Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular

TAHRİF. Tahrif; Anlam ve Mâhiyeti

TAHRİF


TAHRİF


Tahrif; Anlam ve Mâhiyeti


?Tahrif? kelimesi, ?ha-ra-fe?
den gelir. ?Harf?, bu fiilin masdarıdır; çevirmek, değiştirmek demektir. Harf,
isim olarak kullanıldığında harf, kenar, uç anlamlarına gelir. Tahrîf, ?bir şeyi
uzatmak, sözgelimi, kalemi uzatmak, yani açmak, sivriltmek, kelimeleri harf harf
yapmak, yani gerçek anlamından çıkarıp birkaç manaya gelebilecek şekle sokmak?
demektir. Bir kelimede harflerin yerini veya bir harfi değiştirme, bozma; bir
ibârenin manasını değiştirme anlamına gelir. Daha çok, ilâhî kitaplar üzerinde
herhangi bir kelimenin bile bile değiştirilmesi için kullanılır. Tahrif edene ?muharrif?,
tahrif edilen şeye de ?muharref? denir.

Kur'an'ın tahrif konusundaki
âyetlerinde bu olayın nasıl gerçekleştiği açıklanmaktadır. Tevrat ve İncil gibi
Allah tarafından gönderilen Kitab'ın âyetleri, gerçek anlamından
çıkarılmaktadır. Kelimelerle esas kastedilen manayı öteye beriye çekmek,
âyetlere yersiz manalar verip anlamsız te'villerde bulunmak, kısaca kendi
dâvâlarının aksini belirten kelime ve âyetlerin manalarını değiştirmek, ayrıca
âyetlerin bizzat metinlerinde de değişiklik yapmak sûretiyle Kitap tahrif
edilmektedir. Kur'an'ın metni Allah tarafından korunmaya alınmıştır:

?O zikri (Kur'an'ı) Biz
indirdik; elbette onu yine Biz koruyacağız.? (Hıcr: 15/9)

