, ayrıca diyet 
hakkının da düşüp düşmediği, suçlunun rızası olmadan diyet istenip 
istenemeyeceği konusunda iki görüş vardır: 
Ebû Flanîfe ve İmam Mâlik'e 
göre, öldürülenin velisi ya kısas ister, ya da affeder. Veli, suçlu ile diyet 
üzerine anlaşmazdan önce kısas hakkından vazgeçerse, diyet isteme hakkı da 
kendiliğinden düşmüş olur. İmam Şâfiî ve Ahmed b. Hanbel'e göre ise; velî 
seçimlik hakka sahiptir. Ya kısas uygulanmasını ister, ya da kısası affeder ve 
diyet alır. Affetmenin anlamı kısasın diyete dönüşmesi demektir ve bu, suçu 
işleyenin rızâsına da bağlı değildir (el-Kâsânî, a.g.e., VII, 241; eş-Şevkanî, 
a.g.e., VII, 7 vd.; Hayreddin Karaman, Mukayeseli İslâm Hukuku, İstanbul 1986, 
I, 136, 137). 
Ölen kimseye bedel olarak 
verilen mal veya nakit paraya "diyet" denir. Bu, öldürülenin mirasçılarına 
verilmesi gereken mâlî bir bedeldir. Yaralama, uzvu koparma veya sakatlama gibi 
müessir fiillerde mağdura verilmesi gereken bedele erş adı verilir. Diyet ismi 
kimi zaman erş yerine de kullanılır. Elin diyeti gibi (İbn Âbidîn, 
Reddü'l-Muhtâr, Mısır 1307, V, 504; el-Meydânî, el-Lübâb, Kahire 1374). 
Hz. Peygamber ve ilk dört 
halife döneminde belirlenen diyet miktarları şu mal veya nakit paralardan 
birisidir: a) Yüz deve, b) Bin dinar (miskal) altın, c) On veya onikibin dirhem 
gümüş, d) İkiyüz tane sığır, e) İkibin koyun, f) İkiyüz takım elbise (el-Kâsânî, 
a.g.e., VII, 254; İbn Âbidîn, a.g.e., V, 504; İbn Hazm, el-Muhallâ, Kahire 
1350-1352, X, 759). 
Yaralamaların tazminatı olan 
erş miktarlarından bir bölümü hadisle belirlenmiştir. Meselâ; el kesme suçunun 
erş'i, tam diyetin yarısıdır, diş kırmada erş, tam diyetin onda biri kadardır. 
Prensip olarak; vücutta tek bulunan organlar için tam diyet, çift organların her 
biri için yarım diyet, dört tane olanların her biri için dörtte bir diyet 
gerekir. Nass'larda tayin ve takdir edilmeyen durumlarda, tazminatın miktarını 
hâkim belirler (bk. Eş-Şevkânî, a.g.e., VII, 61 vd.; el-Kâsânî, a.g.e., VII, 252 
vd.; İbn Kudâme, a.g.e., VIII, 57-58). 
Kur'ân-ı Kerîm'de; "...göze 
göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş ile kısas yapılır. Yaralarda da kısas 
vardır" (el-Maide, 5/45) buyurularak, ölümün dışında kalan müessir fiillere de 
kısas hükmü getirilmiştir. 
Hz. Peygamber devrinde bir 
kadın bir câriyenin dişini kırmış, câriye tarafı diyeti kabul etmeyerek, kısasta 
israr etmişti. Ashâb-ı kiramdan Enes b. en-Nadr, kısâsen dişin kırılmasına karşı 
çıkınca, Rasûlüllah (s.a.s); "Ey Enes!. Allâh'ın kitabında ceza kısastır" 
buyurmuştur. Câriye tarafının suçluyu affettiğini bildirmesi üzerine Allah 
Rasûlü onların bu affı sebebiyle kazandıkları manevi dereceyi şöyle ifade 
buyurmuştur: "Allâh'ın öyle kulları vardır ki Allah'a yemin etse, Allah onu 
yemininde yalancı çıkarmaz" (es-Şevkânî, a.g.e., VII, 26, 27). 
