Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular

Münafıkların Vasıfları

Münafıkların Vasıfları


Münafıkların Vasıfları:



İslâm toplumunu felç eden ve
mü'minlerin amansız düşmanı olan münafıkların vasıfları iyi bilinmelidir. Nifak
hareketi; Medine'de, İslâm devleti kurulduktan sonra başlamıştır. İslâm'ın Mekke
döneminde münafık yoktur. Zira o dönemde; Resûl-i Ekrem (sav)'in tebliğini
"işittik ve iman ettik" diyerek kabul edenleri, büyük tehlikeler bekliyordu.
Müşrik rejimin ileri gelenleri, işkence ve zulümle, İslâm'ı durdurmayı
planlamışlardı. Medine'de İslâm devleti kurulunca, güç dengeleri değişti.
Hicret'ten önce "Yesrib" diye anılan beldede Evs ve Hazreç kabileleri vardı.
Ayrıca bir kısım yahudiler ikamet ediyordu. Hazreç kabilesi; hem nüfûs, hem
maddi güç olarak Evs kabilesinden daha kuvvetliydi. Hz. Peygamber (sav)
Mekke'den Yesrib'e (Medine'ye) hicret etmesinden az önce; Hazreçliler ve
Evsliler, Hazreç'in lideri olan Abdullah İbn-i Übey İbn Selûl'e taç giydirip onu
kral yapma hazırlığı içindeydiler.[1]
Hz. Peygamber (sav) hicret ettikten sonra; Hazreç ve Evs kabilesine mensup
müslümanlar, daha önceki kararlarını değiştirdiler. Hiç kimse Abdullah İbn-i
Übey İbn Selûl'e yüz vermiyordu. Ancak çevresinde belli bir topluluk vardı.
Abdullah İbn-i Übey İbn Selûl; Bedir savaşına kadar bekledi... Bedir'den sonra
müslümanların iyice güçlendiğini görünce, müslüman oldu... Fakat kalbinde
Rasûl-i Ekrem (sav)'e ve İslâm'a karşı belli bir kin vardı. Zira Hz. Peygamber
(sav)'e kendisinin krallığını elinden almış gözüyle bakıyor ve fırsat
kolluyordu. Kendisi önemli bir kişi olduğu için, onun hareketleri, zaman zaman
müslümanlar için tehlikeli durumlar arzetmiştir. Münafıkların büyük bir kısmı,
onun emri altında ve çizdiği planlarla hareket ediyorlardı. Bu girişten sonra;
nifak ve münafık kavramlarını izaha gayret edelim.

Nifak kelimesi Ne-Fe-Ka fül kökünden
gelir. Bu fiilin çeşitli
anlamları vardır. İbn-i Side'nin beyanına göre nifak; bir vecihten İslâm'a
girip, bir vecihten çıkmaktır. Bu kelime "nâfikaaû'l yerbû" (ova sıçanının
deliği) tabirinden alınmıştır. Bazıları "nefak"dan alındığını söylemişlerdir.
Nifak; yer altında bulunan ve bir ucundan girilip, diğer ucundan çıkılan işlek
yol (tünel) mânâsına gelir.[2]
Böyle bir tünelin sahibi; onun içerisinde nasıl gizlenirse, münafık da İslâm'ın
perdesi altında öylece gizlenir. İslâmî ıstılâhta: "Diliyle iman izhar eden,
buna mukabil kalbinde küfrü sabit olan kimseye münafık denilir."[3]
şeklinde tarif edilmiştir. Dolayısıyla kalbi tasdik bulunmadığı için, itikaden
kâfir hükmündedir. Nitekim Kur'ân-ı Kerîm'de: "insanlardan mü'min olmadıkları
halde, `Allah'a ve ahiret gününe iman ettik' diyenler vardır." (Bakara: 2/8)
hükmü beyan buyurulmuştur. Müfessirler, bu âyetin münafıkların nitelikleri
hakkında olduğunda ittifak etmişlerdir.[4]
Kalbinde nifak hastalığını taşıyan kimseler (münafıklar); tıpkı köstebekler
gibi, yeraltı faaliyetlerinde bulunmayı meslek edinmişlerdir. İslâm ûleması
"Aslî kâfirin küfrü mü, yoksa münafıkın küfrü mü daha çirkindir?" sualine cevap
verirken farklı noktalar üzerinde durmuşlardır.

