Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular

Câhiliyye

Câhiliyye


Câhiliyye:




Arapça Câhiliyye kelimesi İslâm'ın zıddıdır.
İslâm'ın yolu bütünüyle her gerçekliğin bilgisine sahip olan Allah'ın gönderdiği
ilme dayanırken, İslâm'ın yolundan ayrılan ve ona karşı olan her yol
câhiliyyetin yoludur. Arabistan'daki İslâm öncesi döneme, halkın yaşama
yollarını sadece zan ve hevâya dayanarak kendilerinin icat etmiş olması
anlamında Câhiliyye dönemi denir. Bu yüzden ne zaman bu yollardan biri
benimsense, bu zaman "câhiliyye" zamanı olacaktır. Aynı şekilde, bugün okullarda
ve üniversitelerde verilen bilgi yalnızca cüz'î, kısmî bir bilgi olup, hiçbir
şekilde insanlığa yol gösterebilecek bir bilgi değildir. Bu yüzden, İlâhî
bilgiyi hiçe sayarak, cüz'î bilginin yardımıyla oluşturulmuş hayale, zanna ve
tahmine dayalı tüm hayat sistemleri, İslâm öncesi sistemler gibi câhilî
sistemler olmaktan kurtulamayacaktır.

Bu böyle iken o ilim ve din iddiasında
bulunanlar, Allah'ın hükmüne razı olmayıp da kötülüğe meyletme, dalkavukluk,
garazkârlık, eşitsizlik gibi haksız dâvâya tâbi olan câhiliyyet hükmü,
câhiliyyet kanunu mu istiyorlar? Halbuki hüküm ve hâkimiyeti Allah'tan daha
güzel olan kim vardır? Allah'ın hükmünden daha güzel hangi hüküm, Allah'ın
hükmüyle hükmeden hâkimden daha güzel hükmedecek hangi hâkim düşünülebilir?
Fakat bu soru herkese değil, îkân (sağlam bilgi) sahibi olan kimseler,
topluluklar içindir. Bunu ancak sağlam bilgi ehli olanlar takdir eder. Yoksa
küfür ve şüphe içinde bulunanlar, kalblerinde hastalık olanlar, bir zalimin
haksız hükmüne "daha güzeldir" demekten çekinmezler.

Rivâyete göre bu âyet, Benî Nadîr ve Benî
Kureyza yahudiler i arasındaki adam öldürme olayından dolayı Peygamberimizden
hüküm talep etmeleri ve Peygamberimiz tarafından Mûsâvat (eşitlik) ile
hükmedilmesi üzerine Benî Nadir'in bu eşitlik hükmüne razı olmayarak câhiliyye
âdeti üzere üstünlük sevdasında bulunmaları se b ebiyle nazil olmuştur. Bu
sebebe göre, yahudilerin İslâm yoluna, Muhammed Aleyhiselâm'ın hükmüne iman ve
ittiba etmemekle yalnız Kur'ân'a ve Muhammed Aleyhisselâm'a değil, kendi dinleri
ve kitapları olduğunu iddia ettikleri Tevrat'ı ve Mûsâ şeriatını da tanımayıp
mutlak İlâhî hükmü inkâr ederek câhiliyye hükümleri peşinde koşmak istediklerini
beyan ve isbat etmekle; hem iman iddialarına rağmen küfür, hem ilim ve şeref
iddialarına rağmen cehâlet, bozgunculuk ve azabı haketmeleriyle cezalandırmış ve
sebebin özelliğiyle beraber mefhumun genelliğine göre de bu hükmün yalnız
yahudilere mahsus olmayıp hıristiyan ve diğerleri hakkında da böyle olduğunu ve
dolayısıyla İslâm şeriatının, umumun şeriatı ve herkesin yolu olup, bunu
tanımayan yahudi ve hıristiyanların kendi din ve şeriatlerini de tanımamış
olacaklarını anlatmış ve bu şekilde müslümanların ümmetler arası vazifelerindeki
genişliğin önemini göstermiştir.

