Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular

Zâlim ve Fâsığın İmâmeti

Zâlim ve Fâsığın İmâmeti


Zâlim
ve Fâsığın İmâmeti



Yüce Allah, kulu ve elçisi olan İbrâhim (a.s.)'i
ateşten koruduğu gibi, evlâtlarını da korumuş ve onlara peygamberler arasında
üstün mevki ve mertebe de vermiştir. Kur'ân-ı Kerim Hz. İbrâhim'in önderliğinden
ve evlâtlarından şöyle bahsediyor: "Bir zamanlar Rabbi İbrâhim'i birtakım
kelimelerle sınamış, onları tam olarak yerine getirince; 'Ben seni insanlara
imam/önder yapacağım' demişti. 'Soyumdan da (imamlar/önderler yap, yâ Rabbi!)'
dedi. Allah: 'Ahdim zâlimlere ermez (onlar için söz vermem)' buyurdu."
(2/Bakara, 124) Allah Teâlâ, sevdiği kulu İbrâhim'i herkesin tâbi olduğu bir
imam/önder yaptığını beyan ediyor. Çünkü İbrâhim (a.s.), Yüce Allah'ın
sınavlarını tümüyle ve en güzel şekilde kazanmıştı.

Yüce Allah, kulu ve elçisi olan İbrâhim (a.s.)'i
ateşten koruduğu gibi, evlâtlarını da şirk ve haramlardan korumuş ve onlara
peygamberler arasında üstün mevkî ve mertebe de vermiştir. Yüce Allah, sevdiği
kulu İbrâhim'i herkesin tâbi olduğu bir imam/önder yaptığını beyan ediyor
(2/Bakara, 124). Çünkü İbrâhim (a.s.), Allah'ın sınavlarını kazanmıştı. Allah'ın
kendisini insanlara imam kılacağını beyan edince, İbrâhim (a.s.) kendi soyundan
da imamlar isteyince, Allah ?zâlimler imamlık/önderlik hakkına sahip olamazlar?
karşılığını vermiştir. Hiçbir zâlim, imam olamaz, kendisine uyulan önder olamaz,
buna hakkı yoktur. Allah'ın imâmet ahdine hiç bir zâlim eremez.

Bu konuda Fahreddin Râzi şöyle der: ?Onlar
(zâlimler), Allah'ın emirlerinin kendilerine emanet edildiği kişiler olamaz.
Kendilerine uyulamaz. Dolayısıyla imam (önder, lider) olamaz. Böylece fâsığın
imâmetinin bâtıl olduğu bu âyetin delâleti ile sâbit olmuştur. Efendimiz
buyuruyor ki: ?Yaratana isyan konusunda hiçbir mahlûka itaat yoktur.?(Müslim,
İmâre, 38, hadis no: 1839) Ve yine bu âyet-i kerime gösteriyor ki, fâsık hâkim
olamaz. Hüküm mevkiine geçtiği zaman, onun verdiği hükümler uygulanamaz.
Şehâdeti kabul edilmez ve Rasûlullah'tan naklettiği hadis benimsenemez. Fetvâ
verirse fetvâsına itibar edilmez. Namaz için öne geçirilemez.? (20)

Görüldüğü üzere imamlık veya diğer bir adıyla
önderlik, sıradan basit bir görev değildir. Babadan oğula geçen veya soy sop
takip eden bir verâset malı olmadığı gibi, zâlim, fâcir, fâsık, münâfık ve
müşrik gibi kimselerin de gelip oturduğu bir makam değildir. İmamlık; iman,
amel, şuur ve yaptırıcı güce sahip olanların hakkıdır. Bu üstün meziyetlere
sahip olmayanlar babası ve atası ne olursa olsun, o yüce makama getirilemez.
İslâm, bir saltanat ve hükümdarlık dini değildir. İslâm, hak ve adâlet dinidir.
Kim o mertebeye ulaşırsa onun hakkıdır.

