Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular
Câriyelik ve Câriyeler
Câriyelik ve Câriyeler 
 
Câriyelik ve Câriyeler 
 
 
Câriye: Köle kadın veya 
kız. ?Câriye?, aslında, denizin üzerinde akıp giden gemiye denir. Câriyeler de 
efendilerinin emir ve hizmetleri çerçevesinde hareket etmeleri sebebiyle bu ismi 
almışlardır. Savaş neticesinde esir edilen veya para ile satın alınan erkeklere 
"köle" denildiği gibi, kadın ve kızlara da "câriye" denilirdi. Sahibi, bunun 
üzerinde mutlak tasarruf hakkına sahipti. İstediği işi gördürür, istifraş (yatak 
hizmeti) eder veya satabilirdi. Hukuk bakımından cansız eşyadan farksızdı. 
Câriyelerin aslı, bir yeri fetheden fâtihler tarafından savaş esnâsında ganimet 
olarak alınan kadın ve kızlardan ibaretti. Bu esirler, aslında hükümdarlarla 
eşrâf ve seçkin kızlarından olsalar bile yine fâtihlerin malı sayılırdı. 
Câriyelik de, kölelik gibi, insanlık tarihi kadar eskidir. Kendisinde ötekinden 
fazla kuvvet ve kudret gören, diğerini hizmetinde kullanmış ve ona tahakküm 
etmiştir. 
Bir mal sahibi, malında nasıl 
tasarruf hakkına sahipse, bu câriyelerin sahipleri de câriyelerini tasarrufta 
aynı haklara mâliktiler. Dolayısıyla câriyelerini hizmetlerinde kullanırlar, 
odalık edinirler ve nihayet, arzu ettikleri zaman da satarlardı. Bir zamanlar 
at, eşya vs. nasıl hediye edilir idiyse, câriye de küçükten büyüğe, akrandan 
akrana öylece hediye edilirdi. Özellikle, kim mevki-makam sahibi birinin 
sevgisini kazanmak isterse ona hobi ve sevdiği meşgalelerinden birine âşinâ bir 
câriye hediye ederdi. Meselâ o zât, güzellikten hoşlanıyorsa ona endâmı güzel 
bir câriye, şarkı-türküden hoşlanıyorsa güzel bir muğanniye (şarkıcı, müzisyen) 
takdim olunurdu. Hatta bazen o kimselere her biri birer farklı sanatta mâhir 
farklı câriyeler hediye edilirdi. Bazı kere, o gibi câriyeler bir müddet sonra 
efendilerinden çocuk doğurarak içinde bulundukları konakların vâlide ve 
sahibeliğini aldıkları olurdu. Abbâsi halifelerinin ve Osmanlı Padişahların 
hemen hepsinin anneleri de bu şekilde "vâlide sultan" olan câriyelerdi. 
Câriye kullanmak, İslâmiyet'le 
başlamış bir durum değildir. Daha önceleri İran ve Yunan hükümdarlarının 
câriyeleri vardı ve bu hükümdarlar birbirlerine câriye hediye ederlerdi. Hatta 
eski İran krallarından birinin sarayında bulunan câriyelerin miktarı altı bine 
ulaşmıştı. Abbâsi halifelerinden bazılarında biner câriye mevcuttu. 
Câriyeler, esir tâcirleri 
tarafından Türk, Hint, Gürcü, Hata, Ermenistan, Rum, Berber, Nobe, Sudan ve 
Habeş'ten, çoğunlukla küçük yaşta getirilerek yeteneklerine uygun bir sûrette 
terbiye edilirlerdi. Bunlardan süt analar, dadılar, maşitalar, odalıklar, 
hânendeler (şarkıcılar), sâzendeler (çalgıcılar), hatta allâmeler (bilginler) 
yetişmiştir. Bir zamanlar câriyelerin eğitim ve öğretimi, çok kazançlı bir işti. 
Bu yolla para kazanmak isteyen kimse esir pazarına gider, zekâ ve yetenekli bir 
câriye satın alırdı. Câriyeye şiir ve edebiyat, şarkı ve çalgı, Kur'an okumak ve 
ev idaresi gibi şeylerden birisini öğrettikten sonra aldığı fiyatın birkaç 
misliyle satardı. Câriyelere rağbet artınca, zengin ve makam sahiplerinin 
konaklarında câriyelerin sayısı çoğaldığı gibi, onları süslü ve güzel giydirmek 
için de her türlü tezyînât ve isrâfa mürâcaat edilirdi. 
Câriyelerin nüfuz ve tesiri de 
önemlidir. Güzelliklerini silâh gibi kullanmasını bilenler vezirleri ve 
sultanları bile etkilemişlerdi. Hükümdarların içinde câriyeler uğrunda akıl ve 
izanlarını kaçıranlar bile olmuştur. Emevî hükümdarı Yezit İbn Abdülmelik'in 
mâşukası Hubâbe, sultanı çılgın, saltanat işlerine bakamaz hale getirmiştir. 
Zâtulhal adıyla bilinen bir câriye de Abbâsi hükümdarlarından Reşid'i kendine 
âdeta esir etmişti. Bunlardan başka birçok halife ve emir, saltanat ve idare 
işlerini bırakarak düşkün oldukları câriyelerle vakit geçirmişlerdi. Hânende ve 
sâzendeler (şarkıcı ve çalgıcı sanatçı câriyeler), diğer câriyelerden daha fazla 
halife ve sultanlara etki ederlerdi. İşte bunların bu nüfuz ve etkilerinden 
istifadeyle en önemli hafiyelik (ajanlık) işleri veya rütbe ve makam elde etme 
için câriyeler kullanılırdı. Abbâsi halifelerinden Me'mun, bir adamın durumunu 
anlamak istediği zaman hafiyelik etmek üzere o adama güzel bir câriye hediye 
ederdi.[1] 
 
