Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular
Câhiliyyenin Sanat Anlayışı
Câhiliyyenin Sanat Anlayışı 
 
Câhiliyyenin Sanat Anlayışı 
 
 
 
İnsanî duygu ve düşüncelerin, estetik biçimde ve 
ruhu besleyecek tarzda dışa vurulması demek olan sanat, bugün daha çok hayvanî 
duyguların, hayvanî çıplaklığın, hayvanî böğürtülerin ve hayvanî tepinmelerin en 
bayağı şekliyle icrâ edilmesi olarak görülmekte. İlkel câhiliyye çıplaklık ve 
fuhşunu modernize ederek taklit edebildiği oranda kişi, büyük sanatçı 
olabilmekte. Herhangi bir yeteneğinin olmasına gerek yok; eğer fiziği yerinde 
ise genç kızın(!) orasını burasını cömertçe göstermesi, cıvıkça kahkahalar 
atması, dilimizin varmadığı buna benzer bir-iki şey yapması yetiyor yıldız, 
güneş, kraliçe vb. olmasına. Medyanın desteğini de mâlum yollarla aldımı, tamam! 
 
Allah biraz ses, biraz fizik vermişse yeter. 
Kültür, eğitim, nota vb. müzik ve sanat için gerekli tüm şeyleri ne oranda 
bilmiyorsa o kadar kolay ses sanatçısı olur aday. Çünkü o oranda 
kullanılabilecek, eğlence dünyasının sömürü çarklarının önemli dişlisi haline 
gelecektir. Ahlâk mı? Güldürmeyin beni (daha doğrusu, ağlatmayın beni). 
"Ahlâk", demokrasi darağacında özgürlük denilen cellât tarafından modern yaşam 
kanunlarına muhâlefet suçundan idam edileli hayli zaman oluyor Batıda ve onun 
kör taklitçisi Türkiye Cumhuriyeti'nde. 
 
Bale ve dans gibi gösteriler ne kadar bayağı, 
erotik özellikler taşıyorsa o kadar makbul. Çılgınlıklar, özgürlük maskesi 
takmış, sınır ve ayıp tanımıyor. Diğer sanat dalları bu kokuşmuşluktan elbette 
nasibini alıyor. Öyle ya, hangi asırda yaşıyoruz? Modern dünya, çağdaşlık, 
özgürlük, tabuları yıkma bu modern câhiliyyenin nassları. 
 
Allah'a kul olabilme ve her an ibâdet/kulluk 
yapabilme bilincinden uzaklaştırılan günümüz insanı, çok tanrılı dinlerin 
kucağına düşmüş, bir sürü sahte ilâhların yanında hevâsını da tanrı kabul ederek 
hevâî isteklerin dışına çıkamaz bir duruma gelmiş. Müstekbir güçler, tâğûtî 
düzenler insanları kolay sömürebilmek ve rahat güdebilmek için afyon-sanattan 
yararlanıyorlar. Daha açıkçası, sanatı uyuşturucu fonksiyona indirgiyorlar. Her 
tarafı kuşatan dejenerasyon sanatta da kendini gösteriyor. 
 
Özellikle yaşadığımız topraklarda spor denilince 
akla hemen futbol gelir. Spor sadece futbol demektir. Hem de kumara, israfa, 
kavgalara, ilâhlaştırılan futbolculara, "en büyük", yani "ekber" kabul edilen 
takımlara, yani tüm çirkinliklere batmış şekliyle futbol. Aynen bunun gibi, 
sanatçı denilince, iki tip akla gelir: Şarkıcı veya artist. Sanat denilince de 
bunların cıvıklıkları. 
 
Beş-on sahâbînin adını sayamayan gençler, 
Michael Jackson'ın ayakkabı numarasını biliyor, Madonna'nın video kliplerini 
ezbere sayabiliyor. Popstar yarışmasına katılanların yedi sülâlesini tanıyor. 
Bir-iki TV. dizisinde veya filmde rol alan aşüfteleri ise göklere çıkartıp 
"yıldız"laştırıyor. Bu yıldızlara aktrist de değil, artist deniyor. "Art" batı 
dillerinde "sanat" demektir; artist de sanatçı. Türkçe'de başka hiçbir sanat 
dalıyla uğraşana artist denmez, sadece filmlerde boy gösterenlere denir. Filmde 
rol yapmanın dışında başka sanat kabul edilmediğinin çok kesin göstergesidir bu. 
 
Şâire, edebiyatçıya, mimara, hattata, 
tezhipçiye, çini işleyen ressama... sanatçı diyen yoktur artık. Sadece şarkıcı 
ve artist bu unvânı alır. Yalnız, burada biraz durmak gerekiyor. "Sanatçı" 
damgası bunlar için güzel bir yanlış sıfat olmalı. "Sanatçı" ile 
"sanatkâr" arasında büyük fark var gibi geliyor bana. Sanatkâr, sözlüğe 
bakılırsa sanatçı demektir ama, kullanılışta hiç de aynı değil. "Sanatkâr"ın 
kitle nazarında bir ağırlığı, bir saygınlığı vardır. Ciddî bir sanat dalında 
veya ustalık isteyen bir meslekte (zanaatta) mâhir birine "sanatkâr" denilir de 
"sanatçı" denmez. Ama fâhişe rollerini çok iyi beceren, iki şarkı ezberleyip 
hoplayıp zıplayan veya orasını burasını gösterme sanatını(!) icrâ eden, bunların 
dışında hiçbir mârifeti olmayan orta mallarına "sanatkâr" dendiğini duydunuz, 
gördünüz mü? Onlara olsa olsa "sanatçı" denilmekte. Sanatçı! Domatesçi, 
patatesçi dediğimizde, nasıl onları satan zerzevatçı aklımıza geliyorsa, aynen 
onun gibi, sanat adına köşeyi dönen, yani sanat alıp satan veya sanat adına 
alınıp satılan tüccar veya kölelere sanatçı deniyor. 
 