İmamlığı sadece bir devlet başkanı olarak
düşünmek doğru değildir. İmamlık; risâlet imamlığı, hilâfet imamlığı, devlet
imamlığı, cemaat imamlığı ve namaz imamlığı şeklinde geniş bir muhtevâya
sahiptir. Hangi şekliyle olursa olsun, o makamlara geçecek şahsın zâlimlik,
fâsıklık ve benzeri sıfatlardan uzak kalarak tam bir adâlet sıfatına sahip
olması şarttır. Allah Teâlâ'nın İbrâhim (a.s.)'e söylediği ?zâlimlere imamlık
ahdim erişmez? ifadesi, sadece İbrâhim nesline münhasır değildir. Her
dönemde geçerli bir kuraldır. Zâlimlik ve fâsıklık yaparak Allah'ın dinini
hafife alan herkes için geçerli bir ölçüdür bu. Dün de, bugün de, yarın da olsa
zâlimler, bu yüce makama getirilemez. Şirk, en büyük zulüm (31/Lokman, 13)
olduğu için, müşrik bir kimse büyük bir zâlimdir. Allah'ın indirdiği ile
hükmetmeyen zâlimlerin ta kendisi (5/Mâide, 45) olduğundan Allah'ın indirdiği
dışında, O'na ters yasa veya hükümle hükmetmek, insanları yönetmek zulüm olduğu
gibi bu yönetici de zâlimin ta kendisidir (5/Mâide, 45). Zulmün zıddı,
adâlettir. Allah adâletle davranmayı emretmektedir (16/Nahl, 90). Bütün bunlarla
birlikte nefsine uyduğundan, câhillik ve başka sebepler yüzünden adâletten
ayrılan kimse de zâlimdir. Ve zâlimlerin imam/önder/lider olma hakkı yoktur.
(21)

İslâm siyâset tarihinde hiçbir fakîh, kâfirin
imâmetini/yöneticiliğini tartışmamıştır. Çünkü Kur'an'la sâbittir ki, kâfirlerin
mü'minler üzerinde velâyet hakkı yoktur: ?Allah kâfirlere mü'minler üzerine
asla velâyet hakkı tanımamıştır.? (4/Nisâ, 141) Tartışılan konu, fâsık ve
zâlimin imâmeti ve yöneticiliğidir.

Bu konuda Hâricîler'i bir kenara bırakırsak,
birbirine zıt iki görüş vardır orta yerde. 1- Mürcie'nin görüşü: Bunlar, ?olan?
olması gerekendir, deyip statükoyu savunanlardır. Bunlara göre, eğer birileri
herhangi bir yolla yönetimi ele geçirmişse bunun ele geçiriliş tarzına bakılmaz.
O yönetici zâlim ve fâsık olsa da meşrû addedilir. 2- Mu'tezile: Bu kesim de
fıskı ve zulmü görülen bir yöneticinin yönetimi gayr-ı meşrûdur. O meşrû
olmadığı gibi, o yönetimde görev yapan hâkimlerin -isterse Allah'ın indirdiğiyle
hükmetsinler- hükümleri meşrû değildir.

Bu noktada İmam Âzam, daha dengeli bir tavrı
benimsemiştir. Zâlim ve fâsığın yöneticiliğini kabul etmemekle birlikte, sosyal
faâliyetlerin yürütülmesi gerektiğini kabul ederek, eğer kendisi âdilse zâlim
imamın/halîfenin kadısının (hâkiminin) hükmünü kabul etmiş, sorumluluğu ferdin
kendisinden başlatmıştır. İmam Âzam, zâlim ve fâsık bir yönetimde görev alma
konusuna bireysel açıdan yaklaşıyordu. Eğer fâsık bir rejimde fert, bulunduğu
makamda İslâm'ın ahkâmını icrâda bir engelle karşılaşmıyorsa onun o makamda
bulunmasına cevaz veriyordu. Ancak, ferdin fâsık ve zâlim olması durumunda bunu
meşrû saymıyordu. Tekrar başa dönerek, sorumuzu soralım: İmam Âzam'ın zâlim ve
fâsığın imamlığı/yöneticiliği konusundaki net görüşü ne idi? Bu sorumuza Mekkî
ve Kerderî'nin ortaklaşa aldıkları İmam Âzam'ın bir ictihadında cevap buluyoruz:


?Fey'i (İslâm devletinin gayr-ı müslimlerden
aldığı vergiyi) meşrû olmayan yollarda harcayan, ya da zulümle hükmeden ve
Allah'ın emirlerini terkedip yasaklarını irtikâp eden kimsenin
imamlığı/yöneticiliği bâtıldır. Onun vereceği emirler ve hükümler geçersizdir.?
Bazıları, İmam Âzam'ın ?fâsık imamın ardında namaz kılınabilir ve eğer âdil ve
sâlih ise yönetici zâlim de olsa o yönetimin Kur'an ile hükmeden kadısının hükmü
geçerlidir? görüşleriyle; ?zâlim ve fâsık'ın yöneticiliği gayr-ı meşrûdur; onun
hükümleri geçersiz, ona yapılan biat bâtıldır? ictihadı arasında bir çelişki
olduğu zehâbına kapılmıştır.

