Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular

TUĞYÂN..

TUĞYÂN

TUĞYÂN

Haddi aşma, zulüm, azgınlık, sapıklık; isyan,
küfür. "Tuğyan" kelimesi "tağâ" (azdı, taştı, zulmetti) fiilinin masdarı olarak
Kur'an'da dokuz yerde geçer. Ayrıca haddi aşıp azgınlık yapan kişi ve
topluluklar manasında (taği) altı yerde; insanları yoldan çıkaran, azdıran
"şeytan", "put" ve "kâhin" anlamında (Tağut) sekiz yerde geçer. Masdar ve diğer
türevleriyle birlikte bu kelime Kur'an'da toplam otuzdokuz yerde zikredilir.

Hadiste: Hızır'ın öldürdüğü çocuğun[1]
inkarcı bir tabiata sahip olduğu, eğer yaşasaydı ebeveynini "tuğyan"a ve küfre
sürükleyeceği[2]
bildirilmektedir. Yine hadiste malın "tuğyan"ı olduğu gibi ilmin de "tuğyan"ı
olduğu bildirilmiştir. Yani ilim, sahibini, şüpheli hususlarda ruhsat kullanması
suretiyle, helâl olmayan yollara sevk eder. İlmi dolayısıyla kendisinden aşağıda
olan kimselere büyüklük taslar ve mal sahibinin yaptığı gibi ilmiyle amel
etmeyerek ilminin hakkını veremezse bu ilmin tuğyanı olur.[3]

"Tuğyan" ile aynı kökten gelen "Tağut" kelimesi,
azgın, insanlara zorla hükmeden kâfir, zorba kişiyi ifade eder.

Kur'an'da Allah müminlerin dostu ve yardımcısı,
"Tağut" da kâfirlerin dostu ve yardımcısı olarak gösterilmiş; "müminlerin Allah
yolunda savaştıkları" kâfirlerin ise, "tağut yolunda savaştıkları" ifade
edilmiştir:

"Allah inananların dostudur, onları
karanlıklardan aydınlığa çıkarır, inkâr edenlerin ise dostları azgın putlar (tağut)
dır. Onları aydınlıktan karanlıklara sürüklerler. İşte onlar cehennemliklerdir.
Onlar orada temelli kalacaklardır"
(el-Bakara, 2/257)

"İnananlar Allah yolunda savaşırlar, inkâr
edenler ise şeytan (tağut) yolunda harbederler. Şeytanın dostlarıyla savaşın.
Esasen şeytanın hilesi zayıftır"
(el-Nisâ, 4/76).

Kur'an-ı Kerîm'de Âd, Semûd ve Nuh kavmi gibi
azgın toplulukların, Allah'ın emriyle yine azgın, köpürüp kuduran tufan; her
şeyi yerinden söküp atan "dondurucu rüzgâr"[4]
ve korkunç ses (sayha)[5]
ile helâk edildikleri anlatılmaktadır. Böylece sanki onlara, amelleri cinsinden
bir ceza verilmiştir. Haddi aşıp isyan eden, azarak kendinden başka güç
tanımayan insana Allah'ın emrine boyun eğen tabii hadiseler (tufan, fırtına,
zelzele vb.) yoluyla haddi bildirilir. Akıl sahibi ve şerefli olarak yaratıldığı
halde başkaldırıp isyan eden, her istediğini yapabileceğini zanneden azgın
insan, akıl sahibi olmadığı halde her emre boyun eğen "Allah'ın askerleri"[6]
tarafından mağlub ve perişan edilir.

Tuğyan, insanın tabiatında vardır. Vahye
kulağını tıkayan, aklını yegane rehber kabul ederek kendini beğenen "bencil"
insan bir de çok mal sahibi olup kendini ihtiyaçtan uzak görmeğe başladı mı,
"tuğyan" içine düşmüş olur: "şüphesiz, insanoğlu kendini müstağni sayarak
azgınlık eder" (el-Alak: 96/6).