Günümüzde halk yığınlarına mal olmuş şekliyle 
sanatçı diye ya şarkıcıya denir, ya artiste. Sanat da ya sinemadır, ya müzik. 
Bunların her ikisinin sanat olabilmesi için sadece tek şart vardır. O da 
cinselliğin, seksin alabildiğine serpilmiş olması. Yoksa, ağzıyla kuş tutsa kişi 
sanatçı olamaz. Sanat, mânâ ve hakikat âleminin penceresi değildir artık, kasap 
vitrinidir. İnsan sadece maddedir, tendir. Mânevî kimlik çoktan unutulduğundan, 
sanat, teşhir ve şov demektir. Müzik sadece sesle söylenen, çalgı âletleriyle 
çalınan ezgiler değildir; eşek dansı ve hayvansal çıplaklık olmadan müzik 
düşünülemez hale gelmiştir. Yedinci sanat kabul edilen sinema da beyaz değil, 
kara perdedir; ahlâksızlığın, çirkefliğin aksettiği perde. Televizyon da, gazino 
ve sinemanın evin içine girmesi. 
 
"Bekri Mustafa imam olmuş deyin, onlar anlar 
memleketin halini!" cinsinden yukarıdaki manzarayı düşünün. Sanatın(!) ne 
olduğunu ârifler anlar; daha doğrusu, ne hale geldiğini sanatın ve memleketin. 
Bu ortam, bu anlayış içinde sanat, emperyalizmin kötü emellerinin âletinden 
başka bir şey değildir artık. Emperyalizm sanatı istismar, insanı da istihmar 
etmek (eşekleştirmek) için devreye girmiştir. 
 
Çağdaş Firavunlar, propaganda ve eğitim 
kurumlarıyla insanları gerçek dinden uzaklaştırarak âhiretlerini mahvettikleri 
gibi, oyun ve eğlence kurumlarından oluşan emniyet sübapları aracılığıyla 
dünyalarını da mahvetmektedirler. Koyun sürüsü haline getirilen milyonlarca 
insan, kendilerine en büyük zulümleri revâ gören müstekbirleri bu şekilde 
alkışlayabilmektedirler. İspanya'nın meşhur diktatörü General Franco şöyle 
diyordu: "Futbol, seks ve piyango olmasaydı, ben kırk yıl bu halkı nasıl 
istediğim gibi yönetebilirdim?" Bu taktik, sadece Franco'nun değil; her asırdaki 
ve her ülkedeki tâğutların ortak prensibidir. Halkın ayaklanmasına giden yolu 
tıkamak için milât öncesi Yunan idareleri zamanında bile halkı lüzumsuz oyunlar, 
spor yarışları ve çılgın eğlencelerle uyutma ve uyuşturma politikaları 
güdülmüştür. Futbolla birlikte günümüzdeki sanat da çağdaş tâğutların can 
simidi. Sanat emperyalist güçlerin elinde bir atom bombası, bir kitle imhâ 
silâhıdır. Artık savaşlar, sanat denilen silâhlarla dolaylı olarak psikolojik 
alanda yapılmaktadır. İnsanlar dünyada dönen zulüm çarklarının farkına varmasın 
diye müzik ve sinema ile iğdiş edilmekte, uyutulmakta ve uyuşturulmaktadır. Halk 
yığınlarını afyon yutmuş Hint horozuna çeviren bir sihirbaz değneği olan sanat, 
aynı zamanda büyük bir propaganda aracıdır. 
 
Medya, fuhuş sektörü, düzen ve egemen güçlerden 
oluşan emperyalist koalisyon, sanatçı(!)yı kullanıyor. Sanatçı da birazcık 
onları. Ya da, kullanılan sanatçı, kullandığını sanıyor. Sanatçı, emperyalist 
sektörün kuklasından başka bir şey değildir; yığınlar da kukladan zevk alan, 
ipleri fark edemeyen çocuk akıllılar. 
 
İçki ve esrar cinsinden uyuşturucuların haram 
kılınmasının hikmetleri; aklı gidermesi, insanı uyuşturması, düşünceden ve iyi 
şeylerden alıkoyması ve bağımlılık yapmasıdır. Bu sayılan özelliklerin tümü, 
günümüzdeki sanatta ve en çok da müzikte bulunmaktadır. Müzik kafalı 
müzikomaniler, daha da ileride müzikomanyaklar, yeni türeyen varlıklardır. 
Yarınlarımız da bu türedilere emânet. İzinden gittikleri Ata'larının emirlerini 
daha çağdaş hale getirip uygulama içindedirler: Ey Türk gençliği! Birinci 
vazifen müzik dinlemek, maça gitmek, TV. seyretmek, chat yapmak ve atari 
oynamak; böylece boşvermiş gençlik olmaktır. Her türlü rezâlet için muhtaç 
olunan araç Yeni Dünya Düzeni ve T.C. düzeni tarafından ortaklaşa 
karşılanacaktır. Her aradığın, medyada mevcuttur... 
 