?Sana da daha önceki kutsal kitabı onaylayıcı ve
içeriğini koruyucu olan bu hak kitabı indirdik. Buna göre onların arasında
Allah'ın indirdiği âyetlere göre hüküm ver, sana gelen gerçekten saparak onların
keyfi arzularına uyma.

Her ümmet için ayrı bir şeriat, ayrı bir ana yol
belirledik. Allah dileseydi, sizi tek bir ümmet yapardı. Fakat belirlediği yolda
sizleri denemeyi diledi. Buna göre hayırlı işlerde yarışınız. Çünkü hepiniz
Allah'a döneceksiniz ve O anlaşmazlığa düştüğünüz meselelerin içyüzünü size
haber verecektir.

O halde onların arasında Allah'ın indirdiği
âyetlere göre hüküm ver, onların keyfi arzularına uyma, onların seni Allah'ın
indirdiği hükümlerin bir kısmından bile şaşırtmalarından sakın, eğer sana sırt
çevirirlerse bil ki, Allah, günahlarının bazısı yüzünden onları cezalandırmak
istiyor. Kuşku yok ki, insanların çoğu fasıktır.

Yoksa istedikleri câhiliyye düzeni midir? Kesin
inançlılara göre Allah'ın düzeninden, Allah'ın verdiği hükümden daha iyisi
düşünülebilir mi hiç?? (5/Mâide,
48-50)

Seyid Kutub diyor ki:

Anlatımdaki bu netlik, ifadedeki kesinlik, kimi
durumlarda ve koşullarda kişiyi bu şeriattan -küçük çapta da olsa- herhangi bir
hükmü terk etmeye özendirebilecek aldatıcı gerekçeler karşısında bu denli kesin
önlemler alınmış olması, insanı ister istemez duraksatıyor... Bu âyetler
karşısında insan elinde olmaksızın oturup düşünmek zorunda kalıyor. Kimi
insanlar, koşullar ve durumlar bunu gerektiriyor diyerek Allah'ın şeriatını
tümüyle inkar etmelerine karşın, hâlâ nasıl oluyor da müslümanlık iddiasında
bulunabiliyorlar, şaşırmamak elde değil!.. Kişi, Allah'ın şeriatını tümüyle terk
etmesine karşın, nasıl oluyor da hâlâ müslüman olduğunu iddia edebiliyor? Bu tür
insanlar kendilerini, nasıl oluyor da hâlâ "müslüman" olarak niteleyebiliyor?
İslâm'la hiçbir bağları kalmamasına karşın, Allah'ın şeriatını tamamen terk
etmelerine karşın, her koşulda her durumda geçerliliğini koruyan ve her koşulda
her durumda uygulanmak zorunda olan Allah'ın şeriatını reddederek O'nun
ilahlığını inkar etmiş olmalarına karşın, hâlâ nasıl "müslümanlık" iddiasında
bulunabiliyorlar? Bu tür insanlara, şaşırmamak, hayret etmemek elde değil.

"Sana da bu hak kitab (Kur'an)'ı indirdik".
Âyetteki "hak" kelimesine, ilahlık
açısından yani şeriat belirleme, kanunlar koyma yetkisinin Allah'a ait
olacağının belirtilmesi açısından bakmamız gerek. "Hak", Kur'an'ın içeriğinde,
ondaki inanç ve şeriat esaslarında, orada anlatılan her olayda ve verilen her
buyrukta somut bir biçimde ortadadır.

Kur'an, "daha önceki kutsal kitabı onaylayıcı ve
içeriğini koruyucu" olarak indirilmiştir. Kur'an, Allah'ın dininin, nihâî
biçimidir. Allah'ın dini ve de yaşam biçimi ile insanların uyacakları şeriat ve
sistem noktasında nihai kaynak, Kur'an'dır. Artık Allah'ın dininde hiç bir
değişikliğe gidilmeyecektir.

