Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular

Animizm (Ruhlara Tapma İnancı)

Animizm

Animizm
(Ruhlara Tapma İnancı):

Animizm, insan değer yargısı açısından
gizemciliği ön plana alan bir şirk anlayışıdır; Ataların ruhlarına tapma esasına
dayanan politeist bir inançtır. ?Animizm? terimi, latince ?anima?dan
gelmektedir ki, batı dillerinde hayvan anlamını veren ?animal? kelimesi de bu
kökten gelir. Temelde hayvan veya animal, ?canlı? demektir. Dolayısıyla
canlılığın kaynağı olan ruha tapınmaya bu ilgiyle ?animizm? denilmiştir.

Tevhid dinlerinin tahrif edilip
yozlaştırılmasındaki faktörlerin başında animist yaklaşımlar gelir. Yani, vahiy
denen ilâhî mesajlar doğrultusunda yaşayan insanlar, başta yalnız Allah'a ibâdet
ederlerken çeşitli sebeplerin etkisi altında bazı şahsiyetleri yüceltmeye ve
onlara bir zaman sonra mitolojik birtakım kimlikler mal etmeye çalışırlar. Bu
yüceltilmiş insanlar ölünce, ruhları şâd olsun diye ilk başlarda düzenlenen
mâsum törenler zaman içinde farklı içerikler kazanarak onlara tapınma
törenlerine dönüşür.

Kur'ân-ı Kerim, bu konuda örnekler
verir. Nuh kavminin şirki anlatılırken, kendilerine tapılan Vedd, Suvâ, Yeğûs,
Yeûk ve Nesr isimleri geçmektetedir. (Bkz. 71/Nuh, 23). Bu adların, vaktiyle Nuh
peygamberin kavminden mü'min ve sâlih kimseler olduğu, ölümlerinden sonra
tanrılaştırıldığı belirtilir. Onlar ölünce, şeytan onların kavmine, onların daha
önce oturmuş oldukları yerlere anıtlar (ensâb) dikmelerini ve bunlara onların
adlarını vermeleri telkin etti, onlar da böyle yaptılar. Bunu yapanlar ölünceye
kadar onlara tapılmadı. Fakat onlar ölüp de buna dair ilim kalkınca onlara
taptılar (Buhârî, Tefsir, Nûh Sûresi, 6/73; Suad Yıldırım, Kur'an'da Ulûhiyet,
s. 372). Arap müşriklerin de aslında taş ve benzeri maddelerden yapılmış putlara
değil; onların temsil ettiği ruhlara taptığı bazı kaynaklarda ifade edilir.

Henüz tazeliğini koruyan Kurân-ı
Kerim'in içinde en ufak bir değişiklik sözkonusu olmamasına rağmen, İslâm
dünyasının mensupları arasında da animist eğilimler hızla yayıldığına göre, eski
dinlerin türlü türlü yorumlarla ne hale gelmiş olabileceklerini tahmin etmek hiç
de güç değildir. Bugün İslâmımsı dünyanın her yerinde geçerli bir din modeli
olarak benimsenmiş bulunan ?istimdatçı? mistik inanışlar bu gerçeği çok çarpıcı
bir şekilde kanıtlamaktadır. İstimdat, uluların, erenlerin, yani velilerin
ruhlarından, rûhâniyetlerin rûhâniyetlerinden medet ve bereket dilemektir. Bazı
türbeleri, kabirleri, anıt mezarları animizmin mâbetleri/tapınakları olarak
işlev görmektedir. Binlerce türbede yatan insanların hiç birinin ?ben öldükten
sonra üzerime türbe yapın? dediği asla kanıtlanmadığı halde, bu yapıların
İslâm'a rağmen gerçekleştirilmesi ve hergün yüz binlerce insan tarafından
ziyaret edilerek buralarda çeşitli dileklerde bulunulması, animist inancın nasıl
yerleşip kemikleştiğini çok açık şekilde ortaya koymaktadır.