Buna rağmen, aynı hâdise,
Kitab'ın lafız veya metninde değişiklik yapmanın dışında, belli ölçülerde İslâm
ümmetinde de cereyan etmiştir. Çünkü Kur'an'ın geçmiş ümmetlerden, özellikle
İsrâiloğulları ve hıristiyanlardan söz eden âyetleri İslâm ümmetine bir bakıma
kesin bir ikaz mâhiyetindedir.[1]
İslâm dinine göre birkaç çeşit
tahrif vardır:
1) Bir kelimenin bazı
harflerini yanlış telaffuz ederek ona başka mana vermek,
2) Bir hadis veya ayete
tefsir yoluyla değişik mana vermek,
3) Metinler arasında
bile bile değişiklik yaparak Kur'anı-ı Kerim ve Hadis-i Şerif'lerde mevcut
olmayan bir kelimeyi metinlere eklemek suretiyle varmış gibi göstermek.
Dinî bir metnin aslını bozma ve
değiştirme anlamına gelen tahrif, islâm literatüründe genellikle Tevrat ve
İncil'in geçirdiği değişiklikler ve aslının bozulmasını ifade için kullanılır.
Yapılan araştırmalar Tevrat'ta, Allah'ın kelamı olarak kabul edilebilecek az
sayıda ibare ve bölümün bulunduğunu ortaya koymuştur. İlâhî metin olma
niteliğindeki bu az sayıda ibare ve bölüme de haham, kâhin ve Yahudi
müfessirleri tarafından söz, hikâye, vaaz ve telkinler ilâve edilmiştir. Bu
bakımdan, ilâvelerin ayıklanarak aslî metnin ortaya çıkarılması oldukça zordur.
Hz. Musa, İsrailoğullarından
verdiği talimatlara uymalarını, Allah'ın emir ve yasaklarını gelecek nesillere
öğretmelerini, evde olsun, yolda olsun, her oturuş kalkışta bunlardan söz
etmelerini ve Tevrat'a iyi sahip olmalarını istemiş, onlardan söz almıştı. Fakat
onlar Hz. Musa'nın samimi nasihatini ciddiye almadıkları gibi, Tevrat'ı muhafaza
ve nesilden nesile intikal ettirmek görevini de yerine getirmemişlerdir.
İsrailoğulları tâ başından beri Allah kelâmı olan Tevrat'a daima ilgisiz
kalmışlardır. O kadar ki, Hz. Musa'dan yediyüz yıl sonra Kudüs'teki Süleyman
Mâbedi'nin Baş râhibi ile dönemin hükümdarı, kendilerine Allah tarafından Tevrat
adında bir kitabın verildiğinden nerede ise haberleri bile yoktu.
Tevrat'ın nesilden nesile
sağlam bir şekilde intikali konusunda Yahudi din adamlarının en büyük suçu, bu
ilâhi kitabı okuma keyfiyetini kendi tekellerine almış olmalarıdır. Bundan
dolayıdır ki Tevrat Yahudi halkının bildiği ve okuduğu bir kitap mahiyetini
alamamış, halk bu Allah Kelâmından kopuk yaşamıştır. Daha sonraları Yahudiler
arasında bid'at ve cehalete dayanan uygulamalar ortaya çıkınca, din âlimleri bir
yandan bid'at ve cehaletle mücadeleye girişmiş, bir yandan da bozuk inanç ve
uygulamalara karşı Tevrat'tan kanıtlar bulmaya çalışmışlardı. Tevrat'tan kesin
cevap bulamadıkları hususları da bizzat kendileri Tevrat'a eklemişlerdir.
Yahudi âlim ve hahamları, kesin
cevap bulamadıkları noktalarda Tevrat'ı yalnız kendi anlayışları doğrultusunda
yorumlamakla kalmamışlar, uygun gördükleri metinleri ekleyerek bazı yerleri de
çıkarmışlardır. Sonuçta bu ilâve ve çıkarmalar gerçek Tevrat'ı tanınmaz hale
getirmiştir.
Aynı tür bir tahrif hadisesine
diğer ilâhi kitap olan İncil'de de rastlanmaktadır. Hristiyan râhipleri kendi
yorum ve hayal mahsulü düşüncelerini, kendi ictihadları doğrultusunda
geliştirdikleri din anlayışlarını Allah'ın kelâmı olan İncil'e ekleyerek bu
ilâhî kitabı âdetâ anlaşılamayacak hale getirmişlerdir. Kur'an-ı Kerim, Yahudi
ve Hristiyan din adamlarının ilâhi kitaplar üzerindeki bu çirkin tasarruflarını
şöyle açıklıyor:
"Ey iman edenler! Biliniz
ki, hahamlardan ve râhiplerden bir çoğu insanların mallarını haksız yollardan
yerler ve insanları Allah yolundan engellerler..." (et-Tevbe, 9/34).
Bu ayetten anlaşıldığı üzere
hahamlarla râhipler, mukaddes kitaplardaki ayetleri dünya menfaati karşılığında
da değişmişler veya hükmünü kendilerine göre yorumlamışlardır. Bunlar özellikle
Hz. Muhammed'in Peygamberliğiyle ilgili ayetleri tahrif etmişler, Kitab-ı
Mukaddes'in, Hz. İsa'dan sonra Hz. Muhammed'in geleceğini müjdeleyen ayetlerini
yok etmeye çalışmışlardır.
Haham ve râhipler bununla da
yetinmemiş, ilâhî kitaplara yaptıkları ilâvelerin aslî metin olduğunu iddia
etmişlerdir. Böylece haham ve râhiplerin tarih felsefesi, kelâm, fıkıh, tefsir
ve diğer ilim dallarındaki görüş ve yorumları Kitab-ı Mukaddes Külliyâtı içine
girerek âdeta Allah kelâmının bir parçası halini almıştır.
Yapılan araştırmalar Ahd-i Atik
(Eski Ahit)'in ilk beş kitabının asıl Tevrat olmadığını ortaya koymuştu.
Orijinal Tevrat'ın bir nüshası veya bölümü hiç bir yerde yoktur. Bu iddiayı
bizzat Tevrat'ın kendisi de doğrulamaktadır. Bugün elde mevcut Tevrat Hz.
Musa'nın, ölümüne yakın bir zamanda bu ilâhi kitabı bir sandığa koyarak Hz.
Yeşu'ya teslim ettiğini, Bâbil imparatoru Buhtu'n-Nasr'ın Kudüs'ü yakıp yıktığı
zaman sandıktaki Tevrat'ın da yanıp kül olduğunu bize bildirmektedir. Bu işgal
ve yangından yaklaşık 250 yıl sonra Hz. Üzeyir'in, din bilgini ve hahamların
gayreti ve semâvî ilhamla Tevrat'ı yeniden topladığını bizzat İncil
rivâyetlerinden öğrenmekteyiz. Bu hadiseler dışında da çeşitli olaylar, Kitab-ı
Mukaddes'in büyük çapta tahrife uğrayarak kaybolmasına sebep olmuştur. Büyük
İskender'in fütuhatı sonucunda Yunanlılar diğer kültür eserleriyle birlikte
Tevrat'ı da Yunanca'ya çevirmişlerdir. Netice itibariyle Yunan kültürünün
tesirinde kalan Yahudiler de Tevrat'ın İbrânice nüshası yerine Yunanca
tercümesini kullanmaya başlamışlardır. Bu bakımdan Yunanca tercümelerden bize
intikal eden günümüzdeki Tevrat'ın, Hz. Musa'ya vahyedilen Tevrat olduğunu
söylemek güçtür. Ancak bütün bunlardan, Tevrat bütünüyle tahrife uğramıştır
sonucu çıkarılmamalıdır. Tevrat'ın tamamen tahrif edilmediğini, içinde, Kur'an-ı
Kerim'le tezat teşkil etmeyen Hak kelâmı pasajlardan anlamak mümkündür. Nitekim
Prof. M. Hamidullah da, Kitab-ı Mukaddes'in tamamen tahrife uğramadığını, içinde
mevcut olan bazı Allah kelâmı cümlelerinden dolayı O'na Kur'an-ı Kerim gibi
hürmet gösterilmesi gerektiğini belirtmiştir.[2]
Ayrıca bugünkü Kitab-ı Mukaddes'de Allah kelâmının yanısıra Yahudi din
bilginlerinin tefsir ve tevilleri, İsrailoğullarının tarihi, İsrailli fıkıh
bilginlerinin ictihadı vb. yanyana ve içiçedir. Bunlar birbirine öylesine
karışmıştır ki, şu Allah kelâmıdır, şu bunun tefsir ve tevilidir diye bir ayrım
yapmak çok zor bir iştir.[3]