Câriyelik: Kadın köle anlamında câriye, köleliğin 
içinde incelenecek bir durum olmakla birlikte müslümanların tarihindeki ilginç 
uygulamalar, konuyu daha farklı boyutlara itmiştir. Tarihî süreçte yaşananları, 
Osmanlılardaki durumunu daha sonra aktarmak üzere, öncelikle İslâm'ın mevcut 
câriyeliğe karşı tutumunu değerlendirelim: 
İslâm, câriyelerin özgür 
kadınlar konumuna getirilmesini istemiş, ancak bunu yaparken gerek toplumun 
câriyelere bakışı, gerekse câriyelerin kendi durumlarını iyileştirme bilincine 
sahip olmaları noktasında tedrîcîliği elden bırakmamıştır. Köleliğin tedrîcî bir 
yöntemle kaldırılması konusunda ifâde ettiğimiz tüm hususlar, burada da 
geçerlidir. İslâm, câriyeleri öncelikle farklı statüleri itibarıyla sosyal bir 
vâkıa olarak kabul etmiş ve özgür kadınlarla bir tutmamıştır (4/Nisâ, 3, 14). 
Zira mevcut sorunlar, yok sayılarak çözümlenemez. Ancak, bu kısmî farklılığın 
kabul edilişine rağmen câriyeler, dışlanmak yerine topluma kazandırılmaya 
çalışılmıştır. 
Arap toplumunda hor görülen ve 
fuhşa zorlanan câriyeler konusunda Allah, 
?Dünya hayatının geçici 
menfaatlerini elde edeceksiniz diye, nâmuslu kalmak isteyen câriyelerinizi fuhşa 
zorlamayın. Kim onları zor altında bırakırsa, bilinmelidir ki zorlanmalarından 
sonra Allah (onlar için) çok bağışlayıcı ve merhametlidir.? (24/Nûr, 33). 
 
