Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular

İftirâ

İftirâ



İftirâ:


Kur'an'da bu eylem, genellikle
"atmak" anlamına gelen fiil olan r-m-y kökünden gelen ve muzârî (hal ve gelecek
zaman) formu olan "yermûne" ile ifâde edilmektedir:
"İffetli hür kadınlara zinâ
(suçunu yakıştırıp iftirâ) atan, sonra (bunu isbat için) dört şâhidi
getiremeyenlere seksen değnek vurun ve onların şâhitliklerini ebediyyen kabul
etmeyin. Onlar tamamen fâsık/günahkârdırlar." (24/Nûr, 4).
Âyette belirtilen "muhsanân"
ifâdesinin altına hem bekâr kızlar, hem de evli kadınlar ile hükmen erkekler de
girmekle birlikte, kadınların çoğulu kullanılmış, tağlîbe (genelleştirmeye)
gidilmiştir. İslâm'da en ağır ceza olarak kabul edilen kısas dahi, iki şâhitle
infâz edilirken, iftirâ isnâdında bulunan kişilerden dört tane şâhidin
istenilmesi bunun gerçek fâillerini yakalama ve iftirâcıları korkutma amacı
gözetilmiştir. Bu durum, böyle değil de, kolay bazı şartlara bağlanılsaydı,
elbette büyük sûiistimaller olacaktı. Halbuki nâmuslu kadınlara zinâ isnâdında
bulunmak, psikolojik olarak onlar için ölümden beterdir. İftirâ suçunun bu
büyüklüğünden dolayı, cezası her ne kadar kısas kadar ağır görünmese de, ondan
daha ağırdır. Kısasa eşdeğer olan seksen celde (sopa) ile beraber, müslüman
toplum arasında ömür boyu şehâdetin kabul edilmemesi sûretiyle güvensiz bir kişi
olma yaftasıyla dolaşmak gibi mânevî cephesiyle beraber mütâlaa edildiğinde, en
ağır bir ceza olduğu ortaya çıkmaktadır.
İftirâ, toplumda büyük belâ ve
zararlara sebep olan, insanın şerefini ihlâl eden suçlardan biri olduğundan
dolayı Kur'an, buna giden yolları kapatmak gâyesiyle fâsıkların getirdikleri
haberlerin iyice araştırılmasını tavsiye etmektedir: "Ey iman edenler! Eğer
bir fâsık size bir haber getirirse onun doğruluğunu araştırın. Yoksa bilmeden
bir topluluğa sataşırsınız da sonra yaptığınıza pişman olursunuz." (49/Hucurât,
6). Fâsıkların getirdikleri haberler, eğer iyi bir şekilde araştırılsa, toplumda
haksız şekilde meydana gelecek olan zararlar önlenmiş olacaktır. Çünkü bu tarz
insanlar, şeytanın daima etkileri altında olup, hayâlî kurgularını orada burada
söyler, bu hususta hiçbir fenâlıktan çekinmezler. Nitekim Kur'an, bu tarz
kişileri, "effâk esîm" olarak mübâlğa kipi halinde iki sıfatla
nitelemektedir: "Size şeytanların kimler üzerine inip durduğunu haber vereyim
mi? Her günahkâr iftirâcı-yalancı sahtekâr (effâk esîm) üzerine iner. Bunlar
(şeytanın iftirâ ve yalanına) kulak verirler; çokları da yalancıdır." (26/Şuarâ,
221-223). Bunların niteliklerinden biri, çok iftirâcı ve yalancı olmaları,
diğeri ise, günahtan asla çekinmeyişleridir. Bundan dolayı bu nitelikleri,
toplumun kendilerinden şiddetle sakınmasını gerektirmektedir.[1]
Kur'an'da tam 60 yerde geçen
"iftirâ" kelimesi, çoğunlukla yalanla birlikte gündeme getirilmiş ve en büyük
iftirâ suçunun Allah'a iftirâ olduğu vurgulanmıştır. Allah'a yalan uydurup
iftirâ edenin zâlim olduğu (3/Âl-i İmrân, 94), müşriklerin büyük bir günah
olarak Allah'a iftirâ etmiş oldukları (4/Nisâ, 48) belirtilmiş, Allah'ı ve
âyetlerini yalanlayarak iftirâ atanlardan daha zâlim kim olduğu, olumsuz cevap
açısından sorulmuştur (6/En'âm, 21, 93, 144; 7/A'râf, 37; 10/Yûnus, 17; 11/Hûd,
18; 18/Kehf, 15; 29/Ankebût, 68; 61/Saff, 7). Kur'an, iftirânın tanımını ve