Uluslar arası emperyalizm, Türkiye'ye sık sık 
övgüler, birincilikler, madalyalar dağıtır. Hangi konuda mı? Sanat konusunda. 
Durun, hemen sevinmeyin, sanatımız Avrupa'da bile takdir ediliyor diye. Daha çok 
cinselliği, dini karalamayı, ahlâksızlığı ön plana çıkaran o biçim sanatlardadır 
bu ödüllendirilenler. Festivallerde başarılı olan filmlerin hemen hepsi o 
biçimdir ya da insanımızı karalayan, inancına düşmanlık edilen cinstendir. 
Güzellik(!) yarışmalarında ön sıralarda yarışmalı Türk kızları ki, Batı 
uygarlığına yaklaşılsın! Folklorda (halk danslarında), Eurovision yarışmasında 
birincilikler verilir, halk bunlara daha fazla önem versin diye. 
 
Emperyalistler sadece rûhu sömürmezler; onların 
dini-imanı para olduğuna göre, sanat, ayaklarıyla insanın parasına da sülük gibi 
yapışacaklardır. İlmî bir kitap 70 milyonluk ülkede bin beş yüz basıp 
satamazken, bir arabesk müzik kaseti iki milyon, üç milyon satabiliyorsa, 
gerisini siz düşünün; hem maddî yönünü, hem mânevî yönünü. Bir kaset kaç 
liradır; yüzlerce sanatçı(!)nın binlerce kasetinin tüketimini hesaplayın. 
Milyonlarca lira vererek aldığı biletle bir gece önce stadyum kapılarında sıraya 
giren on binlerce gençliğin rock starını dinlemek için mânevî fedâkârlıklar 
yanında, maddî kayıplarını toplamaya çalışın. Bunun hemen göze çarpmayan yönleri 
de var. Aylardır insanlar, her türlü çözüm bekleyen sorunlarını bir kenara 
bırakmış, bayağı mı bayağı, pespâye mi pespâye "Popstar Yarışması"nın 
dedikodularıyla meşgul. Uydurma ses ve güzellik yarışmalarıyla kandırılıp 
dolandırılanlar, hayranı olduğu şahıs gibi sanatçı, artist olmak için evden 
kaçıp kötü yola düşenler, hayranı olduğu sanatçının giydiğini giymek için varını 
yoğunu verenler, hem parasından, hem başka şeylerinden olanlar... 
 
Kapitalist düzenlerde her şey menfaat ve kâr 
amacına yöneliktir. Çok lüzumsuz şeyler bile ihtiyaç zannettirilerek tüketimini 
sağlamak için insanlar zayıf yanlarından yakalanacaktır. Göz ve kulak, hakkı 
görüp işitmeyeli, iyice zayıflamış; kalp ibâdetlerle gıdâlanmadığından kendine 
tuzak kuran avcıları hissedemez olmuştur. Emperyalistlere kolay yem olmak için, 
insanların, gerçek dinden uzaklaşmaları gerekir. Bu iş, sanat ve düzen 
işbirliğiyle sağlanarak altyapı oluşturulmuştur çoktan. Cinsel duygular 
sömürülerek, sanat ve güzellik anlayışı daha da bayağılaştırılarak bir sektör 
geliştirilir: Fuhuş sektörü. Fuhuş sektörü deyince sadece genelev patronunun kaç 
yıldır vergi rekortmeni olması aklınıza gelmesin. O aysbergin sadece görünen 
küçük parçasıdır. Müziğin, eğlencenin, sinemanın, gece hayatının, TV. 
programlarının, makyaj ve her türlü güzellik malzemelerinin, modanın, daha 
sayılabilecek buna benzer şeylerin oluşturduğu büyük bir sektördür bu. 
 
Büyük şehirlerin caddelerinde küçük bir gezinti 
yaparsanız, dükkânların en az yarısının cinsellik ve fuhuş sektörüne (pardon, 
sanata) hizmet ettiklerini görecek, gariban halkın paralarının hangi yollarla 
nereye aktığını anlayacaksınız. Modayı düşünün. Özgür olduğunu zanneden 
insanlar, neyi giyeceğine bile kendileri karar veremiyor. Onları kimler kukla 
gibi kullanıyor?! Paris'teki modacının isteği dışına çık bakalım kolaysa. Tabii, 
moda sık sık değişecek, birkaç defa giyilen tuvalet, artık tuvalete giderken 
bile giyilemez olacak, yerine bir başka giysi gelecek. Paralar da sektöre 
akacak. Mankenler ve sanatçılar bu sektörün başrol oyuncuları; modacılar, kumaş 
satıcıları, dokuma sanayicileri ve terziler de figüran kadrosu. 
 
Sanat maskesi takan fuhuş sektörü (fuhuş, 
Kur'ânî kavram olarak her türlü aşırılığı, özellikle günah yoluyla aşırılıkları 
ifâde eder), sadece inançsızlığın, ahlâksızlığın değil; aynı zamanda enflasyonun 
da en önemli sebebidir. Sanat da arz-talep işidir. Sanat ticârî bir metâdır. 
Halkı çağdaş uygarlığa çıkarmak hedefiyle fuhuş sektörünün kurbanı yapan düzenin 
kendisi de, bu sektör için ne bütçeler ayırmaktadır... (İslâm'da ve günümüzde 
sanat anlayışı ile ilgili geniş bilgi almak için bkz. Ahmed Kalkan, Sanat 
Bilinci, Denge Y.) 
 
