Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular

Hulefâ-i Râşidîn ve Onların Seçimleri

Hulefâ


Hulefâ-i Râşidîn ve Onların Seçimleri




Her devirde, her yerde, bir büyük zat
incelenirken, şahsın anlaşılması için çoğu kere onun yetiştirdiklerine de nazar
edilir. Eserleri arkasında zikredilebilecek halefleri, bir bakıma o kimsenin
ayinesidir.

Bu beşerî kaideyi, Hz. Peygamber (s.a.s.) için
de mûteber addedebiliriz. Rasûlullah (s.a.s.)'ın getirdiği mesajın ve sistemin
anlaşılmasında, hakkıyla takdirinde, Ashab'ın bütün yönleriyle bilinmesi büyük
ehemmiyet taşır. Bunu anlayan selef ulemâsı, sâdece Hz. Peygamber (s.a.s.)'le
ilgili sünneti değil Ashâb ve hattâ Tâbiîn ve Etbauttâbiîn ile ilgili sünneti de
yazmış, hayatlarını, sözlerini, fetvâlarını, birçok fiillerini bize kadar
intikal ettirmiştir.

Mevzumuz olan imamet, yâni İslâm'ın siyasî ve
idarî sistemi açısından Hulefâ-i Râşidîn mühim bir yer tutar. İnsanlığın
kapitalizm, komünizm gibi iktisadî; monarşi, demokrasi, diktatörlük gibi siyâsî
sistemleri arasında İslâmî sistemi, bütün buutlarıyla ve gerçek (otantik)
vechesiyle anlamak için Hulefa-i Râşidîn dönemini ve onların tatbîkâtını
anlamak, bilmek vazgeçilmez bu zarûrettir. Gerçek İslâm'ın, onların şahsında
temsîl edildiği, hakikî İslâmî örneklerin kâmil mânâda onların elleriyle tatbik
edildiği kanaatindeyiz. Sonraki nesillerde her hâl u kârda gayr-ı İslâmî
unsurlarla sistemin müşevveşleşeceğine telmîhan Rasûlullah (s.a.s.): "Benden
sonra nübüvvet hilâfeti otuz yıldır" buyurmuştur.

Şu halde bu kısımda Hulefa-i Râşidîn'le ilgili
bazı rivâyetleri, onların başta seçimleri olmak üzere siyasî yönlerini tanıtıcı
bir kısım açıklamaları sunacağız. Bu vesîle ile bir noktaya parmak basmak
istiyoruz. Dört Halife Devri denince zihinler "İslâm demokrasisi" tâbiriyle
şartlandırılmış durumdadır. Biz bu tâbirin yanlışlığına inanıyoruz. Zîra
demokrasi Batı'ya ait bir sistemdir. İslâm'ın siyasî sistemini -bazı
noktalardaki hâricî benzerlikler sebebiyle- demokrasi ile iltibas etmemek
gerekir. Üstelik, her ne hikmetse, bugünün dünyasında birbirine taban tabana zıt
Doğu ve Batı blok devletlerince birbiriyle yarışırcasına sahiplenilmiş olan
demokrasiyi bir ideal sistem olarak telakkî edip, mezkûr maratona katılma
espirisiyle "demokrasi İslâm'da da var, dolayısıyla İslâm'ın bir eksiği yok"
mânâsında iddialar mahzurludur, İslâmî nizamın anlaşılmasına mânidir. Böyle bir
davranışın psikolojik planında demokrasiyi esas alma, ideal kabûl etme zihniyeti
yatmaktadır. Halbuki İslâm vahye dayanır, semâdan inen bir amud-u nurânîdir.
Onda beşerî katkı yoktur. Bununla o, hiçbir sûretle mukâyese imkânına sahip
değildir. Biz İslâm'ı, hiçbir beşerî katkı ile teşvîş etmeden, kendi orijinal
cüzlerinden mürekkep müstakil bir bütün olarak anlamaya çalışmalıyız. Aksi
takdirde gereksiz iltibaslar onu kavramamıza mâni olacaktır. Şunu açıklıkla
söyleyebiliriz: İslâmî nizâm, asla demokrasi değildir, dikdatörlük hiç değildir,
kesinlikle monarşi olamaz. O hâlde nedir? denirse, "önce, Batılı ve beşerî
sistemleri ifade eden tâbirlerin dışına çıkmak gerek"' deriz. Bu noktada mutabık
kalındıktan sonra sistemin mahiyetini anlamaya geçilebilir. Buna Osmanlılar'ın
yaptığı gibi meşrûtiyet denmiş, doğrudan nizam-ı İslâm denmiş, nizam-ı İlâhî
denmiş, meşrutiyet-i meşrûa denmiş veya bir başka isim takılmış bizce mühim
değil. Yeter ki Batı menşe'li, mevcut beşerî sistemlerden birinin ismiyle peşin
bir sıbgaya tâbi tutulmasın. (İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi,
Akçağ Yayınları, 6/452-453)

İbn Abbâs (r.a.) anlatıyor: "Hz. Ali (r.a.),
Rasûlullah (s.a.s.)'ı rahmet-i Rahmân'a kavuşturan hastalığı sırasında yanından
dışarı çıktı. (Dışarıda bekleyen) halk: "Ey Ebû'l-Hasan, Rasûlullah (s.a.s.) ne
durumda?" diye sodular. "Allah'a hamdolsun iyileşti!" dedi. Hz. Abbâs (r.a.)
elinden tuttu. Ve: "Üç gün sonra (Rasûlullah (s.a.s.) ölecek, sen bir başkasına)
me'mur olacaksın. Ben, vallahi Rasûlullah (s.a.s.)'ın bu hastalığından
(kurtulamayıp) vefat edeceğini görüyorum. Zîra ben, Abdulmuttaliboğullarının
ölüm sırasında aldığı şekli biliyorum. Gel Rasûlullah (s.a.s.)'a gidip bu "iş"
(hilafet) kimde kalacak onu soralım. Bizde kalacaksa (şimdiden) bilmiş oluruz.
Bizden başkasına kalacaksa kendisiyle konuşuruz, bizi (ona) tavsiye eder" dedi.
Ali (r.a.): "Eğer, biz onu sorsak bunun üzerine (hilafeti) bize yasaklasa, halk
ondan sonra onu asla bize vermez. Vallahi ben böyle bir şey soramam!" dedi." (Buhârî,
İstizân 29, Meğâzî 83)

Açıklama: Hadis, Rasûlullah (s.a.s.) ölüm
döşeğinde yatarken Hz. Ali ile Hz. Abbâs (r.a.) arasında, Rasûlullah (s.a.s.)
öldüğü taktirde, hilâfetin geleceği hususunda geçen bir muhâvereyi
aksettirmektedir.Hz. Ali'nin ifadesinden de anlaşıldığı üzere, Rasûlullah
(s.a.s.), bu son hastalığında, zaman zaman hafifliyor ve konuşabiliyordu. Hz.
Abbâs böyle bir hafifleme ânında kendinden sonra halîfe olacak kimse hakkında
konuşma teklif ederse de Hz. Ali buna yanaşmaz. Bir başka rivâyette, Hz. Ali:
"Bu (hilafet) işine bizden başka istekli de var mı?" diye sorar. Hz. Abbâs:
"Tahmîn ederim, Allah'a yemin olsun olacak da!" cevabını verir. Hz. Ali, bu
meseleyi Hz. Peygamber (s.a.s.)'e açtıkları, Hz. Peygamber (s.a.s.)'in de müsbet
cevap vermemesi hâlinde, halkın bununla aleyhlerinde ihticâc edip, ebediyyen
hilafete lâyık bulunmayacaklarını söyler. İbnu Sa'd'dan gelen rivâyete göre,
Rasûlullah (s.a.s.) vefat edince Hz. Abbas, Hz. Ali (radıyallâhu anhüma)'ye :
"Uzat elini sana biat edeyim, halk sana biat etsin" der. Hz. Ali kabul etmez.
İbnu Hacer'in kaydına göre, bazı rivâyetlerde Hz. Ali'nin "Keşke Abbâs'a itaat
etseydim" diye pişmanlık izhâr ettiği belirtilmişti.

Cübeyr İbn Mut'im (r.a.) anlatıyor: "Bir kadın,
Rasûlullah (s.a.s.)'a gelerek bir hususta kendisiyle konuştu. Rasûlullah
(s.a.s.), (kendisine) tekrar gelmesini emretti. Bunun üzerine kadın: "Ya seni
bulamazsam!" dedi. Kadın (bu sözüyle) sanki ölümü kasdetmişti, Rasûlullah
(s.a.s.): "Eğer beni bulamazsan, Ebû Bekir'e uğra!" diye cevap verdi." (Buhârî,
Ahkâm 57, Fedâilu Ashabi'n-Nebî 5, İ'tisâm 24; Müslîm, Fedâilu's-Sahâbe 10, h.
no: 2386; Tirmizî, Menâkıb, h. no: 3677)

Açıklama: 1- Bu hadis, vefatından sonra hilâfete
geçecek kimse hususunda Hz. Peygamber (s.a.s.)'in bazı işaretlerde bulunduğunu
gösteren rivâyetlerden biridir. İbnu Hacer'in kaydettiğine göre, bazı
rivâyetlerde kadın:

"Ben geldiğimde size ölüm gelmiş olsa ve sizi
bulamazsam?" demiştir.

İbnu Hacer'in, zayıflığına dikkat çekerek
kaydettiği bir diğer rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.s.)'a: "Ey Allah'ın Rasûlü,
senden sonra mallarımızın zekâtını kime vereceğiz?" diye soranlar olmuştur.
Onlara: "Ebû Bekri's-Sıddîk'a!" demiştir.

Kezâ biat yapan bir bedevî de, eceli geldiği
takdirde kimin hüküm vereceğini sormuş, Rasûlullah (s.a.s.): "Ebû Bekir!"
diye cevap vermiştir. Bedevî tekrar: "Ondan sonra kim hükmedecek?" diye sorunca:
"Ömer!" diye cevap vermiştir.

Şu halde bu rivâyetler, vefatından sonra Hz. Ali
ve Abbâs (radıyallahu anhümâ)'ın hilâfete geçmesi için kesin hükmettiğine dair
Şiî iddiasını reddetmektedir. İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi,
Akçağ Yayınları, 6/455.

Hz. Aişe (r.anhâ) anlatıyor: "Rasûlullah
(s.a.s.) vefat ettiği zaman, bâbam Ebû Bekir (r.a.), Mescid-i Nebî'den bir mil
kadar uzaklıkta olan) Sunh nâm mevkide idi -ki Âliye (denen Medine'nin yüksek
kısmını ki burası Hazrec'e mensûp Beni'l-Hârise'nin menzillerinin bulunduğu
mevki)yi kasdetmektedir-Hz.Ömer (r.a.) kalkıp:

"Vallahi Rasûlullah (s.a.s.) vefat etmedi. Allah
mutlaka onu geri gönderecektir, o da (münafık) kimselerin ellerini ve ayaklarını
kesecek." diyordu. Derken Hz. Ebû Bekir (r.a.) geldi. Rasûlullah (s.a.s.)'ın
yüzünü açtı ve öptü.

