Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular
İttibâ Şirki
İttibâ Şirki 
 
 
İttibâ Şirki 
 
İnsanın inanç, düşünce ve 
davranışları yönüyle şirki üçe ayırmak mümkündür: İtikad şirki, ibâdet şirki ve 
ittibâ şirki. Bırakın eğitim kurumlarını, câmiilerde bile (istisnalar dışında) 
tevhidden şirkten pek bahsedildiği olmaz. Olursa bile yasak savma bâbından ve 
fincancı katırları ürkütmemeye özen göstermek adına hakla bâtıl karıştırılarak 
veya hakkı ketmederek... Abdesti bozan şeylerin üzerinde durduğu kadar insanlar 
tevhidi bozan konulara önem vermez. Halbuki insanların kurtuluşunun yolu, Kur'an 
kavramlarının tashihi, boşaltılan içlerinin yeniden Kur'anî değerlendirmelerle 
doldurulmasıdır. Özellikle de lâ ilâhe illâllah kavramının, yani tevhid ve şirk 
gibi temel kavramların düzeltilmesi gerçekleşmeden dünyamızın da âhiretimizin de 
kurtulması mümkün değildir. Bütün şikâyet edilen olumsuzluklar, bu kavramların 
düzeltilmesine ve sağlam şekilde yaşanmasına bağlıdır. Filistin topraklarında 
siyonist yahûdiler başta olmak üzere, İslâm topraklarını işgal eden zâlim 
kâfirler silâhtan korkmuyor, zaten müslümanın elindeki silâhın pek korkutmaya 
yetecek önemi de yok. Ama onlar, eliyle (veya buna gücü yetmiyorsa) diliyle, 
kalemiyle kendilerini taşlayan mü'minin akîdesinden çekiniyor, korkuyor. Tevhid 
eri Allah'ın askerini, ölümden korkmayan canlı şehidi korkutup yıldıracak hiçbir 
silâhın mevcut olmadığı gibi; tevhid bilincine sahip insan da imanı oranında 
kâfirlerin korkulu rüyası olmaktadır. 
Islah çalışmaları, ülkeyi 
kalkındırma planları en azından iki yüz senedir uygulanan batılı tarzdaki 
yaklaşımlarla iflas etmiştir. Şirk düzeninin ıslah edilmesi mümkün de değildir, 
doğru da olmaz. 
?Zulmedenler, hangi 
inkılâpla devrilip döndürüleceklerini yakında bileceklerdir.? (26/Şuarâ, 
227) 
Çözüm, câhiliyye düzenini 
devirip yerine saâdet asrının anlayışını yerleştirmektir. Aynen Peygamber'in 
yaptığı gibi. İnsanları sahih akîdeye, tevhidî bilince, Kur'ânî eğitime, 
inkılâbî çizgiye yönlendirmedikçe uğraş ve gayretler, delik kabı suyla 
doldurmaya benzeyecektir. Siz ne kadar (sadece fazilet, ahlâk ve benzeri 
özellikleri teşvik ederek) delik kabı doldurursanız, o, kısa zaman içinde 
boşalacaktır. 
Tevhid, İslâm'ın birinci ve en 
büyük esasıdır. Kur'an'an en fazla önem verdiği konudur. Mekke'de inen âyetlerin 
hemen hepsi tevhide vurgu yapan âyetlerdir. Medine'de inen âyetler de, 
çoğunlukla tevhide atıfta bulunur, onu kökleştirmeye çalışır. Ahkâm âyetlerinin 
ekserisi ?Ey iman edenler...? diye tevhide işaretle, o temeli 
güçlendirmek ve üstüne bina dikmek için alt yapıya dikkat çeker. Tevhid, bir 
zaman konuşulup birazcık üstünde durularak başka söze geçilecek bir konu 
değildir. Hemen her konu buna dayanmalı, müslümanın hayatından hiçbir zaman geri 
planlara atılmamalı, bu konu hiç bitmemelidir. 
?Ey iman edenler, İman edin! 
(imanınıza devam edin, yeniden ve kâmil anlamda iman edin, imanınızı yenileyin, 
güçlendirin, imanda sebat edin).? (4/Nisâ, 136) 
?Lâ ilâhe illâllah? hükmü, 
beşerî hayatta süreklidir. Sadece kâfirler inanmak için, müşrikler inançlarını 
düzeltmek için çağrılmaz ona. Mü'minler de ona çağrılır ve onlara sık sık 
hatırlatılır. Kalplerinde canlı ve sâbit kalması, hayatlarında etkili olması, 
gereklerini ihmal etmemeleri için ?Ey iman edenler, İman edin!? diye 
uyarılır. Kur'an, insanın hayat programını çizen bir kitap olduğu için tevhide 
karşı bu önemi ve titizliği gösterir. Allah, tek yaratıcı, yegâne hâkim ve 
