Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular

Zâlim ve Fâsık Ülü'l-Emre/İmama Karşı Kıyam Hakkı

Zâlim ve Fâsık Ülü

Zâlim ve Fâsık
Ülü'l-Emre/İmama Karşı Kıyam Hakkı

İmam Âzam, zâlim ve fâsık yönetime karşı
müslümanların silâhlı başkaldırısını emr bi'l-ma'ruf ve nehy ani'l-münker
farîzasının bir parçası olarak görmüştür. Bu konuda İmam Ebû Hanife ilk
değildir. Emevîler, hilâfeti ellerine geçirdiğinden beri silâhlı kıyamı savunan
sahâbe ve ulemâ eksik olmamıştır.

Sahâbeden Hicr bin Adiyy ve arkadaşları bu
görüşteydiler ve yönetim tarafından katledildiler. Hz. Âişe ve Abdullah bin
Mes'ud gibi ünlü isimler de bu çıkışları desteklediler. Hz. Hüseyin, zâlim ve
fâsık yönetime karşı kıyâmın (hurûç ale's-sultan) farziyyetine inanıyor ve bu
uğurda şehâdeti göğüslüyordu. Hz. Ebûbekir'in torunu Abdullah bin Zübeyr de aynı
inanç uğrunda mücâdele vermiş ve şehid edilmişti. İbn Eş'as ayaklandığında
tâbiînin en ünlü âlimleri onun bu çıkışının şer'î olduğunu ilân ederek halkı
yönetime karşı onu desteklemeye çağırıyorlardı. Bu cümleden olarak İbn Ebî
Leylâ, eş-Şa'bî, Ebû 'l-Bahterî ve Said bin Cübeyr'i sayabiliriz. Zamanlarının
en ünlü fakîhleri olan bu zatlar İbn Eş'as kıyâmının içinde yer almışlar,
bizatihî yardımcı olmuşlardır.

Hasan Basrî de kıyamları meşrû görmekle
birlikte, başarılı olmasını şart koşmuş, başarılamaması durumunda çok kan
dökülür gerekçesiyle kıyamların içinde bizzat yer almamıştır. Ancak, yönetimin
verdiği maaşı reddetmiş, işledikleri zulümleri bir bir saymış, bunun gıybet
olacağını söyleyen bazılarına ?zâlimin zulmünü dile getirmek gıybet değildir?
demiştir. Bu dönemde, her tarafta zâlimler tarafından oluk oluk müslüman kanı
akıtılırken âlimlerden bazılarının ?ilim? adı altında fer'î meselelerle halkı
oylamasına içerleyen Hasan Basrî hayretini şöyle dile getirecektir: ?Ne garip!
Müslümanların kanlarının köpek kanı gibi akıtılmasına aldırmayanlar, pire
kanının hükmünü soruyorlar.?

İmam Zeyd ile İmam Muhammed ve İbrahim'in
kıyamlarında İmam Âzam'ın sergilediği tavır oldukça nettir. Kıyâmını Bedir
Zaferi'ne benzettiği İmam Zeyd'e elinden gelen her türlü yardımı yapması, onu
çağının diğer fakîhlerinden ayıran en önemli boyutudur. Bu olaylarda verdiği
fetvâ ve sergilediği tavırlardan anlaşılan o ki İmam Âzam, İmam Zeyd ile İmam
Muhammed ve İbrahim'e biat etmişti. İmam, İbrahim bin Hasan'ın kıyâmında
?boynumuza ipler takılsa yine de sözünden dönenlerden olmayacağız? diyordu.
Basra'lı tâbîsi Ebû İshak'a: ?İbrahim'in safında cihad eden kardeşinin aldığı
sevap, senin kâfirlerle giriştiğin savaşta aldığın sevaptan üstündür? diyordu.

İmam Âzam'ın zâlim ve fâsık yönetimler
karşısında gösterdiği bu tavır konusunda çağdaşlarından fakîh Evzaî şöyle der:
?Ebû Hanife'nin tüm ictihadlarına tahammül ettik. Ne ki, bu kez zâlim ve fâsık
yöneticiye karşı silâhlı kıyâmı kabullenerek, üzerimize kılıçla geldi. Emr bi'l-ma'ruf
nehy ani'l-münker'in vücûbuna inanıyordu. Kendisine bu konuda hüküm soranlara
Rasûlullah'ın şu hadisini naklediyordu: ?Şehidlerin en erdemlisi Hamza bin
Abdulmuttalib ve zâlim yöneticiye iyiyi emredip kötüden sakındırdığı için
öldürülen kimsedir.? (Cessâs, Ahkâmu'l-Kur'an, I/87)