Tevrat'ın dinî hükümleri
üzerinde de tahrifler yapılmıştır. Bilindiği üzere Hayberli Yahudiler, zina eden
evli bir erkekle evli bir kadın hakkında hüküm vermesi için Hz. Peygamber'e
gelmişler, o da suçluların recmedilmeleri gerektiğini, Tevrat'ın da bunu
emrettiğini söylemiştir.[4]
Yahudiler ise bunu bildikleri halde o hükmü fakir ve kimsesizlere uyguluyor,
aynı suçu işleyen zengin ve mevki sahibi kişileri de kırbaç cezasıyla veya eşeğe
ters bindirerek halk arasında dolaştırıyorlardı. Böylece Yahudiler Allah'ın
kitabından yüz çevirerek işlerine geleni alıyor, dolayısıyla da şeriatı tahrif
ediyorlardı.
Hz. Peygamber de hadis-i
şeriflerinde Yahudi ve Hristiyanların "Tefsir etmek suretiyle kitaplarını
tahrif ettiklerini"[5],
"İsa'dan sonra meliklerin Tevrat'ı değiştirdiklerini"

[6]
Kitaplarını hem tahrif ettikleri, hemde ilâveler yaptıklarını[7]
açıklamıştır.
Kitab-ı Mukaddes'deki tahrif
hadisesinin bir başka delili de, bizzat Tevrat ve İncil'de görülen
çelişkilerdir. Tevrat'daki çelişkilerden birkaçını tesbit etmek için Tekvin, 1,
27 ile Tekvin, II, 17; Tekvin, XXII, 14 ile Çıkış, Vl, 2-3; 1. Samuel, XVI, 10
ile 1. Tarihler, II, 13-15 cümlelerini birbirleriyle karşılaştırmak yeterlidir.
Aynı şekilde İncil'deki çelişkilerden birkaçını tesbit edebilmek için de Yuhanna,
IV, 3 ile Matta, XIII, 54-58; Matta, X, 9-10 ile Markos, Vl, 8-10; Luka, 111, 23
ile Matta 1, 16; Luka, 111, 31 ile Matta, 1, 6 cümleleri karşılaştırmak bir
fikir vermek için yeterlidir.
Tevrat'da Hz. Süleyman'a
atfedilen Neşideler Neşidesi bölümü de baştan sona tahriflerle doludur. Bu
bölümde bir peygamberin ağzından çıkması mümkün olmayacak sözler vardır. Aynı
şekilde yine Hz. Süleyman'a atfedilen Tevrat'ın 1. Krallar ve 11. Krallar
bölümünde O'nun, bütün gücünü büyülerden aldığı ifade edilerek, Allah'ın
peygamberlerine verdiği mucizeler gölgelenmek istenmiştir.
Kur'an-ı
Kerim'in, "De ki: Ey kendi aleyhlerinde olmak üzere ölçüyü taşıran
kullarım..." (ez-Zümer, 39/53) ayetini bazı art niyetli kişiler hayret
verici bir şekilde yorumlamışlar, tahrife girişmek istemişlerdir. Onlara göre
Allah Teâla, Peygamberine insanlara, "Ey kullarım" demesini emretmiştir. Yeni
-hâşâ- insanlar Hz. Peygamber'in kulları haline getirilmiştir. Buna tevil değil,
açıkça Kur'an'ı tahrif etmek denir. Bu gibilere belki bazı cahiller hayran
kalabilirler. Böyle bir tevilin kabulü, Kur'an'ın bütünüyle çelişkili olduğu
anlamına gelir. Çünkü Kur'an başından sonuna kadar, yalnızca Allah'a kulluktan
söz etmiş, Hz. Muhammed'in Rab değil kul olduğunu özellikle vurgulamıştır.[8]








[1]
Ali Ünal, Kur'an'da Temel Kavramlar, s. 86.



[2]
Konferanslar, Erzurum 1975, s. 17.




[3]
Mevdudi, Tevhid Mücadelesi, (çev. A. Asrar) İstanbul, 1983, I, 530.



[4]
Tesniye, XXII, 23-24.



[5]
Dârimi, Mukaddime, 56.



[6]
Nesâi, Kudat, 12.



[7]
Tirmiz, Tefsir, 34/3.



[8]
Mevdudi, Tefhim, (Türkçe çev), V, 114. Osman Cilacı, Şamil İslam
Ansiklopedisi: 6/92-94.