"Annem bâbam sana feda olsun. Sağlığında hoştun,
ölümünde de hoşsun! Nefsimi kudret elinde tutan Zat-ı Zülcelâl'e yemin olsun,
Allah sana ebediyyen iki ölüm tattırmayacak!" dedi. Sonra dışarı çıkıp: "(Hz.
Ömer'i kasdeterek): "Ey (Peygamber ölmedi diye) yemin eden kişi, ağır ol!" dedi.
Hz. Ebû Bekir konuşmaya başlayınca Hz. Ömer (radıyallahu anhümâ) oturdu. Hz. Ebû
Bekir Allah'a hamd ü sena ettikten sonra: "Haberiniz olsun! Kim Muhammed'e
tapıyor idiyse bilsin ki artık Muhammed ölmüştür. Kim de Allah'a tapıyor idiyse
o da bilsin ki Allah hayydır, ölümsüzdür!" dedi ve şu âyeti okudu: "Ey
Muhammed, şüphesiz sen de öleceksin, onlar da ölecekler" (39/Zümer, 30). Şu
âyeti de okudu: "Muhammed ancak bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler
geçmişti. Ölür veya öldürülürse geriye mi döneceksiniz? Geriye dönen, Allah'a
hiçbir zarar vermez. Allah, şürkedenlerin mükâfâtını verecektir" (3/Âl-i
İmrân, 144).

Bu açıklama üzerine halk boğuk boğuk ağlamaya
başladı. Ensar (radıyallâhu anhüm), Benî Saîde yurdunda, Sa'd İbnu Ubâde'nin
etrafında toplandı. (Muhâcir de oraya geldi. Ensarîler): "Bizden bir emîr,
sizden de bir emîr!" dediler. Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Ebû Ubeyde
(radıyallâhu anhüm) de oraya geldiler. Hz. Ömer konuşmaya başladı ise de Hz. Ebû
Bekir onu susturdu. Hz. Ömer (bilâhere) şöyle diyordu: "Vallahi, ben konuşmayı
şu sebeple arzu etmiştim: (Zihnimde) hoşuma giden sözler hazırlamış, Ebû Bekir
bunlara ulaşamaz (onun hatırından bunlar geçmeyebilir) diye endişe etmiştim.
Ama, yemin olsun, Ebû Bekir öyle bir konuştu ki, vallahi içimde hazırlamış
olduğum güzel sözlerin hepsine isâbet etti, (benim aklıma gelmeyen daha da
güzelini) beliğ şekilde ifade etti. Onun sözleri arasında şu da vardı: "(Ey
Ensâr) biz (Kureyşli)ler emîrleriz, sizler de vezîrlersiniz!" Bu söz üzerine
Hubâb İbnu'l-Münzir ayağa kalktı ve: "Hayır vallahi bunu yapmayız. Bizden bir
emîr, sizden de bir emîr olacak!" dedi. Hz. Ebû Bekir (r.a.): "Hayır! Olmaz bu.
Bizler emîrleriz, sizler de vezîrlersiniz" dedi.

Rezîn şunu ilâve etti: "Hz. Ebû Bekir devamla
şunu söyledi: "Bu "iş" (hilâfet), şu Kureyş cemaati için meşrû tanınacaktır.
Onlar, yer îtibârıyla Arapların ortasındadır, şerefçe de (eskiden beri) en
gözdeleridir. Öyleyse, Ömer'e veya Ebû Ubeyde'ye biat edin!" Hz. Ömer atılarak:
"Bilakis, biz sana biat ediyoruz. Sen bizim efendimizsin, en hayırlımızsın,
üstelik Rasûlullah (s.a.s.)'a da en sevgili olanımızsın!" dedi ve Hz. Ebû Bekir
(r.a.)'in elinden tutup ona biat etti. Hz. Ömer (r.a.)'i müteakip halk da ona
biat etti. Bunun üzerine biri: "Sa'd İbnu Ubâde'yi katlettiniz!" diye bağırdı.
Hz. Ömer (r.a.) öfkeyle: "Allah onu katletsin!" dedi. Hz. Aişe (r.anhâ) devamla
der ki: "Bu her iki konuşmada geçen sözleri de Allah fâideli kıldı. Nitekim Hz.
Ömer'in konuşması halkı korkuttu. Aralarında nifak vardı, onun konuşmasıyla
Cenab-ı Hakk nifakı bertaraf etti. Hz. Ebû Bekir (r.a.) de halkın nazarını
Allah'a çevirip, üzerinde oldukları hakkı (İslâm'ı) öğretti. Oradan şu âyeti
okuyarak ayrıldılar. (Meâlen): "Muhammed ancak bir peygamberdir. Ondan önce
de peygamberler geçmişti. Ölür veya öldürülürse geriye mi döneceksiniz? Geriye
dönen, Allah'a hiçbir zarar vermez.. Allah şükredenlerin mükâfaatını verecektir"
(3/Âl-i İmrân, 144). (Buhârî, Fedâilu'l-Ashâb 5, Cenâiz 3, Meğâzi 83; Nesâî,
Cenâiz 11, h. no: 4 -11-)

(İbn Deybe diyor ki:) "Derim ki: "Rezîn şunu
ilâve etti" sözü, et-Tecrid'de ve Tecrid'in aslında mevcuttur. Bu ziyâde
aynısıyla Sahîh-i Buhârî'de mevcuttur. Allahu a'lem." Es-Sünuh (veya es-Sünh)
avâli'l-Medîne'de bir yer adıdır. Orada Benî'l-Hâris İbnu'l-Hazrec'in evleri
vardır. "Allah sana iki ölümü tattırmasın" sözü, yâni dünyada.. tattırmasın
demektir. Hz. Ebû Bekir, bu sözü Hz. Ömer (r.a.)'in şu sözünü red maksadıyla
söylemiştir: "Allah, peygamberini geri gönderecek, O da (münâfık) kimselerin
ellerini ve ayaklarını kesecek." Sakîfe: Evin sofa (üstü kapalı önü açık) kısmı.
Toroslarda evin bu kısmına yazlık tâbir edilir. Nesîc: Ağlayan kişinin
hıçkırığını içine tıkarak sessiz ağlaması. İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme
ve Şerhi, Akçağ Yayınları, 6/459.

Açıklama: Rasûllulah (s.a.s.)'ın öldüğü gün,
haberin meydana getirdiği şaşkınlığı ve buna rağme Hz Ebû Bekir'in halife
seçilmesini bu rivâyet açık bir şekilde anlatmaktadır. Hadisle ilgili bazı
müphem kelimelerin açıklanması metnin sonunda yapıldığı için aynen onları da
tercüme ederek kaydettik. Buna rağmen bir-iki noktaya daha parmak basmakta fayda
var:

1- Rasûlullah (s.a.s.)'ın vefat haberi duyulunca
Ashâb öncelikle, hilâfet meselesinin halli üzerinde durmuş, ilk iş olarak onu
halletmişlerdir.

2- Rivâyetler, bu işi önce Ensâr'ın yâni
Medinelilerin ele aldığını ifâde ediyor. Kendi aralarında hususî şekilde
toplanıyorlar. Hatta, Buhârî'nin bir rivâyetinde, halife meselesini halletmek
üzere Ensar'ın toplandığı haberi üzerine, oraya koşan başta Hz. Ebû Bekir, Hz.
Ömer (radıyallahu anhümâ) bir kısım Muhâcirûnu iki Ensârî karşılayarak
toplantıya katılmalarına mânî olmak ister ve: "Hayır, onlara yaklaşmayın, kendi
işinizi halledin (aranızdan Muhacirler'e mahsus bir halife seçin)" der. Hattâ
İbnu İshak'ın rivâyetinde, Bedir Ashabı'ndan olan bu iki sâlih kişinin ismi de
verilir: Uveym İbnu Sâide ve Ma'n İbnu Adiyy. Ancak bunları dinlemeyip yürürler.

3- Benî Sâide sakîfesinde toplanan Ensâr, Ubade
(r.a.)'ı halife seçmek istemektedir. Toplantıyı açan hatipleri, Ensar'ın
faziletlerini beyandan sonra, hilâfetin kendilerinde olması gereğini ifâde eder.

Sözü bitince -rivâyetten de anlaşıldığı üzere-
Hz. Ömer söz almak isterse de Hz. Ebû Bekir susturur ve kendisi söz alır. Hz.
Ebû Bekir, Ensâr'ın faziletlerini aynen te'yidle sözlerine başlar, ancak hilafet
işine Kureyş'in layık olduğunu, onların mekan itibarıyle merkezde olmaktan başka
Arab'ın en asîli, en itibarlı kabilesi olduğunu vs. belirtiyor. Bir rivayette:
"Araplar bu işte, sâdece Kureyş'i tanıyacaktır", bir başka rivayette:
"Biliyorsunuz, şu Kureyş'in Araplar nezdinde öyle bir makamı var ki başkası ona
sâhip değil, Araplar ancak onlardan birinin etrafında toplanır. Allah'tan
korkun, İslâm'ı parçalamayın, İslâm'da ilk bid'at çıkaran siz olmayın" der.

Ensar'ı en ziyade ikna etme hususunda, Hz. Ebû
Bekir'in Rasûlullah (s.a.s.)'tan rivâyet ettiği "İmamlar Kureyş-'tendir" hadisi
olmuştur. Bu konuşmalardan sonra Hz. Ömer veya Ebû Ubeyde'den birine biat
etmelerini teklif eder.

4- Bu noktada söz alan Hz. Ömer, hilafete Hz.
Ebû Bekir'in lâyık olduğunu söylüyor. Bazı rivâyetler, Hz. Ömer'in bu kanaatini
te'yiden ve muhataplarını ikna maksadıyla Hz. Ebû Bekir'in bazı faziletlerini
sayar: "Ey Ensar cemaati, Allah'ın Nebîsi'ne en lâyık olanı, (Kur'an-ı
Kerim'de), "mağaradaki iki kişiden biri" (Teve 40) olduğu belirtilen kimse değil
midir?" "Ey Ensar cemaati, bilmiyor musunuz, Rasûlullah (s.a.s.), halka imamlık
yapması için Hz. Ebû Bekir'e emretmedi mi? Hanginizin ruhu Hz. Ebû Bekir'in
önüne geçmeyi hazmedecek?.."

Tirmîzî'de gelen bir rivâyette Hz. Ebû Bekir
(r.a.)'in de şöyle dediği belirtilir: "Bu işe insanların en lâyıkı ben değil
miyim? İlk Müslüman ben değil miyim? Ben şu efdaliyetlere sahip değil miyim?"

5- İbn İshâk'ın Sîret'de kaydettiği bir rivâyet
de burada kayda değer. Buna göre, Ubade'nin halife olması meselesinde bütün
Ensârîler müttefik değildir. Onu, sadece Ensar'ın Hazrec grubu istemektedir,
Evsliler değil. Hatta Evsliler, onların hilafetinden rahatsızlık duyabilecekler
ve İslâm'la ortadan kalkmış olan Evs-Hazrec husûmeti tekrar canlanabilecektir.
Ensâr'ın Benî Sâide sakîfesindeki toplantısına Hz. Ebû Bekir ve beraberindeki
Muhâcir grubu uğradığı zaman, Ensâr'ın Evs grubundan olan Üseyd İbnu Hudayr ve
beraberindekiler, Muhacirlerden birinin halîfe olmasını tercih maksadıyla,
onlara dehâlet ederler.