yönetici, rızık verici... olduğundan yalnız O'na ibâdet edilmeli, başkası O'na 
ortak koşulmamalıdır: Bu, Allah'ın kulları üzerindeki en büyük hakkıdır. Allah, 
kullarının ibâdetine muhtaç değildir, ama insan muhtaçtır ve her an mutlaka 
ibâdet halindedir; ya Allah'a veya Allah'ın dışındakilere. İnsan, imanla küfür 
arasında, sahte ilâhlarla gerçek İlâh arasında bir tercih yapmalıdır. Âdemoğlu, 
hem Allah'a hem de şeytana kul olarak yaşayamaz (Bkz. 33/Ahzâb, 44). 
?Tâğuta kulluk/ibâdet 
etmekten kaçınan ve tam gönülle Allah'a yönelenlere müjdeler! Dinleyip de sözün 
en güzeline tâbi olan kullarımı müjdele!? (39/Zümer, 17-18) 
Bunun için insan daima ?Lâ 
ilâhe illâllah?a muhtaçtır. 
Bütün peygamberler, kavimlerine 
bu sözü tebliğ ediyor, ?yalnız Allah'a kulluk edin, O'ndan başka ilâhınız 
yoktur? diyerek insanları tevhide dâvet ediyorlardı. Peygamberimiz de kavmini bu 
esasa çağırıyordu. Amcası Ebû Tâlib'e ?Onu söyle, onunla Allah'ın yanında sana 
şefaatçı olmam için bir cümle: Lâ ilâhe illâllah...? diyordu. Câhilî tavır, 
eski peygamberlerin kavimlerinden itibaren bu cümleyi kabullenmiyor, bu dâveti 
reddediyordu. Niçin? Sadece bir cümle için mi, yoksa o cümlenin anlam ve 
gerekleri için mi? Çağrıldıkları hayatla, yaşadıkları hayat arasında bir uçurum 
vardı. Dâvete karşı çıkışlarının çeşitli şekilleri ve çeşitli sebepleri vardı: 
Vahy olayını, yeniden dirilmeyi, hesap ve cezayı yalanlıyorlardı. İlâhın tek bir 
ilâh olmasını, babalarının yolundan ayrılmayı, Kitab'a uymayı, Allah'ın hudûdunu 
kabul etmiyorlardı. Bir de ahlâkî çıkmazları vardı: İçki, kumar, zina, zulüm... 
Ama bunların temeli itikad ve itaat idi; inanç, düşünce, helâl ve haram ve 
ahlâkı içeren kapsamıyla Allah'tan bir din kabulünü benimsemedikleri gibi böyle 
bir dinin bağlayıcılığını da kabul etmiyorlardı. 
Kur'an'ın önemle vurguladığı, 
bütün sorunları içeren iki baş sorun vardı: İbâdetin tek olan Allah'a yapılması 
ve helâl-haramda Allah'ın indirdiğine uyulması. Şirk, inançta Allah'tan başka 
ilâhların varlığına inanma, amelde ve ibâdette Allah'tan başkasına yönelme ve 
Allah'tan başkasının Allah'a rağmen hüküm koyması, helâl haram tayin etmesidir. 
İşte bunun için müşrik Araplar, kelime-i tevhidi kabul etmediler, onu söylemeye 
yanaşmadılar. Yığınlar, tutucudur; alıştıkları çok sayıdaki ilâhları, 
atalarının yolunu bırakmayı kolay kabullenmezler. Elleriyle tutabildikleri, duyu 
organlarıyla algıladıkları eşyaya bağlıdırlar. Mele' (ileri gelenler, 
müstekbirler, tâğutlar) ise, onların ilâhlara bağlılığı gerçekçi değil; 
sahtedir, şeklîdir. Mevcut sahte ilâhları savunmaları, onların adıyla halk 
kitlesini sömürmelerinden kaynaklanır. Bu zâlimlere göre, gerçek sorun hâkimiyet 
sorunudur. Onlar mı, yoksa şeriatının uygulanması yoluyla Allah mı? Bütün 
câhiyyelerdeki müstekbirleri tevhid çağrısıyla savaşa iten gerçek sorun budur. 
Hakları olmayan egemenliğin ve otoritenin ellerinden çıkıp sömürünün ortadan 
kalkması onların işine gelmez. Halbuki otorite, hüküm; tek yaratıcı, rızık 
verici... Allah'a aittir. 
?...Dikkat edin, yaratmak da 
emretmek/hükmetmek de O'na mahsustur. Âlemlerin Rabbı Allah ne yücedir!? (7/A'râf, 
54) 
?...Hüküm sadece Allah'a 
aittir.? (12/Yûsuf, 40) 
?Hiç yaratan, yaratmayan 
gibi midir? Hiç düşünmüyor musunuz?? (16/Nahl, 17) 
?Allah'tan başka size gökten 
ve yerden rızık verecek bir yaratıcı var mı? O'ndan başka ilâh yoktur. O halde, 
nasıl oluyor da (tevhidden) çevriliyorsunuz (imanı istemeyip küfre 
dönüyorsunuz)?? (35/Fâtır, 3) 
Buna rağmen, toplumun üst 