Semâvî dinlere mensup insanlar arasında, ister
inanç esasları, isterse şeriat prensipleri noktasında bir anlaşmazlık baş
gösterdiğinde, bunu çözümleyebilmek için müracaat edilmesi gereken kitap
Kur'an'dır. Müslümanlar arasında bir anlaşmazlık çıkarsa başvurulacak kitap
Kur'an'dır. Yaşama ilişkin herhangi bir meselede görüş ayrılıkları olduğunda,
müracaat edilmesi gereken kitap, Kur'an'dır. Bu noktalarda, temelde söz konusu
nihai kaynaktan beslenmeyen kişilerin sunacağı görüşlerin hiçbir "kıymet-i
harbiye"si yoktur.

Âyette hemen ardından, bu gerçeğin getirdiği
zorunluluklar ekleniyor: "Buna göre onların arasında Allah'ın indirdiği
âyetlere göre büküm ver, sana gelen gerçekten saparak onların keyfi arzularına
uyma!" Bu buyruk, kendisine o dönemde aralarında hüküm vermesi için
başvurmakta olan hristiyanlar hakkında, öncelikle peygamberimize yöneliktir.
Ancak, âyeti salt bu olaya özgü kılmak doğru değildir. Madem ki artık nihai
kaynak olan Kur'an'ı değiştirmek üzere yeni bir peygamber ya da yeni bir şeriat
gönderilmeyecektir, öyleyse bu âyetteki hüküm, kıyamete dek geçerliliğini
koruyacak genel bir hükümdür.

Allah'ın dini Kur'an'la tamamlanmış
bulunmaktadır. Allah'ın bu noktada kendisine teslim olanlara verdiği nimet
Kur'an'la son bulmuştur. Allah, Kur'an'ın tüm insanlar için bir yaşam düzeni
olmasını uygun görmüş bulunmaktadır. Kur'an'ı değiştirmek, onun hükümlerinden
herhangi birini terk etmek, ya da başka bir şeriatı bu şeriata yeğleyebilmek
için, artık hiçbir gerekçe bırakılmamıştır. Allah bu dini insanlara uygun
gördüğünde, onun tüm insanları kapsayacağını biliyordu. Yine Allah, bu kitabı
nihai kaynak olarak uygun gördüğünde, bunun tüm insanların yararına olacağını,
kıyamete dek bütün insanları kapsayacağı biliyordu. Bu kitaptan, değil
uzaklaşmak, bir bölümünü değiştirmek bile, İslâm'a ilişkin bu bilginin bulunması
hasebiyle, kişiyi inkara götürür. Buna yeltenen bir kişi, diliyle bin kez
müslüman olduğunu söylese bile dinden çıkmış demektir.

Allah, bazı insanların, Allah'ın
indirdiklerinden ödün vermeye götürecek kimi mazeretler ileri süreceklerini ve
de yönetenlerin ya da yönetilenlerin keyfï arzularına kapılabileceklerini
biliyordu. Kitabında belirttiği hükümleri -hiçbir ödün vermeksizin- yürürlüğe
koymak, zorunlu olmasına karşın, bazı insanların kimi durumlarda kendi
duygularına kapılarak bu zorunluluğun gereğini ihmal edebileceklerini biliyordu.
Bu nedenle de söz konusu âyetlerde peygamberimizi, yönetilenlerin keyfî
arzularına kapılmaması için uyarıyor ve de kendisinden, insanların onu Allah'ın
indirdiği hükümlerin bir kısmından bile şaşırtmalarından sakınmasını istiyor...

İnsanları buna yeltenmeye iten faktörlerin
başında, aynı ülkedeki değişik grupları, fraksiyonları ve öğretileri benimsemiş
olan farklı kimselerin tümünü uzlaştırıp biraraya toplama noktasında insanların
içgüdüsü gelmektedir. Buna kapılan kimseler, karşılarındaki insanların
istemleriyle şeriatın hükümleri çatıştığında işi basitleştirme ya da ayrıntı
gibi görünen meselelerde ?bunlar anladığımız kadarıyla şeriatın temel
meselelerinden değildir deyip- işi kolaylaştırma yoluna başvururlar.

