Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular

2) Mandeenler (Betâyih Sâbiîleri)

2



2)
Mandeenler (Betâyih Sâbiîleri):


Betâyih sâbiîleri, güney
Irak'ta giyim kuşam ve yaşayış şekilleriyle diğer insanlardan ayrılan bir
grupturlar. Eski sâbiî ibadet ve geleneklerinin büyük bir kısmı bunlarda da
vardır. Tabiatıyla bu ibâdetlerin başında yıldız ve gezegenlere tapınmak
gelmektedir. Bu gruba giren sâbiîler, bulundukları bölgeye nisbet edilerek
Betâyih sâbiîleri olarak isimlendirilmişlerdir.
Betâyih sâbiîleri, Harran
sâbiîlerinden ayrıdırlar. Aralarında sadece isim benzerliği vardır. İtikadî
bakımdan aralarından hiçbir benzerlik yoktur. Bunların ibadetleri de, bozulmuş
sâbiî geleneğine göre şekillenmiştir. Meselâ namazları kesinlikle müslümanların
namazlarına benzemez. Onların namazları hafif bir sesle okunan Mandeenî
zikrinden ibarettir. Namaz kılan kişi, cedi burcuna yönelir ve çeşitli dualar
okur.
Mandeen sâbiîlerinin yahûdi
veya hıristiyan mezheplerinden birinden oldukları da ileri sürülmüştür. Onların
isimlerinin de yahûdi isimleriyle aynı olması bir yönden bu iddiayı doğrular.
Ama, yahûdi ve hıristiyan mezheplerinin hepsinin kendine ait isimleri vardır. Bu
dinlerin bu adla mezhepleri yoktur.
Kitap ehlinden sayılabilecek
sâbiîler, Mandeen sâbiîleridir. İnançları her ne kadar yanlış olsa bile,
neticede onların Allah'a olan bir yönelişleri vardır. Mevcut sâbiî fırkaları
arasında aşırılıkları en az olan grup bunlardır. ?Yahûdilerden,
hristiyanlardan ve sâbiîlerden Allah'a ve âhiret gününe hakkıyla iman
edenler için...? (Bakara: 2/62) âyetini ele alınca, Kur'ân-ı Kerim
gönderildiği zaman, bu dinin mensuplarının dünyada mevcut olduklarını anlamış
oluruz. Çünkü Kur'an, hayatta olanları imana davet eder. Kur'an'ın muhâtap
aldığı ve kitap ehlinden sayılma ihtimali olan sâbiîler Mandeenler (Betâyih
sâbiîleri)dir.[1]

Din ve mezhep tarihçileri
sâbiîleri incelerken onları ilk ve son sâbiîler olarak ele almaktadırlar.
Sonraki sâbiîler, Yunan, yahûdi, İran, Roma ve İslâm tesiri altında kalmış
olan Mezopotamya kavimlerinden oluşur. Batılı araştırmacılar da, Kur'ân-ı
Kerim'de geçen sâbiîlerin Hz. Yahya'ya tâbi olan Mandeenler olduklarını ileri
sürmektedirler.
Dinler tarihi kaynaklarından
ve son dönemlerde yapılan çalışmalardan öğrendiğimiz kadarıyla, günümüzde Irak
ve Hindistan'da toplam 350 bin civarında bulunan bu din sahiplerinin inançları,
diğer ehl-i kitap sayılanlardan daha kötü durumda değildir. Dinleri bozulmuş
da olsa, nikâh, peygamber, âhiret ve kitap konularında inançlarının olduğu
bilinir. Kaynaklarda müslümanlara karşı yaptıkları olumsuz hallerine rastlanmaz.
Belki de buna, sayılarının azlığı sebep olmaktadır. Birtakım iyi hasletlere
sahip oldukları için, müşriklerden farklı kabul edilirler.[2]
Bazı araştırıcılar şu iddiayı
ileri sürerler: Harranîler, gerçek Sâbiîler değillerdir. Gerçek Sâbiîler, Babil
esaretinin ardından Kuruş ve Artahuşust dönemlerinde Beytül Makdis'de ortaya
çıkan oymaklardan gelirler. Bunlar mecûsîlik şeriatına eğilim göstermiş,
Buhtunnasr'ın dinine girmişlerdi. Böylece Şam Sâmirîleri gibi mecûsîlik ve
yahûdilik karışımı bir mezhep geliştirmişlerdi. Bunların çoğunluğu Irak'ın güney
bölgelerinde yaşarlar ve Enuş bin Şit soyundan geldiklerini söylerlerdi.
Harranîlere muhâliftiler. Onların mezheplerini ayıplar ve çok az meselede
onlarla uyuşurlardı. Sözgelimi, onlar namazlarında kuzey kutbuna dönerlerken;
Harranîler güney kutbuna dönerlerdi.
Bütün bu izahlardan da
anlaşılacağı gibi, Sâbiîliğin, Harranîliğin bazı özelliklerini taşımakla
birlikte yahûdilik ve mecûsilik dinlerinin bir karışımı olduğu şeklindeki
açıklama, âyetin içeriğine en uygun yorumdur. Çünkü dikkat edilirse âyette
dinler değil; mensupları sıralanmıştır.[3]
Sâbiîler, yukarıda izah
edildiği gibi bir olan Allah'a şirk koşmaksızın inanmamakta, bu konuda Allah'a
ortaklar koşmakta ve yer yer putperestçe bir tavır takınmaktadırlar. Onların
Allah inancı, tarihî süreç içerisinde bozulmuş ve çarpıtılmıştır. Ehl-i kitaba
dâhil hıristiyanlar ve yahûdiler gibi sâbiîlerin de tevhidî bir inançtan yoksun
olduğu kesin bir vâkıadır.
Bilindiği gibi, Hz. İbrahim de
sâbiîlerin içinde yaşamış ve onların sahip oldukları inançları reddetmiştir. O,
sâbiîlerin putlarını kırdığı için ateşe atılmış, ancak Allah Teâlâ, bir mûcize
olarak Hz. İbrahim'i yakmamıştı. Böylesi çok önemli ve müthiş bir olay bile
sâbiîleri etkilememiş, onlar bulundukları hal üzere yaşamaya devam etmişlerdi.