"İnsan, kendisinde istediğini yapabilecek bir
güç, bilgi ve yetenek vahyettiği zaman artık Allah'ı unutur; gerçek kudret, ilim
ve dilediğini dileme ve yapabilme güç ve iradesine sahip olanın yalnızca Allah
olduğunu aklından çıkarır. Bu durum insan için tuğyana açılan bir kapıdır; artık
dilediğini yapar, hak-hukuk ve hiçbir sınır tanımaz. Allah'a ortak koşmaya,
nefsini onun yerine geçirip heva ve heveslerinin peşinden gitmeye girişir. İşte
bu hal, tuğyan halidir ve bu tür insanlar da Kur'an'ın diliyle Tağidir"[7]

Allah, insanların azıp sapmamaları için her şeyi
ölçü ile yaratmış, rızkı da belli bir ölçü ile insanlara vermiştir: "Eğer
Allah rızkı kullarının hepsine bol bol verseydi yeryüzünde azgınlık ederlerdi.
Ama O, dilediğini bir ölçüyle indirir" (eş-Şûrâ, 42/27).

?İnsanın açık bir düşmanı olan şeytan?[8]
ve "kötülüğü çok emreden nefis"[9]
insanı azgınlığa ve sapıklığa teşvik eder. Bunun için Kur'an, nefis ve şeytana
karşı insanı sık sık uyarır ve onların vesvese ve saptırmalarına karşı uyanık
bulunmalarını emreder. Allah'ın bu uyarısı insanlara olan lütuf ve merhametinin
bir eseridir. Allah insanı başıboş bırakmamıştır.[10]
Başıboş bıraksaydı kendi aleyhlerine olurdu; azıp saparlardı. Bununla beraber
insanların çoğu bilgisizlikleri ve akılsızlıkları yüzünden iman etmemişlerdir.

Kur'an 'da "Firavn", "Tuğyan"ın simgesi olarak
takdim edilmiştir. O, bütün gücün kendi elinde olduğunu vehmediyor, insanları
küçük görüyor, onları öldürüyor ve en "kötü işkence"ye maruz bırakıyordu.[11]
Firavun mantığına göre bütün insanlar onun kulu kölesi; "Mısır ve nehirler" onun
mülkü idi:

"Firavun milletine şöyle seslendi: Ey milletim!
Mısır hükümdarlığı ve memleketimde akan bu ırmaklar benim değil mi? Görmüyor
musunuz?" (Zuhruf, 43/51).

O, bunun bir istidrac (küfrünü artıran, cezasını
artıran bir imtihan) olduğunu anlayamamıştı. Eğer ona Musa ve Harun gibi iki
mübarek Peygamber gidip de "tuğyan"ını hatırlatmasa ve onu Allah'a çağırmasa
idiler, belki o Allah'a karşı özür beyan etme sevdasına kapılabilir, "Ya Rabbi
bana bir uyarıcı gelmedi ki" diyebilirdi. Çünkü azgınlığının farkında değildi;
İnsanları köle olarak çalıştırmayı onlara işkence etmeyi ve öldürmeyi tabii
hakkı olarak görüyordu. Saltanatı onu mağrur etmişti.

Tuğyanın temelinde "kibir" ve "benlik" yatar.
Şeytanın azgınlığınının sebebi kibir ve benlik idi. Bu bakımdan Nisa sûresinin
51. ayetinde "Tağut" şeytan olarak yorumlanmıştır.

Tuğyan kelimesine küfür, şirk ve zulüm olarak
iki şekilde mana vermek gerekir:

"Doğrusu şirk büyük bir zulümdür"
(Lokman, 31/13). Çünkü şirk, bile bile hakkı inkâr etmek, niyeti görmemek ve onu
verene isyan etmektir. Bu, iman noktasından bir "tuğyan" dır. İman açısından
tuğyan içinde bulunan kimsenin uygulama bakımından da "zalim" olması tabiidir.
Firavunun tuğyanı buna örnektir. Uygulama açısından "tuğyan" ise "zulüm" ve
"haksızlık" tır. Özellikle yetki sahibi bir kimsenin, kendisini haklı gösterecek
bazı gerekçelerle adaletten ayrılması ve emri altındakilere zulmetmesidir. Böyle
kişilerin hakkı korkusuzca söyleyen âlimler tarafından uyarılması gerekir.
Hadiste böyle zulüm yapan yöneticiye (sultanun cairun) karşı hakkı söyleyen âlim
övülmektedir:

?Cihadın en-üstünü zalim hükümdara karşı hak
sözü söylemektir"[12]

İslam tarihi, zalim sultanlara ve kötü
hükümdarlara karşı gelen güçlü bilginlerle doludur. Çoğu kez bu muhalefet, dil
ve kalemden mızrak ve kılıca dönüştü. Tıpkı Abdurrahman b. el-Eş'as ve
beraberindeki fakih ve muhaddislerin, Haccac'ın tuğyanına (taşkınlığına) ve
Emevî devletinin sapmasına başkaldırmaları gibi.