6- Biri Muhâcir'den, diğeri Ensâr'dan iki halife
olmasını teklif eden Hubâb İbnu'l-Münzir'in -bir rivâyette kaydedilen- ve Hz.
Ömer tarafından ciddiye alınmayan gerekçesini de kaydediyoruz: "Bir emîr sizden,
bir emîr bizden olsun. Bizler, vallahi sizlere karşı bu meselede rekâbet
düşünmüyoruz. Ancak, kardeşlerini ve bâbalarını öldürdüğümüz kimselerin başa
geçmesinden korkuyoruz." Hz. Ömer: "Sebep bu ise, elindeyse hemen öl!" der.


7- Bu meyânda, hilâfetin Muhâcir'le Ensâr
arasında münâvebe ile devam etmesi: "Önce bir Muhacir seçilip, ölünce Ensâr'dan
biri, o ölünce tekrar Muhâcirler'den birinin seçilmesi şeklinde bir sistem daha
teklif edilir. Hz. Ömer bu teklifi daha sert bir üslûbla karşılar: "Hayır,
vallahi kim bize muhâlefet ederse onu öldürürüz."

8- Hz. Ebû Bekir'e bey'attan sonra söylenen
"Sa'd İbnu Ubâde'yi öldürdünüz" cümlesinin, "onun itibarını rencîde ettiniz,
ondan yüz çevirdiniz." mânâsında kullanıldığını şârihler belirtir. Bu söze Hz.
Ömer ziyadesiyle kızmış olacak ki "Allah canını alsın" demiştir.

İmam Mâlik'in bir rivâyetinde şöyle anlatır:
"Öfkeliydim, ÔAllah Sa'd'ın canını alsın, zîra o, şer ve fitne kaynağıdır'
dedim." İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları,
6/459-461.

İbn Abbâs (r.a.) anlatıyor; "Ben, Muhâcirler'den
bir çoğundan Kur'an öğreniyordum. Abdurrahman İbnu Avf, onlardan biri idi. (Ben
Mina'da onun menzilinde iken, o da, Hz. Ömer'in son defa yapmış olduğu haccda
onun yanında idi. Abdurrahman yanıma dönüşte:) "Bugün Hz. Ömer'in yanına gelen
bir adamı keşke sen de görseydin. Dedi ki: "Ey mü'minlerin emîri, bir adam
görsen ki sana: "Keşke Ömer ölmüş olsa da falancaya (Bezzar'ın rivâyetinde Talha
İbnu Ubeydillah'a) biat etsem. Vallahi Hz. Ebû Bekir (r.a.)'in biatı çabucak
oldu bitti" dese ne dersin?" dedi. Hz. Ömer bu söze (daha önce hiç görmediğim
kadar) öfkelendi ve: "İnşaallah bu akşam halka hitab edip, (ahd ve müşaverede
olmaksızın) idâreyi gasbetmek isteyen bu heriflere karşı onları uyaracağım"
dedi.

Abdurrahman ilâveten dedi ki: "(Bunun üzerine)
Hz. Ömer'e: "Ey mü'minlerin emîri, dedim, böyle bir şey yapma. Zîra hacc
mevsiminde insanların cühelâ ve serseri takımı biraraya gelir. Konuşmak üzere
halkın içinde doğrulduğun zaman bunlar ola ki, etrafında ekseriyeti teşkil
ederler. Korkum şu ki, siz kalkar birşeyler söylersiniz, o cahillerin her biri
bir başka şey anlar, esas ifâde etmek istediğiniz maksad tamamen kaybolur. Şu
halde acele etmeyin, Medine'ye varın. Orası daru'lhicret ve sünnettir (hicretin
yapıldığı, sünnetin yaşandığı mahaldir). Orada fıkıh ulemâsı ve insanların
eşrafıyla başbaşa kalır, dilediğinizi rahatça söylersiniz. Âlimler sözlerinizi
eksiksiz öğrenirler ve maksadınız ne ise onu anlarlar."

(Bu sözüm üzerine) Hz. Ömer (r.a.): "Pekâla,
vallahi inşaallah Medine'ye vardığımda ilk fırsatta bu toplantıyı aktedeceğim!"
dedi. İbnu Abbas (r.a.) devamla dedi ki: "Zilhicce'nin sonlarında Medine'ye
geldik. Cuma günü öğle olur olmaz camiye gitmede acele ettim."

Rezîn şu ilâvede bulundu: "Öğle sıcağında
çıktım." Sonra önceki hadisi anlatmaya (İbnu Abbas) devam etti ve dedi ki:
"(Camiye gelince) Saîd İbnu Zeyd İbni Amr İbni Nüfeyl (r.a.)'i minberin
köşesinde oturmuş buldum. Dizim dizine değecek şekilde yanına oturdum. (Sağıma
soluma bakmaya) başlamadan Ömer İbnu'l-Hattâb (yerinden minbere doğru) çıktı.
Onun gelmekte olduğunu görünce yanımdaki Saîd İbnu Zeyd İbni Amr İbni Nüfeyl'e:
"Bu öğle, Ömer, halife olduğu günden beri hiç yapmadığı bir konuşma yapacak"
dedim. Zeyd, söylediğimi hoş karşılamadı ve: "Daha önce konuşmadığı şeyi
konuşması ne mümkün!" deyip beni reddetti.

Hz. Ömer (r.a.) minbere oturdu. Müezzin ezanını
tamamlayınca, doğruldu. Cenab-ı Hakk'a lâyık olduğu hamd ve senâda bulundu.
Sonra şunları söyledi: "Emmâ ba'd. Ben şimdi sizlere, Cenab-ı Hakk'ın söylememi
takdir buyuracağı bir konuşma yapacağım. Bilemiyorum, belki de ecelim yakındır,
(bu son hutbem olur). Kim bu sözlerimi anlar ve hâfızasına alabilirse bineğinin
götürdüğü her yerde nakletsin. Kim de anlamış olmaktan korkarsa, hiç kimseye
hakkımda yalan söylemesini helâl etmiyorum. Allah celle şânuhu, Muhammed
(s.a.s.)'i hakla gönderdi, kendisine kitap indirdi. Allah'ın indirdikleri
meyanında recm âyeti de vardı. Biz onu ukuduk, anladık ve ezberledik. Rasûlullah
(s.a.s.) recm cezası verdi. O'ndan sonra da bizler verdik. Şahsen aradan fazla
zaman geçince, bazılarının çıkıp: "Allah'ın kitabında biz recm âyeti
bulamıyoruz" diyerek Allah'ın indirmiş olduğu bir farzı terkedip sapıtmalarından
korkuyorum, recm, Allah'ın kitabında muhsan, yani bâliğ, akil, sahih bir
evlilikle evlenmiş ve gerdek yapmış olduğu halde zinâ eden kadın ve erkeklere
-isbatlayıcı beyyine veya hamilelik, veya itiraf olduğu takdirde- uygulanması
gereken bir haktır."

Zinâ haddiyle ilgili bâbta zikri geçmiş olan
İbnu Abbâs hadisi (1589 numaralı hadis) gibi zikrettikten sonra dedi ki: "...Ve
dahi bana ulaştı ki, birileri şöyle demiş: "Ömer ölünce, (herkesle istişâre,
biat aramaksızın) falancaya biat edeceğim." Sakın ha! Hiç kimseyi, "Hz. Ebû
Bekir'in seçimi de oldu bittiye geldi. (Biz de onun seçilme tarzına uygun olarak
birini seçebiliriz)" gibi sözler aldatmasın. Haberiniz olsun, -evet onun seçimi
çabuk olmuştur bu doğru- ancak, Allah (umumiyetle çabuk yapılan işlerde bilâhere
karşılaşılan) şerlerden (bu ümmeti) korumuştur. Sizden hiç kimseye, Hz. Ebû
Bekir (r.a.)'e yapıldığı şekilde (alâka gösterilerek) boyunlar koparcasına
nazarlar çevrilip baş uzatılmaz. Öyle ise, Müslümanların istişâre ve te'yidi
tahakkuk etmeksizin kim bir başkasına biat ederse bilsin ki, ne biat edene, ne
de edilene itibar edilmeyecektir. Böyle bir biat akdi, edeni de edileni de
ölüme maruz bırakacaktır. (Hz. Ebû Bekir'e yapılan biat böyle kıt düşüncelilerin
zannettiği gibi değildir. İç yüzünü anlatayım:)

Rasûlullah (s.a.s.)'ın ruhunu Cenab-ı Hakk
kabzettiği vakit, haberimiz oldu ki, Ensar büyük bir grup hâlinde bizden ayrı
olarak Benî Sâide sakîfinde toplanmışlar. Ali, Zübeyr ve bunlarla birlikte
(Abbâs gibi diğer) bazıları bizden ayrılarak (cenazeyle meşgul olmak üzere)
geride kaldılar. Muhacirler de Hz. Ebû Bekir (r.a.)'in etrafında toplandılar.
Hz. Ebû Bekir'e: "Ey Ebû Bekir, haydi şu Ensârî kardeşlerimizin yanlarına
gidelim!" dedim. Onlara (bir an önce yetişmek üzere) yürüdük. Yakınlarına
varınca, onlardan iki sâlih zatla karşılaştık. Kavmin (Sa'd İbnu Ubâde'yi halife
seçme hususundaki) kararlarını zikrettiler, sonra da:

"Ey Muhâcirler cemaati nereye gidiyorsunuz?"
diye sordular. Biz:

"Şu Ensârî kardeşlerimize gidiyoruz!" dedik.

"Hayır, onlara yaklaşmayın, hükümlerini
versinler" dediler. Ben:

"Vallahi onlara gideceğiz" dedim ve yürüdük.
Onları Benî Sâide sakîfinde bulduk. Ortalarında üzeri örtülü birisi vardı.

"Bu da kim?" dedim.

"Bu Sa'd İbnu Ubâde'dir!" dediler. Ben:

"Nesi var?" diye sordum.

"Titriyor!" dediler. Biraz oturmuştu ki,
hatipleri şehâdet getirerek söze başladı. Cenab-ı Hakk'a layık olduğu hamd ve
senâyı ifade ettikten sonra şu konuşmayı yaptı:

"Emmâ ba'd! Biz Allah'ın ensârı ve İslâm'ın
ordusuyuz. Siz ey Muhâcirler, asıl kavminden kopup gelmiş (içimizde) az bir
grupsunuz!" (Anladık ki) bunlar, aslen müstehak olduğumuz fonksiyonumuzdan bizi
koparmak, emîrlikten uzak tutmak istiyorlardı.

