Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular

Bir İman Toplumu Olarak Ümmet

Bir İman Toplumu Olarak Ümmet


Bir İman Toplumu Olarak Ümmet

Kur'an'da ümmet kavramı, genel
olarak topluluk, insan topluluğu anlamına gelmekle birlikte, tek bir kaynaktan
doğan her bir tür, önder/örnek ve zaman gibi çeşitli anlamlarda da
kullanılmaktadır. Bu topluluklar, bazen doğrudan, bazen bağlı oldukları
dinlerine, bazen de yaşam sürelerine atfen ümmet kavramı ile tanımlanmışlardır.
Ümm (anne), imam (önder) ve ümmet, aynı kökten gelen ifadelerdir. Ümm, bir şeyin
vücuduna, terbiyesine, ıslâhına veya başlangıcına asıllık eden kök veya köken
anlamına gelmektedir. Bir başka deyişle, bir şeyin kendinden kaynaklanıp kendine
izâfe olunduğu temeldir.
?Yerde yürüyen hayvanlar ve
kanatlarıyla uçan kuşlar da ancak sizin gibi birer ümmettirler.? (6/En'âm,
38).
Âyetten anlaşıldığı kadarıyla
her bir tür, tek bir kaynaktan (ümm) doğan bir ümmettir. Bu anlamda tek bir
kaynağa (Âdem ve Havvâ) dayandığı için bütün insanlık da tek bir ümmettir.
Kur'an'a göre: ?İnsanlar bir tek ümmettiler; sonra ayrılığa düştüler.?
(10/Yûnus, 19; 2/Bakara, 213)
Bilinmektedir ki, tarihte
birçok topluluk gelip geçmiştir (13/Ra'd, 30) ve her birine peygamber
gönderilmiştir (16/Nahl, 36). Her bir peygamberin topluluğu da bir ümmet teşkil
etmektedir (10/Yûnus, 47). Gerek Yûnus sûresi 47. âyeti, gerekse Yûnus 19. âyeti
irdelenirse, insan ümmetinin temelinde, bir fikirler bütünü/bir dünya görüşü
olduğu anlaşılır. Madem ki, önce ümmet olma hali vardı ve sonradan bu hali
bozma, ayrılığa düşme ile gerçekleşti (10/Yûnus, 19), o halde ümmet olma hali,
ihtilâf içinde olmamayı gerekli kılar demektir. Bu durum, başka bir âyet ile
daha açık bir şekilde tanımlanmaktadır: ?Allah dileseydi sizi bir tek ümmet
yapardı. Ama O, istediğini saptırır, istediğini doğru yola eriştirir.
İşlediklerinizden and olsun ki sorumlu tutulacaksınız.? (16/Nahl, 93)
(Benzer âyetler için bkz. 5/Mâide, 48; 11/Hûd, 118; 42/Şûrâ, 8).
Bu âyette görüldüğü gibi, Allah
sapanlar ile doğru yola erişenleri birbirinden farklı ümmetlerden saymaktadır.
Başka bir ifadeyle söylersek, aynı fikir bütününe, aynı ideolojiye sahip
olanlar, aynı ümmettendir. Esasen bu durum, çeşitli âyetlerdeki diğer türlü
kullanımlarla da uygun bir çıkarımdır. ?Hayır, ?doğrusu biz, babalarımızı bir
ümmet üzerinde bulduk. Biz de onların izlerinden gitmekteyiz' derler.? (43/Zuhruf,
22) (Benzer kullanımlar için bkz. 21/Enbiyâ, 92; 43/Zuhruf, 22; 2/Bakara, 143;
22/Hacc, 34, 67).
Bu âyetin yalın ifadelerinden
bile, bir dinin etrafında toplanmış insanlara ümmet denildiği anlaşılmaktadır.
Eğer böyle olmasaydı, ümmetin takip edilecek bir izinden/yolundan bahsetmek
anlamsız olurdu. Kur'an'da ümmet kavramının birçok kere kendilerine rasûl/elçi
gönderilen toplumlar için kullanıldığını düşünürsek konu daha bir anlaşılır
olacaktır (Bkz. 22/Hacc, 34, 67; 6/En'âm, 42; 10/Yûnus, 47; 16/Nahl, 36, 63; 23/Mü'minûn,
44; 40/Mü'min, 5).
Kur'an'ın bildirdiğine göre
Allah, elçiyi yalanlayan her ümmeti cezalandırır ve onların yerine başka bir
ümmeti getirir. Yargı gününde de Allah kendi içlerinden biri olmak üzere her
ümmetten bir şâhidi inkâr edenlerin mâzeretlerine karşılık olmak üzere huzura
getirecektir: ?Her ümmetten bir şâhid getirdiğimiz gün, artık ne nankörlere
izin verilir, ne de onların özür dilemeleri istenir.? (16/Nahl, 84) (Benzer
kullanımlar için bkz. 4/Nisâ, 41; 16/Nahl, 89; 28/Kasas, 75; 45/Câsiye, 28).
İnsanın kendisine verilen
tercih yapma özgürlüğünü Fıtrat Dini'nden ayrılma yönünde kullanmasının (5/Mâide,
48; 11/Hûd, 118; 16/Nahl, 93; 42/Şûrâ, 8) bir sonucu olarak Allah, örneklik (şâhid
olmak) için ümmetlere elçiler göndermiştir. Böylece elçiler ve mü'minler de bir
ümmet (ümmetun vâhıdeh) teşkil etmektedirler (Bkz. 21/Enbiyâ, 92-93; 22/Hacc,
52).
Bu anlamıyla ümmet, tek bir
dine mensup insan topluluğudur denilebilir. Bu tanımlama, Kur'an'daki ümmetle
