Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular
?Dünya Hayatı, Dünya Malı ve Varlığı Sizi Aldatmasın!?.
Yeni Sayfa 1 
 
 ?Dünya Hayatı, Dünya Malı ve Varlığı Sizi 
Aldatmasın!? 
 
 
 
?Sahip olma? duygusunun tutkuya dönüşmesine 
?hırs? denir. İnsanoğlunun temel zaaflarından biri olan bu duygu terbiye 
edilmediği zaman, insanın gözünü, gönlünü ve zihnini bürüyerek onu esir eder. 
Onun, aşkınla olan, öteyle olan bağlarını birer birer koparır. Para, mal, makam, 
şöhret gibi her tür dünyalık onun duygu ve düşünce, basar ve basiretini dünyaya 
bağlayarak boynunda tasmaya, bileğinde kelepçeye, ayağında prangaya dönüşür. O, 
artık ?dünyevîleşmiş? bir tiptir. 
 
Dünyevîleşmiş tip, hiçbir dünyalığa sahip 
olamaz. Çünkü tüm dünyalıklar ona çoktan sahip olmuştur. Eşyanın emrine 
verildiği insan, eşyanın emrine girmiştir. Dünyanın efendisi olan insan, 
dünyanın kulu haline gelmiştir. Bu ise, insanın insanlığına karşı yapılabilecek 
en büyük hakarettir. İnsanın eşyaya kul olması, kula kul olmasından daha vahim 
bir sapmadır. İşte bu noktada "İslâm" insanı kendi zaaflarından korumak için 
devreye girmektedir. 
 
Din'in gayesi, insanın ?insanlığı?nı 
muhâfazadır. İnsanın insanlığı ise, biyolojik varlığından çok rûhî varlığıyla 
kaimdir. Dolayısıyla din, insanın geçici yanından çok; kalıcı boyutunu öne 
çıkarır. Söz konusu boyut, metafizik anlamda, insanın hem mâzisi, hem ebedî 
istikbalidir. İlâhî öğretide beden, bu muhteşem mâziyi muhteşem bir istikbale 
taşıyan bir binektir. Bedenle ilgili olan her şey ise ?dünya? olarak 
adlandırılır. Din'in amacı, dünyanın, insanla ebedî istikbali arasındaki bağları 
koparmasına engel olmak, eğer bu bağlar kopmuşsa onları yeniden bağlamaktır. 
Din, dünya ile âhiret arasındaki atılan köprüleri yeniden imar eder. 
Peygamberler ise, insana ebedî istikbalini hatırlatan uyarıcılardır. 
 
Dünyevî belâların çoğu, uhrevî cezaların tümü, 
dünya-âhiret dengesini kuramamak, dünyayı âhiret için yaşayamamak ve dünya 
hayatını gaye edinmekten kaynaklanır. Ancak gerçek iman ve sâlih amel, insanı 
dünya hayatının aldatmasından koruyabilir. Âhireti tercih eden, dünyayı 
kaybetmez. Çünkü insana verilen hilâfet görevi, yeryüzünü imar edip 
nimetlerinden yararlanmayı gerektirir. Sadece dünya hayatını isteyenler, haram, 
zulüm ve sömürü düzenleriyle insanlığı doğru yoldan çıkarttıkları gibi, 
müslümanları da dünyaya uydurmak isterler. Halbuki, âhiretten kopuk bir dünya 
oyun ve eğlenceden ibarettir. Bir müslüman içinse dünya, İslâm'ı yaşamak, 
İslâm'ı hâkim kılma mücadelesi vermek (cihad), Allah yolunda hizmet ve meşrû 
şekilde çalışmak (ibâdet) içindir. 
 
Allah, merhametini göstererek ikaz etmekte, 
dünyanın aldatıcılığını hatırlatmaktadır: ?Ey insanlar! Rabbinize karşı 
gelmekten sakının. Babanın evlâdı, evlâdın da babası nâmına bir şey 
ödeyemeyeceği günden çekinin. Bilin ki, Allah'ın verdiği söz gerçektir. Sakın 
dünya hayatı sizi aldatmasın ve şeytan, Allah'ın affına güvendirerek sizi 
kandırmasın.? (31/Lokman, 33) 
 