Rivâyete göre yahudiler peygamberimize gelerek,
recm hükmü başta olmak üzere belirli hükümlerin uygulanmasında kendilerine
hoşgörülü davranacak olursa, iman edebileceklerini söylediler. Peygamberimizi bu
noktada uyaran âyet de, yahudilerin bu önerileri üzerine indirilmişti.. Ama
meseleye -açıkça görüldüğü üzere- daha genel bazda bakmak gerekir. Zira bu
şeriata inananlar da değişik vesilelerle her zaman için bu meseleyle
karşılaşabilirler. Bu nedenle Allah, meseleyi son derece net bir biçimde ortaya
koymayı ve de belirli koşulları göz önünde bulundurarak ya da farklı istemlerle,
farklı arzularla karşılaşıldığında bir orta yol bulup insanları uzlaştıracağız
diyerek ihmalkarlığa itebilecek beşerî içgüdülerin yolunu kesinkes kapatmayı
uygun görmüş ve peygamberimize şöyle buyurmuştur: Allah, dileseydi insanları tek
bir ümmet yapardı. Ama O, onların her biri için ayrı bir yol, ayrı bir yöntem
belirledi. O, gönderdiği din ve şeriatla, yaşam boyunca verdiği nimetlerle,
insanları sınamayı diledi. Her insan kendi seçtiği yolda yürüyecektir. Sonunda
ise tüm insanlar Allah'a döneceklerdir. Orada, gerçek, kendilerine
bildirilecektir. Her biri dünyada seçtikleri yol ve benimsedikleri sistem
konusunda sorguya çekilecektir. Öyleyse, değişik görüşlerdeki değişik
düşüncelerdeki kimseleri birleştirebilmek için şeriattaki herhangi bir hükmü
kolaylaştırmayı düşünmek doğru değildir. Onlar zaten birleşmezler:

"Her ümmet için ayrı bir şeriat, ayrı bir anayol
belirledik. Allah dileseydi sizi tek bir ümmet yapardı. Fakat belirlediği yolda,
sizleri denemeyi diledi. Buna göre hayırlı işlerde yarışınız. Çünkü hepiniz
Allah'a döneceksiniz ve O, anlaşmazlığa düştüğünüz meselelerin içyüzünü size
haber verecektir."

Allah'ın şeriatı bâkîdir, herşeyden daha
değerlidir. Onun bir bölümünü de olsa, Allah'ın uygun görmediği bir şey uğruna
kurban etmeye değmez! İnsanlar Allah tarafından yaratılmıştır. Her birinin
kendine göre bir yeteneği, mizacı, kafa yapısı ve seçtiği bir yol vardır.
İnsanlar, Allah'ın hikmeti gereği, birbirlerinden farklı yapılarda
yaratılmışlardır. Allah onlara doğru yolu göstermiş ve bu noktada onları serbest
bırakmıştır. Bu, onları sınamak istediğindendir. İnsanlar sonuçta Allah'a
döneceklerdir. Ve o gün dünyada benimsedikleri yola göre, yaptıklarının
karşılığını göreceklerdir.

Öyleyse bir kimsenin, Allah'ın şeriatını gözetme
adına, bir başka deyişle insanların yararını ve kurtuluşunu gözetme adına, tüm
insanları aynı çatı altında birleştirebilmek için çırpınması, boşa kürek çekmek
demektir. Allah'ın şeriatından ödün vermek yada onda bazı değişiklikler yapmak,
neticede, yeryüzünde bozguna neden olmak, biricik sapasağlam sistemi bırakıp
sapıtmak, insanların yaşamında adâleti ortadan kaldırmak, insanların
birbirlerine köle olmalarına, Allah'ı bırakıp birbirlerini rabb edinmelerine
zemin hazırlamak dışında hiçbir işe yaramayacaktır. Bu ise en büyük kötülük, en
büyük yıkımdır..: Sonu gelmeyecek, olmayacak girişimler peşinde koşmak, doğru
değildir. Çünkü insanın doğası için Allah, bu tür girişimleri uygun görmemiştir.
Bu, Allah'ın hikmeti gereği insanların farklı kafa yapılarına, farklı mizaçlara,
farklı görüşlere, farklı eğilimlere sahip olmalarına da terstir. İnsanları
yaratan Allah'tır. Onların geçmişlerini de geleceklerini de çok iyi bilmektedir.
Sonuçta herkes O'na dönecektir.