Aşağıda vereceğimiz iki âyet de 
câriyenin konumunu iyileştirme konusunda oldukça önemlidir: 
?İman edinceye kadar 
müşrik/putperest kadınlarla evlenmeyin. İman etmiş bir câriye, beğenseniz bile 
müşrik/putperest bir kadından kesinlikle daha hayırlıdır/iyidir. İman edinceye 
kadar müşrik/putperest erkekleri de evlendirmeyin. Mü'min bir köle, beğenseniz 
bile müşrik bir kişiden kesinlikle daha hayırlıdır/iyidir...? (2/Bakara, 
221) 
?İçinizden, imanlı hür 
kadınlarla evlenmeye gücü yetmeyen kimse, ellerinizin altında bulunan imanlı 
genç kızlarınız (sayılan) câriyelerinizden alsın. Allah sizin imanınızı daha iyi 
bilmektedir. Hep aynı köktensiniz (insanlık bakımından aranızda fark yoktur). 
Öyle ise iffetli yaşamaları, zinâ etmemeleri ve gizli dost da tutmamaları 
şartıyla, sahiplerinin izni ile onları (câriyeleri) nikâhlayın alın, mehirlerini 
de normal miktarda verin. Evlendikten sonra bir fuhuş yaparlarsa onlara, hür 
kadınların cezâsının yarısı (uygulanır). Bu (câriye ile evlenme izni), içinizden 
günaha düşmekten korkanlar içindir. Sabretmeniz ise sizin için daha hayırlıdır. 
Allah çok bağışlayıcı ve merhamet edicidir.? (4/Nisâ, 25; ayrıca bkz. 
24/Nûr, 32) âyetleri câriyelerle evlenmeyi öngörmekle onların şerefini 
yüceltmeye ve özgür kadınlar statüsüne çıkarmaya yöneliktir. Aynı zamanda 
câriyelerin yetişme şartları, ahlâk anlayışları, psikolojileri gözetildiğinde 
toplumsal normlara intibakları zor olduğundan hareketle evlendikten sonra fuhuş 
yapma durumunda özgür kadınlara uygulanan cezanın yarısının uygulanmasına 
hükmedilmiştir. 
Mevcut olanın dışında hür 
kadınların câriye edinilmesi konusunu tarihteki uygulamaların yanlışlığını kabul 
ederek esirin köle olmadığı çerçevesinde değerlendirebiliriz. Bu görüşe karşı 
delil olarak getirilen âyet meâli şöyledir: ?Ey Peygamber! Mehirlerini 
verdiğin hanımlarını, Allah'ın sana ganîmet olarak verdiği ve elinin altında 
bulunan câriyeleri... sana helâl kıldık.? (33/Ahzâb, 50). Âyetteki ?Allah'ın 
sana ganîmet olarak verdiği? ifâdesinden, hür olan kadınların câriye haline 
getirildiği anlamı çıkarılmıştır. Ancak, Rasûlullah'ın sünnetini gözönünde 
bulundurarak bu ganîmet olarak verilen câriyelerin, savaşta alınan esirlerin 
köleleri/câriyeleri olabileceğini düşünmemize herhangi bir engel yoktur ve bir 
bütün olarak Kur'an mantığı, köle ve esirlerle ilgili hükümlere baktığımızda 
ikinci anlayışın daha uygun olduğunu söyleyebiliriz. 
Rasûlullah'ın vefat ettiğinde 
hiçbir kölesinin bulunmayışı, Benî Müstalik Gazvesinde esir kadınları câriye 
yapmak yerine, içlerinden biri ile evlenmesi ve bu yolla tüm esirlerin sahâbe 
tarafından serbest bırakılması, İslâm'ın harem uygulamaları için müsâit bir din 
olmadığını göstermektedir. Rasûl'ün şu hadisi de bu görüşü destekler 
niteliktedir: ?...Câriyesi olan bir kimse, o câriyeyi besler, gıdasına iyi 
bakar; sonra onu terbiye eder ve terbiyesini güzelce yapar da sonra âzâd ederek 
kendisi ile evlenirse ona iki ecir vardır." (Müslim, İman 241 -154-; Buhârî, 
İlim, Itk, Cihâd; Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce, Nikâh) 
Kur'ân-ı Kerim'de câriye, 
"bilek gücüyle elde edilen kadın" şeklinde tarif edilmiştir. Yalnız, Kur'ân-ı 
Kerim, "bilek gücü"nü kullanmayı sadece Allah yolunda savaşla sınırladığı için, 
Kur'an'ın tarifine göre câriye, "Allah yolunda savaşta yakalanan ve 
müslümanların eline geçen kadındır." "Size anneleriniz... evli kadınlar haram 
kılındı, bundan sağ ellerinizin sahip olduğu (bilek gücüyle elde ettiğiniz 
kadınlar) müstesnâdır." (4/Nisâ, 23-24). "Milk-i yemîn", yani bilek gücüyle 
elde edilen kadın anlamında bu ifade Kur'an'da 15 yerde geçer: 4/Nisâ, 3, 24, 
25, 36; 16/Nahl, 71; 23/Mü'minûn, 6; 24/Nûr, 31, 33, 58; 30/Rûm, 28; 33/Ahzâb, 
50, 50, 52, 55; 70/Meâric, 30. Arapçada sağ el; kudret, galebe, kahır, bilek 
gücü mânâlarında kullanılmaktadır. Bu âyetler, câriyenin yukarıda zikredilen 
tarifi lehinde yeterli bir delildir. 
 
 
 
 
 
 
 
 [1] 
 M. Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, c. 1, s. 259 




 e-posta adresimize mail atabilirsiniz.
 e-posta adresimize mail atabilirsiniz.