İmam Fahrüddin-i Razi: "Bir kısmı,
aslî kâfirin küfrünün daha çirkin olduğunu söylemişlerdir. Çünkü onlara göre;
kâfir olan kimse kalben cahil, lisanen de yalancıdır. Münafık ise, kalben cahil,
lisanen ise sadıktır. Diğerleri ise, `Münafık da lisanen yalancıdır'
demişlerdir. Çünkü, münafık o inanç üzere olmadığı halde imanı olduğunu
söylemiştir. İşte bu sebepten ötürü Kur'ân-ı Kerîm'de: `Allah şehâdet eder
ki, münafıklar muhakkak yalancıdırlar.' (Münafıkûn: 63/l) buyurulmuştur.
Sonra münafık kâfire nisbetle, çirkin bazı şeylerle de muttasıftır.

a)
O, insanların düşüncelerini karıştırmaya yeltenmişken, kâfir buna yönelmiştir.

b)
Kâfir kendisinin yalan söylemesine râzı olmamış, bundan kaçınmış ve sadece
doğruyu söylemeye razı olmuşken, münafık ise yalan söylemeyi tercih etmiştir.

c)
Münafık; aslî kafirin aksine, küfrüne bir de alay etmeyi ilave etmiştir.
Küfrünün fazla olmasından dolayı Cenabı Hak: `Muhakkak ki münafıklar, ateşin
en alt tabakasındadırlar.' (Nisa sûresi: 4/l45) buyurmuştur.

d)
Kâfir, erkeklik tabiatı üzerindedir.

e)
Mücahid; `Cenab-ı Hakk'ın dört âyette mü'minleri zikrettiğini, sonra iki âyetle
kâfirlerden bahsettiğini, üçüncü olarak da on üç âyetle münafıklardan
sözettiğini; bunun ise münafıkların suçlarının daha büyük olduğuna delâlet
ettiğini' söylemiştir. Bu, uzak bir görüştür. Çünkü münafıkların haberlerinin
çok anlatılması, onların günahlarının büyük olmasını gerektirmez. Eğer bunların
suçları büyükse, bu başka sebeplerden dolayıdır. Bu da onların (münafıkların)
küfürlerine başkalarını aldatmak, alay etmek ve buna mümasil başka gailelerin
peşinde koşmak gibi günahları eklemeleridir. Buna şu şekilde cevap vermek de
mümkündür: `Onların (münafıkların) haberlerinin çokça anlatılması, bunların
şerlerini savuşturmaya verilen ehemmiyetin, kâfirlerin şerlerini savuşturmaya
gösterilen çabadan daha fazla olduğuna delalet eder. İşte bu onların
günahlarının, kâfirlerinkinden daha büyük olduğuna delâlet eder."[5]
diyerek, önemli incelikleri gündeme getirmiştir.

Şimdi münafıkların bazı vasıflarını;
kat'i nassları esas alarak izaha gayret edelim.

1.
Münafıklar; hem korkaktırlar, hem yalancıdırlar:

"Hakikat onlar (münafıklar) sizden
olduklarına dair Allah'a yemin de ederler. Halbuki onlar sizden değildir. Fakat
onlar öyle bir kavmdir ki, daima korkarlar."
(Tevbe: 9/56)

"Münafıklar, kalplerinde olanı
kendilerine açıkça haber verecek bir sûrenin tepelerine indirilmesinden daima
endişe ederler." (Tevbe:
9/64)

2.
Münafıklar kötülüğü emrederler:

"Münafık erkekler de, münafık kadınlar
da birbirinin (tamamlayıcı) parçasıdırlar. Onlar kötülüğü emrederler, iyilikten
vazgeçirmeye uğraşırlar. Ellerini (cimrilikle sımsıkı) yumarlar. Onlar Allah'ı
unuttular, O da onları unuttu. Şüphesiz ki münafıklar fâsıkların ta
kendileridir." (Tevbe:
9/67)

