Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular
Toplum Değerlendirmesinde Câhiliyye Kavramı
Toplum Değerlendirmesinde Câhiliyye Kavramı 
 
Toplum Değerlendirmesinde Câhiliyye Kavramı 
 
 
 
Şirk, küfür, iman, tevhid gibi kavramlara 
yüklenilen anlamlarla bazıları Allah diyen herkesi İslâm dairesine sokarken, 
kimileri de bilinçli olsun ya da olmasın, toplumun büyük çoğunluğunu müşrik 
olarak nitelendirmektedir. Tarihin belli bir dönemine hapsedilen ?câhiliyye? 
kavramı, bu tartışmaların doğru bir zemine oturtulmasında önemli bir rol 
oynamaktadır. 
 
Kavramlar üzerinde semantik çalışmalarıyla 
tanıdığımız İzutsu, câhiliyye kavramının başlıca semantik yapısını üç şekilde 
ifâde etmektedir. Ona göre cehl kelimesinin birinci ve en belirgin anlamı, 
insanın hareket tarzıyla ilgili olandır ki, bu da en ufak bir kızgınlık ânında 
irâdesini kaybedip parlayan, hırslarına hâkim olamayan insanların davranışıdır. 
Bu anlamda kavram, duygularını frenlemesini bilen ve akıl gücünün işâreti olan 
hılmin zıddıdır. İnsan hayatını bütünüyle kapsayan bir kavram olan ?cehl?, 
?zulm?ü de anlamamıza yardımcı olur. İkinci anlamı olayların içine nüfuz 
edemeyen, daima sathî düşünen ve dolayısıyla her zaman basit ve isâbetsiz 
hükümler veren insanın entelektüel kapasitesiyle ilgilidir. Cehlin üçüncü anlamı 
?bir şeyi bilmeme?dir ki, İzutsu bu şekliyle kelimenin ilmin karşıtı olduğu, 
fakat Kur'an'da önemli bir rol oynamadığını söylemektedir (T. İzutsu, Kur'an'da 
Allah ve İnsan, Kevser Y., s. 197-204). 
 
Kur'an'da ?câhiliyye?, (33/Ahzâb, 33) âyetinde 
olduğu gibi, İslâm öncesi döneme ad olmakla beraber, daha genel anlamda hangi 
zaman diliminde olursa olsun, vahyî ilkelere sırt çevirmiş her türlü zihniyete 
verilebilecek geniş bir kavramdır. Nitekim Rabbimiz, geçmiş kavimlerden 
peygamberlerin karşısında yer alıp mücâdele edenleri anlatırken sık sık bu 
kelimeyi kullanmıştır. 
 
İlimden değil de hevâya uymanın sonucu zandan 
kaynaklanan câhilî değerler insanların hayatlarına yön vermekte ve dünya 
görüşlerini biçimlendirmektedir. Burada Kur'an'ın ilme yüklediği anlamın ne ?tür 
ve nitelikte olursa olsun, bilgi birikimine sahip olmak? anlamına gelmediğini 
hatırlamak gerekir. Âlimler vahye tâbi olan mü'minlerdir. İslâm'ın getirdiği 
vahyi merkezli bu ölçü, fayda sağlayan bilgiyi doğru kabul eden pragmatist bilgi 
anlayışına sahip zihinlerin anlamlandıramayacağı bir ölçüdür. Bizlere Kur'an'ı 
nasıl yaşayacağımızı öğreten rehberimiz Hz. Muhammed'in (s.a.s.) ümmî olması, bu 
açıdan önemlidir. Zâten bilgiyi İlâhî hedefleri için araç haline getirmeyip ona 
sahip olmayı hayatının amacı haline getirenler Kur'an'ın ifadesiyle ?kitap yüklü 
eşekler? (62/Cum'a, 5) sıfatına uygun düşmüyorlar mı? O halde câhil olmak, 
bilgiden yoksun olmaktan ziyâde, zanna dayanan bilgilerle beslenmektedir. 
 
Hevâ ve heveslerine uyarak zannî bilgiyle 
akaidini oluşturan câhiller, tarih boyunca peygamberlerin ve dinin şâhitliğini 
yapan muvahhidlerin karşısında olagelmişlerdir. Câhilî değer yargılarına sahip 
bu zümre, menfaatleri gereği atalarının dininden tâviz vermezler ve kendilerine 
İlâhî mesajı tebliğ edenlere de kafa tutarlar. ?Dediler ki; ?Sen bizi 
ilâhlarımızdan çevirmek için mi geldin? Şu halde eğer doğru söylüyorsan tehdit 
ettiğin şeyi bize getir.' Dedi ki: ?İlim ancak Allah katındadır. Ben size 
gönderildiğim şeyi tebliğ ediyorum, ancak sizi câhillik eden bir kavim olarak 
görüyorum.? (46/Ahkaf, 22-23). Aynı zamanda câhillerin vahye karşı 
takındıkları sarsılmaz, inatçı tutumlarını Kur'an şöyle ifâde etmekte: 
?Gerçek şu ki, Biz onlara melekler indirseydik, onlarla ölüler konuşsaydı ve her 
şeyi karşılarına toplasaydık -Allah'ın dilediğ dışında- yine onlar 
inanmayacaklardı. Ancak onların çoğu câhillik ediyorlar.? (6/En'âm, 11) 
 