Böylesi bir amaçla, Allah'ın şeriatındaki
herhangi bir hükmü kolaylaştırmaya kalkışmak -bu âyetten anlaşıldığı ve de
yaşamın her noktasında- görüldüğü kadarıyla, boşa yorulmaktır. Böylesi bir
girişim, realiteyle bağdaşmamaktadır. Allah'ın irâdesine de uymamaktadır. Böyle
bir girişimi, -Allah'ın isteklerini gerçekleştirmek için didinen- müslümanlar da
onaylayamaz. Bu durumda, kendilerini "müslüman" olarak yaftalayan bazı kimseler,
nasıl oluyor da örneğin şöyle laflar edebiliyorlar: "Turistleri kaybetmek
istemiyorsak,şeriatı tatbik etmeyi düşünmemiz hiç de doğru olmaz" Abartmıyorum!
Aynen böyle laflar eden insanlar var bugün!

Burada, daha net bir biçimde, aynı gerçeğin altı
bir kez daha çiziliyor. Bu konudaki ilk âyette: "Buna göre onların arasında
Allah'ın indirdiği âyetlere göre büküm ver, sana gelen gerçekten saparak onların
keyfi arzularına uyma!" denilmiştir. Kısacası, Allah'ın şeriatını bütünüyle
onların keyfî arzusuna terk etmek yasaklanmıştı. Şimdi ise peygamberimiz,
insanların kendisini Allah'ın indirdiği hükümlerin bir kısmından bile
şaşırtmalarından sakınması için uyarılıyor: "O halde onların arasında
Allah'ın indirdiği âyetlere göre hüküm ver, onların keyfi arzularına uyma,
onların seni Allah'ın indirdiği bükümlerin bir kısmından bile şaşırtmalarından
sakın!"

Buradaki uyarı, daha kesin ve daha vurguludur.
Burada mesele, tüm çıplaklığıyla ortaya koyuluyor. Bu fitneden, böylesi
şaşırtmacalara kanmaktan, özenle kaçınmak gerekir. Bu meselede iki olay söz
konusudur: Ya Allah'ın indirdiği hükmü aynen vermek ya da insanların -Allah
tarafından sakınılması istenen- keyfî arzularına ve şaşırtmacalarına tâbî olmak.

Âyette daha sonra keyfî arzulara uyma konusuna
açıklık getirilerek, peygamberimizin, kendisine gelen yahudilerin önerileri
meselesini çözümleyebilmesi kolaylaştırılıyor. Artık söz konusu yahudiler, bu
şeriattaki küçük büyük herşeye bütünüyle bağlanmazlarsa, İslâm'ı benimsemeyip
sırt dönerlerse, Allah'ın şeriatıyla yargılanmaktan yüz çevirirlerse,
peygamberimizin yapacağı bellidir. (O dönemde, bu konuda serbestlik vardı. Ancak
daha sonra, "daru'l-İslâm"da İslâm şeriatıyla hüküm vermek zorunlu kılındı):
"Eğer sana sırt çevirirlerse bil ki, Allah, günahların bazısı yüzünden onları
cezalandırmak istiyor. Kuşku yok ki, insanların çoğu fasıktır."

Sana sırt çevirirlerse, yapabileceğin bir şey
yoktur. Onların bu tutumları seni, Allah'ın hükmüne ve şeriatına bütünüyle
sarılmaktan ödün vermeye itmesin. Onların getirdikleri öneri, senin gücünü
kırmasın, tavrını değiştirmesin. Onlar, sırtlarını dönüp yüz çevirmekteler.
Çünkü Allah onları, işledikleri kimi günahlardan ötürü cezalandırmak istiyor. Bu
tutumları nedeniyle başı derde girecek olanlar, onlardır. Onların bu tavırları
ne sana zarar getirir, ne Allah'ın şeriatına, ne dinine; ne de dinlerine bağlı
müslümanlara... İnsanın yapısı böyledir: "İnsanların çoğu, fasıktır."