3. Münafıklar kendilerini akıllı
sanırlar ve güzel konuşurlar:

"İki ordu karşılaştığı gün size gelen
musibet Allah'ın emriyle idi. (Bu Allah'ın) mü'minleri ayırdetmesi, münafık
olanları da açığa vurması içindi. Berikilere: `Gelin, Allah yolunda muharebe
edin, yahud (hiç olmazsa düşmanın ailenize saldırmasını) önleyin denildi de:
`Biz muharebe etmeyi bilseydik, elbette arkanızdan gelirdik dediler. Onlar o gün
imandan ziyade küfre yakındılar. Ağızlarıyla kalplerinde olmayanı söylüyorlardı.
Onlar ne gizlerlerse, Allah çok iyi bilicidir. Kendileri (evlerinde) oturarak
kardeşlerine: `Eğer bizi dinleselerdi ölmeyeceklerdi diyen o adamlara de ki:
`Öyle ise kendi nefislerinizden ölümü geri çevirin!.."
(Al-I İmran: 3/166-168)

"İnsanlardan öyle kimseler vardır ki,
onun (bu) dünya hayatına ait sözü hoşunuza gider ve o, kalbinde olana Allah'ı
şahid getirir. Halbuki o (münafık) düşmanların en yamanıdır. O, yer yüzünde iş
başına geçti mi, orada fesad çıkarmaya, ekini ve nesli kökünden kurutmaya koşar.
Allah fesadı sevmez."
(Bakara: 2/204-205)

"Onları gördüğün zaman gövdeleri
(görünüşleri, kıyafetleri belki) hoşuna gider. Eğer konuşurlarsa (güzel
konuştukları için) sözlerini dinlersin. Sanki giydirilmiş odunlar gibidir onlar.
Her gürültüyü kendi aleyhlerinde sanırlar. (asıl ve gerçek) düşman onlardır. O
halde onlardan (münafıklardan) sakın!.."
(Münafikun: 63/4)

4)
Münafıklar daima tuzak kurmayı düşünürler:

"Bir de mü'minlere zarar vermek, küfrü
kuvvetlendirmek, mü'minler arasında tefrika düşürmek için ve bundan evvel Allahu
Teala'ya ve Rasûlü'ne savaş açan kimseyi beklemek maksadıyla bir mescid
yaptılar. Ve; `Biz bu mescidi ancak iyilik için bina ettik' diye yemin
edeceklerdir. Allahu Teala şehadet eder ki, onlar yeminlerinde yalancıdırlar."
(Tevbe: 9/107)

5. Münafıklar meşakkatten kaçarlar ve
ikbâle koşarlar:

"İşte kalplerinde bir (nifak marazı
bulunan kimselerin; `Felâketin bize (dönüp) çarpmasından korkuyoruz' diyerek,
aralarında konuştuklarını görüyorsun. Belki Allah fetih veya kendi katından bir
emir getirecek de, onlar, yüreklerinde gizledikleri şeye karşı pişman kimseler
olacaklardır." (Maide:
6/52)

"(Ey münafıklar) Siz de tıpkı
kendinizden evvelkiler gibisiniz. Onlar kuvvetçe sizden daha yamandı. Malları ve
evlâtları daha çoktu. (Bu dünyadaki) nasipleri kadar (zevkten) faidelenmek
istediler. İşte sizden evvelkiler nasıl öyle nasiplerince yaşamak istedilerse,
siz de yine kısmetinizce (zevkten) faide aradınız. Siz de (o batağa) dalanlar
gibi daldınız." (Tevbe:
9/69)

"Allah'ın Peygamberi'ne muhalefet için
(savaştan) geri kalan (münafıklar) oturmalarıyla sevindiler. Allah yolunda
mallarıyla, canlarıyla cihad etmeyi çirkin gördüler ve `bu sıcakta harbe
çıkmayın dediler. De ki: `Cehennemin ateşi daha sıcak! İyice bilmiş olsalardı."
(Tevbe: 9/81)