İmam Âzam'ın namaz için fâsığın imâmetine, zâlim
bir yönetimde kadılık yapan âdil birinin meşrû hükmünü tenfîze cevaz verişinden
yola çıkanlar ?yanlıştan yanlış gelir? mantığıyla onun fâsık ve zâlimin
imâmetini/yöneticiliğini de kabul ettiğini sanmışlardır. Yani, ?zâlim
imamın/yöneticinin hükmü ne ise, onun tâyin ettiğinin hükmü de aynıdır?
demişlerdir. Bazıları bu zanlarından dolayı Ebû Hanife'yi tâviz vermekle
suçlarken, bazıları da yine bu yanlış anlayışı kendi bâtıl görüşleri olan
zulümle uzlaşma çarpıklığına dayanak göstermişlerdir. İkisi de yanlış.

Hanefî mezhebinin ünlü imamlarından Ebûbekir
Cessas'tan dinleyelim: ?İnsanlardan bazıları Ebû Hanife'nin fâsığın imâmetine ve
hilâfetine ?olur? verdiğini ve halîfeyle hâkimin arasını ayırarak onun hükmünü
câiz görmediğini zannederler. Bunu kelâmcılardan Zürkan adında biri söylemiştir.
Kuşkusuz bu lakırdı asılsızdır. Ebû Hanife'ye göre halife ile onun atadığı hâkim
arasında (yönetme hakkı ve meşrûiyet açısından) bir fark yoktur. Yönetime
gelişleri ve getirilişleri (hâkimin kendisi âdil ve sâlih de olsa) gayr-ı
meşrûdur. Çünkü her ikisinin meşrûiyetinin şartı da âdil olmaktır. Fâsığın
hilâfeti ve hâkimliği meşrû olmadığı gibi, şâhitliği de kabul edilmez. Eğer
Peygamber'den rivâyet ettiği hadis varsa o da alınmaz.? (Cessas, Ahkâmu'l-Kur'an,
I/86)

Ebû Hanife şöyle der: ?Ümmetin malını meşrû
olmayan yollarda harcayan, ya da zulümle hükmeden ve Allah'ın emirlerini
terkedip yasaklarını irtikâp eden kimsenin yöneticiliği bâtıldır. Onun vereceği
emirler ve hükümler geçersizdir.?

Cessâs, ?Zâlimler ahdime nâil olamazlar?
(2/Bakara, 124) âyetinden hüküm çıkarırken şunları söyler: ?Bu âyetin
delâletiyle fâsığın imamlığının/yöneticiliğinin bâtıl olduğu anlaşıldı. Fâsık ve
zâlim biri halife olamaz. Hatta bu karakterde olanlar, herhangi bir biçimde
yönetim makamına gelseler, fıskları yüzünden halkın kendilerine uymaları
gerekmez. Bu konuda Rasûlullah şöyle buyuruyor: ?Allah'a isyanda kula itaat
yoktur.? Bu hadis de delâlet eder ki; fâsık biri hâkim olamaz; hükmettiği
zaman verdiği hüküm yerine getirilmez, şâhitliği kabul edilmez, Peygamber'den
rivâyet ettiği hadis alınmaz, müftü olup fetvâ verdiğinde fetvâsına uyulmaz.? (Cessâs,
a.g.e. I/86)

İbn Abbas, bu konuda şöyle der: ?Zâlime verilen
söze (biat) vefâ gerekmez. Eğer ona verdiğin sözü yapmayınca zulme uğrayacaksan,
o zaman sözünü yerine getir.? Hasan Basrî ise şu açıklamayı yapar: ?Zâlimlere
verilmiş ahid yerine getirilmez. Allah âhirette onu yerine getirmeyen kişiyi
sorumlu tutmayacağı gibi, ecrini de artırır.? (a.g.e. I/85)

İmam Âzam'ın zâlim ve fâsığın (kâfirin değil)
yöneticiliği konusunda hem böylesine pratik, hem de ideal bir yaklaşımı
benimsemesi, üzerinde durulması gereken bir konu. İmam bu yaklaşımıyla olayı
ferdin kendisinde başlatmış, kişiyi kendi yaptığı eylemlerle karşı karşıya
bırakmıştır. Böyle yapmakla ?olan? ile ?olması gereken? arasındaki tercihte
bocalayan birçok insana çıkış yolu göstermiştir. Bu yol, anarşiye meydan
vermeden zulme karşı çıkmanın yoludur. Bu yol, toplum için ferdin önceliklerini,
fert için toplumun önceliklerini ihlâl etmeden yaşayabilmenin adıdır. Bu yol,
zâlim ve fâsık yöneticileri aklamak için kendilerince meşrû birtakım mâzeretler
uyduranların mâzeretlerini iptal eden yoldur. Ümmetin tepesine musallat olan
zorbaların elinden ümmeti kurtarmak için bulunmuş dengeli bir mücâdele
metodudur. İmam Âzam, insanlara, zâlim ya da mazlum olmaktan başka seçenek
bırakılmayan ortamlarda, dengeli bir çözüm, meşrû ve pratik bir çıkış yolu
göstermiştir. (22)