Hatip sözlerini tamamlayınca konuşmak arzu
ettim. Bu esnâda, içimden söyleyecek güzel sözler hazırlamıştım, bunlar hoşuma
da gitmişti. Bunları Ebû Bekir (r.a.)'in huzurunda söylemek istiyordum. Ben
bâzan onun hiddetini yatıştırıyordum. Konuşmak istediğim sırada Ebû Bekir:
"Acele etme!"dedi. Onu öfkelendirmek istemedim (ve konuşmaktan vazgeçtim). Ebû
Bekir (r.a.) konuştu. O aslında benden daha çok hilme sahip , daha vakur idi.
Allah'a yeminle söylüyorum, içimde hazırladığım bütün güzel sözleri eksiksiz
aynı güzellikte ve hattâ daha da güzel bir biçimde bu konuşması esnasında
söyledi. Demişti ki: "Hakkınızda söylediğiniz hayır (ve fazilet ne varsa)
hepsine lâyıksınız. Ancak bu (emîrlik) işi, Kureyş kabilesine (meşru) tanınır.
Onlar, neseb yönüyle de, yurt yönüyle de Arab'ın ortasında yer alır. Ben sizin
için şu iki şahıstan birini uygun buldum, bunlardan hangisini isterseniz ona
biat edin!"

Böyle deyip -benim ve Ebû Ubeyde
İbnu'l-Cerrâh'ın- ellerimizden tuttu. Ebû Bekir, ikimizin arasında oturuyordu.
Onun (ikimizi imamlığa teklif eden cümlesinden başka) bütün söyledikleri hoşuma
gitti. Vallahi, Ebû Bekir'in bulunduğu bir kavmin başına emîr seçilmektense,
ortaya çıkarılıp boynumun vurulmasını gerektirecek bir günah işlemek bana daha
sevgili gelirdi. Ancak, nefsimin bana ölüm ânında hoş gösterdiği şeyi şimdi
bulamıyorum. Derken Ensar'ın (Hubâb İbnu'l-Münzir adındaki) bir sözcüsü: "Beni
(hasta hayvanların kaşınarak rahatladıkları) kaşınma çubukcağızı, yaslandığı
dikme ile ayakta duran hurma fidancığı kabul edin (ve fikrimi dinleyin. Diyorum
ki): "Sizden bir emîr, bizden de bir emîr olsun, ey Kureyş cemaati!" dedi. Bunun
üzerine her kafadan bir söz çıkmaya başladı, gürültü çoğaldı. Öyle ki ihtilâf
çıkacak diye korktum. Hz. Ebû Bekir'e: "Ey Ebû Bekr, uzat elini!" dedim. Elini
uzattı, ben ona biat ettim. Muhacirler de biat ettiler. Sonra da Ensâr biat
etti. Sa'd İbnu Ubâde (r.a.)'nin üzerine atıldık. Derken onlardan biri: "Sa'd
İbnu Ubâde'yi öldürdünüz!" demez mi? Ben de: "Sa'd İbnu Ubâde'yi Allah
öldürsün!" dedim.

Hz. Ömer (r.a.) der ki: "Vallahi biz, Hz.
Peygamber (s.a.s.)'in defni sırasında, Hz. Ebû Bekir'in seçiminden daha
ehemmiyetli bir şey düşünemedik. Biat gerçekleşmeden halkı terketmemiz halinde,
oradan ayrılınca, arkamızdan kendilerinden birini halife seçiverecekler diye
korktuk. Böyle bir durumda ya biz de râzı olmaya olmaya biat edecek, veya
muhâlefet edecektik ki, ikisi de fesad olacaktı. Biliniz ki, müslümanlarla
istişâre etmeden kim bir başkasına biat ederse, biat edene de, kendisine biat
edilene de itibar edilmez, ikisinin de öldürülmesinden korkulur." (Buhârî,
Muhâribin 30, 31, İ'tisâm 16, Mezâlim 19, Menâkıbu'l-Ensâr 46, Megâzî 11;
Müslim, Huduû 15, h. no: 1691) Müslim'de hadis muhtasar olarak kaydedilmiştir.
(İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları, 6/465-469)

Açıklama: 1- Bu uzun rivâyet Hz. Ebû Bekir
(r.a.)'in seçimini ve Hz. Ömer zamanında çıkarılmak istenen bir fitneye karşı
Hz. Ömer'in tedbirini açıklamaktadır. Hadis yer yer çok veciz ve ayrıca müphem
ifadeler ihtiva etmektedir. İyice anlaşılır hale getirmek için, üslubun
elverdiği nisbette parantez içerisine açıklayıcı notlar ilâve ettik. Bu notlar
esas itibariyle şerhlerden ve hadisin başka vecihlerinde yer alan ziyadelerden
muktebestir.

2- Burada bir hususun açıklığa kavuşturulması
gerekmektedir: O da Hz. Ömer (r.a.)'in ilk halife Hz. Ebû Bekir (r.a.)'in
seçilişini anlatmasına vesile olan durum... Birilerinin, kulağına gelen sözü:
"Keşke Ömer ölmüş olsa da Talha İbnu Ubeydillah'a biat etsem. Vallahi Hz. Ebû
Bekir'inki çabuk oldu bitti." Bu söz Hz. Ömer'i çok öfkelendiriyor. Çünkü,
denmek istenen şudur: Hz. Ebû Bekir'in seçimi aceleye getirilmiştir, herkesin
fikri ve rızâsı alınmadan cüz'î bir grup tarafından çarçabuk halife seçilmiş,
diğerleri de bunu ister istemez kabul etmek zorunda kalmışlardır. Hz. Ömer vefat
edince, aynı tarzda Talha İbnu Ubeydillah'a da böyle alelacele biat edilse..
sonra herkes bu biatı kabul eder.. kabul etmek zorunda kalır.. vs...

Hz. Ömer bunu duyunca fena halde öfkelenir ve
bunu riyâsetin gasbı olarak değerlendirir. Hz. Ebû Bekir'in halife olması
hususunda o günün şartları gereği acele edilmiştir, bu doğru. Ancak, büyüklüğü
herkesce müsellem ve üstelik ilk Müslüman olmak, Hz. Peygamber (s.a.s.)
tarafından imam seçilmiş olmak, hicreti sırasında mağarada Hz. Peygamber
(s.a.s.)'e can yoldaşlığı yapmış olmak, Kur'ân'da zikredilmiş olmak gibi pek çok
imtiyazı olan ve faziletce üstünlüğü, itibarının yüceliği herkesce bilinen Hz.
Ebû Bekir gibi birinin seçilmiş olması, meseleye gölge düşürmeye imkân
bırakmıyordu.

Hz. Ömer'in vefatı halinde, aynı tarzda seçim
meşru addedilse, ortaya birçok imam çıkabilir ve fitne kopabilirdi. Bu sebeple
Hz. Ömer, kulağına gelen bu sözü ciddiye alır ve anında üzerine gitmek ister.
Ancak, yapılan pek yerinde bir tavsiye üzerine, mesele hususunda efkâr-ı
umumiyenin aydınlatılmasını Medine'ye dönme zamanına bırakır.

İbn İshâk'ın rivâyetinde, Hz. Ömer'in ölümüyle
birlikte, Hz. Ebû Bekir'in seçimi tarzında yenilerini seçmek isteyenler bir
değil, birçok kişidir. Yâni, Halife Hz. Ömer'in, meseleyi ciddiye almasında
haklı bir durum var. Kulağına gelen rastgele bir söz değil, siyasî komplo
hazırlıklarının istihbarıdır.

Hz. Ömer ümmetin ileri gelenleriyle istişâre
yapıp ahd almadan kimsenin kimseye biat edemeyeceğini, aksi halde, devlete savaş
açmış kabul edileceğini belirtir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s.) de, mevcut bir
imam varken ikinci bir kimsenin çıkıp biat almasını haram ilan ediyor ve
öldürülmesini emrediyor.

3- Hz. Ebû Bekir, Hz. Ali (r.a.) gibi büyüklerin
hilafet işinin hallini öncelikle ele almaları, meselenin nezâketindendir.
Ensar'dan birinin halife olması, İslâm birliğini bozabilir, çeşitli gruplar
arasında münâfese ve siyasî rekâbet kavgalarını getirebilirdi. Zîra her
taraftaki Müslümanlar bu çeşit işlerde Kureyş'i elyak biliyordu, onu önde
görmeye alışmıştı. Muhacirler, meselenin hallinde bu noktada ısrar ettiler.
Üstelik Hz. Peygamber (s.a.s.)'in: "İmamlar Kureyş'ten olacaktır" dediği de
hatırlatılmış idi.

4- Hz. Ömer (r.a.)'in, hilafetin seçimi
meselesini ele almazdan önce recm âyetiyle ilgili açıklama yapması şöyle bir
yoruma tâbi tutulmuştur: "Hz. Ömer: "Kur'ân'da yazılı olmamakla beraber, nasıl
ki tatbikatta recm cezası mevcuttur. Kimse: "Kur'an'da recm âyeti yok, ben recmi
kabul etmiyorum" diyemez ise, aynı şekilde, "Kur'ân'da halifeyi şöyle şöyle
seçin diye bir emir yoktur, biz istediğimiz gibi halife seçeceğiz diyemez" demek
istemiştir İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları,
6/469-471.

5- Bazı Hükümler:

Bu hadisten çıkartılan bazı hükümler şunlardır:

İlmi ehlinden almak. İlim alınan, alandan yaşça
küçük de olsa, kadr u kıymetce düşük de olsa.

İlim, ehil olmayana öğretilmemeli, anlamayacak
olana anlatılmamalı. Anlayışı kıt kimselere, anlamayacağı şey anlatılmamalı...

Bazı kimselerin cemaate zarar getirebilecek
sözlerini sultana ihbar etmek caizdir. Bu, mezmum olan nemîme (koğuculuk)
sayılmamıştır. Ancak bunu, mübhem olarak yapıp isim vermemek gerekir, böylece
hem tedbir alınır, hem de onu söyleyen kimse gizlenmiş olur: Nitekim Hz. Ömer
(r.a.), halkı uyarmak, korkutmak suretiyle meselenin üzerine gittiği halde, o
sözü kim söyledi diye araştırmamış, sormamış, tecziye cihetine gitmemiştir.

İmam seçiminde, imamın Kureyş'ten olması
esastır, çünkü Araplar bu işi sadece Kureyş'e layık görürler. Ma'ruf, hilafı
caiz olmayan şeydir. Ancak, Hz. Ömer bu hadiste esas itibariyle Müslümanlarla
istişâre etmeden imam seçimine karşı çıkmakta, imamın Kureyş'ten olmasını
birinci mesele olarak zikretmektedir.

Birçok delil, imamın Kureyş'ten olmasını
gerektirmektedir. Bunlardan biri, müslümanların velâyetini ele alanlara "Ensâr'a
iyi muâmele" tavsiye etmiş olmasıdır.

Bu hadisten, kocası ve efendisi olmayan bir
kadın hâmile çıkarsa onun recmedileceği de anlaşılmaktadır, yeter ki
zorlandığına dair delil olmasın.