iftirâya uğrayana verdiği ezâyı şu şekilde beyan eder: "Mü'min erkekleri ve
mü'min kadınları, yapmadıkları bir şeyle (suçlayıp) incitenler, bir iftirâ ve
açık bir günah yüklenirler." (33/Ahzâb, 58). İftirânın insanlar açısından en
ağırı nâmus üzerine atılan iftirâdır. Bunu, Hz. Âişe ile ilgili olarak "ifk"
olayında görmekteyiz. Bu konuyla ilgili Nûr sûresinde geniş değerlendirme vardır
(24/Nûr, 11-16). İffetli bir kadına zinâ isnâdında bulunup da bunu dört erkek
şâhitle isbat edemeyen bir kimse "kazf" cezasına çarptırılır. Bunlara ceza
olarak seksen değnek vurulur ve bundan sonra şâhitlikleri kabul edilmez. Zinâ
isnâdında bulunan kimse, kadının kocası olur ve dört şâhitle bunu isbat
edemezse, "mulâane" (lian) yoluna başvurulur (24/Nûr, 6-9).
Yalan denilince, akla yalanı iş
edinme, çok yalan söyleme gelir. Yalan, kişinin gerçeği saklayıp bildiğinin
aksini söylemesidir. Yalancılık, çok çirkin bir huydur. Dinimiz yalanı kesin
şekilde haram kılmış ve şiddetle yasaklamıştır. Yalan, rûhî bir hastalıktır,
müslümanların kendilerini bundan kesinlikle korumaları gerekir. Çocuklar daha
küçükken doğru sözlülüğe alıştırılmalı, yalanın zararları kendilerine
anlatılmalıdır. Cenâb-ı Hak, ?Yalan sözden kaçının.? (22/Hacc, 30) diye
emrettiği halde basit dünya menfaatleri için yalan söyleyenler vardır. Özellikle
yalan yere şâhitlik yapmak çok kötü bir davranış ve büyük bir günah sayılmıştır.
Gerçek bir müslüman kendi aleyhine de olsa, doğru söylemeli ve asla yalana
yaklaşmamalıdır. Çünkü Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
?Ey iman edenler! Adâleti
titizlikle ayakta tutan, kendiniz, ana babanız ve akrabanız aleyhinde de olsa
Allah için şâhitlik eden kimseler olun. (Haklarında şâhitlik ettikleriniz)
Zengin olsunlar, fakir olsunlar Allah onlara (sizden) daha yakındır. Hislerinize
uyup adâletten sapmayın, (şâhitliği) eğip büker, yahut şâhitlik etmekten
kaçınırsanız (bilin ki) Allah yaptıklarınızdan haberdardır.? (4/Nisâ, 135)
Peygamber Efendimiz de yalan
söylemenin ve yalan şâhitlik yapmanın büyük günahlardan olduğunu ısrarla
belirtmiştir. Ayrıca, yalanın münâfıklık alâmetlerinden olduğunu haber vermiştir
(Müslim, İman 107). Peygamberimiz, ?...Yalan kötülüğe, kötülük cehenneme
götürür...? (Buhârî, Edeb 69; Müslim, Birr 103-105) buyurmuştur. Yalanın en
büyük kötülüğü işte budur. Yani, insanı Allah'ın rızâsından uzaklaştırıp
cehenneme götürmesidir. Ayrıca yalan, insanları birbirine düşürür, güven
duygusunu yok eder, toplum içinde karışıklıklara sebep olur; dostlukları yıkar,
yerine düşmanlık tohumları eker. Yalan, er geç ortaya çıkacağından, yalancılar,
kendilerine güvenilemeyen, saygı duyulmayan ve sevilmeyen insanlar durumuna
düşerler. Kısaca yalan, insanı dünyada da âhirette de felâkete sürükler.
Yalan, söz ve davranışlarda
gösterilen doğrudan ayrılıp uzaklaşmayı hedef alan bir davranıştır. Bencil
birtakım sonuçlar elde etmek kasdıyla yapılan bir hareketi, hatayı gizlemek
amacıyla, işin doğrusunu da bildiği halde isteyerek gerçeğe uygun olmayan beyan
ve girişimlerde bulunmak, hakikati değiştirmek şeklinde görülen yanlış ifadelere
?yalan? denir. Yalancılık, sözle olabildiği gibi, hareketle (jest, mimik vs.),
yazı ve susmayla da olabilir.








[1]
Hayati Aydın, Kur'an'da İnsan Psikolojisi, s. 259-264.