Bugün güney Irak'ta Dicle
nehrinin kenarlarında kendilerine sâbiî denilen insanlar, gerek inançları ve
gerekse dinî yaşantılarıyla, tevhid ehlinden sayılmaları mümkün olmayan bir
zümredir.
Sâbiîlikle ilgili bu bilgiler,
bir dinin bozulma sürecini göstermesi, tevhid unsurlarının tarih boyunca nasıl
unutulduğu ve dinin hurâfeler yığını haline gelmesinin sebepleri yönüyle büyük
ibretler barındırmaktadır. Tabiatı, doğa olaylarını ve özellikle insanın
sırlarını çözemediği gök cisimlerini yeryüzünün hâkimi ve insanların
davranışlarına yön veren bir güç kabul etmenin ulaştığı çizgi olarak
görülmelidir sâbiîlik.
Dinlerin dejenerasyon sebebinin
önemli bir kısmını, materyalizme eğilim, Allah'a maddeci bir tarzda yaklaşım
teşkil etmektedir. Maddî varlıkların, önce aracı, sonra Allah'a yaklaştırıcı ve
giderek kutsal kabul edildiğini, saygı için dikilen heykellerin de katkısıyla
dinlerin asliyetlerini kaybettiklerini görüyoruz tarih sürecindeki sâbiî
aynasında.
Burçların insan kaderine nasıl
etki ettiği her gün gazetelerde uydurma burç fallarıyla anlatılmakta ve
?yıldızınız diyor ki...? diye başlayan safsatalar her gün insanımızın inancını
etkilemektedir. Örnekleri bolca görülen konuyla ilgili putlar ve putlaştırmalar,
günümüzde de nice insanın inancını şirke dönüştürmektedir. Elmalılı merhum da
aynı görüştedir: ?Günümüzde yıldız falına inanma ve yıldızların gücüne
sığınma, bunlardan (sâbiîlerden) kalmadır.?[4]
Radikal bir toplumsal dönüşümle tevhid, hayat görüşü olarak tekrar insanımızı
kuşatmadığı müddetçe, inançların ne oranda dejenere olacağı bugünkü gidişattan
tahmin edilebilir. Bundan bir asır, iki asır sonra bu tevhidden sapma çizgisinin
topraklarımızdaki durumu, sâbiî örneğine benzeyip benzemeyeceği düşünülmelidir.
?Ben de müslümanım!? diyen insanlar, kendi kitaplarını hayatlarına geçirme
mücadelesi yapmadıkları müddetçe, içinde bulundukları geminin, diğer yolcularla
birlikte kendilerini nereye doğru götürdüğünü görmemeleri için kör,
düşünmemeleri için deli olmaları gerekmektedir.

[5]







[1]
M. Fatih Kesler, Kur'ân-ı Kerim'de Yahûdiler ve Hıristiyanlar: 55-63.




[2]
Remzi Kaya, Kur'an'da Dostluk İlişkileri, s. 128.




[3]
Tabatabâî, a.g.e. s.275-276.




[4]
Elmalılı Hamdi Yazır, a.g.e. 1/315.




[5]
Ahmed Kalkan, Kur'an-ı Kerim Kavram Tefsiri.