Bir meseleye muttali olan, bunu imama açıklamak
istese, daha önce bir başkasına mücmel olarak anlatma yetkisine sahiptir, tâ ki
duyduğu zaman, mesele hakkında fikir sahibi bulunsun. Nitekim İbnu Abbâs'la Said
İbnu Zeyd arasında bu durum cereyan etmiştir. Said, İbnu Abbâs'ın haberini
reddetmiştir, zîra onun nazarında esas olan şudur: Şer'î meseleler istikrarını
bulmuştur artık... Bundan böyle her ne vukua gelse öze müteallik olmaz,
teferruatta kalır.

Re'ye giren meselelerde imama itiraz câizdir.

İlmi eksiksiz ezberleyen ve anlayanlar, onu
tebliğ etmelidirler. Anlamayanlar da, tebliğ etmemeye teşvik edilmektedir.
(İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları, 6/471-472)

Hz. Âişe (r. anhâ) anlatıyor: "Hz. Fâtıma ve Hz.
Abbâs (r.a.) Hz. Ebû Bekir (r.a.)'e uğrayıp, Rasûlullah (s.a.s.)'tan kendilerine
kalan mirası sordular. Hz. Ebû Bekir (r.a.) onlara: "Rasûlullah (s.a.s.)'ın:
"Bize kimse vâris olamaz, bıraktıklarımız hep sadakadır. Ancak Âl-i Muhammed bu
maldan (ihtiyacı kadarını) yer" dediğini işittim. Allah'a yemin olsun Rasûlullah
(s.a.s.)'ın yaptığını gördüğüm bir şeyi terketmem, mutlaka onu yaparım. Ben
O'nun emrinden bir şey terkedecek olsam sapıtmaktan korkarım!" dedi.

Bunun üzerine Hz. Fatıma, Hz. Ebû Bekir (r.a.)'e
küstü ve altı ay sonra ölünceye kadar onunla konuşmadı. Hz. Ali, onu geceleyin
defnetti. Ölümünü Hz. Ebû Bekir (r.a.)'e haber vermedi. Hz. Ali, Fatıma (r.a.)
sağken halk nazarında ayrı bir makama, izzete sahipti. Hz. Fatıma vefat edince,
halkın alâkası ondan kesildi.

Bir adam Zührî (rahimehullah)'ye: Ali, (Hz. Ebû
Bekir'e) altı ay biat etmedi mi?" diye sordu. "Hayır, vallahi hayır, Benî
Haşim'den hiç kimse geri kalmadı. Ali (r.a.), insanların nazarlarının kendinden
çevrildiğini görünce Hz. Ebû Bekir (r.a.)'le musâlahaya mecbur kaldı. Ona haber
salarak: "Yanında kimse olmadan, yalnız olarak bize gel!" dedi. Kendisine Hz.
Ömer'in gelmesini istemiyordu, çünkü ondaki şiddet ve hiddet hâlini biliyordu.
Hz. Ömer (r.a.): "Onlara tek başına gitme!" dedi. Hz. Ebû Bekir (r.a.): "Vallahi
tek başıma gideceğim. Bana ne yapabilirler ki?" dedi ve Ebû Bekir (r.a.) onlara
gitti. Hz. Ali (r.a.)'nin yanına girdi. Benî Hâşim, yanında toplanmışlar idi.
(Hz. Ebû Bekir'i görünce) kalktı. Allah'a hamd ü senada bulundu. Sonra şunu
söyledi:

"Emmâ ba'd! Ey Ebû Bekir, bizim sana biat
etmemize mâni olan şey, senin faziletini inkârımız değildir, sana karşı bir
rekabet düşüncemiz de yok. Ancak, biz, bu "iş"te bizim de bir hakkımız olduğuna
inanıyorduk. Bize karşı müstebit davrandınız!"

Sonra Rasûlullah (s.a.s.)'a olan yakınlığını
zikretti. Ali bunları zikrettikçe Hz. Ebû Bekir (r.a.) ağlamaktan kendini
alamıyordu. Hz. Ebû Bekir (r.a.) şehâdet getirdi, Allah Teâla'ya hamdetti,
senâda bulundu. Sonra şunları söyledi: "Emmâ ba'd! Allah'a kasem olsun, şurası
muhakkak ki, Rasûlullah (s.a.s.)'ın akrabaları bana, kendi akrabalarımdan daha
yakın, daha sevgili. Ve ben, yeminle söylüyorum, benimle sizin aranızda olan bu
mal meselesinde haktan ve hayırdan hiç ayrılmış değilim. Zîra, ben Rasûlullah
(s.a.s.)'tan şunu işittim: "Bize kimse vâris olamaz, bıraktığımız sadakadır.
Âl-i Muhammed bu maldan yer." Vallahi ben, Rasûlullah (s.a.s.)'ın yaptığını
gördüğüm bir işi terketmem, Allah'ın izniyle mutlaka yaparım" dedi. Hz. Ali
(r.a.): "Biat için öğleden sonra buluşalım" dedi. Ebû Bekir (r.a.) öğleyi
kılınca, cemaate yönelip Hz. Ali (r.a.)'nin (biatı geciktirmedeki) beyan ettiği
özürleri halka anlattı. Sonra da Hz. Ali (r.a.) kalkıp, Hz. Ebû Bekir (r.a.)'in
hakkını tazim buyurdu, faziletlerini, İslâm'a sebkat eden hizmetlerini zikretti.
Sonra Ebû Bekir (r.a.)'e yaklaşıp biat etti. Halk, Hz. Ali (r.a.)'nin etrafını
sarıp: "İsâbet ettin, çok iyi bir davranışta bulundun" diyerek takdir ettiler.
Hz. Ali (r.a.) bu ma'ruf işe döndüğü zaman halk (tekrar) kendisine yakınlık (ve
alâka) gösterdi." (Buhârî, Fedâilu'l-Ashâb 12; Müslim, Cihad 53, h. no: 1759).
(Metin Müslim'dendir. Hadis Buhârî'de muhtasardır.)

Açıklama: 1- Hadisin, Müslim'de gelen bir diğer
vechinin baş kısmı, meseleyi daha açık bir üslubla vaz'etmektedir. Buna göre,
Hz. Fatıma (ve Abbas) Hz. Ebû Bekir (r.a.)'e bizzat gelmezler. Birisini
göndererek, fey malından, Medine, Fedek ve Hayber'de Rasûlullah (s.a.s.)'ın
hissesine düşen payın kendilerine miras olarak verilmesini iserler. Ancak Hz.
Ebû Bekir onlara şu cevabı verir: "Rasûlullah (s.a.s.) sağken: "Bize kimse varis
olamaz, her ne bırakmışsak sadakadır, bu maldan Âl-i Muhammed yer" buyurdu. Ben
de, vallahi, Rasûlullah (s.a.s.)'ın sadakasının sağlığındaki durumu ne idiyse,
onu kesinlikle değiştiremem. Rasûlullah (s.a.s.) onlarda nasıl tasarruf etti ise
ben de öyle tasarrufta bulunacağım" der ve o arazilerin kendi taraflarına
bırakılma teklifini, talebini reddeder.

İşte bu hâdise üzerine, Hz. Fatıma, Hz. Ebû
Bekir (r.a.)'e gücenir ve küser, ölünceye kadar da konuşmaz. Zaten Fâtıma
validemizin vefatı Rasûlullah (s.a.s.)'tan altı ay sonradır.

Rivayetin geri kalan kısmı açıktır: Hz. Fâtıma
(r.anhâ)'nın vefatından sonra Hz. Ali (r.a.), biraz da efkâr-ı umumiyenin
baskısı ile, Hz. Ebû Bekir'e biat eder. Biat sırasında her iki taraf da
birbirlerinin faziletini beyân ederler, birbirlerini ittiham etmezler.

Onların aradaki kırgınlığı kaldırıp kaynaşmaları
müslüman halkı da çok memnun kılar. Hz. Ali'ye biraz soğuklaşmış olan efkar-ı
umumiye tekrar yakınlık gösterir, saygı ve sevgisini ziyadeleştirir.

2- Acaba Hz. Fâtıma ve hatta Hz. Ali ve Hz.
Abbâs (radıyallâhu anhüm) niçin miras istediler? Bu hususta birkaç tahmin ileri
sürülmüş ise de en mâkulü, en doğrusu şudur: Hz. Ebû Bekir'in rivayet ettiği:
"Bize mirascı olunmaz, bıraktıklarımız sadakadır.." hadisini duymamış
olmalarıdır. Hz. Ömer, Hz. Ebû Bekir gibi en eski ve Rasûlullah (s.a.s.)'a en
yakın olan Müslümanların pek mühim meselelerde bile Hz. Peygamber (s.a.s.)'in
hadislerini, O'nun sağlığında değil, ölümünden sonra işitmelerinin birçok örneği
var. Bu da onlardan biri olmalıdır. Hadisi işitmiş olan Hz. Ebû Bekir (r.a.),
mes'ûliyet makamında, işin sorumlusu olarak, Hz. Peygamber (s.a.s.)'in
tatbikatından ayrılmamayı esas alıp, Hz. Fâtıma ve Hz. Ali (r.a.) gibi, çok
sevdiği ve hâtırasına son derece saygı duyup bağlılığını her şeyin üstünde
tuttuğu Rasûlullah (s.a.s.)'ın iki ciğerpâresini gücendirmeyi sineye çekiyor,
Hz. Ali, Rasûlullah (s.a.s.)'a yakınlığını anlatırken hep ağlayarak dinleyen Hz.
Ebû Bekir'e, onları gücendirmek muhakkak ki çok ağır gelmiş idi. Ama ne yapsın?
Rasûlullah (s.a.s.)'tan o mevzûda kesin bir bilgiye sahip, onunla amel etmesi
lâzım: "Bize kimse varis olamaz, bıraktıklarımız sadakadır..."

3- "Dinimiz üç günden fazla küsmeyi yasakladığı
halde Hz. Fâtıma'nın ölünceye kadar (altı ay) Hz. Ebû Bekir'e küskün durması bir
tezat değil mi?" diye hatıra geliyor. Âlimlerimiz, bunun selâmı kesmek mânâsında
bir küsme olmadığını belirtirler. Haram olan küsme, karşılaşınca selâm vermeyip
yüz çevirmektir. Hz. Fâtımâ'nın, bu hâdiseden sonra Hz. Ebû Bekir'le karşılaşıp,
selâmlaşmadıklarına dâir rivâyet mevcut değildir. Üstelik, Beyhakî'de gelen bir
rivâyet onların barıştıklarını göstermektedir:

"Şa'bî'nin rivâyetine göre, Hz. Fâtıma
hastalanınca, Ebû Bekir hazretleri "geçmiş olsun" ziyaretine gider. İzin ister.
Hz. Ali, durumu Fatımâ'ya bildirir. Hz. Fatıma, kocası Hz. Ali'ye, izin
vermesini isteyip istemediğini sorar. "Evet" cevabını alınca Hz. Ebû Bekir'e
izin verir. Halife, huzurlarına girer ve gönüllerini alıcı hitaplarda bulunur.
Mekke'deki malını mülkünü, kavim ve kabilesini Allah ve Rasûlü'nün rızâsı için,
kendilerinin rızâsı için bıraktığını ifade eder ve aradaki soğukluklar kalkar.