Devletin izin ve kontrolünde "umumhâne" veya 
"genelev" denilen ücret karşılığında fuhuş yapılan yerler, Batılılaşma ile 
birlikte önce İstanbul'un Galata semtinde Karaköy'de açılmış, sonra giderek 
Anadolu'nun hemen her vilâyetine yayılmıştır. İlk açılan resmî (devlet kontrol 
ve izniyle) fuhuş yerlerinin I. Dünya Savaşı esnâsında olduğu, Osmanlıların 
fiilen kendileriyle savaştığı ülkelerden ve özellikle Rusya'dan çok sayıda 
fâhişenin bu evlerde Türk gençlerine hizmeti, üzerinde düşünülmesi gereken 
hususlardan biridir. Müslümanlarla esas savaşın inanç ve ahlâkî esaslarda 
Kur'an'ın yasakladıkları şeyleri yayarak yapılacağını bilen düşmanlar, savaş 
cephelerinde yardım adı altında şimdilerin AIDS'i kadar yıpratıcı ve öldürücü 
olan frengili kadınları hemşire kılıfıyla cephelere sürmüşler, onlar da Türk 
askerlerine hizmet(!) sunarak, ordunun büyük ölçüde belsoğukluğu da denilen 
frengi hastalığına yakalanıp telef olmasına sebep olmuşlardır. Ayrıca zinâ yapan 
askerlerin Allah için savaş yapacak dinamikleri ne ölçüde yitireceğini hesap 
eden düşmanlar, insanî yardım maskesi altında ordunun gücünü büyük ölçüde 
fuhuşla kırmayı başarmışlardır. Eş zamanlı olarak çok sayıda fâhişeyi başta 
İstanbul olmak üzere Osmanlı şehirlerine ihraç eden kâfirler kaleyi içten 
çökertmenin yolunu bulmuşlar, top ve tüfekle yapamadıklarını fâhişeler eliyle 
daha kolay yoldan halletmişlerdir. Osmanlı Devletinin can çekiştiği ve savaş 
cephelerinden başka işlere vakit ayıramadığı kargaşa ortamından yararlanan ve 
halkın asâyiş ve inanç yönüyle yaşadığı kargaşadan yararlanmışlar, iman ve 
takvâya dayanan arka planı giderek güçsüzleşen örf ve ahlâkî anlayışın 
Batılılaşma istek ve anlayışına güç yetiremediği bir ortamda fuhuş silâhının 
tahribi en çok hasar veren truva atı olmuştur. 
 
Göğsüne indirdiği sert yumruklarla "ben de 
müslümanım el-hamdü lillâh" diyen nice erkeğin evlenmeden ilk deneyimlerini pis 
fâhişelerin yanında tatmaları, hatta nicelerinin evlendikten sonra da bu çirkin 
işe devam etmeleri, müslümanlıkla nasıl bağdaşacaktır? Kendi hanım ya da kızları 
bu işi yapmış olsa hiç çekinmeden silâha sarılıp yıllarca hapis yatmayı seve 
seve kabul eden nâmuslu(!) erkeklerin aynı işi hiç sıkılmadan yapmaları, hangi 
nâmus anlayışıyla izah edilebilir? Türkiye'de kaç erkek, gerçekten bekâr olarak 
evlendikleri belki hiçbir anketle tespit edilmemiştir, ama oran her halde 
müslümanlara yakışacak kadar az değildir. Kaç kız babası, kendi kızının nâmusu 
kadar dâmâdının da nâmuslu olup olmadığını araştırıyor? Nûr Sûresi, 3 ve 26. 
âyetlerin yasakladığı bir nikâha kapı açanların sayısı ne kadardır? Yani erkeğin 
ve babasının aradığı kızın bâkireliği kadar erkeğin "bâkir(e)liği" önemseniyor? 
İslâm, her konuda adâletli bir dindir, cinslerden birine haksızlık yapacak 
şekilde ayrım yapmaz. Zinâ suçu ve cezâsı için kadınlara nasıl bakıyorsa, erkeğe 
de her yönden aynı şekilde bakar. Her ikisinin de yaptığı ahlâksızlığa fâhişelik 
der. Evet, bayan gibi bu çirkin işi yapan her erkek de fâhişedir, nâmussuzdur. 
 
Homoseksüellik ve her çeşit fuhşun sebep olduğu 
AIDS gibi korkunç hastalıklar bile, İslâm'a inanıp teslim olmuş kimselerin 
dışındakilere caydırıcı olamıyor. Âhiretteki cehennemi önemsemeyen akılsız 
kimsenin, ölümcül hastalıklara atılması da sürpriz ve anormal sayılmamalı. 
İslâmî devlet ve toplum anlayışının önemi bu konuda da kendini gösteriyor. Din 
düşmanı düzen ve câhiliyye toplumuna dönüşmüş sosyal çevre, devamlı fuhuş 
üretiyor. Fuhuş, sektör olmuş, ?bacasız sanâyi? ve ?dünyanın ilk mesleği? gibi 
yanlış ifâdelerle reklâmı yapılan bu dal, helâl-haram kelimelerine lügatında yer 
ayırmayan Kapitalizmde pis de olsa çok para getiriyor. Fakir halkın da bu 
sektöre bilinçli-bilinçsiz varını yoğunu akıttığını, kirli de olsa çok parayı, 
temiz olan helâla tercih eden kapitalistlerin fuhşu nasıl sömürüleri için bir 
araç olarak gördüğünü tespit için caddelere çıkıp göz atmak yeterli olacaktır. 
 