Medine'nin ünlü fakihi Saîd b. Müseyyeb, Hulefa-i
Raşidin'in yolundan gitmeyen, mal-mevki ve nüfuz peşinde koşan Emevi emir ve
valilerinin, kendi itibarından yararlanmak için yaptıkları mal ve mevki
tekliflerini reddediyor ve onların kötü emellerine alet olmuyordu. Velid b.
Abdülmelik'e biatı reddeden Saîd b. Müseyyeb'e 60 değnek ceza vuruldu.

Tabiin dönemi âlimlerinden Saîd b. Cübeyr,
Haccac'ın zulmünü önce vaaz ve nasihatle önlemeye çalıştı, bu fayda vermeyince
ona karşı ayaklandı ve şehid edildi.

Halife Mansur'un zulmüne boyun eğmeyerek onun
gayri meşrû isteklerine alet olmamak için teklif edilen kadılık görevini
reddeden Ebu Hanife de işkenceyle şehid edilmiştir.[13]

Malik b. Enes de Halife Mansur'dan haksızlık ve
zulüm gördü. Hz. Ali (r.a) taraftarlarının isyanına fetva vermesi üzerine ona
işkence yapıldı.[14]

Örneklerden de anlaşıldığı gibi "tuğyan"
(zulüm), mümin olsun, kâfir olsun, maddî gücü ve siyasî iktidarı elinde
bulunduran yöneticilerin yakalandıkları bir hastalıktır. Yöneticiler bu
hastalıktan ancak yanlarına müttaki alim yardımcılar (müşavirler) almak ve
adalete sarılmak suretiyle kurtulabilirler. Çünkü mutlak Hakim, Cebbar ve Kahhar
olan Yüce Allah adaleti emretmektedir.[15]
Adalet, yöneticinin iktidarında uzun süre kalmasını ve adının hayırla anılmasını
sağlayan temel bir özelliktir. Zulüm ise bunun tersidir. Zalim bir yönetici kısa
sürede iktidarını kaybeder ve herkes tarafından lanetle anılır.
Tuğyan, siyasî
iktidarı elinde bulunduran kişilerin sırf kendi iktidarını devam ettirmek ve
rakiplerini etkisiz bırakmak için, çevresindeki kötü kişilerin telkin ve
tahriklerine kapılarak zulme sapmalarıdır. Onları bu geçici iktidar
sarhoşluğundan kurtarıp zulümlerini önleyecek olan, dünya malına ve makamına
değer vermeyen gerçek alimlerdir. Yönetici ancak böyle cesur alimlerin uyarı ve
tavsiyeleriyle ve sorumluluğunun şuurunda olarak Allah'tan korkmak suretiyle
adaleti yerine getirebilir Hz. Ömer'in her gün kendisine: "Ey Ömer Allah'dan
kork!? uyarısı yapmak üzere bir kişiyi görevlendirdiğine; zulme sapmaktan korkan
bazı yöneticilerin de kendilerine: "Mağrur olma padişahım senden büyük Allah
var" ikazını yaptırdıklarına tarih şahidlik etmektedir.[16]



[1]
bk. el-Kehf, 18/74, 80.

[2]
Müslim, Kader: 29; Ebu Davud, Sünen: 16, Hadis No: 4705.

[3]
bk. İbn Manzur, Lisanu'l Arab, "Tağa" md.

[4]
el-Hâkka, 69/6.

[5]
Hud, 11/67.

[6]
el-Fetih, 48/7.

[7]
Ali Ünal, Kur'ân'da Temel Kavramlar, 355-356.

[8]
Yusuf, 12/5.

[9]
Yusuf, 12/53.

[10]
Kıyame, 75/36.

[11]
el-Bakara, 2/49; İbrahim, 14/6.

[12]
İbn Mâce, Fiten, 20.

[13]
Beyyumi, Tuğyana Karşı Ulema, 17 vd.

[14]
Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi III, 92-93.

[15]
en-Nisa, 4/58; en-Nahl, 16/90.

[16]
Halit Ünal, Şamil İslam Ansiklopedisi: 6/226-228.