Nevevî: "Hz. Fâtıma, Ebû Bekir'le konuşmadı"
cümlesini, "Bu mesele üzerine bir daha iddiada bulunmadı, gündeme getirmedi"
mânâsında da anlar ve devamla şunu söyler: "Veya köşesine çekildiği için ondan
bir ihtiyaç talebinde bulunmadı; onunla karşılaşmaya mecbur kalmadı ki, onunla
konuşsun. Onların karşılaştıklarına ve Hz. Fatıma'nın ona selâm vermediğine,
konuşmadığına dair hiçbir rivâyet yok."

4- Hz. Ebû Bekir (r.a.)'in bu meseledeki
haklılığını Hz. Ali ve Hz. Abbâs (r.a.) kabul etmişlerdir. Çünkü, bilahare Hz.
Ali, halife olduğu zaman, mezkür arâzilerin, Hz. Ebû Bekir tarafından tesbit
edilen ve Hz. Ömer ve Hz. Osman tarafından devam ettirilmiş bulunan statüsünde
değişiklik yapmamıştır.

Bu hususu açıklayan bir rivayeti Nevevî, Ebû
Dâvud'dan kaydeder: "(Abbasîler'in ilk halifesi) Seffah, ilk hutbesini okuduğu
zaman, boynunda Kur'ân asılı olan bir adam yanına gelerek:

"Allah aşkına benimle hasmım arasında şu
Mushaf'la hükmet" der. Seffâh:

"Hasmın kim?" diye sorunca:

"Ebû Bekir'dir, Fedek arazisini bize
menetmiştir" der. Halife:

"O sana zulüm mü yaptı?" diye sorar. Öbürü:

"Evet!" der. Seffah:

"Ondan sonra kimdi?" diye sorar. Adam:

"Ömer'di" der. Seffah:

"Ömer de zulmetti mi?" der. Adam:

"Evet" der. Hz. Osman için de aynı şeyi
söyleyince:

"Ali de sana zulmetti mi?" der. Adam bu sefer
susar. Seffâh bunu üzerine adama sert bir şekilde çıkışır."



Kadı İyaz bu meselede şunu söyler: "Hz. Ebû
Bekir (r.a.)'in hadisten delil getirmesi üzerine, Hz. Fâtıma (r.anhâ)' nın ona
karşı niza etmekten vazgeçmiş olması, mesele üzerine vâki olan icmâya teslim
olduğunu gösterir. Bu durum Hz. Fatıma (r.anhâ)'nın kendisine hadis ulaşıp
te'vili de açıklık kazanınca, o meseledeki şahsî görüşünü terketmiş olduğunu da
ifade eder. Nitekim bir daha ne kendisinden, ne de zürriyetinden, miras talebi
vâki olmamıştır. Sonraları Hz. Ali halife olduğu zaman, o meselede Hz. Ebû Bekir
ve Hz. Ömer'in amelinden ayrılmadı. Öyle ise bu da gösterir ki, Hz. Ali ve Hz.
Abbâs (r.a.)'ın talebleri, o arâzilerin işletilmesiyle ilgili işlerin
kendilerine verilmesini... taleb etmektir."

5- Hz. Ali'nin biatının gecikmesi, Hz. Ebû
Bekir'in halifeliğinin meşruiyetine halel getirmez. Zîra, şer'an, halifenin
meşruiyeti için herkesin biatı şart değildir. Ehlü'lhal ve'l-akd denen, ileri
gelenlerden bir kısım şahsiyetin biatı yeterlidir. Üstelik Hz. Ali biat etmediği
zaman esnasında Hz. Ebû Bekir'e, onun hilâfetinin meşrûiyetine karşı birşey
söylemiş, bir eylemde bulunuş değildir. İtaatsizliği mevzubahis değildir. Hz.
Ebû Bekir'in, halife seçilirken onunla istişâre etmemiş olması, daha önce de
gördüğümüz gibi şartlar sebebiyledir. O iş bir an önce bitirilmeli idi, ihmale,
gecikmeye tahammülü olmayan bir durum vardı. Kendisi fevkalâde meşguldü, Hz. Ali
de Rasûlullah (s.a.s.)'ın cenazesi ile meşguldü.

6- Hz. Ali, Hz. Ebû Bekir (r.a.)'i evine
çağırırken yalnız gelmesini tenbih edip, Hz. Ömer'le gelmesini istememesi, Hz.
Ömer'in çabuk parlayan sert mizacı sebebiyledir. Hz. Ali nizâ edilen meseleler
üzerine mizâcı mülayim olan Hz. Ebû Bekir'le daha rahat konuşabileceğine
kânidir. Hz. Ömer (r.a.)'in yalnız gitmemesini tavsiye etmesi, Hz. Ebû Bekir'e
ağır sözler sarfedebilirler, rencide edip, kalbini kırabilirler
endişesindendir. Kendisi de beraber olduğu takdirde onu yapamayacakları
kanaatindedir. (İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları,
6/475-478)

"Hz. Âişe (r. anhâ) bir gün hastalanmış: "Vay
başım, (ölüyorum)!" demişti. Hz. Peygamber (s.a.s.) (şaka olsun diye): "Keşke
bu ben sağken olsa, sana istiğfar eder, duâ ediveririm!" dedi. Bunun üzerine
Hz. Âişe (r. anhâ) birden parladı: "Vay başıma gelen. Vallahi görüyorum ki
ölmemi istiyorsun. Ben öleceğim, sen de akşama zevcelerinden biriyle başbaşa
kalacakın ha!" dedi. Rasûlullah (s.a.s.) (sözü değiştirerek) dedi ki:
"Bilakis ben ölüyorum, vay başım! Ebû Bekir'e ve oğluna birini gönderip (benden
sonra hilâfet husûsunda ?ben daha lâyığım' iddiâ veya temennîsinde bulunacaklara
karşı) yerime geçeceği tesbit etmek istemiştim. Sonradan (kendi kendime: ?Böyle
bir iddiâyı Ebû Bekir dışında kim yaparsa) Allah kabul etmez, mü'minler de
reddederler' dedim (ve vasiyet yapmaktan vazgeçtim)." (Buhârî, Ahkâm 51,
Merdâ 16; Müslim, Fedâilu's-Sahâbe 11, h. no: 2387)

Açıklama: 1- Bu hadis farklı vecihlerden
gelmiştir. Mânânın bütünlük arzetmesi için, diğer vecihlerde gelen bazı
ziyadeleri, burada parantez içerisinde kaydettik.

2- Hadiste geçen "ahdetmek", âmm bir mânâ taşır
ise de, başta Buhârî olmak üzere âlimler ekseriyetle bunu, bu hadiste "yerine
veliahd tayin etmek" mânâsında anlamışlardır. Böyle olunca, Rasûlullah (s.a.s.),
kendisinden sonra, Hz. Ebû Bekir (r.a.) dışında kimsenin hilâfete talib olmaması
gerektiğini, olduğu takdirde mü'minlerin reddetmekte haklı olacaklarını önceden
bildirmiş olmaktadır. Bu ihbar, sonraki vukuata aynen uyduğu için şârihler
bunda bir nevi mucize görmüşlerdir.

Hemen belirtelim ki, Rasûlullah (s.a.s.),
vasiyette bulunma düşüncesine, kendisinden sonra, hilâfet hususunda bir
ihtilâfın çıkabileceği endişesinden varmıştır. Ancak ümmetinin sağduyusuna
güvenerek yerine geçecek şahıs hususunda çok sarih, yazılı bir vesika
bırakmaktan imtinâ etmiştir. (İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi,
Akçağ Yayınları, 6/479-480)

Hz. Âişe (r.anhâ) anlatıyor: "Hz. Ebû Bekir
(r.a.), ölüm ânı yaklaşınca (muhtazar olunca), Hz. Ömer'i çağırttı ve: "Ey Ömer,
ben Rasûlullah (s.a.s.)'ın ashabı üzerine seni halife seçiyorum. Mizanı ağır
olan, hakka uyması sebebiyle kıyamet günü mizanı ağır basacak ve ağırlık kendine
olacak kimsedir. Sadece hakkın girdiği mizanın ağır olması da hak olmuştur. Ey
Ömer! Mizanı hafif olan da, batıla uyması sebebiyle, kıyamet günü sevabı az ve
hafif olan ve bu hafiflikle teraziye girecek olandır. İçerisine sadece batıl
giren mizanın hafif olması da haktır."

Ayrıca, askerlerin komutanlarına da şunu yazdı:
"Başınıza Ömer'i seçtim. Kendim için de, Müslümanlar için de hayrı seçtim."
Sonra Ebû Bekir (r.a.) vefat etti ve geceleyin defnedildi. Bilahere Hz.Ömer
(r.a.), ayağa kalkıp hamd ü sena ettikten sonra şunları söyledi: "Ey insanlar,
ben size, hiç bilmediğiniz bir şeyi kendimden uydurup öğretecek değilim. Ben
Ömer'im. Size emîr olma hususunda hırsım yok. Ancak vefat eden Ebû Bekir (r.a.)
bunu bana vasiyet etti. Bu işi ona Allah'ın ilham ettiğine inanıyorum.
İmamlığımı, ona ehil olmayan kimseye bırakmam. Fakat onu, Müslümanlara saygı
göstermeye gayret edenlere bırakırım. İşte böyleleri, Müslümanlara emîr olaya
başkalarından daha çok layıktır." [Muvatta'da bulunamamıştır.] (İbrahim Canan,
Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları, 6/480-481)

Ma'dan İbnu Ebî Talha anlatıyor: "Hz. Ömer
(r.a.), cuma günü hutbe verdi. Önce Rasûlullah (s.a.s.)'ı hatırlattı, sonra Hz.
Ebû Bekir (r.a.)'i andı. Sonra da şunları söyledi: "Ben rüyamda bir horoz
gördüm, bana üç gaga vurdu. Bunu, ecelim yaklaştı diye yordum. Bazı kimseler,
yerime birini seçmemi söylüyorlar. Allah ne dini, ne hilafetini, ne de Rasûlü
(s.a.s.) ile gönderdiği şeyi zayi edecek değildir. Eğer ecelim çabucak gelirse
hilâfet, Rasûlullah (s.a.s.) ölürken kendilerinden razı bulunduğu şu altı
kişinin müşâveresi ile belirlenecektir. Ben biliyorum ki, bazıları bu seçime dil
uzatacaklardır. Bunlar benim şu elimle İslâm'a kattığım kimselerdir. Eğer bunu
yaparlarsa bilin ki, onlar ancak Allah'ın düşmanlarıdır, kâfirlerdir,
sapıklardır.

Sonra sözüne şöyle devam etti: "Ey Rabbim, seni
Ensâr'ın ümerâsına şâhid kılıyorum. (Bilin ki) ben onları, adâletli olsunlar ve
halka dinlerini, Peygamberlerinin (s.a.s.) sünnetini öğretsinler (zekatı)
aralarında taksim etsinler, dinî meselelerde müşkilatla karşılaşınca bana
bildirsinler diye başlarına tayin ettim."

