Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular
Oruca Başlama Vakti
Oruca Başlama Vakti 
 
 
Oruca Başlama 
Vakti 
 
 
Soru: Çeşitli takvimler, 
değişik imsak vakitleri vermekte ve aralarındaki farkın 20 dakikaya kadar 
çıkması bizleri sıkıntıya sokmaktadır. Bunlardan hangisine göre oruç tutmamız 
gerekir? 
Cevap: Oruca ikinci 
fecrin doğmasıyla başlanır, akşam güneş batıncaya kadar devam edilir. Güneş 
yuvarlağının ufukta kaybolmasıyla iftar edilir. Dağlık arazide bulunanlar, 
dağların üzerinden güneş ışıklarının çekilmesini beklerler. Bulutlarda bulunan 
ışıkların bu konuda bir etkisi yoktur. 
Sabahleyin doğu ufkunda iki 
çeşit ağarma olur. Birincisi, gökyüzünün ortasına doğru uzanan, üst tarafı daha 
parlak altı ufuk çizgisine kadar inmeyen üçgen biçiminde bir aydınlıktır. Bu, 
bir müddet sonra keskin bakışlı kimseler dışındakilerinin fark edemeyeceği kadar 
azalır ve bazı bölgelerde tamamen görülmez olur. Bu anda ne sabah namazı vakti 
girer ne de sahur vakti sona erer. Bununla bir dini hüküm sabit olmayacağı için 
fecr-i kazib yani "yalancı tan" adı verilmiştir. Birinci fecir, imsak vaktinin 
yaklaştığını haber vermesi açısından faydalıdır. Oruç tutacak olan kişi bu 
vakitte yemeye içmeye devam eder. 
İkinci fecir, gökyüzünün uç 
kısımlarında yayılan aydınlıktır. Bu anda yemeye içmeye son verilerek oruca 
başlanır. Bu zaman, sabah namazı vaktinin de başlangıç zamanıdır. Semüre b. 
Cündeb radıyallahu anh'ın rivayetine göre Hz. Peygamber sallallahü aleyhi ve 
sellem şöyle buyurmuştur: 
"Bilâl'in okuduğu ezan ve 
dikey olarak beliren fecir sahurunuza engel olmasın, fakat ufukta yayılan fecir 
böylece değildir." 
Bu hadis-i şerifi Müslim, Ebû 
Davud, Tirmizî ve Nesaî rivayet etmiştir. Yukarıdaki hususlarda bütün mezhepler 
ittifak etmişlerdir. Bunlardan birisinin farklı bir görüşü yoktur.[1] 
 
Takvimlere gelince, bugünkü 
anlamda takvim çalışmaları Tanzimat'tan sonra yapılmıştır. Maalesef o zaman bir 
kısım aydınların ufkunu karartan batı hayranlığı namaz vakitleri konusunda da 
çok açık bir şekilde görülmüştür. Bu konuda kaynak kabul edilen Gazi Ahmet 
Muhtar Paşa bilgilerini, fıkıh kitaplarında yazılı tanımlara uygun olarak 
yapacağı gözlemlere dayandırma yerine Avrupalıların yaptıklarını belirttiği 
çeşitli rasatlara dayandırmıştır. Fecr-i kazibin bir zodyak ışını, yani 
burçlardan gelen bir ışın olduğunu belirtmiş, bu ışın akşamleyin de 
görülebileceği için ayrıca şafak-ı kazib diye bir terim icad etmiştir. Islah-ı 
Takvîm adlı eserinde (s.67) belirttiğine göre ekvator kuşağı dışında fecr-i 
kazib yalnız Eylül, Ekim ve Kasım aylarında görülebilmektedir. Riyaz'ül-Muhtar 
adlı eserinde ise (s.320) 30° enlemden sonra fecr-i kazib'in görülemeyeceğini 
belirtmekte ve Dersaadet'te yani İstanbul'da doğan fecrin doğrudan doğruya (fecr-i 
sadık olduğunu ayrıca ifade etmektedir. Paşa, bu açık ifadesine rağmen fecr-i 
kazib'in zodyak ışınlarından (zıya-ı mıntakî) başka bir şey olmadığı hususunda 
şaşırtıcı bir ifade kullanmaktadır. Islah-ı Takvim adlı eserinin 68. sayfasında 
aynen şunlar vardır: 
"Beynelmüslimîn subh-i kâzib 
denilen ziya-i mezkûrun ziya-ı mıntakîden başka bir şey olmadığını ilk defa 
Avrupa ulemasına haber veren hâlâ İngiltere Hariciye Nezaretinde elsine-i 
şarkiyye baş tercümanlığında müstahdem Redhouse namlı zat olup muma ileyh 
vaktiyle İngiliz sefarethanesinde memur iken bir gün vakt-ı seherde müezzin ile 
beraber Büyükdere Camii minaresine çıkarak muayene eylemiştir."[2] 
 
