Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular

Egonun Özellikleri

Egonun Özellikleri


Egonun
Özellikleri:



1-
Ego, kâinat ve insanda görülen sıfat,
isim ve fiilleri tartan ve ölçen bir ölçüm cihazıdır. Egonun en önemli özelliği
budur. Bir örnekle bu özelliği özetleyelim: Sınırsız ve her şeyi kuşatan bir
güzelliği, seyredenlerin kavrayabilmeleri için, ya o güzelliğin zıddı ile
mukayese edecek (ki, bu gerçekte bir sınırlamadır; demek, o güzelliğin dışında
kalanlar var), ya da kendisinde o güzellikten bir numune olacak ki; şöyledesin:
?benim güzelliğim buraya kadar, bundan sonraki onundur.? İşte ego, her ikisini
de yapar. Önce kendisinde bir sahiplik farz eder. Onunla kendi dışındakileri
karşılaştırarak kendi sınırını anlar. Diğer taraftan kendi kusurlarını görerek,
kendi dışındakilerin isim, sıfat ve kudretini anlar. Kendi sınırlılığını,
noksanlığını fark ederek hem kendi türündeki insanları, hem diğer varlıkları ve
hem de sınırsız olan Yaratıcıyı kavrar. Bu nedenle Allah'ı bilmenin esas şartı,
kendini bilmektir.

Kendini bilemeyecek kadar benlik
sınırları belirsiz bir kişi, Allah'ı bilemediği gibi, eski Yunan filozofları
gibi, benliği şişen bir insan da, diğer insanlarla, canlılarla ve tüm evren
içinde ne varsa onlarla herhangi bir uyum geliştiremez. Kendini onların sahibi
sanır. Biraz daha ileri giderek, ilâh/tanrı yerine koyar tüm âcizliğiyle
birlikte kendini. ?Kendi hevâsını (kötü duygularını) ilâh/tanrı edinen ve
Allah'ın bir bilgiye göre saptırdığı, kulağını ve kalbini mühürlediği, gözünün
üstüne de perde çektiği kimseyi gördün mü? Şimdi onu Allah'tan başka kim doğru
yola eriştirebilir? Hâlâ ibret almayacak mısınız?? (45/Câsiye, 23)


Benliğin bu yapısı nedeniyle, sınırsız
ve mutlak olan bir varlığı anlamak için var olduğu anlaşılır. İlk çağlardan
beri, insanoğlunun bir şeye muhakkak inanması ve bu inanma gereksiniminin
kaynağı işte buradadır. Kâinatta, nesnelerin algılanma şartlarından biri,
zıddının olmasıdır. Ya da zıt sıfatların birbirine müdahalesidir. Nisbiyet
(rölavitive) Einstein tarafından fark edilen en önemli fizik kuralıdır.
Gerçekten eşyanın kendini fark ettirmesinin en önemli şartı nisbiyettir. Ego, bu
yönüyle ruhun bir nisbiyet cihazı gibidir. Nisbîliğin tersi mutlaklıktır ve
sınırsızlıktır. Öyleyse egonun esas var oluş nedeni mutlak olan Allah'ı
bilmektir.

İnsanoğlunun müşâhedeleri göstermiştir
ki, kâinatta her şeyin zıddı vardır; nisbîliğin de zıddı vardır, o da mutlaktır.
Mutlak olan, madde olamaz; öyleyse mutlak ve sınırsız varlık Allah'tır.
Nisbiyet, eşyalar arasındaki bağlardır. Yani, iki eşya arasındaki nisbîlik, bir
nesnenin diğerine karşı kendi kuralının dışına çıkmasıdır. Ona karşı durum
almasıdır. Bu nedenle, evrendeki kurallar kadar da nisbiyet kuralları
sözkonusudur. Bu nisbiyet kuralılıyla ego, insanları anlar, onların varlığını
fark eder, diğer insanlarla ilişkilerini sağlar. Böylece insanlar arası sosyal
bir sistem oluşur. Ego, aynı zamanda gerçeği değerlendirme ve ölçme cihazıdır.


2-
Ego, kendini dünyada ebedî/sonsuz
zanneder. Başkalarının başına gelen birçok ölüm olayının kendi başına
gelebileceğini kendiliğinden düşünemez. Bunun sebebi, dikkatsizken ve ortalık
sisliyken kendi sınırlarını aşırı genişletmesidir. Ancak, ruhun koruyucu kuvveti
olan akıl, dikkatli bir incelemeyle bunun kavrar. Bu duruma ego itiraz edemez.