Hz. Ömer (r.a.)'in bu hutbesinden bir cuma
geçmişti ki hançerlendi. Yanına girmek için önce Muhacirler'e, sonra Ensâr'a,
sonra Medineliler'e, sonra Şamlılar'a, sonra Iraklılar'a sırayla izin verdi.
Biz, huzura girenlerin sonuncusu idik. Siyah bir bürde ile yarası sarılmış,
üzerinden kanlar akıyor vaziyette gördük." Bize vasiyette bulun!" dedik. Ona
bizden başka vasiyet talebinde bulunan olmadı.

"Size dedi, Allah'ın Kitabı'nı vasiyet ediyorum.
Zira ona uyduğunuz müddetce asla sapıtmazsınız. Size Muhacirler'i de vasiyet
ediyorum. Zira insanlar çoğalırken onlar azalıyor. Size Ensâr'ı da vasiyet
ediyorum. Zira onlar, imanın sığındığı melcedir. Size bedevîleri de vasiyet
ediyorum. Zira onlar aslınız, dayanağınızdır." Bir rivayette şöyle denmiştir:
"...Zira onlar kardeşlerinizdir, düşmanınızın düşmanıdır. Size zımmîleri de
vasiyet ediyorum, zira onlar Peygamberimiz (s.a.s.)'in zimmeti ve ailenizin
rızkıdır. Beni terkedin artık." [Buhârî, Ahkâm 51, Müslim, İmâret 12, (1823);
Tirmizî, Fiten 48, (2226); Ebû Dâvud, Harâc 8, (2939).]

Bir rivayette şöyle gelmiştir: "Hz. Ömer (r.a.)
hançerlendiği zaman kendisine: "Birini yerinize seçseniz!" denilmişti. Şu cevabı
verdi: "Yani işinizi sağken de, ölmüşken de ben mi sırtımda taşıyayım? Mamafih,
birisini seçecek olsam (bu caizdir, zira) benden daha hayırlı olan Ebû Bekir
seçmiştir. Seçimi terkedecek olsam (bu da caizdir zira) benden daha hayırlı olan
Rasûlullah (s.a.s.) da seçimi terketti. Ben istedim ki, bundaki nasibim başa baş
olsun, ne lehime ne de aleyhime..."

Abdullah İbnu Ömer (r.a.) dedi ki: "(Ömer'in bu
sözü üzerine) anladım ki, yerine kimseyi tayin etmeyecektir." Oradakiler:
"Allah hayırlı mükâfaatlar versin. Sen şu şu hizmetleri yaptın" dediler. O da:
"Uman ve korkan" diye cevap verdi." İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve
Şerhi, Akçağ Yayınları, 6/482-484.

Açıklama: 1- Bu rivayet, Hz. Ömer'in yerine
geçecek halifenin seçilme meselesiyle ilgilidir. Kendisine birçokları, Hz. Ebû
Bekir'in yaptığı gibi, kendinden sonra halife olacak kimseyi seçmesini telkin
ederler. Hz. Ömer seçmenin de, seçmemenin de caiz ve meşru bir davranış olduğunu
tebârüz ettirir:"

Seçersem bu meşrûdur, çünkü Hz. Ebû Bekir
seçmiştir" der. Zira kendisini, Hz. Ebû Bekir, yerine halife bırakmıştır."
Seçmezsem bu da meşrûdur, çünkü Rasûlullah (s.a.s.)'i seçmemiş, ümmete
bırakmıştır, ümmet de Ebû Bekir (r.a.)'i seçmiştir" der.

Hz. Ömer (r.a.), bunların ne içinde ne dışında
olan üçüncü ve yeni bir usul vaz'eder. Bu orta yola göre, tayini büsbütün terk
yok, ancak belli bir şahsı ismen belirleme de yok. O, seçim işini, faziletleri
hususunda hiç kimsenin şüphe etmediği, cennetle müjdelenmiş olanlardan altı
kişilik bir şura heyetine havale ediyor. Bunlar kendi aralarından, halkın en
çok arzu ettiği kimseyi halife olarak seçeceklerdir.

Nevevî bu ilk halifelerin seçimiyle ilgili
usullerden hareketle İslam'da meşru olan imam seçme usulleri hakkında şu
açıklamayı yapar: "Müslümanlar şu hususta icma etmişlerdir: Halife ölüme
yaklaşır, ecelinin yettiğine dair alâmetler belirlemeye başlarsa, yerine birini
halife tayin etmesi caizdir. Tayin etmemesi de caizdir. Tayin işini terketmekle
Hz. Peygamber (s.a.s.)'e uymuş olur. Birisini tayin ederse bunda da Hz. Ebû
Bekir (r.a.)'e uymuş olur.

Ulemâ, iş başındaki imamın tayiniyle hilâfet
akdinin gerçekleşeceğinde icma ettiği gibi, halifenin tayin etmemesi halinde
ehl-i hal ve akdin bir şahıs hakkında akidde bulunmalarıyla da geçrekleşeceğinde
icma etmişlerdir. Kezâ, Hz. Ömer'in yaptığı gibi, halifeyi bir cemaat arasında
şûrâ yoluyla seçmenin caiz olacağında da icma etmişlerdir. Ayrıca, bir halife
seçmenin Müslümanlara terettüp eden bir vecibe olduğu, bu vecibenin, aklî
olmayıp, şerî bir vecibe olduğu hususunda da icma etmişlerdir.

2- Hz. Ömer'in sonda yer alan "uman ve korkan"
sözü müphemdir ve farklı yorumlara sebep olmuştur. Şöyle ki:

Bazıları, insanlar iki sınıftır: Bir kısmı umar
bir kısmı korkar. O ifade ile bu kastedilmiştir. Yani "Bir kısmı benden bir
şeyler koparmayı umar bir kısmı da korkar" demektir. Diğer bir yoruma göre, "Ben
Allah'ın rahmetini umuyor, azabından korkuyorum" demektir. Diğer bir yoruma
göre, bundan maksad hilafettir, yani insanların bir kısmı ona rağbet gösterir,
bir kısmı da ondan hoşlanmaz. Ben hoşlananları sevmem, hoşlanmayanların da
aczinden korkarım" demektir.

Kâdı İyaz'a göre, Hz. Ömer (r.a.)'in bu sözleri
onun iki vasfını ifade etmektedir. Yani, o, Allah'ın rahmetini ummakta,
azabından korkmaktadır İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ
Yayınları, 6/484-485.

İbn Ömer (r.a.) anlatıyor: "Hz. Hafsa
(r.anhâ)'nın yanına girdim. Bana: "Babam, yerine halife tayin etmiyormuş
biliyor musun?" dedi. Ben: "Tayin etmesi gerekir" dedim. "Etmiyor!" dedi.
Abdullah der ki: "Bu hususta babamla konuşmak üzere yemin ettim, sustum ve
sabahleyin eve gittim. Ama babamla konuşmadım. Sanki elimde bir dağ taşıyor gibi
sıkıntılı idim. Nihayet dönüp babamın huzuruna girdim. Bana halkın durumundan
sordu. Haber verdim. Sonra kendisine:"

Halkın bir şeyler söylediğini işittim. Onu size
söylemeye azmettim. Sizin, yerinize halife tayin etmeyeceğinizi zannediyorlar.
Halbuki sizin bir deve çobanınız veya koyun çobanınız olsa, sonra sürüyü
bırakarak size gelse, siz mutlaka sürünün zayi olacağını bilirsiniz. İnsanlara
nezaretin daha (ehemmiyetli ve) çetin olduğu da malumunuzdur" dedim. Bu sözlerim
ona muvafık geldi ve bir müddet başını (yastığa) koydu. Sonra tekrar bana doğru
kaldırarak: "Allah dinini, muhafaza edecektir. Ben yerime halife bırakmamış
olsam meşrudur, çünkü Rasûlullah (s.a.s.) da yerine kimseyi bırakmamıştır. Şayet
bir halife bırakacak olsam o da meşrudur, çünkü Ebû Bekir bırakmıştır" dedi.

İbn Ömer der ki: "Vallahi babam, Rasûlullah
(s.a.s.) ile Hz. Ebû Bekir'i anmaktan başka bir şey yapmadı. Anladım ki,
Rasûlullah (s.a.s.)'a hiç kimseyi denk tutmayacak ve yerine de kimseyi halife
bırakmayacak." [Buharî, ahkâm 51; Müslim, İmâret 12, (1823); Tirmizî, Fiten 48,
(2226); Ebû Dâvud, Harac 8, (2939).] İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve
Şerhi, Akçağ Yayınları, 6/486.

Amr İbn Meymun el-Evdî anlatıyor: "Hz. Ömer
hançerlendiği sabah ben ayaktaydım. O'nunla -yani Hz. Ömer'le- benim aramda
sadece Abdullah İbnu Abbâs (r.a.) vardı. İki saf arasından geçince, arada durup
bakmıştı. Bir boşluk gördü ve "Safları düz tutun" dedi. Saflarda herhangi bir
boşluk kalmayınca öne geçip tekbir getirerek namaza başladı. İlk rek'atte cemaat
toplanıncaya kadar, muhtemelen Yusuf veya Nahl suresini veya bunlara mümâsil bir
sûre okudu.(Rükûye gitmek üzere) tekbir getirmişti ki, hançerlendiği sırada
"Köpek beni öldürdü" veya "...yedi" diye bir ses işittim. el-Ilc (mel'unu), iki
ağızlı bir bıçak elinde olduğu halde (kapıya doğru) fırladı, sağında solunda
kime rastladı ise hançer sapladı. O gün cemaatten tam on üç kişi yaralamıştı.
Bunlardan dokuzu derhal öldü. Bir rivayete göre yedi kişi ölmüştür. Bu durumu
gören Müslümanlardan biri, herifin üzerine bir bürnus attı. el-Ilc yakalandığını
zannederek bıçağı kendisine saplayıp intihar etti.

Hz. Ömer (r.a.), Abdurrahmân İbnu Avf (r.a.)'ı
tutup öne geçirdi. Ömer'in arkasındakiler de benim gördüklerimi gördüler.
Mescidin yan tarafındakiler, olup biten ne idi anlayamamışlardı. Ancak onlar,
"sübhanallah, sübhanallah" diyen Hz. Ömer'in sesini duyuyorlardı. Abdurrahman
cemaate namazı kısa bir şekilde kıldırıp tamamlattı. Cemaat namazdan çıkınca
Hz. Ömer (r.a.): "Ey İbnu Abbâs, bak beni kim öldürdü!" dedi. (İbnu Abbâs) bir
müddet dolaşıp döndü ve: "Muğîre İbnu Şu'be'nin kölesi" dedi. Hz. Ömer (r.a.):
"Allah canını alsın. Ben ona iyilik emretmiştim" dedi ve ilave etti: "Ölümümü
Müslümanlardan birinin eliyle yapmayan Allah'a hamdolsun. Sen ve baban,
Medine'de el-Ilc'ların (İranlı kölelerin) çoğalmasını severdiniz." (Bu söz İbnu
Abbâs (r.a.)'a idi) çünkü en çok köle Abbâs (r.a.)'da vardı. İbnu Abbas (r.a.):
"Dilerseniz yapayım -yani isterseniz onların hepsini öldürelim-" dedi. Hz. Ömer
(r.a.): "Hayır, sizin dilinizle konuşmalarından, kıblenize müteveccih namaz
kılmalarından, haccınızla haccetmelerinden sonra hayır!" dedi. Sonra evine
taşındı. Onunla bizde gittik.