Yaralama ve sakatlamalarda 
kısasın uygulanabilmesi için, suçun kasten işlenmesi yanında şu şartların da 
bulunması gerekir: 
a. İki yer arasında eşitlik, 
b. Eşitliği sağlamanın mümkün 
olması; 
c. Daha fazla veya daha eksik 
bir uygulama ile zulüm yapılmaması. 
Bu çeşit suçlarda af, kısasın 
diyete dönüşmesini sağlar (bk. el-Kasânî, a.g.e., VII, 297; İbn Âbidîn, a.g.e., 
V, 485). 
Mafsalından kesilen veya 
kesilmediği halde sakatlanan kollar ve bacaklar, kemiğe kadar dayanıp, kemiği 
ortaya çıkaran yaralarda da kısas uygulanır (Ömer Nasuhi Bilmen, İstilâhât-ı 
Fıkhıyye Kâmusu, İstanbul 1976, III, 80 vd.) 
Kasten adam öldürme fiilinden 
dolayı kısas uygulanabilmesi için şu şartların bulunması gerekir: 
a. Suçu işleyenin âkıl ve bâliğ 
olması gerekir. Akıl hastası veya küçük çocuk işlediği bir cinayetten dolayı 
diyetle yükümlü tutulursa da, kısas hükümleri uygulanmaz. Bunların kasten 
işleyecekleri suç, hata hükmünde olup, bundan dolayı mirastan ve vasiyetten de 
mahrum olmazlar. 
b. Öldürme fiilinin kasten 
işlenmesi gerekir. Bir kimseyi hata veya sibh-i amd suretiyle öldüren kimseye 
kısas uygulanmaz. 
c. Katilin, suçu serbest 
iradesiyle işlemiş olması gerekir. Öldürülme veya bir uzvun sakatlanması gibi 
bir zorlama (ikrah-i mülcî) altında işlenen suçlarda, Ebû Hanife ve imam 
Muhammed'e göre, kısas veya diyet zorlayan üzerine gerekir. Ebû Yusuf'a göre, 
burada zorlayana yalnız, üç yılda ödenmek üzere diyet lâzım gelir. İmam Züfer'e 
göre ise, zorlama, kısasa engel değildir. 
d. Öldürülen, öldürenin fer'i! 
yani çocuk veya torunlarından biri olmamalıdır. Oğlunu, kızını veya torununu 
öldüren kimse için diyet, ta'zîr ve mirastan mahrumluk gibi hükümler uygulanırsa 
da, kısas gerekmez. Hadîs-i şerîtte; "Babaya, çocuğundan dolayı kısas 
uygulanmaz" buyurulmuştur (bk. Tirmizî, Diyat, 9; Dârimî, Diyat, 6; Ahmed b. 
Hanbel, I, 16, 22). 
Ancak baba, anne, dede ve nine 
gibi usûlünden birisini kasten öldüren kimse hakkında kısas uygulanır. 
Kısas yoluyla öldürülüp 
öldürülemeyecek kimseler şunlardır: Erkek erkek karşılığında, erkek kadın 
karşılığında ve kadın erkek karşılığında öldürülür. Hür erkek köle karşılığında 
ve köle köle karşılığında öldürülür. Yine kâfir, müslüman karşılığında, müslüman 
zimmî (İslâm Devleti tebeası olan ehl-i kitap) karşılığında ve zimmî zimmî 
karşılığında kısasen öldürülür. Bir zimmî başka bir zimmîyi öldürse, öldüren 
daha sonra İslâm'a girse yine kısas uygulanır. Bu konuda görüş birliği vardır. 