İnsan hayatına dikkat edildiğinde
şöyle bir gerçekle karşılaşılır: Âdeta insan 60-70 yaşlarında hükmü infaz
edilecek olan, müebbet hapisteki bir idam mahkûmu gibidir. Bu idam ve ölüm
kanununun dışına hiç kimse çıkamadı, çıkamaz. Bilimsel gelişmelerle -olması
kesinlikle mümkün değildir ya- farz-ı muhal dünyada ölümsüzlüğün yolu bulunsa, o
zaman da dünyanın zenginlikleri o nüfusa karşılık vermeyecek ve bazıları azla
tatmin olmayacaktır. O yüzden, insanlar arasında çıkacak büyük savaşlarla yine
hüküm aynı olacaktır. İnsan, akıl ve mantığıyla konuya dikkat ettiğinde, bu
gerçeği kavrar. Ancak egonun rengiyle konuya bakıldığında, ego kendini ebedî
sanır. Sonuçta bir çelişki doğar. Buna temel çatışma denir. Bu temel çatışma,
birkaç yoldan çözülebilir, ya da kişinin inanç durumuna göre hiç çözülemez.
Sonuçta, çözülemeyen bu çatışma, insanlarda temel bir mutsuzluğun nedenidir.
Çatışmanın birinci ve en sağlam çözüm şekli, biyolojik ölümün gerçekte bir ölüm
olmadığını kabul edip âhirete yakînî bir şekilde iman etmektir. İslâm, bu temel
çatışmayı âhiret inancıyla tamamen çözmüştür.

Egonun kendini ebedî/sonsuz
sanmasıyla, akıl kuvvetinin aksini (ölümü) kavraması sonucu doğan temel
çatışmanın ikinci çözümü, akıl kuvvetini yok sayma yoludur. Bu ise, zevk ve
eğlence ile ölümü hatırlamak istemeyip unutmak, alkol gibi sahte keyif veren ve
bağımlılık yapan maddelerle aklı ortadan kaldırmakla yapılabilir. Zaten
insanların bir kısmı da böyle yapmaktadır. Ancak, bu yol, maksadın aksine, azap
ve elemlerle doludur. Çözmek için çabaladığı çatışma, çok daha kompleks hale
gelip başka çatışmaları doğurur. En huzurlu ve doğru yol, egonun şu itirafıdır:
?Ben, sonsuz ve ebedî değilim, başkasının varlık vermesiyle hayattayım. O, benim
varlığımın ebedî olmasını isterse ancak o zaman sonsuz olurum. O, dünyada duyu
ve algılarla koyduğu gereksinimlerimin hemen tamamanı karşıladığı gibi; içimdeki
ebed arzusunu da âhirette karşılayacaktır.? İşte bu inanç ve itiraf, temel
çatışmanın tek gerçek çözümüdür.

3-
Egonun diğer bir özelliği; ego haz ve
lezzetin kaynağıdır. Ego, yani bir şeye sahip olmayı ölçen cihaz olmasaydı;
lezzet ve haz sadece bir bilgi olarak kalırdı. Bu haz bilgisi, lezzet alana ait
olmazdı. Eğer insan, gereksinimi olan bir şeyi, tek Yaratıcı'dan bilmezse, hem
ihtiyaçlarının kendine ulaşmasında cimrilik, yavaşlık, düzensizlik, zorluk,
pahalılık ve karmaşa olacağı düşüncesini yaşayacaktır; hem de ihtiyaç
maddelerini rahat kullanamayacaktır. Meselâ; bir meyve, insan teknolojisiyle
yapılsaydı, siz onu zevk ve haz alarak yiyebilir miydiniz? Bunun imkânsız
olduğunu, vitamin haplarından rahatlıkla anlayabiliriz. Bundan daha büyük haz,
kalbin huzur ve mutluluğudur, o da Yaratıcı'nın kabulü ve O'na itaat edilmesiyle
gerçekleşecektir. Ego, mutlak tek Yaratıcı'yı kabul ederek, sınırsız sayıda
sahte tanrıya kul ve köle olmaktan kurtulup, huzur-ı kalbe ulaşır, gerçek
mutluluğu yakalar. Ego, tek Allah'a inanmadan fıtratının istediği gerçek saâdeti
yakalayamaz.

4-
Egonun bir özelliği de, ödül gördüğü
zaman ?keşke ben de öyle yapsaydım, böyle olsaydım? demesidir. Ego, bu
düşünceyle de yetinmeyip biraz daha ileri giderek o ödüle sahip çıkar. Hizmet ve
ceza ile muhâtap olduğu zaman ise, hiç üzerine almaz, görmezlikten gelip ?bana
ne? deyip hizmetten kaçmak ister, cezayı üstüne almaz. Ödül dağıtılağında hemen
hazır olduğu halde, hizmet zamanı yoktur. Ego, bu özelliğiyle sorumluluktan
kaçar. Hem sorumlu olmasın; hem de bazı değer ve ödüllere sahip olsun ister.
Yani ego, bencil ve benmerkezcidir. Egoya göre, başkaları hizmet için, kendisi
ücret için vardır. Ego, iman ve akılla dizginlenmezse, onun şu istekleriyle yer
fesada uğrayacaktır: ?Ben tok olayım, başkası açlıktan ölse bana ne??, ?Sen
çalış, ben yiyeyim.?

