Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular

Şükür ve Nankörlük, İnsanın Yüzünden Okunur

Şükür ve Nankörlük


Şükür ve Nankörlük, İnsanın Yüzünden Okunur

Şükür ve Hamd, Hayata
Gülümsemektir. Şükür, insanı iyimser yapar. Eşyanın, kendi halimizin güzel
yanlarını gösterir. Kabir ve hasta ziyareti, kendimizdeki nimetleri görmeye
katkı sağlar. Henüz ölmediğimiz, nice hastalardan daha sıhhatli olduğumuzu,
hastahane ve mezarlık aynalarında görebiliriz. Şükrü artırdığı için bu
ziyaretlerin önemi vurgulanmış. Dünyevî konularda bizden daha fakir, daha zayıf
kimselerle kendimizi kıyaslamak, bizi şükre götürür. Dilimiz şükrettiği gibi,
yüzümüz de her an şükretmelidir. Yüzün şükrü tebessümdür. Nimetlerin ve nimet
sahibinin farkında olmanın getirdiği mutluluk ve huzurun gönülden yüze
yansımasıdır bu. Önderimiz, tüm şemâil kitaplarının nakline göre devamlı
mütebessim idi. Tebessümle sırıtma ve kahkaha çok farklı şeylerdir. Ekrem
Elçi'nin suratı asık değildi; onca zulüm, onca işkence, onca açlık, yahûdilerin
hâinlikleri, münâfıkların nifakları, dağların taşıyamayacağı onca yüke rağmen,
tebessümü yüzünden hiç eksik olmazdı.
Efendimiz'in gözünden akan
yaşlar, insanlarla değil; sadece Rabbıyla başbaşa olduğu, secdelerle süslü
gecelerin incileriydi. "Benim bildiğimi bilseniz, az güler, çok ağlardınız!"
buyuran o büyük zatın insanların içinde, çevresine huzur ve saadet dağıtan
tebessümü, şükrünün dışa yansımasıydı. O'nu örnek alması gereken mü'min, içinden
dua, haşyet, takva, İslam'ın derdi, müslümanların durumları ve bunları
düşünmenin, tefekkürün gereği mahzun bir gönül taşımalı. Ama insanlara
gülümseyen, şükrettiği yüzünden belli olan bir çehre aydınlatmalı zâlimlerin
kararttığı çevreyi. İçi ağlasa bile dışı gülmeli müslümanın. Bir müslümana surat
asmanın karşımızdakine hakaret ve kul hakkına tecavüz olduğunu bilmeli,
kardeşlerine merhametinin izleri yüzünden okunabilmeli.
İnsan, diliyle olduğu gibi
haliyle, tavrıyla, yüzüyle de devamlı şükretmeli, hamdetmeli. Seviyesizce
cıvıklık, şuh kahkahalar, boş vermiş tavır, vur patlasın çal oynasın anlayışı
mü'minden ne kadar uzak olmalıysa; karamsarlık ve ümitsizlik taşıyan bunalımlı
bir yüz de o derece çirkin kabul edilmeli. İslam, insana huzur verir. Câhiliyye
düzenini muazzam bir inkılapla deviren peygamber nizamının ve o çağın adı "asr-ı
saâdet", yani mutluluk çağıdır. Müslüman dünyada da haseneler içindedir.
Etrafındaki güzelliklere karşı gözü kör değildir. Yaratılanı sever, Yaratan'dan
ötürü. İçinde yarım bardak su olan kabın dolu tarafını görür. Ama, gücü ve
imkânı el veriyorsa, boş kısmını önce kendisi doldurmaya çalışır.
Farkında olmadığımız, önemsiz
görüp üzerinde düşünmediğimiz öylesine büyük ve öylesine çok nimetler içinde
yüzüyoruz ki... Her şeyden önce, insan olarak yaratılmışız. Ot veya it olarak