Şurası muhakkaktır ki; nifak kalbe ait
bir hastalıktır ve münafık akaid açısından kâfirdir. Ancak kalben iman etmediği
halde, diliyle kelime-i şehadeti ikrar ettiği için, dünyevî hükümler açısından
müslümanların tâbi olduğu hukuka tâbidirler. Dolayısıyla müslümanların iktidar
olduğu toplumlarda, münafıkların sayısı hızla yükselir. Kâfirlerin gâlip,
müslümanların mahkûm durumda olduğu cemiyetlerde ise, durum farklıdır. Zira o
durumda, dünyaya şehvetle bağlı olan ve keyiflerine göre yaşamak isteyen
kimseler (münafıklar) gerçek inançlarını açıklamaktan çekinmezler.

Hesap gününü düşünen bir mü'min,
Resûl-i Ekrem (sav)'in nifak âlameti olarak zikrettiği amelleri kendi nefsinde
görürse, derhal tedavi yolunu seçmelidir. Nitekim bir hadis-i şerifte: ?Dört
şey, her kimde bulunursa hâlis münafık olur. Her kimde bunların bir parçası
bulunursa, onu bırakıncaya kadar kendisinde münafıklıktan bir haslet kalmış
olur. (Bunlar da) Kendisine bir şey emanet edildiği zaman hıyânet etmek, söz
söylerken yalan söylemek, ahdettiği zaman ahdini tutmamak, hûsumet zamanında da
hak'dan ayrılmaktır."[6]
buyurulmuştur.

Münafıkların vasıfları ve nifak
âlametleri kat'i nasslarla sabittir. Ancak herhangi bir şahsın münafık olduğunu
söylemek mümkün değildir. Resûl-i Ekrem (sav)'in münafıkları bilmesi ve sır
kâtibi Hz. Huzeyfe'ye söylemesi, vahiyle ilgili bir hâdisedir. Nitekim Hz.
Huzeyfe (ra): "Nifak, ancak Nebi (sav) zamanında mevcut (belirli) idi. Bugün ise
(vahiy kesildiği için) nifak, imandan sonra küfürdür." diyerek bu inceliğe
işaret etmiştir. Her müslüman; kalbî bir hastalık olan nifakın mahiyetini ve
nifak alametlerini iyice öğrenmelidir. Elbette ilim, amel etmek içindir. Nifak
alâmetlerini kendi nefsinde gören her mükellef bu hastalıktan kurtulmanın
yollarını aramalıdır.


[7]








[1] İbn-i
Kesir, Tefsirû'l Kur'ân'il Azim, Beyrut 1969, c. I, sh. 47. Ayrıca
Abdû's-Selâm İbn-i Hişam, Tehzibû Siret-i ibn-i Hişam, Beyrut 1972, c. II,
sh.17.





[2] Geniş
bilgi için bkz. Râğıb el-Isfahani, Müfredat, İst. 1986, Kahraman Yay. sh.
766. Ayrıca Ahmed Davudoğlu, Sahih-i Müslim Tercemesi ve Şerhi, İst. 1973,
c. I, sh. 312.





[3] Seyyid
Şerif Cürcani, et-Ta'rifat, İstanbul ty., Kaynak Yay., sh. 245.





[4]
Mecmııatu't-Tefasir, Ist. 1401, Çağrı Yay., c. I, sh.54-55.
Ayrıca, Tefsir-i Mücahid, Katar
1976, sh. 69, İbn-i Kesir, a.g.e., c. I, sh. 47.





[5]
İmam Fahruddini Razi, Mefatihu'l Gayb,
Ank. 1988 Akçağ yay. c. II sh. 26-27.





[6]
Sahih-i Buhari ve Sahih-i Müslim.





[7] Yusuf
Kerimoğlu, Kelimeler ve Kavramlar, İnkılap Yayınları: 271-277.