tabakası açık veya gizli diktatörlükle yığınlar üzerindeki otoriteleri 
neticesinde hevâlarına, süflî arzu ve heveslerine hizmeti kaybetmek istemezler. 
Aslan payının ellerinden çıkmasına tepkiyi arkasına gizlendikleri, aslında 
kendilerinin de inanmadığı sahte putların gölgesine sığınarak, güya onlar adına 
sürdürürler.Yönetimi ve rantı elinde bulunduranlar, bundan dolayı, koltuklarına 
alternatiflerden, makamlarına aday olanlardan daha çok, tevhid çağrısından 
çekinirler. Bütün güçlerini tevhidle savaşa hazırlarlar. Yığınları kandırır, 
korkutur, tevhidi savunanları karalar, onlara komplo kurar ve halkı onlara karşı 
kışkırtırlar. 
?Firavun dedi ki: ?Bırakın, 
Mûsâ'yı öldüreyim de, o Rabbine duâ etsin, yalvarsın (bakalım O Mûsâ'yı 
kurtaracak mı?) Çünkü ben, onun dininizi değiştireceğinden, yahut yeryüzünde bir 
fesat/bozgunculuk çıkaracağından korkuyorum.? (40/Mü'min, 26; Ve yine bkz. 
10/Yûnus, 75-78; 43/Zuhruf, 54). 
Mekke'deki olay da aynıydı. 
Mele', Kureyş'ti orada. Düşmanlık ve savaş, onlarla Rasûlullah arasında değil; 
onlarla dâvet, tevhid arasındaydı. Kendilerine karışmayacak ?el-emîn? Muhammed 
(s.a.s.)'den şikâyetçi değillerdi. Onun için, dâvetten vazgeçmesi halinde mal, 
mülk, dünya varlığı, hatta yöneticilik teklif ve takdim ediliyordu. Dâvetle 
düşmanlık, ister istemez onlarla dâvetin temsilcisi arasında bir savaşa 
dönüşüyordu. Putlar yalnız değildi rablık anlayışında. Şirk de tek çeşit 
değildi: Kabile, tapınılan bir rabdı, baba ve dedelerin örfü, kamuoyu tapınılan 
bir rabdı. Kureyş ve diğer büyük kabileler, Araplara dediğini yaptıran ve 
dilediğini haram yapan rablardı. 
Ve bazıları iman etti; Örnek 
nesil, sahâbe denilen altın nesil. Lâ ilâhe illâllah nasıl yer ediyordu onların 
hayatında? Ondan ne anlıyorlardı? Sadece kalple tasdikten, dille ikrardan mı 
ibaretti onların hayatında? Mü'minlerin nefisleri (her şeyleri) tevhidle 
değişince, şirkin pis renklerinden aklanınca onlarda çok büyük değişme/inkılâb 
oldu. Sanki yeniden doğmuşlardı... İnsanlık açısından, bir insanın bir şeye 
inanması, ardından da bütün tavırlarının inandığının tersi veya muhâlifi olması 
normal midir, mümkün müdür? Zehirli bir yılanın öldürücü olduğuna inanan ve 
ölmek de istemeyen bir insanın, elini yılanın ağzına hiç tedbir almadan sokması 
düşünülebilir mi? Ateşin yakıcı olduğuna inanan kimsenin elini ve tüm vücudunu 
ateşe atması?! Peki, gerçekten Allah'a iman eden tevhid eri bir mü'minin Allah'a 
itaat etmemesi, O'nu tek mâbud, tek rızık verici, tek otorite... kabul ettiğini 
davranışlarında göstermemesi nasıl olur?! 
İman iddiası, itaat ile isbat 
edilmeden insanı kurtaramaz. Bu konuda Kur'an'dan açık hükümleri görelim: Adiy 
bin Hâtem, Rasûlullah'ın yanına girdi. Peygamberimiz şu âyeti okuyordu: 
?Onlar, Allah'ı bırakıp 
bilginlerini ve râhiplerini rabler (ilâhlar) edindiler ve Meryem oğlu Mesih'i 
de... Oysa onlar, tek olan bir ilâh'a ibâdet etmekten başka bir şeyle 
emrolunmadılar. O'ndan başka ilâh yoktur. O, bunların şirk koştukları şeylerden 
yücedir.? (9/Tevbe, 31) 
Adiy: ?Ya Rasûlallah, 
hıristiyanlar din adamlarına ibâdet etmiyorlar, onları rab ve ilâh edinmiyorlar 
ki? dedi. Rasûlullah şöyle buyurdu: 
?Onlara haramı helâl, helâlı 
da haram yaptılar, onlar da uymadılar mı din adamlarına?? Adiy: 
?Evet? dedi. Efendimiz buyurdu 
ki: 
?İşte bu, onlara ibâdettir.? 
(Tirmizî, Tefsîru'l-Kur'an 10, hadis no: 3292; Tirmizî şerhi Tuhfetu'l-Ahvezî, 
hadis no: 5093) 
?Rabbınızdan size indirilen 
Kitab'a uyun. O'ndan başka dostlar edinerek onlara uymayın.? (7/A'râf, 3) 
 