Onlar dinden çıkarlar, sapıtırlar. Çünkü
yapıları böyledir. Bu noktada sen, onların bu durumuna bir çare bulamazsın.
Bunda şeriatın da günahı yoktur. Onların doğru yolu bulmaları da mümkün
değildir. Böylece şeytanın, müslüman yüreğine girebileceği tüm pencereler
kapatılıyor. Hangi amaçla ve hangi durumda olursa olsun, bu şeriatın
hükümlerinden herhangi birini terk etmeye yol açabilecek tüm gerekçeler, ortadan
kaldırılmış bulunuyor.

Sonra insanlar, bu yol ayrımı üzerinde iyice
düşünmeye sevk ediliyor. Ya Allah'ın hükmü ya da câhiliyyenin hükmü... Bu
ikisinin ortası olamaz. Bu ikisi dışında başka bir alternatif yoktur. Ya,
yeryüzünde Allah'ın hükmü egemen olacak, insanların yaşamında Allah'ın hükmü
yürürlüğe konacak, insanların yaşamı Allah'ın sistemine göre yönlenecek... Ya
da, câhiliyye hükmü, keyfï arzulara göre belirlenmiş bir şeriat, kölelik sistemi
yürürlükte olacak... Bu iki alternatiften hangisini istiyorlar? "Yoksa
istedikleri, câhiliyye düzeni midir? Kesin inançlılara göre Allah'ın düzeninden,
Allah'ın verdiği hükümden daha iyisi düşünülebilir mi hiç?"

Câhiliyyenin anlamı bu âyette belirgin bir
biçimde ortaya konuluyor. Câhiliyye -Allah'ın belirttiği, Kur'an'da ifade
edildiği üzere- insanların insanlar için hüküm belirlemesi, insanın insana köle
kılınması, Allah'a kulluğun bırakılması, Allah'ın ilahlığının reddedilmesi ve de
buna karşılık, kimi insanların ilah kabul edilmesi ve -Allah'a değil- onlara
tapılmasıdır.

Olaya bu âyetin ışığında baktığımızda,
câhiliyyenin tarihsel bir süreçten ibaret olmadığını görüyoruz. Câhiliyye, bir
olgudur. Geçmişte yaşanmış olan bu olguyla, bugün de yarın da yine
karşılaşılacaktır. Câhiliyyenin niteliği, İslâm la çelişme, İslâm`a karşı
olmadır.

Nerede ve hangi zamanda olursa olsun eğer
insanlar, tek bir konuda bile ödün vermeksizin Allah'ın şeriatına göre
hükmediyorlarsa, bu şeriatı benimsiyorlar ve ona gerçek anlamda teslim
oluyorlarsa, Allah'ın dinine mensup olmuş demektirler. Yok eğer, beşer aklının
ürünü olan bir şeriat, bir öğretiye göre hüküm veriyorlarsa -hangi şekilde
olursa olsun- söz konusu öğretiyi benimsiyorlarsa, onlar câhiliyye
sınıfındadırlar. Onlar, öğretisi doğrultusunda hüküm verdikleri kişinin dinini
benimsemiş durumdadırlar, Allah'ın dinini değil! Allah'ın hükmünü istemeyen,
câhiliyye hükmünü istiyor demektir. Allah'ın şeriatını reddeden, câhiliyye
düzenini kabul ediyor, câhiliyyeyi yaşıyor demektir.

Bu, yolların ayrılış noktasıdır. Allah bu
noktada, insanlardan iyice düşünmelerini istiyor. Gerisi insanlara kalmıştır.
Diledikleri yolu seçmekte özgürdürler. Ardından Allah bu tür insanlara,
câhiliyye düzenini istemelerinden ötürü kınayıcı bir soru yöneltmektedir. Yine
bu soru, Allah'ın hükmünün daha üstün olduğunu vurgulamaya yöneliktir: "Kesin
inançlılara göre Allah'ın düzeninden, Allah'ın verdiği hükümden daha iyisi
düşünülebilir mi hiç?"