?Dünya?ya, ister ?yakın hayat', ?âhiretin 
önündeki hayat' diyelim; isterse ?ednâ' kökünden alarak ?en âdi, en değersiz, en 
iğreti en basit hayat' diyelim; o insana ait istekler, arzular, şehvetler, uzun 
emeller ve bitip tükenmek bilmeyen hayaller olduğuna göre, gönül ile Allah 
sevgisi ve O'na itaat arasına perde olan her şey ?dünya? sayılabilir. Akıllı 
insan, Allah sevgisi ile gönlü arasına girerek perde ve engel olabilecek bu 
imtihan dünyasına dikkat etmeli, aldanmamalı; onu kulluk bilinciyle 
değerlendirmelidir. Esas hayat, sonsuz hayat, en hayırlı hayat; sonraki 
hayatımız, yani âhirettir. Dünyada ekilenin orada biçileceğine göre, bu dünya 
hayatını âhiret bilinciyle yaşamalı, dünyadaki görevlerimizi yaparak, orası için 
hazırlanmalıyız. 
 
?Zaman sana uymazsa, sen zamana uy? sözü gibi, 
?...Hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya çalış!? sözü de Kur'an ve sünnetin dünya 
konusundaki değerlendirme ve tavsiyelerine terstir; bunlar bazen hadis diye 
takdim edilmektedir, Kütüb-i Sitte'de böyle bir hadis rivâyeti yoktur. Bazı 
insanlar da ?Allah, nimetlerini kulu üzerinde görmekten hoşlanır? 
şeklindeki hadis rivâyetini, kendilerini gurur ve kibire, lüks ve isrâfa 
yönelten haramları nimet diye takdim ederek, farkında olmadan da olsa, 
davranışlarıyla Allah'a ve Rasûlüne iftira atma gibi büyük bir yanlışa 
düşebilmektedir. Bu hadisle cimrilik, malı gerektiği şekilde kullanmama, sadece 
biriktirmekten hoşlanma kınanmış olmakla birlikte; nimeti Allah yolunda ve meşrû 
bir şekilde kullanmak tavsiye edilmiştir. Ama unutulmak istenen ?nimet? 
tanımıdır. Esas nimet; İslâm'dır, takvâdır, yardımlaşmadır, kötü değil; iyi 
örnek olmadır. Allah, her şeyden önce bu nimetleri kulu üzerinde görmek 
ister. 
 
Dünya bir aynadır. Aynanın rengi, büyüklüğü, 
çukur ve tümsekliğine, arkasındaki sırların dökülüp dökülmediğine göre şekil 
aldığı/yansıdığı, görüntüleri farklılaştırdığı görülür. Bir şeyin önemi, 
fazileti veya fenalığı, başka bir şeyle mukayese yapılarak anlaşılır. Dünya 
konusundaki değersizlik, kendi başına ifade edilirse yanlış olur. Dünya, 
Allah'ın imtihan alanı olarak yarattığı ve nice muhteşem sanatlarını sergilediği 
bir alan olduğu gibi; insanın da halifesi olduğu, sınav yeri olan, helâl 
nimetlerinden istifade edileceği, imar ederek gelişme ve kalkınmalarda 
bulunulacağı bir yerdir. Dolayısıyla kötü ve değersiz değildir. Ama âhiretle 
karşılaştırıldığında durum değişir. Âhiret devamlı ve dünyadaki eksik ve 
olumsuzlukların olmayacağı sonsuz bir mutluluk yeri olduğundan, âhirete göre 
dünya önemsizdir. Dünyayı değerlendirmede âhiret inancı temel ölçüdür. O yüzden 
âhirete inanmayanlar, onu başka bir şeyle karşılaştırma imkânından mahrum 
oldukları için veya yoklukla (ölüm, onlar için yok olmaktır) 
karşılaştırdıklarında câzip gelmekte ve dünyayı yalancı cennet gibi kabul 
etmektedirler. 
 