Müslüman veya zimmî İslâm ülkesine (daru'l-İslâm) emân'la girmiş bulunan bir 
harbî karşılığında öldürülmez. Zâhir (açık, kuvvetli) rivayete göre, müste'men 
(pasaportlu gayri müslim yabancı) başka bir müste'men karşılığında öldürülmez. 
Bir müslüman mürted (İslâm'ı terkettiğini ilân etmiş veya inanç bozukluğu 
nedeniyle dinden çıktığına hükmedilmiş bulunan) bir erkek veya kadını öldürse, 
öldürene kısas uygulanmaz. Yine dâru'l-harp'te pasaportla bulunan iki 
müslümandan biri diğerini öldürse, hanefîlere göre, kısas gerekmez. Müslüman, 
dâru'l harp'te, müslüman bir savaş esirini öldürse kısas gerekmez. Ebû Yûsuf ve 
İmam Muhammed'e göre, öldürenin mal varlığından diyeti ödenir. Ebû Hanîfe'ye 
göre, diyet de gerekmez. 
Büyük kimse çocuk karşılığında; 
sağlam insan, kör, topal felçli vb. hasta veya sakat kimse karşılığında 
öldürülür. Ölmek üzere bulunan kimseyi öldürene kısas uygulanır. Yaşamını 
sürdüremeyeceğini bilmesi de sonucu değiştirmez. İki çocuk arasında kısas 
uygulanmaz. Çocuğun kastı ve hatası eşit tutulur, iki durumda da yalnız diyet 
gerekir (el-Fetâvâ'l-Hindiyye, Beyrut 1400/1980, VI, 3, 4). 
Diğer yandan kısasın 
uygulanabilmesi için öldürülenin velisinin belirli olması ve vârislerin kısas 
talebinde bulunması da şarttır (Bilmen, a.g.e., III, 68 vd ). 
Yaralama veya sakat 
bırakmalarda kısas isteme hak ve yetkisi mağdura âittir. Ölüm halinde ise bu hak 
ve yetki önce öldürülenin vârislerine, sonra da İslâm Devleti'ne aittir. Prensip 
olarak ölenin mal varlığına mirasçı olan, kısas veya diyetle ilgili haklara da 
sahip olur. Çünkü mirasçı, ölene insanların en yakın olanıdır (el-Kâsânı, 
Bedayiu's-Sanayi', Beyrut 1402/1982, VII, 242; el-Fetâvâ'l Hindiyye, VI, 7 vd.; 
Bilmen, a.g.e., III, 88 vd.). 
Hamdi DÖNDÜREN 
 
?Kısas', sözlükte aynıyla 
karşılık vermek demektir. 
Herhangi bir hakkı dengiyle 
takas etmek, değiştirmek anlamına da gelmektedir. 
Kavram olarak bir suç işleyenin 
aynı cinsten bir ceza ile cezalandırılmasıdır. 
İslâma göre insan öldürmek, 
intihar etmek, kana, mala ve ırza (iffete) tecavüz haramdır. Müslümanın canı, 
malı, ırzı ve şerefi koruma altındadır. Yine müslümanın müslümana, hakaret 
etmesi, alay etmesi, ona karşı kibirlenmesi, ona eliyle ve diliyle zarar vermesi 
de helâl değildir. 
Bir kimse diğerini öldürürse 
veya bedenine zarar verirse; İslâm bunun cezasının verilmesini öngörür. Hem 
insan haklarının korunması, hem toplumun huzurunun sağlanması, hem de kin ve 
nefret duygularının azalması için buna ihtiyaç vardır. Karşılığı verilmeyen 
suçlar, sahibini daha da azdırır. 
Allah'ın insana verdiği en 
kutsal şeylerden biri de hayattır. Hayatı sona erdirmek hakkı da sadece onu 
veren Allah'a aittir. Hiç kimse haksız yere bir cana kıyamaz. Allah (cc) haksız 
yere cana kıyanlara ve insanların bedenlerine zarar verenlere belli cezaların 
verilmesini emrediyor. 