Evet! Allah'tan daha iyi hüküm koyabilecek olan
kim vardır? İnsanlar için Allah'ın şeriatından ve hükmünden daha iyi bir şeriat
ve hüküm belirleyebileceği iddiasında bulunmaya kim kalkışabilir? Böylesi büyük
bir iddiaya kalkıştığında, bunu hangi gerekçeyle açıklayabilir? Bu iddiaya
kalkışan, insanları, onların yaratıcısından daha iyi tanıdığını söyleyebilir mi?
İnsanlara karşı, onların rabbinden daha hoşgörülü olduğunu ileri sürebilir mi?
İnsanlar için en uygun olanı, onların yararını Allah'tan daha iyi gözetiyorum
diyebilir mi? Nihai şeriatını gönderen, son peygamberini gönderen, onu
peygamberlerin sonuncusu, getirdiği mesajı kitapların sonuncusu kılan, İslâm
şeriatını kıyamete dek geçerli olarak niteleyen Allah'ın durumların
değişebileceğini, yeni gereksinimlerin ortaya çıkacağını, farklı koşullar söz
konusu olabileceğini bilemediğini iddia edebilir mi? Bir insan, Allah tüm
bunları bilemediği için şeriatında belirtmemişti, ancak bugün işte tüm bunlar
bizler tarafından kavranmıştır diyebilir mi?

Allah'ın şeriatını yaşamdan koparan, onun yerine
câhiliyye şeriatını, câhiliyye hükmünü ikame eden, kendi keyfî arzusunu ya da
herhangi bir halkın veya neslin keyfî arzularını Allah'ın şeriatından, Allah'ın
hükmünden üstün tutan kimseler, bu tür sözler söyleme cüretini nasıl
gösterebiliyorlar?

Özellikle de kendini müslüman olarak adlandıran
bir insan, bu türden sözler edebilir mi? İçinde bulunduğumuz koşullarmış. Durum
çok değişmişmiş! İnsanların istememesiymiş! Düşmanlardan çekinmemiz gerekirmiş!
Allah müslümanlardan kendi aralarında şeriatını yürürlüğe koymalarını, Kur'an
doğrultusunda hayat sürmelerini, onlardan kimi insanların kendilerini indirdiği
şeriatından ufacık bir noktada bile şaşırtmalarından sakınmalarını isterken,
daha sonra olup bitecek herşeyi bilmiyor muydu?

Beklenmedik gereksinimler, yenilenen koşullar ve
görmezlikten gelinemeyecek durumları, Allah'ın şeriatı ihata edemeyecek denli
eksikmiş! Bu nasıl iddia edilebilir? Şeriatından ödün verilmemesi için bu denli
kesin bir ifâde ' kullanan ve insanları özenle uyaran Allah, tüm bunların
olacağını bilmiyor muydu?

Bu konuda, müslüman olmayan bir kimse
dilediğince konuşabilir. Ama müslüman olan ya da müslüman olduğunu iddia eden
bir kimse bu türden sözler edebilir mi? Bu türden sözler edebiliyorsa onun
İslâm'la artık ne ilgisi kalmıştır? Tüm bunlardan sonra, onda İslâm'ın en ufak
bir izi görülebilir mi?

Bu, tam bir yol ayrımıdır. Kişi seçimini yapmak
zorundadır. Seçimini yapmışsa artık tartışmanın gereği yoktur. Ya İslâm, ya
câhiliyye! Ya iman, ya küfür. Ya Allah'ın hükmü ya câhiliyye düzeni.

