Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular

İmanın Nuru ve Küfrün Karanlıkları

İmanın Nuru ve Küfrün Karanlıkları

İmanın
Nuru ve Küfrün Karanlıkları

Güneş, gökleri ve yeri aydınlatıyor,
bu sayede etrafımızdaki eşyayı görüyor, onların biçimlerini, renklerini,
çeşitlerini öğrenip kendilerinden faydalandığımız gibi dağlarda, kırlarda,
çöllerde geçeceğimiz yolların selâmet taraflarını, tehlikeli bataklıkları
veya uçurumları görüp duruyoruz. Demek ki, Allah, güneşi bize maddiyatımızda
faydalı ve tehlikeli noktaları gösteren bir nur olarak bağışlamıştır. Bunun gibi
maneviyat âleminde de yine faydalı şeyleri sezmek, tehlikeli noktaları görmek
için, iman nuru ihsan buyurmuştur. Allah'ın insana en büyük bağışlarından biri
de, gönlünde uyandırdığı iman güneşidir. Bu güneşin nuru, sahibinin yüzünü
güzelleştirdiği gibi, içini de parlatır, bütün kötü huylardan kurtarır. Çünkü
kötü huylardan her birinin küfre inen bir yolu vardır. Onun için imanla bu huy
ve davranışlar barışamaz. Mesela, başkasının elde ettiği nimetin yok olmasını
istemekte, yani hasedde Allah'a itiraz manası bulunur. Hasedçi şöyle demiş
olmaktadır: "Ya Rabbi, bu nimeti bu adama vermemeliydin; çünkü bu, ona lâyık
değildir." Hâşâ, Allah vereceği yeri bilememiş demek olur ki, bunun küfür
olduğunda şüphe yoktur. İman nuruyla insanı içinden, dışından kuşatmış böyle
tehlikeli karanlıklar açılır. Her tarafı nur içinde kalır. Karanlıktan ileri
gelen kuruntular dağılır, hakikatler sezilir, gönüllerde emniyet ve ferahlık
nurları doğar. Hak'tan gelindiği ve yine Hakk'a dönüleceği bilinir.

İman nuruyla aydınlanmayan gönüller
mustariptir. Çünkü oralarda bütün kötü huylar toplanır ve bunların her biri
birer diken olur, sahibine rahat yüzü göstermez. İğneli fıçı işkencesine atılmış
gibi daima ıstırap verir. Halbuki şuurlu bir imanın hâkim olduğu kalplere fena
huylar giremez; Girse bile barınamaz. Kötüler, nuru sevmezler; çünkü nur,
bunların ayıbını meydana çıkarır.

Küfrün hâkim olduğu bedenlerde bu
suretle korkunç bir karanlık ve kararsızlık, bitmez tükenmez bir ıstırap ve
üzüntü vardır. Bu haller, cehalet ve küfür karanlığının bir neticesidir. Bu
karanlıklar, Allah'tan bir hidayet erişmezse, ileriye doğru eksilmez, bilakis
artar. Öyle ki, hayatın ağır ve ıstıraplı dakikaları, daha ıstıraplı olan kabir
karanlıklarına, bu da mahşer karanlıklarına ve cehennem karanlıklarına çeker,
götürür.

Ruh ise karanlıktan hoşlanmaz. Daima
nur ister. Bundan dolayı, bu fâni hayatın sınırlı karanlıklarını açmak için
birçok masraflara ve külfetlere katlanan insanın, bâki hayatın sonsuz
karanlıkları hakkında, bir ölü gibi hissiz ve ilgisiz kalması izah edilemez bir
gaflet, anlaşılmaz bir sarhoşluktur.