yaratılabilirdik. Tabii, insan olarak yaratıldığımız halde, ot gibi düşüncesiz,
kaygısız hayat da sürebilir; dört ayaklılardan daha aşağı olabilirdik. İnsan
olarak, yaratıkların en şereflisi olarak yaratıldık. Annemizi, babamızı,
doğduğumuz memleketimizi biz seçmedik. Herhangi bir kentin fuhuş ortamında,
batakhanelerinde veya çok fakir bir ülkenin çölünde, dağında ya da ormanında
yarı aç yarı tok, çelimsiz, kültürsüz, daha da kötüsü dinsiz imansız
olabilirdik. Elsiz, ayaksız, dilsiz, kulaksız veya görme özürlü olabilirdik.
Daha fecîsi, hakkı görmeyen, gözleri perdeli, kalbi mühürlü olabilirdik. Felçli,
sakat, yatalak değiliz. Uyuşturucu bağımlısı, alkolik, kumarbaz, hilebaz,
düzenbaz, ahlaksız... olabilirdik.
Bütün bu nimetler, zenginlik
değil de; dünyada bile mutluluk sağlamayan emanet paraların veznedarları olan
kapitalistlerin para hamallığı mı zenginlik? Gözlerinizi bir milyon dolara satın
almak isteyen olsa verir misiniz? Demek ki, ne kadar pahalı, ne kadar kıymetli
varlıklara sahipmişiz! Ya aklınızın değeri? Kaça satardınız? Bütün bunların
üstünde imanınızı değişebileceğiniz bir değer olabilir mi? Müslümanca
mutluluğun, huzurun, kanaat denilen hazinenin, sabır denilen hazzın, dâvâ
yolunda çekilen çilenin, infak etme, verme lezzetinin, ibadetlerden
aldığımız zevkin, bereketin, ağız tadının, gönül şenliğinin, hele ebedî
mükâfatın, cennetin değeri, bedeli?! Bütün bunlara şükredilmez de ne yapılır?
Şükür insanın ruh ve gönül
âleminden coşan şükrandır. Bu şükran duygusunun, içinde kaynadığını hisseden
müslüman için bu coşku, Allah'la olan en samimi bağlantıdır. Bu bağın kuvveti,
dilimizin ve gönlümüzün, bütün organlarımızla uyumlu olarak şükür vazifesini
yerine getirmesiyle kendini gösterir.
Şükür, sadece bize ait özel
nimetlere yapılması gerektiği gibi, genel nimetlere de yapılmalıdır. Kur'ân-ı
Kerim'de bu genel nimetlere vurgu yapılarak bunlar üzerinde düşünmemiz, Allah'ın
bu âyetlerini okumamız ve şükretmemiz emredilir. Devamlı karşılaştığımız için
önemi üzerinde düşünülmeyen alışılmış nimetlerin akabinde de şükür edilir ki,
insanın Rabbı ile irtibatı, ilişkisi, iletişimi canlı tutulsun ve yapılanlar
ibadet olsun. Yemekten sonra hamd ve şükür edilir ki, yediğimiz nimetleri ihsan
eden, o gıdalara lezzet katan, bize ağız tadı veren, açlığımızı bunlarla
gideren, gıdaları enerjiye dönüştüren Yaratıcı'yı görmezden, bilmezden,
hatırlamazdan gelmeyelim, nankör olmayalım.
Kemal derecesinde bir şükrün üç
basamağı vardır. Erişilen nimetin Allah'tan geldiğini bilmek, O'nun verdiğine
rızâ göstermek ve nimetinin gücü bedeninde bulunduğu sürece O'na isyan etmemek.
Her ciddi eylem, her nimet üç ibadet ister. Bunlar zikir, fikir ve şükürdür.
Başta zikir (besmele), ortada -iş esnasında- fikir (tefekkür, Allah'ın nimet ve
ihsanını düşünüp O'nun rızasını istemek) ve sonunda şükür (El-hamdü lillâh
demek).[1]








[1]
A. Kalkan, Hamd Kavramı