Kur'an-ı Kerim diyor ki: 
?Bu nedenle, İsrailoğullarına 
şunu yazdık: Kim bir nefsi, bir nefse ya da yeryüzündeki bir fesada karşılık 
olmaksızın (haksızca) öldürürse, sanki bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim 
de onu (öldürmesine engel olarak) diriltirse, bütün insanları diriltmiş gibi 
olur?.? (5 Maide/32) 
Görüldüğü gibi bir insanı 
haksızca öldürmek bütün insanları öldürmek kadar ağır bir suçtur. Böylesine ağır 
bir suçun cezası da kendi cinsinden olmalıdır. Bu da adaletin gereğidir. 
Bir kimsenin hayatına 
saldıranın, bunu hayatıyla ödemesi, bir kimsenin bedenini zedelemesi, kendi 
vücudunda bunun karşılığı kadar zedelemeye uğraması gerekir. Bu insana ve onun 
haklarına bir saygıdır. Öldüreni affetmek, ölenin hakkına tecavüzdür. 
Kur'an, öldürenin (katilin) 
bağışlanmasını tavsiye ediyor. Ancak bu af yetkisi yalnızca ölenin yakınlarına 
aittir. Onlar dilerlerse af ederler, dilerlerse diyet (kan bedeli) alırlar. Ama 
affetmezlerse, suçlunun cezası verilmelidir. Bu cezayı da ancak müslümanların 
işlerini yürüten yetkililer yerine getirebilir. 
Kısas, Kur'an'ın tesbit ettiği 
bir cezadır. Peygamberimiz bunu hem uygulamış hem de tavsiye etmiştir. Bütün 
İslâm alimleri bu konuda fikir birliği (icma) etmişlerdir. Akıl yönünden de bu 
cezanın gerekliliği ortadadır. Bir tarafta suçlu, bir tarafta ise haksızlığa 
uğrayan taraf vardır. Suçlunun ceza alması, haklının da hakkının ödenmesi 
gereklidir. 
Bu konuda Kur'an-ı Kerim şöyle 
diyor: 
?Ey iman edenler! (haksızca) 
öldürülenler hakkında size kısas yazıldı (farz kılındı). Özgüre karşı özgür 
(hüre karşı hür), köleye karşı köle, kadına karşı kadın. Ancak her kimin kardeşi 
(öldürülenin varisi) tarafından bir miktar bağışlanırsa artık (taraflar) 
haklarına razı olmalı ve öldüren ona (gereken diyeti) güzellikle ödemelidir. Bu 
söylenenler Rabbinizden size bir hafifletme ve rahmettir. Her kim bundan sonra 
hakkına razı olmazsa onun için elem verici bir azap vardır? Ey akıl sahipleri, 
kısasta sizin için hayrat vardır. Umulur ki suç işlemekten sakınırsınız.? (2 
Bekara/178-179) 
Maide Suresi beşinci âyetinde 
ise, cana can, kulağa kulak, göze göz, buruna burun, dişe diş karşılığı kısas 
olduğu bildirilmektedir. 
Günümüzde kimileri kısas 
cezasını ağır bulurlar ve karşı çıkmaya çalışırlar. Kısas, dengiyle karşılık 
vermektir, yani adaleti yerine getirmedir. Üstelik katilin varislerine af etme 
veya diyet alma yetkisi de verilmiştir. Hatta bunu Kur'an'ın teşvik ettiğini de 
yukarıda gördük. Asıl haksızlık bu cezaların kaldırılması, ölenin yakınlarının 
haklarının kendilerine sorulmadan ellerinden alınmasıdır. Kim hangi yetkiyle 
öldürülenin varislerinin bu hakkını ellerinden alıyor? 
Katile ceza vermemek, bir 
başkasının hakkına saldırıdır. Aynı zamanda ölenin varislerinin intikam 
duygularını kabartır. Nitekim bir çok yerde, katillere hak ettiği ceza 
verilmediği için ölünün yakınları ceza vermeye kalkıyorlar ve kan davaları sürüp 
gidiyor. 
