Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular

Ülü'l-Emr, Halife Ya da İmam Denilen Müslümanların Liderinin Önemi

Ülü

Ülü'l-Emr, Halife
Ya da İmam Denilen Müslümanların Liderinin Önemi

İmamsız ümmet, başsız beden gibidir.
Organizmanın canlılığı, ruhu ne ise; ümmet için imam da odur. İmamsız toplum,
bir cesetten farksızdır. Ümmetin başına gelenler, imâmetin başına gelenlerle
doğru orantılıdır. Kur'an'da ümmet ile imâmet kavramları birbiriyle yakın
irtibat halindedir. Allah İbrâhim (a.s.)'i insanlara imam yapmıştır (2/Bakara,
124). O imamların başıdır. Aynı zamanda o, imamların kendisinden geldiği bir
ümmettir (16/Nahl, 120). Dolayısıyla Hz. İbrâhim'in şahsında imâmet ve ümmet
kavramları birlikte gündeme gelmişlerdir. O yüzden rahatlıkla şu hükme
varılabilir: Ümmet; tek bir imama bey'at ederek bağlı olan mü'minler
topluluğudur. İmama bağlı olmadan ümmet teşekkül edemez. Ümmetsiz imam, imamsız
ümmet olmaz.

?Gerçek şu ki sizin bu ümmetiniz tek bir
ümmettir. Ben de sizin Rabbinizim. Öyleyse Bana ibâdet/kulluk edin.?
(21/Enbiyâ, 92) Mü'minler olarak hepimiz
Allah'ın huzurunda tek ümmet inancını ve şuurunu koruyup korumadığımız hususunda
hesap vereceğiz. İslâm ümmeti, tektir, birdir; küfür ümmeti ise sayısız denecek
kadar çok olabilir. Tek ümmet inancının saptırılmadan devam etmesi, tek imamın
varlığına bağlıdır. Esasen imâmet, bir ümmet sorunudur. Ümmet olmadan imâmet de
olmaz. İmâmetin ihyâsı, ümmetin varlığına bağlanmıştır. Çünkü İslâm'da tek ümmet
ve tek imam esastır. (9)

İmâmet; ?din ve dünya işlerinde Rasûlullah'a
niyâbeten (vekil olarak) başkanlık, devlet reisliği? diye tanımlanmıştır. ?Dinin
uygulanması, dinin sınırlarının korunması konusunda, ümmetin tümünün kendisine
uyması vâcip olmak üzere Râsûlullah'ın halîfeliğini yapmak? diye de ifade
edilmiştir. (10) Mâverdî de şöyle diyor: ?İmâmet; dinin bekçiliği ve dünya
siyaseti konularında peygamberliğe halef olarak konulmuş ve kabul edilmiş bir
müessesedir.? (11) İbn Hümam; ?Mü'minlerin, kendi içlerinden imam seçmelerinin
sebebi, İslâm'ın hükümlerini hakkı ile edâ etmek içindir? (12) diyerek önemli
bir noktaya işaret ediyor. İmam Ebû Muin en-Nesefî de bu konuda şöyle der:
?Üzerimizde İslâm devlet başkanı olan imamı görmeden bir günün geçmesi câiz
değildir. İmam, devlet başkanı olan halîfedir. İmâmetin hak olduğunu kabul
etmeyen kimse kâfir olur. Çünkü dinî hükümlerden bir kısmının farz olması, ancak
imamın varlığına bağlıdır. Cuma namazı, bayram namazı ve yetimleri
evlendirmek... gibi. İmamı inkâr eden kimse, farzları inkâr etmiş olur. Farzları
inkâr eden de kâfir olur.? (13)

Siyerle ilgili kaynaklarda Rasûl-i Ekrem'in
vefatından sonra sahâbenin, daha Rasûlullah'ı defnetmeden önce imam/halife seçme
hususunda titiz davrandığı kaydedilir. İbn Âbidin, bu konuyla ilgili şunları
zikreder: ?Rasûlullah (s.a.s.) pazartesi günü vefat etmiş, çarşamba günü
defnedilmiştir. Bu arada ashâb-ı kiram, her şeyden evvel müslümanların başına
bir halife seçmekle meşgul olmuşlardır. Bu sünnet, bugüne kadar devam
edegelmiştir. Bir imam vefat ettimi, onun yerine başkası seçilmedikçe
defnedilmez. İmamın, müslüman ve hür/özgür olması şarttır. Zira kâfir, müslüman
üzerine velî olamaz. Köleden de halife olmaz. Çünkü onun kendine velî olmaya
bile gücü yokken, nasıl başkasına velî olabilir? Sabî ve köle de deli gibidir.
İmam, muktedir, yani hükümleri yürütebilir, mazlumun hakkını zâlimden almağa,
sınırları ve memleketi korumağa, asker sevkine vs. gücü yeter olmalıdır.?
(14)