Dünyanın zemmi, başlı başına bir hayır değildir. 
Her konuda olduğu gibi dünya konusunda da ölçü: ?Allah için sevmek, Allah için 
buğzetmek?tir. Eline geçmediği, sahip olamadığı için dünyayı kötüleyip tahkir 
eden kişi, erişemediği ciğere ?pis? diyen kedi gibidir. Aslında eleştirisi, 
sevgisinden ileri gelmektedir. Yine, dünya, eline geçtiği halde, zaman akıp 
gidiyor, zamanla birlikte sahip olduğu dünyalıklar da azalıyor, eriyor diye 
teselli bulmak için kızdığından dünyayı kötülemek, dünyaya bağlılıktan 
kaynaklanmaktadır. Makbul olan tahkir, Allah için, Allah sevgisinden, âhiret 
sevgisinden ileri gelendir. İnsanın, Allah'ın mağfiretine, muhabbet ve ibâdetine 
engel olduğu için, dünyanın zarûrî işlerinin, kendisini uhrevî güzelliklerden 
alıkoyduğu için veya cennetin güzelliklerine nisbetle dünyayı basit görmek, 
makbul olan bakıştır. Nasıl ki, Hz. Yusuf'la güzel/yakışıklı bir adam 
karşılaştırılsa, çirkin göründüğü gibi, dünyanın kıymet verilen güzellikleri de 
cennetin güzellikleriyle mukayese edildiğinde ?hiç? hükmündedir. 
 
Dün, en sevdiğimiz gıdaları yemiş, eğlenmiş, 
günümüzü zevkle geçirmiş olsaydık, bugüne kalan hiçbir şey olmayacaktı, gafletle 
geçirilen, dolayısıyla kaybedilen zamandan başka. Hele o zevk ve eğlenmelerde 
ölçüye dikkat etmediysek, bugüne ve yarına kalacak olan sadece günah yükü 
olacaktı. Yok, dünü zorluk ve sıkıntılarla geçirmiş isek de bugün için pek bir 
şey değişmeyecek, hatta bu gün daha az sıkıntı içinde isek, dünle 
karşılaştırdığımızda bu, mutluluk sebebi olacaktı. Ve eğer o sıkıntılar Allah 
için idiyse ve sabrettiysek, bugüne ve yarınlara taşınacak kalan şey, sevaplar 
olacaktı. Hayat, dünler, bugünler ve yarınlardan ibaret olduğuna göre; dün 
geçmiştir, yok hükmündedir. Yarın yaşayacağımız meçhuldür, bugünü değerlendirmek 
ve âhirete azık hazırlamak en akıllı yol olsa gerek. Hayat oyun ve eğelenceden 
ibaret. Hayat oyunu bitmek üzere, göz perdelerimizin kapanmasına kim bilir, 
belki fazla bir vakit kalmadı. Zevkler, sanal; hayat ise bir oyun, masal, rüya. 
Bir varmış bir yokmuş. 
 
İnsanın dünyevî olarak zarûrî ihtiyacı, 
beslenme/gıda, giyinme/tesettür ve ev/barınmadan ibaret olduğu ve bu 
gereksinmelerini israfa ve lükse kaçmadan helâl yoldan temin etmesi, kalan 
birikimlerini infak etmesi gerektiği halde, tüketim toplumunun bir ferdi olarak 
insan, günümüzde ihtiyaç labirentinde yolunu şaşırmaktadır. Alınır, tüketilir, 
tekrar alınır, alınır... Ömür biter, alınacaklar ve ihtiyaçlar(!) bitmez. Kimi 
savunmacı ve uzlaşmacı insanlar öyle derler: ?Batılıların sadece tekniği 
alınmalı, ahlâk ve kültürü alınmamalıdır.? Düşünülmez ki, teknik ve teknolojik 
aygıtlar, dünya görüşü ve yaşama biçimiyle birlikte gelir. Zaten bunlar, belirli 
bir kültürün ürünüdür ve o arkaplandan koparılamaz. Sözgelimi, ?buzdolabı?, 
kültürüyle birlikte gelmiştir. Eskiden, artan yemekler, ertesi güne 
saklanamayacağından bir komşuya ve özellikle fakirlere verilirdi. İnsanlar, 
evlerine gıda depola(ya)mazlardı. Buzdolabı, ?verme?yi unutturan ?egoist? 
kültürüyle, kullananlara sadece kendini düşündüren yaşama biçimiyle geldi. 
Çamaşır makinesi alınca ister istemez deterjan, yumuşatıcı, kireç sökücü gibi 
yan ürünlere de abone olacaksınız. Çamaşır için fakir komşuyu yardıma çağırıp 
onun da bu bahaneyle geçimine katkıda bulunma gibi düşünceler, makine alır 
almaz, artık aklınızın ucundan bile geçmeyecek. Örnekleri çoğaltabiliriz. Tv, 
radyo, kasetçalar, bilgisayar, kendileriyle birlikte hangi kültür, oyun, anlayış 
ve ahlâkı da kaçınılmaz olarak getiriyor, düşünmek yetecektir. 
 