Balık baştan kokmakta, düzen, resmî kurumlar, 
kapitalistleşmiş çevre sivrisinek üretmektedir. Bataklık kurutulmadan fâhişe 
sivrisineklerle mücâdele sonuç getirmeyecektir. Tevhîdî iman hâkim 
kılınmadan ahlâkî öğütler, delik kaba su doldurmaya çalışmak demektir. Fuhşa 
bulaşmış insanların zührevî hastalıklar yanında rûhî hastalıklar, psikolojik 
anormallikler içine düşüp her konuda sapıklaştıkları ve çevrelerini de her 
yönden rahatsız ettiklerini gözönünde tutmak gerekir. "Utanmıyorsan, 
dilediğini yap!" diyen Rasûlullah, hayâsız kişinin mânevî yönden ölüme 
terkedilen kişi gibi olduğunu söyler. Doktorun ölümü beklenen hastaya: "Ne 
istersen ye, serbestsin!" demesi gibi der. Dolayısıyla iffetin kaybolması 
kişinin toplum içinde şeref ve itibarını kaybetmesine, bu yüzden de başka ahlâkî 
kusurları yapabilecek hale gelmesine yol açar. Fuhuş, sevgisiz olarak vücudunu 
satmak olduğundan insanî özelliğin her yönünü tahrip eder. İnsanın et ve deriden 
ibâret olan bir varlık, bir eşya hükmüne konulmasıyla; kişilik şuurunu yıkan 
insanlık şerefine vurulan en ağır darbedir. 
 
Giderek globalleşen ve Amerika'nın yön verdiği 
yeni dünya düzen(sizliğ)i içine giren, vahşî ve gayr-ı insanî Batı değerlerinin 
dinsiz ve ahlâksız kriterlerine kurtarıcı diye sarılan günümüz dünyası, 
kıyâmeti, kaos ve rezilliği yaşamaktadır. Bundan büyük helâk olur mu? Dinin 
fert, toplum ve devlet hayatındaki etkisini büyük ölçüde ortadan kaldıran 
modernist hayat felsefesiyle birlikte son yüzyılda fuhşun bin bir çeşidi giderek 
meşrûlaşma zemini ve daha çok yayılma imkânı bulmuştur. Modern Batı'da harâretle 
savunulan bireycilik, saptırılmış özgürlük anlayışı ve bunların sonucu olarak 
gençlerin âile ilgisinden, terbiye ve himâyesinden yeterince faydalanamaması, 
aynı dünya görüşünün bir ürünü olan lüks ve pahalı yaşamanın ev ve âile kurmayı 
zorlaştırması, ekonomik ve siyasî başarının en yüksek ideal kabul edilmesi ve 
cinselliğin bu amaç için sömürülmesi gibi sebepler yüzünden modernizmin 
benimsendiği toplumlarda veya kesimlerde fuhşun da yaygınlaştığı görülmektedir. 
Aslında bazı çevrelerde din ve ahlâk gibi kurumlara karşı çıkmanın temelinde, 
modern zihniyet yanında uyuşturucu pazarıyla da yakın ilgisi olan fuhuş 
sektörünün çıkarları bulunmaktadır. Fuhşa karşı ahlâk terbiyesi, güçlü âile 
yapısı, toplumsal kontrol gibi mekanizmaları canlı tutması yanında kesin hukukî 
ve sosyal önlemler de alan İslâmiyet fuhuş sektörünü özellikle rahatsız 
etmektedir. Fuhşu günah, ayıp ve en sonunda yasak olmaktan çıkarma 
eğiliminde olan modern zihniyet, sözde özgürlük adına fuhuşta sadece zor 
kullanma ve zarar vermeyi reddetmekte, fuhşun fert ve toplum üzerindeki yıkıcı 
etkileri bu düşünce sahiplerini fazla ilgilendirmemektedir. 
 
Henüz tam Batılılaşamamış Türkiye gibi 
ülkelerde, özellikle hâlâ Doğulu kafasını değiştirememiş kesimde kadınların 
zinâsı suç ve nâmussuzluk sayılırken erkeklerinki delikanlılık ve övünç meselesi 
kabul edilebilmektedir. Türkiye gibi Batılılaşmaya çalışan ülkelerde resmî işlem 
yaptırmayan dinî nikâhlı evlilikler kanunen suç sayılır ve doğan çocukları "piç" 
muâmelesi görülürken; bekârların kendi isteğiyle zinâsını suç sayan bir kanun 
yoktur. Evli kimselerin metres hayatları, sevgililik ve arkadaşlıkları, "ay 
boşandık, ama yine birlikteyiz, bilseniz ne kadar mutluyuz!" tavırları fazilet 
gibi sunulmaktadır. Evli-bekâr herkes için genelevler veya randevu evleri 
devletin koruması altındadır. Kadınlara hak ve özgürlük, kadın-erkek eşitliği 
gibi parlak sloganlar arkasına gizlenen İslâm dışı dünya görüşleri, kadına 
fâhişelik sıfatını kendi istediği zaman ve istediği kişilere kullandığı halde, 
erkeğe benzer bir suçlama yapmaz. Bu ülkede de fuhuş ve zinâ konusunda hem halk 
anlayışı ve hem resmî kanunlar açısından kadınla erkek arasında çük büyük 
farklar vardır. İslâm erkekle kadının tüm hayır ve ibâdetlerine eşit sevaplar 
vaad ederken, kadın olsun erkek olsun, aynı suça aynı dünyevî ve uhrevî cezâyı 
öngörmekte ve bu gibi konularda tümüyle eşitliği uygulamaktadır. Kadın haklarına 
yeterli önemi vermediğini iddiâ ederek kasıtlı şekilde İslâm'a çamur atan Batı 
zihniyeti, kadını seks kölesi haline getirmek için her yolu mubah gören tavırlar 
sergilemekte, kadını, kadın özgürlüğü ve kadın hakları kavramını istismar ederek 
bu cinse en büyük zulümleri revâ görmektedir. 
 