5-
Egonun kendine özel ve çok geniş bir
dünyası vardır. Bu dünyanın esasını arzu ve emelleri, ümitleri, yakın çevresi ve
ihtiyaçları oluşturur. İnsanın ihtiyaçlarının bitmesi demek, hayat ve dünya
ilişkilerinin kesilmesi demektir. Her insanın hayalî dünyası kendine özeldir.


6-
Ego, içte olanın hükümleriyle dışta
olanın hükümlerini karıştırır. Egonun bu sıfatı, insanı haktan, gerçeklerden
uzaklaştırır. Böylece hayalde olan ya da olduğu farz edilen ile dıştaki olaylar
sübjektif şekilde bencillikle yorumlanmaya çalışılır ve hata edilir.

7-
Ego, sabırsız ve acelecidir. Her şeyin
ânında vukua gelmesini ister. Yer-zaman sınırlarını tanımaz.

8-
Ego, kendine hiçbir yararı olmayan
işlerle uğraşmayı sever. Bu nedenle de esas sorumluluklarına zaman bulamaz. Ego,
yetenek yönünden tüm hayvanlardan üstün olduğu halde, gereksinimlerini karşılama
yönünden en küçük bir kuştan dahi geridir. Çünkü kuşun ihtiyaç ve arzuları
sınırlıdır. İnsanınki ise, sınırsızdır. İnsanoğlu, hayvanlardan farklı olarak
terakki etmek, öğrenmek, olgunlaşmak zorundadır.

9-
Ego, kendi zaafları yüzünden,
gerçekleri kavramak istemez. İstemediğine ve işine gelmeyen doğrulara karşı kör
ve sağırdır.

10-
Ego, zayıf, âciz, fakir ve tembeldir.
Ego, menfaatin kaynağıdır.

Ego, tasavvuf geleneğinin ve halkın
?nefis? dediği, ruhun bir alt sıfatlar kümesi olarak tanımlanmaktadır. Egonun,
bütün bu çelişki ve çatışmalardan kurtulması, yanlışlardan kaçınıp neticede
kendisinin zarar göreceği hususlardan sakınması için; ilim, irâde ve kudreti
sonsuz olan Allah'a inanıp güvenmesi ve O'nu sevmesi, sevdiğini göstermesi ve
O'nun kendisini sevdiğini, merhametiyle davrandığını kabul etmesiyle mümkündür.
Bu, ruhun bir görevidir. Nasıl ki, beyin, beş dış algı verilerini toplar;
bunları işler ve bütünleştirir. Sonuçta net bir değerlendirme ortaya konulur.
Burda, görme ya da işitme duyusunun bütünleyici, birleştirici ve uyum sağlayıcı
rolünden bahsetmek mümkün olmaz.

Ego da içten ve dıştan verileri alır.
Hatta bunları, çoğu zaman kendi zaafları istikametinde çarpıtarak ve ruhun
gerçeği görmesini gölgeleyerek yapar. Bu veriler ruhun kendisinde toplanır.
Fıtratının sağlamlığı veya bozulması ve imanı oranında ruh bu verileri
değerlendirir; İnsanın mutluluğu ya da elemleri, ruhun tercihi doğrultusunda
gerçekleşir. Nefis veya benlik de dediğimiz ?ego?, ruhsal uyumları temsil eden
bir özellikler bütünü değildir. Bu uyuma yarayan cevapları toplayıp dengeleyen
ve faydalı bir âhenk meydana getiren, ruhun kendisidir. Ruh, bir taraftan ego
kavramı altındaki sıfatları toplarken; diğer taraftan, fıtrat, vicdan ve iman
kavramı altındaki özellikleri değerlendirir ve tümünden bir sonuca ulaşır. Şuur
ve irâdesiyle davranışa hazır hale gelir. Bu analiz ve değerlendirme sonunda
beyindeki davranış tuşlarına basılır: Böylece konuşulur, yürünür, uyunur,
saldırılır, ya da kaçılır. Yani Allah'a teslim olmuş ve O'na her an kulluk
içinde huzurlu bir hayat yaşanır veya egonun kulu veya egonun arzu ve seçimiyle
başkasının kulu ve kölesi olunur.[1]








[1]
Ramazan Özcankaya, Ruh: 87.