İnsanımız artık aklıyla değil; bin bir çeşit göz 
alıcı illüzyonlarla tahrik edilen ?doymak bilmeyen gözleriyle? düşünüyor, daha 
doğrusu düşündüğünü zannediyor. Çarşılar, pazarlar, marketler, vitrinler de 
insanın bu midesi olmayan gözlerine nasıl hitap ediyor? Başkalarına (kendinden 
maddî yönden öndekilere) bakıyor bu gözüyle düşünen insan ve mukayese ediyor: 
?Onda var, bende niye yok?? ve daha çok harcamak için daha çok çalışması, 
çalışması, çalışması gerektiğini görüyor. Sonra bakıyor ki, çalışarak kazanılan 
para ?ihtiyaç? maskesini takmış ?gereksiz? veya ?olmasa da olur?lara yetmiyor, 
çalışmadan para kazanmanın yollarını arıyor. Herkes bir başkasını kandıracak 
yollar aramaya başlıyor. Kumarın binbir çeşidi, sahtekârlığın hiç akla 
gelmeyecek şekli, insanları en yakınlarına bile itimat edemeyen, yardım 
edemeyen, borç veremeyen duruma getiriyor. ?Haram? mı, ?ayıp? mı? O da ne demek? 
Güldürmeyin insanı! Hangi devirde, hangi kültürde yaşıyoruz? 
 
Tüketim hastalığının mikrobu, moda, âdet, ?ele 
güne karşı?, ?iyi ama, herkeste var? ambalajlarıyla öyle çabuk bulaşıyor ki, 
kimini cebinden, kimini yüreğinden yaralıyor, hatta öldürüyor. Kendi değerini, 
eşyasının ve elbisesinin değeriyle ölçen insanlar, eşyasını ve giysisini teşhir 
ediyor; sözgelimi oturma odalarına, en dikkat çeken karşı duvara konulan vitrin, 
belki hayat boyu hiç kullanılmayan ve sadece göze hitap eden mutfak eşyalarının 
fuarı rolünü üstleniyor. Arabada motor olmasa da önemli değil; kaporta fiyakalı 
olsun yeter; insan, dış görünüşe, vitrine, makyaja değer vermeden çağdaş 
olabilir mi, ne dersiniz? Anadolu evlerinin çoğunda yer sofrasında yemek 
yenildiği halde, odanın biri veya büyükse salonun yarısı, süs ve gösteriş olsun 
diye yemek odası olarak düzenlenmiştir. Koltuklar da, evdeki hayatı daha rahat 
kılmak için değil; zorlaştırmak içindir. O halılar ve koltuklara şu kadar para 
verilmiştir, çoluk çocuk rahatça oturup keyfini çıkaramaz; annenin gözü 
oradadır, ya kirletirlerse... 
 
En fakirimizin evindeki eşyalara verilen 
parayla, sahâbe belki hayat boyu, hem de huzur ve şükür dolu şekilde yaşardı. 
Herkeste benzeri şeyler olduğundan, modanın temel felsefesi olan farklı ve özel 
görünme tutkusunun sanallığını, eşyaya daha çok sahip olmada başkalarına 
ulaşılmaz fark atma imkânsızlığının ıstırabını yaşıyor. Kullan at; al, yine al; 
yarışın sonu gelmiyor, ihtiyaçlar(!) tükenmiyor; âhirete yatırım yapamadan insan 
ölüp gidiyor. 
 
Sadece moda için dökülen parayla neler yapılmaz? 
Hangi müslüman hanımın evindeki gardrobda boş yer vardır, buna rağmen alma 
isteği azalıyor mu dersiniz? Çeyizler, düğün ve evlilik için gerekli gereksiz 
masraflar... Kimileri için olmazsa olmaz ihtiyaç olan sigaraya yatırılan para, 
meselâ kitaba yatırılsa, vücudu zehirlemektense kafayı ve gönlü güçlendirse bu 
para, neler olur dersiniz? Eşya, para kötü bir şeydir demiyoruz. Eşyanın, 
maddenin, paranın insanı yöneten efendi olmasına, bunların insan için değil; 
insanın bunlar için yaşıyor, bunlar için çalışıyor olmasına sözümüz. Onlar 
hâkim, insan mahkûm ve hizmetçi. Oyuncak, insanla oynuyor. Mal, insanı, insanî 
değerleri yutuyor. Dünyevîleşme çarkı, insanımızı değirmen gibi öğütüyor. 
Düşünmeyi, okumayı, ibadeti... engelleyen tv. başta olmak üzere medya ve 
reklâmlar... Taksitleri, ay sonunu düşünen insan, dünyada varoluş gayesini 
düşünemiyor. 
 