Animist bir temele dayanan inanışlar,
her toplumun, zaman içinde geleneklerinin, dünya görüşünün, tarihî gerçeklerinin
ve genel kültürünün etkisi altında farklı biçimler aldığını göstermektedir.
Meselâ, İslâm'ı kabul etmiş toplumlardan bazıları âlimlere veya âlim kisvesinde
gördükleri şeyhlere, kahramanlara ve ozanlara kutsal kimlikler mal etmiş,
onlara, öldükten sonra ?evliyâ? diye bir sıfat takarak olağanüstü yüceltmeye
çalışmışlardır.

Animizm, çok açık bir şirktir.
Geçmişlere saygı olarak açıklanması mümkün değildir. Hâlâ, nice insan,
memleketini kurtaran, koruyan ve kollayanların (hoş, kimden ve ne kadar koruyup
kurtardığı tartışılır ya), kutsallaştırılan bazı ruhlar ve rûhâniyetler olduğuna
inanır. ?Onlar olmasa, biz çoktan düşman esâretine düşmüş veya helâk olmuştuk?
der.

Mü'min ataları sevmek ve saymak; ancak
onları rahmetle anmakla, Allah'ın merhametine her zaman muhtaç olduklarına,
ölmüş ve Rableriyle artık başbaşa kalmış bulunduklarına, bu insanların hepsinin
de -çoğunluğun zannettiği gibi- istisnasız kurtulmuş, cennetlik evliyâlar
olmayabileceklerine, herkes gibi onların da Allah'a hesap vereceğine, belki
çoğunun cennete bile giremeyeceğine, durumlarının tamamen meçhulümüz olduğuna,
hatta onların soyundan gelip gelmediğimizi bile kesinlikle bilemediğimize, onun
için sadece onlara değil; bütün müslüman ölüleri hayır ve duâ ile anmamız,
günahlarının affolması için Allah'a yalvarmamız gerektiğine inanmakla olur.
Onlara gerçek saygı ve sevgi ancak böyle olur; onları putlaştırarak, şirke âlet
ederek değil!

Üzerlerine koca koca kubbeler, kale
gibi anıtlar Firavunlar gibi anıtkabirler dikerek, sandukalar yaparak
şebekelerine çaput bağlayıp yüz sürerek, anılarına görkemli törenler düzenleyip
Firavunlara yapıldığı gibi huzurlarında saygı duruşunda bulunularak, onlardan
himmet ve bereket bekleyerek, bizi muradımıza erdirmeyi isteyerek,
sorunlarımızın çözümlenmesinde bize yardımcı ya da ilham kaynağı olmalarını
dileyerek, onlara yazılı dilekçeler ve hediyeler sunarak, hele savaşlarda
ordunun ön saflarında düşmana karşı çarpıştıklarına inanarak (ki ordu, böyle bir
şeye asla inanmaz), onlara saygı göstermek, tevhid dini İslâm'ı yalanlamaktan
farksızdır. Gerçek animizm budur.[1]

Cinciler, cinciler, medyumlar, ruh
çağırdığını iddia edenler aracılığıyla ruhu, olması gerekenden çok farklı
yerlere çıkaran sömürücü sahtekârlar da ruh konusuna büyük çapta şirk ögeleri
katmaktadır. Tevhid dini İslâm'ın mücadele ettiklerinin başında gelmesine
rağmen, halk arasında çok yaygın şekilde hükmünü sürdüren, kapı ve duvarlara
asılan nazar boncuğu, at nalı, öküz gözü, muska ve levhaların, binaya veya
arabaya gelecek kaza ve belâları def edeceğine inanılan kurbanın(!) alna sürülen
kanı gibi, örneklerin çoğaltılabileceği endâd ve ensâb, temsil ettiği simgeler
veya koruyucu(!) ruhî güç anlayışı, ruha tapmanın bulaşıcı mikroplarının ne
denli salgın itikadî hastalıklara yol açtığını göstermektedir. Totem anlayışına
benzer motifler taşıyan bazı parti, spor klübü, ırk, ulus sembollerinin de
temsil ettiğine inanılan simgesel özellikleri, onlarda var sayılan ruhsal
özelliklerle ilişkilendirilebilir.



[1]
Ferit Aydın, İslâm'da İnanç
Sistemi: 133-135.