Batı, seks hürriyeti, bir başka ifadeyle cinsel 
özgürlük ile ortaya çıkan ciddi anormalliklere çözüm bulamamanın ıstırabını 
yaşıyor. Âile hayatı, Batıda tarihe karışmak üzere, Erkekler ve kızlar, evlilik 
sorumluluğu ve görevlerinin altına girmektense, evlilik dışı beraberlik ve yaşam 
sürdürmenin hafifliği içinde tatmin aramakta. Şehvetin doyma hissini temsil eden 
bir midesi olmadığı için, akla gelmedik değişiklikler ve tatmin için farklılık 
peşinde koşturan nefis/hevâ, sahibini perişan ediyor. Homoseksüel evliliklere 
izin veren otoriteler, kiliseler ortaya çıktı. Uyuşturucu ve fuhuş ile kriminal 
suçlar arasında sıcak ve yakın bir ilişki sözkonusu. Birleşmiş Milletler, 
AIDS'in Batı Avrupa'da yeniden yayılmaya başladığını, Doğu Avrupa ve Orta 
Asya'da da büyük tırmanışa geçtiğini 2004 yılında, hâlâ duymak istemeyenlere 
olanca yüksek sesle haykırıyor. HIV salgınının en hızlı geliştiği yerler olan 
Doğu Avrupa ve Orta Asya'da, 1998'de 30.000 olan kayıtlı HIV taşıyıcısı sayısı, 
2003 yılında tam bir buçuk milyona yükseldi. Sadece kendileri için değil, 
âileler ve sosyal çevresi için de ciddî bir tehdit oluşturan hastalık, en çok 
gayri meşrû ilişki, yani fuhuş yoluyla geçiyor ve kan ürünleri yoluyla mâsum 
insanları da tehdit edebiliyor. Bu işin tedâvisi için halk, devletler ve sigorta 
şirketleri olağanüstü büyük paralar ödemek zorunda kalıyor. Hastalar, âileleri 
ve arkadaş çevresi için uzun süren acılı günler yaşanmasına sebep oluyor. Fuhuş 
ve uyuşturucunun önüne geçilmediğinde modern Sodom-Gomore'ler ortaya çıkacak, bu 
sınır tanımayan cinsel özgürlük, toplumların feci şekilde intiharı olacaktır. 
Sigara ile başlayıp bira, alkollü içki, uyuşturucu ve fuhuş şeklinde gelişen ve 
hırsızlık, cinâyet gibi her çeşit kötülüğe ortam hazırlayan bataklıktan 
kultulmak için İslâmî değerlerin hâkim kılınmasından, fuhşa dur diyemeyen beşerî 
düzenlerden kurtulmaktan başka çare yok. Bu temel çözüme kadar, en azından 
âilelere çok iş düşmekte, İslâmî esaslara göre kurulacak âilenin güçlendirilmesi 
ve okul haline dönüşmesi gerekmektedir. Allah korkusu olmayan insanın kendini, 
çevresini ve içinde yaşadığı toplumu helâke ve her çeşit felâkete atması 
özgürlük olamaz, olmamalıdır. Bu, üreterek veya başka yolla ele geçirerek sahip 
olduğu bombaları çevresindeki insanlara rasgele atıp bombalama özgürlüğünden 
daha hafif bir suç değildir. Çocuklar, âile yapısı içinde İslâmî terbiyeden 
geçmeli ve içinde yaşayacağı toplumun her çeşit pisliklerine direnebilecek, 
onlarla mücâdele edebilecek bilinç aşılanmalıdır. 
 
Kadın cinselliğiyle uzaktan yakından hiç ilgisi 
olmayan sözgelimi araba tekerleğinin reklâmlarına kadın bacağını yerleştirmekten 
çekinmemektedir. Kadına sadece cinsel obje gözüyle bakılma sonucu doğuran 
yaklaşım, Batı kaynaklı her çeşit faâliyette göze çarpmaktadır. Spordan 
ticarete, modadan eğlenceye, iş ve eğitim hayatından tatile, basından 
televizyona, müzikten değişik sanat anlayışına... kadar her şeyde kadın 
cinselliği öne çıkartılarak kadını sömürmekten ve erkekleri tahrik ederek 
toplumu ifsad etmekten geri durmamaktadır. Zinâ ve fuhuş sektörü denilince 
sadece genelevler ya da soyetenin tercih ettiği lüks randevu evleri akla 
gelmesin. Bavul ticareti kılıfıyla iş yapan Nataşa'lar, nice oteller, turistik 
yerler, plajlar ve akla gelebilecek hemen her şey bu sektöre âlet edilebiliyor. 
Arkadaşlık ve sevgili adıyla nikâhsız birliktelikler, metres hayatı, çıkmalar, 
müstehcen filmler, pornografik dergiler, internet üzerinden kadın pazarlamalar, 
telekızlar, televole kültürü, gece klüpleri, akla gelebilecek seksle ilgili her 
şeyi pazarlayan sex-shoplar, zengin kadınlara hizmet veren jigolo denilen erkek 
fâhişeler, travestiler, transseksüeller, eşcinseller, mankenler, sanat anlayışı, 
uyuşturucu kullanımı gibi konular düşünüldüğünde fuhuş fitnesinin boyutu 
değerlendirilebilir. Bütün bunlar özgürlük adına düzen ve çevreden tavır yerine 
destek alırken, karşı çıkanlar suçlanabilmekte. Meşhur tâbirle itler 
salıverilmekte, taşlar ise bağlanmakta. Bakılıp seyredilecek yerleri okunacak 
yerlerinden daha çok olan boyalı basının İslâm'a, tesettüre her fırsatta 
saldırmasının arkasında, bu fuhuş sektörüne dayalı kirli para ve çıkarlar 
sözkonusudur. Kadını en büyük ticaret ve kullanım eşyası gören anlayış, kendine 
düşman olarak tek zinde gücün İslâm olduğunu bildiği için İslâmî olan en küçük 
bir faâliyete tahammül gösteremiyor. Başörtüsü düşmanlığının arkasında da bu 
çıkarcı zihniyetin olduğunda hiçbir şüphe yoktur. 
 