?Yoksa, Allah'ın dinde izin 
vermediği bir şeyi onlara meşrû kılaccak ortakları mı vardır?? (42/Şûrâ, 21) 
 
?Ayrılığa düştüğünüz 
herhangi bir şeyde hüküm vermek, Allah'a aittir.? (42/Şûrâ, 10) 
?...Doğrusu, şeytanlar, 
sizinle tartışmaları için dostlarına fısıldarlar. Eğer onlara itaat ederseniz, 
şüphesiz siz müşrik olursunuz.? (6/En'âm, 121) 
?Hayır, Rabbin hakkı için 
onlar aralarında çıkan çekişmeli işlerde seni hakem yapıp, sonra da senin 
verdiğin hükme karşı içlerinde bir burukluk duymadan tam anlamıyla teslim 
olmadıkça iman etmiş olmazlar.? (4/Nisâ, 65) 
?(Münâfıklar,) ?Allah'a ve 
Rasûlüne inandık ve itaat ettik' diyorlar. Sonra onlardan bir grup, bunun 
ardından dönüyor. Bunlar mü'min değillerdir. Onlar, aralarında hükmetmesi için 
Allah'a ve Rasûlüne çağrıldıkları zaman, hemen onlardan bir grup yüz çevirir.? 
(24/Nûr, 47-48) 
?Kim Allah'ın indirdiği ile 
hükmetmezse, işte onlar kâfirlerin ta kendileridir.? (5/Mâide, 44) 
?Yoksa câhiliyye hükmünü mü 
istiyorlar? İyice bilen bir toplum için Allah'tan daha güzel hüküm veren (hüküm 
koyan) kim olabilir?? (5/Mâide, 50) 
?Allah, hüküm verenlerin en 
üstünü değil midir?? (95/Tîn, 8) 
?Ey iman edenler, Allah'a 
itaat edin, Peygamber'e itaat edin ve sizden olan ülü'l-emre. Eğer bir hususta 
anlaşmazlığa düşerseniz, Allah'a ve âhirete gerçekten iman ediyorsanız, onu 
Allah'a ve Rasûlüne götürün (onların tâlimâtına göre halledin); bu hem hayırlı, 
hem de netice bakımından daha güzeldir.? (4/Nisâ, 59) 
?Allah ve Rasûlü, bir işte 
hüküm verdiği zaman, artık iman etmiş bir erkek ve kadına, o işi kendi 
isteklerine göre seçme hakkı yoktur.? (33/Ahzâb, 36) 
?...Dikkat edin, yaratmak da 
emretmek/hükmetmek de O'na mahsustur. Âlemlerin Rabbı Allah ne yücedir!? (7/A'râf, 
54) 
?İman edip de imanlarına 
herhangi bir zulüm (şirk) bulaştırmayanlar var ya, işte güven onlarındır ve 
onlar doğru yolu bulanlardır.? (6/En'âm, 82) 
?...Hüküm sadece Allah'a 
aittir. O size kendisinden başkasına ibâdet etmemenizi emretmiştir. İşte 
dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.? (12/Yûsuf, 40) 
Alah'a ve Rasûlüne 
itaat, ebedî cennete götürdüğü gibi, Allah'a ve Rasûlüne itaatsizlik/isyan da 
kişiyi ebedî cehenneme ulaştırır: 
?Bunlar Allah'ın (koyduğu) 
sınırlardır. Kim Allah'a ve Peygamberine itaat ederse Allah onu, zemininden 
