Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular
c- Yıldıza Tapılması
c 
 
c- Yıldıza 
Tapılması: 
 
 
 
Eş-Şı'râ isimli yıldıza bazı Araplar tarafından 
tapıldığı bilinmektedir. Bunların, Huzâa kabilesi olduğu söylenir. Allah, bir 
âyette "Doğrusu, şi'râ yıldızının da Rabbi O (Allah)'dur." (53/Necm, 49) 
buyurmakla, böyle şeylere tapmanın bâtıl olduğunu bildirmiştir. 
 
[1] 
 
Hz. İbrâhim'in tevhid mesajını ilettiği toplumun 
yıldıza, aya ve güneşe tapanlar olduklarını, Hz. İbrâhim'in bunların ilâh 
olamayacağına dair aklî deliller sunmasından anlıyoruz. Irak'ta yaşayan 
Kildanîlerin bu inancı ve bâtıl tanrıların durumları anlatılır ki, düşünülsün; 
bu tür şirkten vazgeçilsin (Bkz. 6/En'âm suresi 76-79. âyetler). 
 
Fahreddin Râzi, heykellerden yapılmış putlara 
tapmanın, temelde yıldızlara tapmanın sembolü olduğunu ifade ederken, yıldızlara 
tapmanın özelliklerini de açıklar: 
 
Âlimlerin pek çoğu şunu söylemişlerdir: Bazı 
müşrik insanlar, bu âlemin durumlarının değişmesinin yıldızların durumlarının 
değişmesine bağlı olduğuna inanmışlardır. Bu inançta olanlar, yıldızların 
durumunu gözetleyerek bu dünyada meydana gelen mutluluk ve mutsuzlukların, 
yıldızlardaki talihlerine bağlı olduklarına inanmışlardır. Onlardan bir kısmı, 
yıldızların varlıklarının zatları gereği olduğuna, bu âlemleri de onların 
yarattığına inanmışlardır. Yine onlardan bir kısmı, bu yıldızların en büyük 
ilâhın mahlûkları olduğuna, bu yıldızların da âlemin yaratıcısı olduğuna 
inanmışlardır. Birinciler, bu yıldızların gerçekte ilâh olduklarına, ikinciler 
de onların, Allah ile insanlar arasında vasıta olduklarına inanmışlar, böylece 
onlara İbâdet ve inkıyatla meşgul olmuşlardır. Sonra ise, yıldızların çoğu zaman 
gözlerden gizli olduklarını görünce, onlar namına bazı putlar edinmişler ve bu 
putlara İbâdetleriyle de bu gök cisimlerini kast ederek ve yıldızların 
görünmeyen gölgelerine yaklaşarak putlara tapınmaya yönelmişlerdir. Derken zaman 
uzayınca, yıldızların isimlerini aradan çıkarıp sadece bu heykellere tapınmaya 
başlamışlardır. İşte bunlar, gerçekte yıldızlara tapan kimselerdir. 
 
[2] 
 
Yunanlılar, İskender'den önce, kendileri için 
ruhânî kuvvetlerin ve ışık saçan gök cisimlerinin isimleri ile tanınan birtakım 
heykeller yapmaya ve onları kendileri için bizzat ma'bud kabul etmeye 
yöneldiler. Dahhâk'ın San'a şehrinde Zühre yıldızı adına inşa ettiği Gumdân 
tapınağı, puthanelerin meşhurlarındandır. Hz. Osman (r.a.) bu puthaneyi 
yıktırmıştır. İran hükümdarı Menûşehr'in ay adına inşa ettiği Nevbahar-ı Belh 
isimli puthane de meşhur tapınaklardandır. 
 
[3] 
 
Kur'ân-ı Kerim, güneş ve ayın Allah tarafından 
hizmete âmâde kılınmasını, O'nun büyük nimetlerinden olarak zikreder (16/Nahl, 
2; Zümer, 5). Onların sayma ve ölçü vesileleri (6/En'âm, 96) olmak, aydınlatmak 
(10/Yûnus, 5; 71/Nuh, 16) gibi faydaları vardır. Bütün özellikleriyle, Allah'ın 
âyetlerindendirler (41/Fussılet, 37). Bunlar, belirli bir zamana kadar 
görevlerini yapacak, süreleri dolunca dürülüp toplanacaklardır (81/Tekvir, 1). 
Allah, güneşe ve onun kuşluk zamanındaki parlaklığa kasem etmekle (91/Şems, 1) 
ona bir değer verdiğini gösterir. Öyleyse insan onlara değil; onları yaratan ve 
teshir eden Allah'a şükür ve ta'zim etmelidir. 
 
Kur'an, Sebe' halkının güneşe tapmalarını vesile 
ederek, bu İbâdetin sapıklık olduğunu söyler (27/Neml, 24-25). Bir âyette de, 
bütün insanlara, mutlak olarak şunu ilân eder: "Gece ile gündüz, güneş ile ay 
Allah'ın varlığının âyetlerinden/belgelerindendir. Güneşe ve aya secde etmeyin; 
eğer Allah'a kulluk etmek istiyorsanız, bunları yaratana secde edin." (41/Fussılet, 
37) Burada şöyle bir işaret bulunabilir: Bu varlıklara tapanların en azından 
büyük bir kısmı, Allah'a inanıyor ve İbâdet ediyorlardı, dolayısıyla bu gök 
cisimleri, bağımsız tanrılar değillerdi. Fakat onlara tapanlar, onları 
İbâdetlerinde şerik / ortak koşuyorlardı. Allah, bu yaratıklara tapınmayı 
bırakıp, İbâdetin onları yaratan'a tahsis edilmesini emrediyor. İslâmiyet, 
tapınma secdesi olmasa bile, öbür mahlûklar gibi bunlara da ta'zimi 
yasaklamıştır. 
 
[4] 
 
 
 
 
 
 
 
 
 [1] Suat 
 Yıldırım, Kur'an'da Ulûhiyyet, s. 366 
 
 
 
 
 
 
 [2] 
 Fahreddin Râzi, Mefatihu'l Gayb (Tefsir-i Kebir), c. 2, s. 134 
 
 
 
 
 
 [3] 
 Fahreddin Râzi, Mefatihu'l Gayb (Tefsir-i Kebir), c. 2, s. 136-137 
 
 
 
 
 
 [4] Suat 
 Yıldırım, Kur'an'da Ulûhiyyet, s. 367




 e-posta adresimize mail atabilirsiniz.
 e-posta adresimize mail atabilirsiniz.