İmam Âzam, bu ictihadının altını kanıyla
imzalamış, Allah da onun adını yüceltmiş ve ebedîleştirmiştir. İmam Âzam'ın bu
konudaki ictihadlarını ve tavrını çok net bir biçimde özetleyen Hanefî
mezhebinin ünlü imamı Ebûbekir el-Cessâs, yöneticilerin zulmüne ve fıskına karşı
hassâsiyetini yitiren kimi tâvizkâr âlimleri eleştirerek şunları söyler:
?Geçmişte ve günümüzde câhil ve lüzumsuz bazı hadisçiler hâriç İslâm ümmetinin
âlimlerinden hiçbiri böyle bir durumda silâhlı kıyâma karşı çıkmadı. Bu câhil ve
lüzumsuzlar, bağî olan topluluğun öldürülmesini, emr bi'l-ma'ruf nehy ani'l-münker'in
silâhla yapılmasını hoş görmeyip ona karşı çıktılar. Allah'ın şu âyetini
işittikleri halde silâhla emr bi'l-ma'ruf nehy ani'l-münker'i fitne sayıp azgın
zorbaların öldürülmesini kerih gördüler: ?Saldırganlık yapanlarla Allah'ın
hükmüne boyun eğinceye kadar savaşın.? (49/Hucurât, 9) Âyetin lafzı, savaş
işinin kılıç, ya da başka silâhlarla olmasını gerekli kılıyor.

Bazıları, sultanın zulmüne, fıskına, Allah'ın
öldürülmesini haram kıldığı canlara kıymasına, karşı konulamayacağını, ancak
sultanın dışındaki yöneticilere de silâhsız olarak sözle, ya da başka bir
biçimde karşı konulabileceğini söylemekle ümmete düşmanlardan daha beter kötülük
ettiler. Çünkü onların bu gibi fetvâları insanları zorbaları öldürmekten, zâlim
ve günahkâr yöneticiye karşı koymaktan alıkoydu. İnsanlar ne zaman zâlim
yöneticilere ma'rufu emredip -velev ki silâhla olsun- münkerden nehyetmediler,
işte o zaman tüm İslâm topraklarını kesif bir zulüm bulutu kuşattı. Din de
gitti, dünya da gitti elden ve birçok zındıka akım türedi.? (A.g.e. II/320-321)
(23)

Ülü'l-Emr, ümmetin imamı demektir. İmam
denilince de, sözlük anlamına da uygun olarak, çevresine önderlik ve öncülük
eden kimse anlaşılır. Bunun için imamın, hem namaz ibâdetinin, hem de her türlü
hayırlı hizmetin yerine getirilmesinde toplumuna önderlik etmesi, ilim ve
ahlâkıyla, söz ve davranışlarıyla insanların takdirini kazanması beklenir.
Tabii, her şeyden önce, imâmet-i kübrâ için olduğu gibi, namaz imamının da
müslüman olması gerekir. Bazılarının, ?bu da mevzû mu edilir, tabii ki imamların
hepsi müslümandır? diyecekleri büyük ihtimaldir. Ama günümüzde imamlarda
aranacak ilk şart, onların her çeşit şirkten arınmış, sadece Allah'tan korkan
muvahhid birer müslüman olmalarıdır. İmamlar ve cemaatler, gereği gibi muvahhid
mü'min olsalar, nihâi tercihlerini Allah'tan ve âhiretten yana yapsalar, her şey
bir başka olacaktır.

Mü'minlerin ülü'l-emri/imamı/lideri, ancak
mü'minlerden olur. Herhangi bir kâfirin mü'minlere yönetici olma hakkı yoktur.
?Allah kâfirlere mü'minler üzerine asla velâyet hakkı tanımamıştır.?
(4/Nisâ, 141). Ümmetin ekserisi, müslüman olduğu halde fâsık veya zâlim olan
birisinin de imam ve yönetici olma hakkına sahip olmadığı görüşündedir. Bu
anlayış, Kur'an'da ?imam? ve ?itaat? kavramıyla ilgili âyetler
değerlendirildiğinde tercih etmek zorunda olduğumuz bir tavırdır. Kur'an'da
kâfirlerin, ancak kâfirlere imam olduğu, kendisine uyanları ateşe/cehenneme
ulaştıracağı ifade edilir. Fâsık ve zâlimlerin de, ancak kendileri gibi imamları
olacaktır. Çünkü insanlar nasıl iseler, öyle idarecilere/imamlara müstahak
olacak ve o şekilde yönetileceklerdir.