Öldüren katilin yaşama hakkı 
öleninkinden daha kutsal değildir. 
Kısasta insanlar için hayat 
vardır. Hem ahlâk yönünden, hem sosyal barış yönünden, hem caydırıcılık 
yönünden, hem de merhamet yönünden en tutarlı yoldur. Allah, insanları bu konuda 
akıllı davranmaya çağırıyor. 
Kötülüğün cezası yapılan 
kötülük kadardır. Ancak af edip barışma yolunu seçenlere Allah mükâfat 
verecektir. (42 Şura/40) İslâmda, bir yanağına vurana öbür yanağı da çevirmek 
yoktur. Ne zulmetmek vardır, ne de zulme uğrayınca sessiz kalmak. 
Kur'an-ı Kerim, haklının 
hakkını ortaya koyduktan sonra, hakk sahibini af etmeye çağırır. Bu da tam bir 
dengedir. 
Kısas cezasını uygun gören 
bizzat Rabbimizdir. Her şeyi bilen Rabbimiz insanlar hakkında şüphesiz en 
hayırlısını bilir. Kimin hakk sahibi olduğunu en iyi o gösterir. Doğruyu ve 
yanlışı O'ndan daha iyi kim bilebilir? O'nun hükmüne karşı çıkanlar ya bilgisiz 
cahillerdir, ya da çok cüretli kibirlilerdir. Onlar Allah'ın Rabliğini yeterince 
bilemeyenlerdir. 
Kısas cezasının uygulanması 
için bir takım şartlar aranır. Bir kısmı kısaca şöyle: 
-Kısas, cinayeti (suçu) kim 
işlemişse ona uygulanır. 
-Kısası ancak müslüman otorite 
sahipleri yerine getirir. Bir kişi veya bir topluluk bunu yapamaz. 
-Bir cinayeti bir kaç kişi 
işlemişse, kısas hepsine uygulanır. 
-Cinayetin işlendiği tam kesin 
olmazsa, yani şüphe halinde kısas uygulanmaz. 
-Suçlulara bu ceza uygulanırken 
makamlarına göre ayrım yapılmaz. Halk ile devlet başkanı arasında fark yoktur. 
-Suçun kasten yani bilerek 
işlenmesi gerekir. Hatalı öldürme ve yaralamalarda ayrı cezalar uygulanır. 
-Öldürülenin varisleri veya 
yaralananın kendisi ?diyet' isterse veya affederse, kısas uygulanmaz. 
-Kısas, kendi dengine göre 
uygulanır, aşırıya gidilmez. 
İslâmın bütün hükümlerinde ve 
ölçülerinde insanlar için hayırlar ve faydalar vardır. Kimi cahiller bunu 
görmese de bu böyledir. Çünkü O, yerin ve göklerin sahibi Allah'ın dinidir. 
Yaralamlara ve organlara 
verilecek zararlara karşı, onların dengi bir ceza, yani bir diyet uygulanır. 
Göze göz, kulağa kulak demenin, anlamı, gözün aynen çıkartılması, kulağın aynen 
kesilmesi değil, onların bedellerinin günün şartlarına uygun olarak diyet 
şeklinde verilmesidir. 
İnsanlar arasında adalet ancak 
Allah'ın koyduğu hükümlerin uygulamasıyla sağlanır. İnsan, toplum, hayvan ve 
çevre haklarının garantisi ilâhí hükümlerdir. Bu hükümlere yüz çevirenler hem 
gerçek adaletten, hem de herkese ait hakları gereği gibi yerine vermekten mahrum 
kalırlar. Adaletten mahrum kalmanın sonucu ise zulüm, baskı, ezilme, horlanma ve 
hakkını alamama gibi kötülüklerdir. 
 




 e-posta adresimize mail atabilirsiniz.
 e-posta adresimize mail atabilirsiniz.