Mü'mine gereken şey, gönlündeki iman
nurunu söndürmekten son derece sakınmasıdır. Çünkü bunun neticesi kalp
körlüğüdür. Âmâ olan bir insanın vücudu ne kadar zinde ve sağlam olursa olsun,
devamlı bir zindan içinde kaldığı düşünülür ve kalbin körlüğünün daha kötü
olduğu değerlendirilirse, iman nurunun kıymeti, küfür karanlıklarının fecîliği
daha iyi anlaşılabilir.[1]
"Gerçek şu ki, gözler kör olmaz; lâkin sînelerdeki kalpler kör olur."
(22/Hacc, 46)

Dünya, nursuz insanlardan çok
çekmiştir, hâlâ da çekmektedir. Onlar, aynı zamanda nura tahammül edemeyen ışık
düşmanıdırlar. Kalplerine bir iğne ucu kadar aydınlığın sızıntısı girmeyen
bedbahtlar, nefesleriyle Allah'ın nurunu söndürmek isterler. Yani Allah'ın
dinine, kitabına, peygamberine karşı kendi bâtıl düzenlerini savunurlar. Allah,
nurunu tamamlayacaktır, ama O'nun sünneti, değişmez yasası, bizim elimizle,
müslümanların eylemleriyle nurun tamamlanması yönündedir. Dünyamızı karartan
karanlık adamlar, İslâm'ın nuru ortaya çıkar çıkmaz yok olacak; hak gelince
bâtıl zâil olacaktır. Kara kardan adam, İslâm'ın nuru çıktığında eriyiverecek;
Kâbe'deki putların fetih günü Rasül'ün asasının değmesiyle yıkılıverdiği gibi.

Gerçekten iman bir nurdur. Evet,
tabiatı ve mahiyeti itibariyle bir nurdur. Küfür ise, zulümâtın ta kendisidir.
Her çeşidi ile zulümâttır. Ne şekilde olursa olsun küfür, zulümâttır.

İmanın nur ile ifade edilmesinden daha
derin ve şümüllü bir tâbir bulunamaz. Mü'minin kalbinde iman nuru, ilk olarak
parlayınca onunla birlikte bütün varlığı da nura kavuşur. O iman nuru ile ruhu
safiyete ulaşır, parlar, apaydınlık olur ve çevresini aydınlatır. Nur ve ışık
saçar etrafına. Eşyanın hakikatini keşf eden, hakiki değerleri ve gerçek düşünce
tarzlarını açığa çıkaran parlak bir nur. O nurun aydınlığında mü'min her
şeyi apaçık görür, ölçü ve değerleri, tasavvur ve eşyanın mahiyetini hiç
karıştırmadan ayırır. Ayağı hiç kaymadan istikrarlı bir halde onlardan almak
istediğini alır, terk etmek istediğini atar. Bunu yaparken gayet rahat, huzur ve
güven içerisindedir. Mü'minin önünde; kâinat kanunlarının yollarını bu nur
açar. Onun sayesinde kendi hareketi ile çevresinde var olan evrenin hareketi
arasında tam bir mutabakat temin eder. Hiçbir yere sapmadan, engeller karşısında
yılmadan, haddi tecavüz etmeden yavaş yavaş kendi yolunda hızla ilerler.
Yürüdüğü yol fıtratın yoludur. Ve bütün yollar gözleri önünde apaçık bellidir.
Bu tek bir nurdur ve tek bir yola götürür insanı.

Küfrün sapıklıklarına gelince, bir
yığın çeşitleri ve şekilleri ile zulümâtın ta kendisidir. Nefsî arzuların ve
şehvetin zulümâtı. Korkunç sapıklıkların, kibir ve tuğyanın, zaaf ve zilletin,
riya ve nifakın zulümâtı. Hırs ve menfaatçiliğin, şüphe ve buhranların zulümâtı.
Evet, daha sayılmayacak ne kadar zulümât. Allah yolunda başka yollara sapıldığı,
Allah'tan başka yerlerden telakkiler alınmaya başlandığı, Allah'ın nizamından
başka nizamlarla hükmedildiği vakit birleşen ve çığ gibi büyüyen zulümât
çeşitleri. İnsanoğlu, birkaç tane değil; tek bir olan Allah'ın nurunu terk
ettiği zaman, birbiri içine karışmamış bir tek hakikat nurunu terk ettiği vakit,
mutlaka bir yığın şekil ve renkleri bulunan zulümât bataklığına yuvarlanacaktır.
Ve Allah'ın nurundan başka bütün yollar hiç şüphe yok ki, zulümâtın / karanlığın
ta kendisidir.[2]




[1]
Esmaü'l-Hüsna Şerhi,
Tatlısu, 246.


[2]
Fi Zılali'l-Kur'an, II /49.