Her konu paraya çıkıyor; söz, ufak bir tur 
attıktan sonra para durağında düğümleniyor; gönül plağı parada parazit yapıp 
takılı kalıyor. Lüks hayat, daha rahat yaşam, dipsiz bir kuyu, bir girdap, 
tatminsizlik cehennemi, bitmeyen, ama insanı bitiren sonsuz yarış. Yiyen ama 
doymayan insan, kendine/nefsine/hevâsına kul/köle. Para para diye paralanan 
insan, şükrü unutmuş, sabrı lügatından silmiş, şikâyetin ise binbir çeşidini 
tekrarlamakta. ?Alma tutkusu?, ?verme zevki?ni katletmiş. Hırs ve tamahın sonu 
yok. ?İnsanoğlunun iki vâdi dolusu altını olsa, üçüncüsünü ister? kutlu 
sözü ibret levhası olmaktan çıkmış. Sahâbe birbirleriyle hayırda yarışıyordu; 
şimdiki insan ise fâni eşyada yarışıyor. Akıl, midelerin hizmetçisi; gönül, 
vicdan ve fıtratın sesi çıkmıyor; demek ki duyguların esiri olarak hapis hayatı 
yaşıyor bunlar. 
 
Dünkü lezzet veya acı, bugün yok hükmünde. 
Akıllı, bazı istek ve zevklerini ertelemesini bilen, az önemli ile çok önemliyi 
ayırt edebilen insandır. İnsan, en çok 60-70 yaşında hükmü infaz edilecek 
müebbet hapisteki bir idam mahkûmu gibi gününü bekliyor. Ölüm olmasa, belki bazı 
zevklerin kıymeti olabilir; ama ölüm var, ruh ve ego ise sonsuzluk ve yarınlarda 
mutluluk istiyor. Bir çelişki doğuyor. Temel çatışma denilen bu durumdan 
kurtulmak için insan, sonunu, yani ölümü hatırlamak istemeyip unutmaya çalışmak 
için eğlenceye, içki ve uyuşturucuya, futbol-müzik-tv. seyretmek gibi avutucuya 
yöneliyor; bu temel çatışmadan ölümü yok sayarak kurtulmaya çalışıyor. İslâm 
insanı ise, bilir ki, ölüm yokluk değil; daha güzel, daha hayırlı ve ebedî bir 
âleme açılan kapıdır. Dolayısıyla böyle bir çatışma, gerçek müslüman için 
sözkonusu değildir. 
 
?Ey iman edenler! Sizi acı bir azaptan 
kurtaracak ticareti size göstereyim mi? Allah'a ve Rasûlü'ne iman eder, 
mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihad edersiniz. Eğer bilirseniz, bu 
sizin için daha hayırlıdır. İşte bu takdirde O, sizin günahlarınızı bağışlar, 
sizi zemininden ırmaklar akan cennetlere, Adn cennetlerindeki güzel meskenlere 
koyar. İşte en büyük kurtuluş budur. Seveceğiniz başka bir şey daha var: 
Allah'tan yardım ve yakın bir fetih. Mü'minleri (bunlarla) müjdele.? 
(61/Saff, 10-13). İki yol var: Biri dünyevîleşme, dünyayı âhirete tercih; 
ikincisi ise dünyayı ebedî hayatın kapısı yapmak. Bugün yol ayrımındayız: Ya 
nefsimiz, veya Rabbımız. Ya geçici menfaat, veya dâvâ. Ya fâni olan, ya bâki 
olan. Tercih bize kalmış. Tercihini Allah'tan yana yapanlara selâm olsun! 
 
 




 e-posta adresimize mail atabilirsiniz.
 e-posta adresimize mail atabilirsiniz.