ilgili 64 kullanımın üçü (11/Hûd, 8; 12/Yûsuf, 45; 16/Nahl, 120) dışındaki hemen
her kullanım için geçerli bir tanımlamadır. Bu üç kullanımın sonuncusu (16/Nahl,
120), bir istisnâ olmaktan ziyâde, kelimenin anlamının kuvvetlendirilmesini ve
örneklendirilmesini sağlamaktadır. Diğer iki âyette (11/Hûd, 8; 12/Yûsuf, 45)
ümmet kelimesi, bir vakit, bir zaman periyodunun, yani ecelin tâyin edildiğini
ve bu sürenin sonu yaklaştığında, onun ne bir an geciktirilebileceğini, ne de
öne alınabileceğini açıkça ifade etmektedir.
Belli bir sürenin tâyin edilmiş
olmasıyla bir ?ümmet?, bir vakit veya bir zaman periyodu veya kelimenin modern
anlamı içerisinde ?bir çağ?ı çağrışım yaptırmaktadır. Ümmet kelimesinin bu iki
müstesnâ durum içerisinde taşıdığı "periyod" veya "çağ" anlamları bile, bir dine
mensup olan veya belirli bir döneme ait bir insan grubu demek olan kelimenin
semantik anlamıyla yakından ilgilidir.
Aynı amaç etrafında bütünleşmiş
(28/Kasas, 23), aynı kaynaktan (ümm) doğan (6/En'âm, 38), ortak inançlara sahip
(43/Zuhruf, 22-23; 16/Nahl, 93), belirli bir zaman diliminde yaşamaları takdir
edilmiş (7/A'râf, 34) her insan topluluğu Kur'an'da ümmet olarak
tanımlanmaktadır.
Burada özellikle üzerinde
durulması gerekli nokta; vahyin toplum tanımlamasında esas ölçü olarak inancı
belirlemesidir (bkz. 10/Yûnus, 19; 16/Nahl, 93; 43/Zuhruf, 22-23). Bu önermenin
doğruluğu, Kur'an'daki İslâm ümmeti için biçilen rol (2/Bakara, 143) ve Hz.
İbrâhim için kullanılan ifadelerde (16/Nahl, 120-121) daha açık bir şekilde
görülebilir. Fakat bu durumu yorum yapmaya yer vermeyecek kadar açıkça belirten
âyet, A'râf sûresinin 159. âyetidir: "Mûsâ'nın kavminden de hakka yönelten ve
onunla âdilce hükmeden bir ümmet vardır." (7/A'râf, 159). Görüldüğü gibi
âyette aynı etnik (kavm) kökenden gelenlerin hepsi için değil; aynı anlayış ve
davranış biçimine sahip özel bir kısım için ümmet ifadesi kullanılmıştır.
(Benzer bir kullanım için bkz. 7/A'râf, 160). Yani ümmet kelimesinin temel
niteliği, işaret ettiği grubun ideolojik tabiatını yansıtmasıdır.
Bu açıklamalardan sonra,
Ümmet-i Muhammed'in konumuna değinebiliriz:
"Böylece sizi insanlara
şâhid olmanız için vasat (orta, âdil, dengeli) bir ümmet yaptık. Rasûl de size
şâhiddir. Biz Rasûl'e uyanı, ökçesi üzerinde geriye dönenden ayıralım diye,
yöneldiğini kıble yaptık." (2/Bakara, 143).
Görüldüğü gibi Allah,
müslümanları insanlara şâhid, yani hakikatin örnekliğini ve tanıklığını yapan
bir ümmet yaptığını belirtmektedir. Bu ümmet, vasat bir ümmettir. Vasatlığın ve
şâhidliğin anlamını kavramak için de Âl-i İmrân sûresinin 110. âyetine bakmak,
bizi aydınlatacaktır.
"Siz insanlar içerisinden
çıkarılmış, iyiliği emreden, kötülükten men eden ve Allah'a iman eden hayırlı
bir ümmetsiniz." (3/Âl-i İmrân, 110)
Anlaşılan o ki, ümmet, bir
bütündür ve onun görevi, ma'rûfu emredip münkerden men etmektir. Bu ümmetin
mensupları olarak görevlerimizi kardeşlik (3/Âl-i İmrân, 103) ve takvâ
üstünlüğünü esas alan (49/Hucurât, 13) bir temelde yapmalıyız. Müslümanlar gerek
kuramsal olarak, gerekse de kişisel olarak bu ilâhî sorumluluk bilinciyle çağına
tanıklık (şehâdet) etmelidir.
Kimlik tanımlarında farklı
referanslar (ırk, ekonomik, ya da entelektüel statü vb.) sunan modern
paradigmanın ifsâdı, insanlığı tam bir yeryüzü cehenneminde yaşamaya mahkûm
etti. Yeşerecek umutlar, bir tûl-i emel (refah vb.) yerine; vahyî ölçülerle
şekillenmiş kimliklerle insanlığa esenlik sunabilir. Bundan dolayı, gittikçe
yabancılaşan ve yalnızlaşan birey, ümmet bilincinin yeşerdiği bir bağlamda kendi
varlığını anlamlı bulacaktır.
İbrâhim (a.s.)'in ümmet olarak
tanımlandığı vahyî referans, insan teki olarak bugünün mü'minlerine de bir
şeyler söylüyor olmalı değil midir!?
"İbrâhim, şüphesiz Allah'a
boyun eğen ve O'na yönelen bir ümmetti. Rabbinin nimetlerine şükrederdi. Rabbi
de onu seçti ve doğru yola eriştirdi." (16/Nahl, 120-121)[1]








[1]
Vahdettin Işık, Bir İman Toplumu Olarak Ümmet, Haksöz, sayı 60