Komünizmin prangasından kurtulunca kapitalizmin 
pençesine düşen eski Sovyetler Birliği halkları, 20. asrın başında olduğu gibi 
21. yüzyılın başlarında da "Nataşa"larıyla Anadolu'ya çıkartma yaparak yeni bir 
işgali gerçekleştirdiler. Sadece kadınların çalıştığı sektör olmaktan çıkıyor 
fuhuş. Adına "jigolo" denilen erkekler de para karşılığı metres ve bayan müşteri 
buluyorlar. Demokrasilerde, bu tür çare tükenmez: Bir türlü tatmin olmayı 
bilmeyen azgın sapıkların sapkın arayışlarına sunulan bir başka çözüm daha 
sunulur; Kadın, erkek fâhişeler yanında iki cinsin arasında kalmış travestiler 
fuhuş sektörünün alternatifidir. Grup seks denilen çağdaş mum söndü âyinleri, 
çocuk yaşta fuhşa zorlanan, kandırılan, tuzağa düşürülen körpe çocuk ve gençler. 
Seks turizmi, fuhuş otelleri, Bodrum, Marmaris ve Antalya gibi üstsüz ve 
altsızların cirit attığı yerler, beyaz kadın ticareti, uyuşturucular ve daha 
neler neler... 
 
Dizi filmlerde, pembe dizilerde, sinema 
filmlerinde cinsellik ve gayr-ı meşrû ilişkiler, ahlâksız bir hayat alabildiğine 
normalleştirilir ve hatta özendirilir. Bâtıl Batı zihniyeti, homoseksüellere, 
"gay" ve "travesti"lere verdiği hak ve özgürlüğün onda birini başörtüsüne niye 
vermiyor, anlamak zor değildir. 
 
Filmlerde, halk arasında, askerler ve 
öğrencilerin birbirleriyle konuşmalarında, şakalaşma ve kavgalarda, hiç yeri ve 
suçu olmadığı halde, kişilerin anasına ?or...? ve benzeri kelimeler söylemeleri, 
analarına ve karılarına sövmelerini, ya da kızılan bir kadına ?fâhişe, kaltak, 
sürtük? vb. kelimeler kullanarak bu suçlamayı tereddüt etmeden yapmaları, 
İslâm'la bağdaşmayacak ve çok büyük cezâsı olan bir suçtur. İslâm'ın hâkim 
olduğu bir toplumda kadınlara uluorta böyle hakaret edilip suçlanmasına, onlara 
sövülmesine müsâade edilmeyeceğini belirtelim. Kadın haklarını öne 
çıkarttıklarını iddiâ eden ve İslâm'ı bu konuda suçlayan kimselerin kulakları 
çınlasın! Vatanın nâmusunu bekleyip koruduğunu iddiâ eden askerlerin, erbaş ve 
subayları tarafından sık sık analarına, avratlarına sövülmesi gibi olaylarda, 
kendi karılarının ve analarının nâmuslarını bile koruyamadıklarının nasıl bir 
tezat teşkil ettiğinin düşünülmesi gerektiğini ifade edelim. Ayrıca, nâmus 
cinâyetlerinin, töre cinâyetlerinin câhiliyye toplumunun özelliği olduğunu, 
dinimizin nâmus problemlerine karşı kadının yakınlarının uluorta bu pisliği 
kanla temizlemek(!) istemelerini kesinlikle onaylamadığını belirtelim. 
 
Vahye dayalı gerçek ilimden uzaklaştırılmış, 
tefekkür nedir bilmez hale getirilmiş, Kur'an'ı okuyup anlamayı ve ona göre 
yaşamayı tek çıkar yol olarak düşünemeyen, imanı çalınarak ibâdet zevkinden 
mahrum bırakılmış, kısacağı çağdaşlaştırılmış insanın şu veya bu oranda 
cinselliğinin ya da cinsî isteğinin istismârına yönelik kapitalist tuzaklara 
kapılmaması imkânsız gibi bir şeydir. Bunlara ahlâkî nasihatlerin pek bir fayda 
vereceği düşünülmemelidir. İman olmadan ahlâkın da olmayacağını, gerçek ahlâkın 
Kur'an'ı yaşamak olduğunu bu çevre ve düzen kurbanlarına anlatmak, inandırmak, 
benimsetmekten başka çıkar yol gözükmüyor. Tevhidî anlamda gerçek bir iman 
olmadan insanın ahlâklı, nâmuslu ve şerefli olması da mümkün değildir. Çünkü 
izzet; ancak Allah'ın, Rasûlünün ve mü'minlerindir (63/Münâfıkun, 8). Seks 
manyağı haline gelmiş erkeklerden çok, onların hanımları ve çocukları acınacak 
durumdadır. Nice aile var ki, içinde kıyâmetler kopuyor. Zinâ yapan, fuhuş 
evlerine giden, turistik beldelerde bitli turistlerle yatanların yarısından çok 
fazlasının evli insanlar olduğu belirtilir. Tertemiz değilse bile en azından 
kocası gibi fâhişe olmayan, az-çok nâmuslu ev kadınları, uykusuz gecelerde 
kocalarının yolunu beklerken, kocaları kim bilir kimlerin yanında neler arıyor? 
Böyle ailelerin çocukları da potansiyel suçlu ve ahlâksız adayı olarak 
yetişiyor. Kim, bu seks manyağına dönüşmüş, zinâkâr sarhoş adamların evli ama 
dul karılarına ve babalı ama yetim çocuklarına el uzatacak? İslâm'a düşman Batı 
hayatının hiçbir suçu olmasa bu suçlar yeter de artar. İslâm Devleti ve İslâmî 
değişim ve dönüşüm olmadan bu bataklık kurutulamaz. İslâmî iman ve yalnız Rabbe 
kulluk olmadan insanın dünyada da âhirette de durumu hüsrândır. Kurtuluş, 
Allah'ın dininde, O'nun Kitabına uygun hayatta, Allah'ın indirdiklerinin tatbik 
edilmesindedir. 
 