Sanki insanlara o güne kadar hiç musibet
gelmemişti. Birisi: "Korkarım ölecek!" bir diğeri: "Bir şeyi yok" diyordu. Nebiz
(hurma şırası) getirildi, ondan biraz içti. Bu, karnındaki yaradan geri çıktı.
Sonra süt getirildi, ondan da içti. O da yarasından geri çıktı. İyice
anlaşılmıştı, Ömer (r.a.) ölecekti. Halk gelip kendisine senâda bulunuyordu. Bir
genç geldi: "Ey mü'minlerin emîri, Allah'ın müjdesiyle sizi müjdeliyorum.
Rasûlullah (s.a.s.)'la sohbetiniz var, bildiğiniz gibi İslâm'a geçmiş
hizmetleriniz var. Sonra başa geçtiniz ve adâletli oldunuz ve sonunda şehadet!"
dedi. Hz. Ömer (büyük bir tevazu ile): "Bütün bunların (günahlarımı
karşılayabilmesini, Allah'ın huzurunda) başa baş yeterli olmasını ne kadar
isterim" diye cevapladı. Genç geri dönünce, izarının yere değmekte olduğunu
gördü. "Onu bana çağırın" dedi (ve gelince): "Ey kardeşimin oğlu, giysini
kaldır, öyle yapman giysini daha temiz kılar, Rabbine karşı muttaki ol!" dedi.
Sonra bana yönelerek: "Ey Abdullah, araştır bakalım üzerimde ne kadar borç var!"
dedi. Hesapladılar, seksen altı bin dirhem kadar borcu olduğu anlaşıldı."

Ömer ailesinin malı yeterse, bunu onların
malından ödeyin. Yetmezse Benî Adiyy İbnu Kâ'b'ın malından ise. Onların malı da
yetmezse Kureyş'in malından iste. Kureyş'ten başkasına gitme. Bana bedel bu malı
öde. Mü'minlerin annesi Âişe (r.anhâ)'ye git ve: "Ömer sana selâm ediyor", de.
Sakın mü'minlerin emîri deme, bugün artık ben mü'minlerin emîri değilim" De
ki: "Ömer İbnu'l-Hattâb iki arkadaşıyla birlikte gömülmek için senden izin
istiyor."

Abdullah der ki: "İzin istedim, selam verip
girdim. Hz. Âişe (r.anhâ) ağlıyordu.

"Ömer sana selâm ediyor. İki arkadaşının yanında
gömülmek için izin istiyor" dedim. Hz. Âişe: "Onu ben kendim için düşünüyordum.
Fakat Ömer'i bugün kendime tercih ediyorum" cevabını verdi. Geri dönünce Ömer'e:
"İşte Abdullah İbnu Ömer geldi!" denildi. Hz. Ömer (r.a.): "Ne haber getirdin?"
dedi. "İstediğiniz oldu, Hz. Âişe izin verdi" denilince: "Elhamdülillah" dedi,
nazarımda bundan daha mühim bir şey yoktu. Ruhum kabzedilince beni oraya
götürün. (Oraya varınca, Âişe'ye tekrar) selam ver ve:"Ömer izin istiyor!" de.
Eğer izin verirse beni içeri alın, eğer beni reddederse, beni Müslümanların
mezarlığına götürün."

O sırada mü'minlerin annesi Hafsa (r.anhâ)
geldi. Kadınlar onu örtüyorlardı. Onu görünce kalktık. Ömer'in yanına girdi.
Yanında bir müddet ağladı. Erkekler de izin istediler. Onlar için, içerde bir
yere girdi. İçeriden ağlamasını işitiyorduk. "Ey mü'minlerin emîri, dediler,
vasiyet et, yerine birini tayin et!" "Ben, dedi bu işe Rasûlullah (s.a.s.)'ın
kendilerinden razı olarak öldüğü şu altı kişiden daha layık birini bilmiyorum.
-ve isimlerini saydı:- Ali, Osman, Zübeyr, Talha, Abdurrahman İbnu Avf ve Sa'd
(radıyallâhu anhüm)." devamla dedi ki: "Size Abdullah İbn Ömer şehâdet ediyor.
Onun hilafet işiyle hiçbir ilgisi yok, tıpkı kendisine gelen taziye heyeti gibi.
Emîrlik, şayet Sa'da isabet ederse, mesele yok. Aksi halde, kim emîr olursa
ondan istifade etsin. Bilesiniz, ben onu aczi veya hıyâneti sebebiyle
azletmedim."

Ömer şunu da söyledi: "Benden sonra gelecek
halifeye Ensâr'ı, Muhâcirîn'i, bedevîleri ve taşra halkını vasiyet ediyorum."
Ruhu kabzedilince, onu çıkardık. Yayan (Hz. Âişe'ye kadar) geldik. Abdullah
selam verip: "Ömer izin istiyor!" dedi. "Alın içeri!" dedi ve derhal içeri
alındı. İki arkadaşıyla birlikte oraya kondu.

Defin işinden boşalınca, hilafet hey'eti
toplandı. Abdurrahman İbnu Avf (r.a.): "Seçimin asgarî ihtilafla yürümesi için)
aranızdan üç kişi seçin!" dedi. Zübeyr (r.a.): "Ben reyimi Ali (r.a.)'ye verdim"
dedi. Talha (r.a.) da: "Ben reyimi Osman'a verdim" dedi. Sa'd (r.a.): "Reyimi
ben de Abdurrahmân İbnu Avf'a verdim" dedi. Abdurrahman (r.a.) (Hz. Ali ve Hz.
Osman'a yönelerek): "Hanginiz bu işten (halife adaylığından) çekilir, böylece,
halifemizi belirleme işini ona bırakırız. Allah ve Müslümanlar onun üzerinde
murakıbtır. O da kanaatince en iyi olanı araştıracaktır" dedi. Ancak bu iki
şeyh (Hz. Ali ve Hz. Osman (r.a.) sükut ettiler. Bunun üzerine Abdurrahman
onlara: "Seçme işini bana bırakır mısınız? Allah en efdalinizi seçmem hususunda
benim üzerimde murakıbdır!" dedi. O ikisi de: "Evet!" dediler. İkisinden birinin
(Hz.Ali (r.a.)'nin elinden tuttu ve: "Senin Rasûlullah (s.a.s.)'a yakınlığın,
İslâm'da da kıdemin, (önceliğin) var, bunu biliyorsun. Allah da üzerinde
murakıbtır. Kasem ediyorum, seni seçecek olsam mutlaka adâletli olursun, Osman'ı
seçecek olsam kesinlikle onu dinleyip itaat edersin.." Dedi. Sonra diğerine
yönelerek, ona da buna benzer sözler söyledi. Her ikisinden de misak (yani kesin
söz) aldıktan sonra: "Ey Osman kaldır elini!" dedi ve ona biat etti. Ali
(r.a.)'de biat etti. Sonra (kapılar açıldı) Medine halkı da gelip Hz. Osman'a
biat etti." [Buhârî, Fedâilu'l-Ashâb 8, Cenaiz 96, Cihad 174, Tefsir, Haşr 5,
Ahkâm 43.] İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları,
6/490-493.

Açıklama: 1- Bu vak'a kaynaklarda farklı
şekillerde rivayet edilmiştir. Buhârî'de de bir çok babta geçer.
Kitabu'l-Ahkâm'da bazı noktalarda tamamlayıcı ziyade bilgi mevcuttur.

2- Hz. Ömer'i şehid eden el-Ilc, Mugîre İbnu
Şu'be'nin künyesi Ebû Lü'lü olan Fîruz İbnu Sa'd adındaki İran asıllı kölesinin
lakabıdır.

İbn Sa'd'ın bir rivayetine göre: "Hz. Ömer
(r.a.) Medine'ye büluğa ermiş kölelerin girmesini yasaklamıştı. Kûfe'de vali
olan Muğîre İbnu Şu'be (r.a.) yazdığı mektupta Hz.Ömer (r.a.)'e, yanında bulunan
san'atkâr bir köleden bahsetmiş, onun Medine'ye girmesi için izin taleb
etmişti. Tavsiye mektubunda kölenin, halkın istifade edeceği demircilik,
nakkaşlık, marangozluk gibi maharetleri olduğunu belirtmişti. Bu mektup üzerine
Hz. Ömer (r.a.) Fîruz'a izin vererek Medîne'ye girmesine müsaade etmişti. Mugîre
de kölesine ayda yüz dirhem ödeme yapmasını söylemişti. Fîruz bu paranın ağır
geldiğini Hz. Ömer'e şikâyeten söylemiş ise de Hz. Ömer: "Senin yaptığın işin
yanında bu ödediğin çok olmamalı" demişti.

Fîruz cevaptan memnun kalmamış ve öfkeli
şekilde ayrılmıştı. Birkaç gün sonra Halife kendisine uğrayan Fîruz'a: "Bana
söylendiğine göre, "Dilediğim takdirde rüzgarla çalışan bir un değirmeni
yaparım" demişsin!" der. Köle asık çehre ile ona bir nazar atıp: "Sana öyle bir
değirmen yapacağım ki, herkes ondan bahsedecek" cevabını verir. Birkaç gün sonra
iki başlı bir hançer hazırlayarak, mescidin bir köşesine saklar..." Hâdisenin
cereyan tarzı rivayetlerde farklı şekillerde anlatılmıştır. Sadedinde olduğumuz
Buhârî rivayetinde anlatılan şekliyle iktifa ederek, diğerlerini anlatmaya gerek
görmüyoruz.

3- Burada dikkat çekilmesi gereken bir husus,
altılı şûrâ heyetinde halife adayı ikiye düştükten sonra, bunlardan birini
(yani Hz. Ali ile Hz. Osman'dan birini) seçme işinde, hakemlik rolünü üzerine
alan Abdurrahman İbnu Avf (r.a.)'ın takip ettiği çalışma vetiresidir. Sadedinde
olduğumuz rivayet o noktayı o kadar kısa geçmiş ki, sanki bunlardan birini
tercih işi bir oturumda halledilmiş gibi bir mânâ çıkmaktadır. Halbuki bu iş,
hiç ara vermeden geceli gündüzlü üç günlük bir çalışma ile halledilmiştir. Bir
rivayette Hz. Abdurrahman'ın üç gün hiç uyumadığı ifade edilmiştir.

O safha, yine Buharî'nin Kitabu'l-Ahkâm'da,
Misver İbnu Mahreme tarafından anlatılmaktadır. Buna göre, Abdurrahman İbnu Avf,
Misver (r.a.)'i, şûrâ üyeleriyle teker teker konuşm