Mü'minlerin ülü'l-emri olan mü'min imamlar ise,
imamların imamı Hz. İbrâhim örnekliğinde ortaya konulur. O, put ve putçulara
karşı tek başına bir ümmettir. Ve aynı zamanda ümmetin imamıdır. O'nun İshak,
İsmail gibi oğulları, Ya'kub, Dâvud, Mûsâ, İsa, Muhammed (salevâtullahi aleyhim
ecmaîn) gibi torunları imamdır. Kur'an, apaçık bir imam/rehber olduğu gibi, yol
(hidâyet yolu, sırât-ı müstakîm) da imamdır. İmam hakkındaki Kur'an'ın bu
tanımlarından yola çıkarak diyebiliriz ki; iyilik imamı, peygamberlerin izinden
ayrılmayan, Kur'an'ın ahkâmını inanarak uygulayan ve İslâm hidâyeti üzere,
sırât-ı müstakîm yolunda önder kişidir. Bu özellikleri taşımayan kimse,
mü'minlerin ülü'l-emri/imamı olamaz; olsa olsa, küfür imamı/önderi olabilir.

İslâm'ın toplumsal hükümlerini yaşayabilmek,
bulunduğumuz yere İslâm'ı hâkim kılabilmek için imamın mevcûdiyeti, başta gelen
esaslardandır. ?Cemaat mi, arasından imamı çıkarır, yoksa imam mı kendi
cemaatini yetiştirir, oluşturur?? sorusuna, her iki açıdan cevap vermek
mümkündür.

Günümüzde İslâmî ve ideal anlamda cemaat bile
olamayan müslümanların, aralarından ülü'l-emr, yani imam çıkarmaları ve imamsız
devlete tâlip olmaları gerçekleşmeyecek bir düşten ibârettir. Rüyanın gerçek
olması için önce cemaat ve ümmet bilincine sahip olmalı ve içimizden bizi çekip
çevirecek bir imam çıkarması için dil ve fiil ile duâ etmeliyiz: ?Ve onlar
(iman edip tevbe edenler), ?Rabbimiz! Bize gözümüzü aydınlatacak eşler ve
zürriyetler bağışla ve bizi takvâ sahiplerine imam/önder kıl!' derler.?(25/Furkan,
74)

Selâm olsun hidâyet imamlarına ve hidâyete tâbi
olan muttakîlere! Yazıklar olsun toplumu hidâyetten engellemeye çalışan
önderlere ve onların izindekilere! Selâm olsun, imamların unutulduğu ortamlarda
ortaya çıkarak cemaatlerini oluşturmaya ve başlarında kendilerinden ülü'l-emr
olacak imâmet/hilâfet müessesesini gerçekleştirmeye çalışanlara!

Ahmet Özalp, Şamil İslâm Ansiklopedisi, c. 6, s.
248-249

Şamil İslâm Ansiklopedisi, c. 2, s. 424

Yusuf Kerimoğlu, Kelimeler Kavramlar, s. 181-182

Hüseyin K. Ece, İslâm'ın Temel Kavramları, s.
302

Ahmet Yaşar, Şâmil İslâm Ansiklopedisi, c. 3,
s. 143-144

Süleyman ed-Demirci, El-İmâmetu'l-Uzmâ, İslâm'da
Devlet Başkanlığı, s. 491-493

Vecdi Akyüz, Kur'an'da Siyasî Kavramlar, s.
135-136

Mustansır Mîr, Kur'ân-î Terimler ve Kavramlar
Sözlüğü, s. 59-60

Mustafa Çelik, İslâmî Hareket Fıkhı, c. 4, s. 42

Abdülkadir Udeh, İslâm ve Siyasî Durumumuz, s.
121-122

İmam Mâverdi, el-Ahkâmu's-Sultâniyye, s. 5

Kemâleddin İbn Hümam, Kitabü'l-Müsâyera, s. 265

İmam Ebû Muîn en-Nesefî, Bahrü'l Kelâm fî
Akaidi'l-ehli'l-İslâm

İbn Âbidin, Reddü'l-Muhtar al'd-Dürri'l-Muhtar,
c. 2, s. 384

İmam Serahsî, el-Mebsût, c. 10, s. 3

İbn Âbidin, a.g.e. c. 12, s. 145

Yusuf Kerimoğlu, Kelimeler Kavramlar, s. 182-183

Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, Azim
Y. c. 2, s. 407

C. Tayyar Soykök, Kur'an'da İmam ve İmamet,
Haksöz, sayı 62, 64

İbn Kesir, Hadislerle Kur'ân-ı Kerim Tefsiri, c.
2, s. 536

Beşir İslâmoğlu, İslâmî Hareketin Tarihî Seyri,
s. 46-49

Mustafa İslâmoğlu, İmamlar ve Sultanlar, s.
239-242

A.g.e., s. 246-249