Sadeleştirilmiş şekli: 
"Müslümanların fecr-i kâzib 
dediği adı geçen ışığın zodyak ışığından başka bir şey olmadığını ilk defa 
Avrupa bilginlerine haber veren, şimdi İngiltere Dışişleri Bakanlığında doğu 
dilleri baş tercümanı olarak çalışan Redhouse adındaki kişi olup bu şahıs 
vaktiyle İngiliz Büyükelçiliğinde memur iken bir gün seher vaktinde müezzinle 
beraber İstanbul Boğazı'nda bulunan Büyükdere Camii minaresine çıkarak 
gözetlemiştir."[3] 
Fıkıh kitaplarına göre fecr-i 
kâzib dünyanın her yerinde ve yılın her mevsiminde görülür. Her sabah üç doğuş 
ve her akşam üç batış olur. Fecr-i kâzibin doğuşu, fecr-i sadığın doğuşu ve 
güneşin doğuşu. Akşam güneşin batışı, kırmızı şafağın batışı ve beyaz şafağın 
batışı.[4] 
1982 yılına kadar bu yanlış 
devam etmiş, Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu 21 Ocak 1982 
günü aldığı bir kararla yanlışlığı kısmen düzeltmiştir. 
İstanbul'da bulunan İslâmî 
İlimler Araştırma Vakfı, Diyanet İşleri Başkanlığı ve takvim çıkaran 
kuruluşlarla işbirliği yapmaya çalışarak bir müddetten beri konu ile ilgili bir 
çalışma başlatmıştır. Vakıf adına bu çalışmaları yürütme görevi bana verilmiş 
bulunmaktadır. Diyanet İşleri Başkanlığının konuya ciddiyetle eğilmesi sebebiyle 
bir hayli mesafe kat edilmiştir. Fıkıh kitaplarındaki esaslara uygun bir çok 
gözlemler yapılmış olup kesin bir prensip konuncaya kadar gözlemlere devam 
edilmesine ve ondan sonra takvimlerde nihaî düzenleme yapılmasına karar 
verilmiştir. 
Muhterem vatandaşlarımızın 
oruçlarını Diyanet Takvimine göre başlatmalarını ama sabah namazlarını imsakten 
en az 20 dakika sonra kılmalarını tavsiye ediyorum. İnşallah önümüzdeki yıllarda 
bu meselemiz tamamen halledilmiş olur.[5] 
 
 
 
 
 
 
 
 [1] 
 Bakınız Hanefî Mezhebi'nden İbrahim el-Halebî, Kebîr. Dersaadet 1325. s. 
 326-227; Şafiî Mezhebinden Ahmed b. Hacer el-Haytemî. Tuhfet'ül-Muhtac bi 
 Şerh'il-Minhâc, c. l s. 189. baskı yeri ve tarihi yok. Mâlikî Mezhebinden 
 Muhammedel el-Huraşî alâ muhtasar-ı Seydî Halîl, Dar-ı Sadır. Beyrut, c. l. 
 s. 214; Hanbelî Mezhebi'nden İbn Kudâme. el-Muğnî, Mısır, Mektebet'ül-Külliyât'il-Ezheriyye. 
 c. l. s. 382-383. 
 
 
 
 
 
 [2] 
 Ahmet Muhtar Paşa Islahut-Takvîm, İstanbul, s. 62. 71; Ahmed Muhtar Paşa 
 Rıyazü'1-Muhtar s. 320 
 
 
 
 
 
 [3] 
 Bu zatın adı geçen eserleri büyük yanlışlarla doludur. 30° enleminden sonra 
 görülmeyen zodyak ışını nasıl oluyor da 41° enleminde, rasat için hiç 
 elverişli olmayan Büyükdere Camiin küçücük minaresinden görülüyor. Redhouse 
 müslüman olmadığına göre dini konularda onun görüşüne nasıl itibar edebilir? 
 Bu zatların kendileri için lütfedip de İstanbul'da bir kez rasat 
 yapmamışlardır. Bu büyük hata, şimdiye kadar ulemanın takvimcilerin görüşünü 
 gözden geçirmemelerinden kaynaklanmıştır. 
 
 
 
 [4] 
 Şemsüddin es-Serahsî, el-Mebsût, Mısır, c. 1, s. 145; Ahmet b. Hacer el-Haytemî, 
 Tuhfet'ül-Muhtac. c. L, s. 190. 
 
 
 
 
 [5] 
 Abdulaziz Bayındır, Altınoluk Dergisi, 1989 Nisan, Sayı: 38, Sayfa: 11.