Kâfirlerin (tâğutî güçlerin); Allah'ın indirdiği
hükümlere mukabil/alternatif olmak ve onların yerine geçmek üzere koydukları
hükümleri reddetmek farzdır. Onların, mü'minler üzerinde velâyet hakkının
bulunmayacağı hususu kesindir (4/nisâ, 141). Dolayısıyla mü'minler; kâfirlerin
veya mürtedlerin istilâsına/işgâline uğrarlarsa, zor gücüyle başlarına geçen bu
yönetimi kabul etmezler. Onlara karşı cihadın farz-ı ayın olduğunu bilirler.
Nitekim İmam Serahsî; ?Cihaddan maksat; müslümanların emniyet içerisinde
bulunmaları, din ve dünya işlerini yürütme imkânına kavuşmalarıdır? (15)
diyerek, hassas bir noktaya işaret eder. İşgal altında iken dahi; mü'minlerin
(müstevlîlerin liderine itaat etmeyip) kendi içlerinden bir imam seçmeleri
vâciptir. Nitekim İbn Âbidin bu konuyu şu şekilde izah etmektedir: ?Eğer görev
verecek sultan yoksa veya kendisinden görev alacak bir yetkili bulunmazsa (ki
bazı müslümanların yaşadığı bölgelerde olduğu gibi) o bölgelerde gayr-ı
müslimler hâkim olmuşlar, müslümanlar bir bakıma azınlıkta kalmışlar veya
müslümanlar mahkûm durumda, gayr-ı müslimler ise hâkim durumdadırlar. Kurtuba'da
(İspanya'da) bugün (yazarın yaşadığı tarihlerde) olduğu gibi. Bu durumda ne
yapılmalıdr? Gerekli (vâcip) olan, müslümanların kendi aralarından birine bu
görevi (imâmeti) vermeleridir. Onda ittifak etmeleri vâciptir. Onu
kendilerine imam/idareci olarak seçerler, o da kadı tâyin eder. Böylece kendi
aralarında vuku bulan hâdiselerin yargı organlarına (mahkemeye) aktarılması
sağlanmış olur. Yine buralarda kendilerine Cuma namazı kıldıracak bir imam
nasbederler. İnsanın mutmain olduğu, kabul edebileceği görüş de bu olsa
gerektir. Bu görüş istikametinde amel edilmelidir. (16) Kâfir oldukları; kendi
ikrarları ve beyyine ile sâbit olan işgalcilerin tâyin ettiği kadı kabul
edilemez. Çünkü velâyet hakkı, kat'i nasslarla sâbittir. (17)

?İçinizden hayra çağıran ve ma'rûfu emredip
münkerden nehyeden bir ümmet bulunsun. Kurtuluşa erenler, işte bunlardır.?
(3/Âl-i İmrân, 104) Bu âyeti tefsir
ederken Elmalılı Hamdi Yazır şunları söyler: ?Ümmet, öne düşen, çeşitli insan
gruplarını toplayan, kendilerine uyulan bir topluluk demektir ki, hepsinin
önünde ?imam? bulunur. Cemaat ile namazlar, bu muntazam ve hayırlı sosyal
tertibin görüntüsünü ifade eden gözle görülür şeklidir. Bu şekilde hayra dâvet
ve emr-i bi'l-ma'ruf, nehy-i ani'l-münker yapacak bir ümmet ve imâmet teşkili,
müslümanların imandan sonra ilk dinî farîzalarıdır. (Farîza; İslâm açısından
yapılması mecburî olan, farz, Allah'ın emri demektir.) Bu farîzayı yerine
getirebilen müslümanlar âyetin açık hükmü gereğince kâmil (tam) kurtuluşa
ererler.? (18)

Devletsiz toplum, toplumsuz birey olmaz. Fert
olarak insanın yaratılış maksadı ?Allah'a kulluk?tur. Bu gâyenin
gerçekleşebilmesi için ferdin canı, malı, dini, aklı, nesli ve şerefi
korunmalıdır. Korunma ancak düzen içinde olur; düzen ise devlettir, kanun
hâkimiyetidir. Yönetimsiz devlet, başkansız yönetim olmayacağına göre, devlete
bir başkan gereklidir. İslâm'da bu başkana, halîfe ve emîru'l-mü'minîn
sıfatlarının yanı sıra, imam denilmiştir. Birçok hadis-i şerif, müslümanlara,
İslâm devletinin müslüman ve ehil başkanını tanımalarını, ona bey'at ve itaat
etmelerini; bey'at ?şartlı? itaat sözü ve vekâlet mâhiyetinde olduğu için, imam,
şartlara riâyet etmediği veya liyâkat vasfını kaybettiği takdirde ona itaat
etmemelerini (değiştirip yerine lâyık olanı getirmelerini) emretmektedir.

Her sosyal hareket gibi, İslâmî hareketin de
rehberlere ve baş rehbere (imam/önder) ihtiyacı vardır. Hareket, İslâmî olunca,
İslâm'ın hayata hâkim kılınması gibi bir hedefe yönelince rehberlerin de İslâm
âlimi, İslâm'ı iyi bildiği kadar iyi yaşayan kimseler olması zarûret haline
gelmektedir. Tesbihin başlangıç ve bitiş yerini belirleyen, tesbihi boncuk
dizisinden ayırıp ?tesbih? yapan şeyin adına ?imâme? denir. Tesbih bile imâmesiz
olmadığına göre, ümmetin imamsız olması elbette mümkün değildir.