ırmaklar akan cennetlere koyacaktır; orada devamlı kalıcıdırlar; işte büyük 
kurtuluş budur. Kim Allah'a ve Peygamberine karşı isyan eder ve O'nun 
sınırlarını aşarsa Allah onu devamlı kalacağı bir ateşe sokar ve onun için 
alçaltıcı bir azap vardır.? (4/Nisâ, 13-14) 
?Sana ganimetleri 
soruyorlar. De ki: ?Ganimetler Allah ve Peygamber'e aittir. O halde siz (gerçek) 
mü'minler iseniz Allah'tan korkun, aranızı düzeltin, Allah ve Rasûlüne itaat 
edin.? (8/Enfâl, 1) 
?Tâğuta kulluk etmekten 
kaçınıp Allah'a yönelenlere müjde vardır. (Ey Muhammed!) Dinleyip de sözün en 
güzeline uyan kullarımı müjdele. İşte Allah'ın doğru yola ilettiği kimseler 
onlardır. Gerçek akıl sahipleri de onlardır.? (39/Zümer, 17-18). 
?(Rasûlüm!) De ki: ?Eğer 
Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı 
bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve merhamet edicidir. De ki: ?Allah'a 
ve Rasûlüne itaat edin. Eğer yüz çevirirlerse bilsinler ki Allah kâfirleri 
sevmez.? (3/Al-i İmrân, 31-32) Yine bkz. 4/Nisâ, 60, 61, 64; 49/Hucurât, 
15; 29/Ankebût, 2-3; 2/Bakara, 214; 24/Nûr, 50-54; 3/Âl-i İmrân, 142; 9/Tevbe, 
16; 23/Mü'minûn, 115. 
Ve bir hadis-i şerif: 
?Ümmetimle ilgili olarak 
korktuklarımın en korkutucusu Allah'a şirk/ortak koşmalarıdır. Dikkat edin; ben 
size ?onlar aya, güneşe ve puta tapacaklar' demiyorum. Fakat onlar (hâkimiyet 
hakkını bazı fertlerde, zümrelerde meclis ve toplumlarda görecekler), Allah'tan 
başkasının emirlerine ve arzularına göre iş yapacaklardır.? (İbn Mâce, hadis 
no: 4205) 
Hüküm koyma (teşrî), ?Lâ ilâhe 
illâllah?la direkt ve sağlam bir şekilde irtibatlıdır. Bu bağ da, hiçbir durumda 
kopmaz. ?Allah'ın indirdiğiyle hükmetmeyenler kâfirlerdir.? (5/Mâide, 44) 
âyetinde fukahâ, Allah'ın indirdiğiyle hükmetmeyen kimse, bunu helâl saymadıkça 
tekfir edilmez, eğer helâl saymıyorsa, dinden çıkarmayan küfür (küfrün gerisinde 
bir küfür, yani büyük günah) demişlerdir. Taraflardan birinden rüşvet 
aldığından, önündeki meselede Allah'ın indirdiği dışında bir şeyle hüküm veren 
hâkim de bu yaptığıyla tekfir edilmez. Allah'ın gazabına uğramış bir 
günahkârdır. İctihad edip önündeki konuda yanılan ve Allah'ın indirdiği dışında 
bir şeyle hüküm vermiş olan biri ise günahkâr da değildir. Bilâkis niyeti 
ihlâslı oldukça ictihadına ecir de vardır. Ve sayılan diğer fıkhî hususlar... 
 