Her çeşit aşırılık ve azgınlık, fahşâ ve fuhuş 
insanı Allah'a ibâdetten alıkoyduğu gibi; namaz da insanı her çeşit kötülükten, 
fahşâ ve fuhuştan alıkoyar (29/Ankebût, 45). Biri varsa, ötekine yer yoktur. Ya 
Allah'a kulluk, ya hevâya kulluk. 
 
Müslümanın kaybedeceği zamanı yoktur. Kendisini 
dünya ve âhirette kurtaracak inanç ve ilme sahip olmalı ve sâlih amellerle 
takvâsını arttırıp bildiklerini gerek sözle gerekse örnek davranışlarıyla 
çevresine tebliğ etmelidir. Zinânın cezâsının ne olduğu, yani recmin cezâ olarak 
kabul edilip edilmemesi konusunda gereksiz tartışmalar müslümanlara bugün için 
pratik hiçbir fayda sağlamaz. Bu teorik tartışma, iki yönüyle uygulama dışı 
olduğundan gereksiz ve hatta zararlı kabul edilebilir. Birincisi, zinâ suçuna 
cezâ verebilmek için bir kadın ya da erkeğin kendi özgür irâdesiyle yetkili 
makamlar önünde zinâ suçunu itiraf etmesinin dışında, en az dört kişi tarafından 
bilfiil çok net olarak bu çirkin işin en mahrem şekilde görülmesi ve ağız 
birliğiyle dört kişinin şikâyeti ve sonuna kadar ısrarı gerekmektedir. Bu, 
günümüzde genelevlerden çıkanlar açısından bile uygulanamayacak bir durumdur. 
Hele İslâmî kanun, kural ya da ahlâkın az-çok önemsendiği bir ülke ve ortamda 
yüz senede bir belki ancak uygulanabilecek bir cezâ olmasıdır. Yani, ister yüz 
değnek, ister taşla öldürme olsun, zinâ ve fuhuş gibi bireyleri ve toplumu çok 
yönden tahrip eden çirkin bir eyleme uygun görülen cezânın psikolojik olarak 
caydırıcı bir cezâ olması, pratik olarak uygulanmaktan daha çok, teorik olarak 
caydırıcı bir cezâ olarak sunulmasıdır. İkincisi; Bu cezânın verilmesi için 
Allah'ın indirdiği bütün hükümlerle hükmeden İslâm Devletinin varlığı 
gerekmektedir. Zinâya giden yolların tıkanmadığı, tersine câzip kılındığı gayr-ı 
İslâmî düzenlerde zinâ suçu, birinci maddedeki zorluk tümüyle aşılsa bile 
İslâm'ın öngördüğü cezâ verilmeyecektir. İslâm, günümüzdeki düzen ve ortam 
kurbanı zavallılara cezâ ile yaklaşıp onları ürkütüp soğutan bir din değildir. 
Onları her türlü câhiliyye çirkefliğinden kurtarmak isteyen, şirk dâhil, her 
çeşit pislik ve günahtan pişmanlık duyanları affedip kurtamaya hazır merhamet 
dinidir. Yoksa, kimilerinin zannettiği gibi, tedric gibi süreci öngörmeden, 
gelir gelmez insanlara cezâ veren, sözgelimi kerhânelerin önüne idam mangaları 
yerleştiren bir din değildir İslâm. Hazırlayacağı inanç, kültür ve ahlâk 
altyapısı, ekonomik destek, evliliği kolaylaştırma, zinâya yaklaştıran her türlü 
şehevî ortamları yok edip insanı fıtrat çizgisine yerleştirme gibi tedbirler 
almadan İslâm, kimseye cezâ vermez, verilmesini onaylamaz. Fâhişeler ve seks 
manyağı haline gelmiş gençler dâhil, günümüzün insanı kızılmaktan çok acınmaya 
lâyık zavallı düzen kurbanlarıdır. Onlara da İslâm'ın güzelliği ulaştırılabilse 
bu çirkinlikler kendiliğinden uzaklaşacaktır. 
 
Ne mutlu, dilini ve belini koruyan, ağzına 
gireni ve ağzından çıkanı İslâmî ölçülere göre tanzim edip nâmusunu muhâfaza 
eden edepli gençlere! Gözünde haram bakışların isi olmayan erkeklere ve yüzünde 
haram bakışların lekesi olmayan kızlarımıza selâm olsun!




 e-posta adresimize mail atabilirsiniz.
 e-posta adresimize mail atabilirsiniz.