Bu âyetlerin günümüzde yaşayan tabloları âdeta 
sergiliyor olmasına rağmen, Kur'an'ı sadece nüzul sebebine bağlı olarak, tarihî 
bir metin gibi algılayan hâkim zihnî alışkanlıkların varlığı sebebiyle bir kez 
daha hatırlatmak gerekir ki âyetler, insanlık tarihinin başlangıcından itibaren 
devam eden tevhid-şirk mücâdelesinin şirk cephesindeki câhillerden 
bahsetmektedir. Hayatın içinde İslâmî mücâdeleyi ağır bedeller ödeyerek 
sürdürenler ise câhiliyyenin ne demek olduğunu bilmektedirler. İşte bu 
Müslümanlardan Allah'a canını sunarak dinin şâhitliğini yapan ve hâlâ Müslüman 
gençliği fikirleriyle etkilemeyi sürdüren şehid Seyyid Kutub, câhiliyyeyi şöyle 
tanımlıyor: ?Bütün câhiliyyeler, ilk önce kulların kullara kulluğu esasına ve 
Allah'tan başkalarının ilâhlaştırılması temeline dayanır. Peygamberlerin dâveti 
ise, her zaman Allah'ın birliği ve sahte tanrıların yıkılması esâsına dayanır. 
Yani yalnız ve yalnız Allah'ın dinine bağlanıp Allah'tan başka ilâhın 
bulunmadığı esâsına istinad eder. İşte bunun için temelden câhiliyyenin 
dayandığı esaslarla çatışır. Ve bu yüzden onların varlığı câhiliyyenin varlığı 
için en büyük tehlike olur.? (Seyyid Kutub Külliyatı, Hikmet Neşriyat, c. 3, s. 
316). Hayatının noktalanışı, söyledikleri ile uyum içerisinde bulunan şehidin 
varlığı câhiliyye için büyük bir tehlike olarak görülmüş ve idam edilerek şehid 
olmuştur. Ancak bu idam, beklenenin aksine, Müslümanların câhiliyyeye karşı 
bilinçlenmesinde ve tavır almasında bir büyük etken olmuştur. 
 
Servet ve güç sahibi mağrur azınlık güya vahyi 
kabul etmemelerini sosyal statüleri düşük yoksul insanların bu dine mensup 
olmalarına bağlamaktadırlar. Onlara peygamberlerin cevabı ise şöyledir: ?Ey 
kavmim, ben sizden buna karşılık bir ücret/mal istemiyorum. Benim ecrim, 
yalnızca Allah'a aittir. Ben iman edenleri kovacak değilim. Onlar gerçekten 
Rablerine kavuşacaklar. Ancak ben sizi câhillik etmekte olan bir kavim 
görüyorum.? (11/Hûd, 29) 
 
Câhilî değerlere sahip böylesi bir zihniyet aynı 
zamanda korkunç bir ahlâkî çöküşün de temelini oluşturmaktadır. ?Siz 
gerçekten kadınları bırakıp şehvetle erkeklere mi yaklaşıyorsunuz? Hayır, siz 
câhillik etmekte olan bir kavimsiniz.? (27/Neml, 55). Günümüz modern 
câhiliyyesinde de açıkça gördüğümüz ahlâkî değerlerin gittikçe ivme kazanan 
ifsâdı, câhiliyyenin belirgin özelliklerindendir. Tapınma duygularını 
kendilerine sunulan ve kendileri gibi âciz varlıklarla tatmin eden zavallı 
insanlar onların getirdikleri ahlâksız tutumları bir ibâdet coşkusu içerisinde 
îfâ etmektedirler. 
 
Defalarca tebliğ edildiği halde, artık yola 
gelmeyen bilinçli olarak tercihini kullanmış olan câhilî bir topluluğa nasıl 
tavır alınacağı konusunda Allah, Rasûle ve dolayısıyla bize şunu emretmektedir: 
?Onları hidâyete çağırsanız işitmezler. Onların sana baktıklarını sanırsın, 
oysa onlar görmezler. Sen affı tut, ma'rûfu emret ve câhillerden yüzçevir.? 
(7/A'râf, 198-199). Câhillerden yüzçevirmek, onlardan, öncelikle zihinsel olarak 
kopuşu gerektirmektedir ki, onların diniyle Müslümanların dini arasında hiçbir 
alâka kalmasın. 
 
Buraya kadar bahsettiğimiz câhiliyye; İslâmî 
düşünüş, davranış ve ahlâkına aykırı tüm değer yargılarına sahip, vahye karşı 
alınmış bilinçli bir tavrın adıdır. Bu tavırda vahiyle bir çatışmaya 
girilmiştir. Bu câhilî yaşayış biçimi bir çağda olup geçen ve bir daha tekerrür 
etmeyen tarihî bir olay değil; bir sistemdir, bir inançtır ve her zaman da aynı 
organik yapıya ve güçlere sahiptir (S. Kutub, a.g.e., s. 315). 
 
 