Evet, lâkin bunların hiçbiri, 
Allah'ın indirdiği dışında bir şeyi teşrî ile ilgili değildir. Önündeki bir 
konuda, helâl saymamak şartıyla, fıkıh kitaplarında belirtilen herhangi bir 
nedenle Allah'ın indirdiği dışında bir şeyle hüküm vermek başka, Allah'tan ayrı 
olarak teşrî/hüküm koyma başka bir şeydir. Birinci durumda Allah'ın dinini 
kaynak olarak kabuldeki itiraf (uygulamadaki farklılığa rağmen) bozulmuyor. 
İkinci durumda, kendi yanından Allah'ın dinine muhâlif haramlar helâllar 
koyuyor. Ardından açıkça veya lisan-ı haliyle: ?Allah'ın dinini değil; benim 
hükmümü/kurallarımı uygulayın, çünkü bu, ona denktir, veya bu, Allah'ın 
kanunundan daha üstündür, kıymetlidir? diyor. İslâm tarihinde fıkıh âlimleri, 
bunun dinden çıkaran bir şirk ve küfür olduğunda ihtilâf etmemiştir. Yine, fıkıh 
âlimlerinin tarihten bu yana hiç ihtilâf etmeden şirk ve küfür olduğunu kabul 
ettikleri bir mesele de şudur: Bilmesine rağmen ve kendi irâdesiyle Allah'ın 
dini dışında bir teşrîe (hüküm koymaya) râzı olmak. İkrâh bunun dışındadır (16/Nahl, 
106); çünkü ikrahta rızâ yoktur. 
Şirkin ve zulmün hâkimiyeti ve 
egemen tâğutî güçlerin de etkisiyle insanların İslâm'dan kopukluğu arttı. Artık, 
kendisinin müslüman olduğunu da söyleyen nice insan, açıkça şirk olan inançlara 
sahip olmaya, şirk ideolojilerini kabullenmeye, elfâz-ı küfrü dilleriyle ulu 
orta söylemeye başladı. Allah'ın hükmüne uymak, İslâm'a teslim olmak, her konuda 
helâl ve haramlara dikkat etmek, Allah'ın sınırlarına riâyet etmek gibi 
değerler, müslüman olduğunu iddia eden nice insanın gündeminden çıktı. Bütün 
bunlar ve sayılması uzun sürecek şirk unsurlarına rağmen, insanlara, ?lâ ilâhe 
illâllah? deyince müslüman olacakları, İslâm'ı yaşamasa da insanın küfre 
düşmeyeceği ısrarla söyleniyordu. Müstekbir oburların önüne konulmuş çanaktaki 
yem gibi oldu bu kelimeyi sadece diliyle söyleyenler.[1] 
 
Tarihten bu yana, tevhîdî 
muhtevanın soyulmasının bazı etkenleri, sebepleri vardır. Tekliflerden kaçınma, 
uyarının (emr-i bi'l-ma'rûf ve nehy-i ani'l-münker) yetersizliği, aşırı bolluk 
(lüks ve rahata meyil, yani dünyevîleşme), siyasî istibdat ve mürcie düşüncesi, 
israfa ve dünyevîliğe pasif tepki şeklinde ortaya çıkan, zulümle mücâdele ve 
toplumsal tavır yerine kabuğuna çekilme anlayışının oluşturduğu mistisizm... bu 
etkenlerin başında gelir. 
 
 
 
 
 
 
 
 
 [1] 
 Geniş bilgi için bkz. Muhammed Kutub, Tevhid.




 e-posta adresimize mail atabilirsiniz.
 e-posta adresimize mail atabilirsiniz.