Allah'ın indirdiği âyetlere göre hüküm
vermeyenler, kâfirlerin, zalimlerin, fasıkların ta kendileridirler.
Yönetilenlere karşı Allah'ın hükmüyle hükmetmeyenler, kesinlikle mü'min
değildirler. Bu meseleyi müslüman, kesin ve net bir biçimde kafasına
yerleştirmelidir. Yaşadığı çağda, insanlara karşı Allah'ın hükmünü uygulama
noktasında asla tereddüde düşmemelidir. Bu gerçeğin zorunlu sonucu olarak, dosta
da düşmana da Allah'ın şeriatını uygulamalı ve de bunun neticesine
katlanmalıdır.

Müslüman bu meseleyi kafasına net olarak
yerleştiremezse, bir türlü istikrara kavuşamayacak, kendini yöntem kargaşasının
içinde bulacak, hak ile batılı birbirinden ayıramayacak, doğru yolda bir adım
bile ilerleme kaydedemeyecektir... Bu meselenin sıradan insanların kafasında bu
denli netleştirilemeyeceği doğru kabul edilse bile, "müslüman" olmayı isteyen,
müslümanlığın gereklerini yerine getirmeye azmeden insanların kafasında iyice
netleştirmeyi savsaklamak asla doğru değildir...

Buradaki âyetlerin tümü, surenin başında
belirttiklerimizi doğrulamaktadır. Orada da ifade ettiğimiz üzere, bu suredeki
âyetlerin tümü, hicretin altıncı yılında Hudeybiye'de indirilen Fetih suresinden
sonra indirilmiş olamaz. Tam tersine bu surenin pek çok bölümü, -Uhud savaşının
ardından Benî Nazîr, Bedr savaşının ardından da Benî Kaynuka yahudilerinin
sürülmelerinden önce indirilmemişse de- Fetih suresinden -en azından- Ahzab
savaşının meydana geldiği hicrî dördüncü yılda Benî Kureyza yahudilerinin
Medine'den sürülmelerinden önce indirilmiş olmalıdır.

Buradaki âyetlerde, birtakım olaylara,
Medine'deki İslâm toplumunun tanık olduğu gelişmelere, ayrıca yahudilerin,
münafıkların tutumlarına ve konjonktürel durumlarına değiniliyor. Söz konusu
tutumlar ve konjonktürel durumlar, yahudilerin gücünün kırılmasıyla bertaraf
edilecekti. Bunun son örneği Beni Kureyza sorunuydu.

Bu âyet, yahûdilerin ve hristiyanların dost
edinilmelerine ilişkindir. Âyetteki uyarıda -hatta tehditte- onları dost
edinenin onlardan biri olacağı vurgulanıyor. Bu vurgu, onlarla dostluk kuran ve
bunu başlarına bir bela geleceğinden korkmakla gerekçelendiren, kalpleri
hastalıklı kişilere yöneliktir. Yine âyette müslümanların, dinlerini hafife alıp
alay konusu yapan kimselerle dostluktan nefret etmeleri istenmektedir. Bununla
da, -müslümanlar namaza durduklarında- onların namaz kılmalarını hafife alan ve
alay konusu yapan kimselere işaret ediliyor. Tüm bu olumsuzluklar, Medine'de
yahudilerin güçlü, etkin ve çeşitli imkanlara sahip oluşlarından
kaynaklanıyordu. Dolayısıyla, bu tür kargaşaların olması, böylesi olayların
yaşanması, ayrıca âyetlerde böylesine sert bir uyarı ve tekrar tekrar tehdide
gerek görülmesi, ardından yahudilerin gerçek durumlarının açıklanması, teşhir
edilip kınanmaları, bu bağlamdaki binbir komplolarının, entrikalarının,
manevralarının, her türlü kirli çamaşırlarının ortaya dökülmesi son derece
olağandır.

Buradaki âyetlerin iniş nedenlerine ilişkin
çeşitli rivâyetler vardır. Bunların kimisinde bu âyetlerin, Bedir savaşından
sonra ortaya çıkan Benî Kaynuka sorunu, Abdullah bin Ubey bin Selûl'un tavrı ve
kendisi ile yahudiler arasındaki dostluk ilişkisini, "Doğrusu ben başımı belaya
sokmak istemiyorum, bu nedenle de onlarla dostluğumu kesemem" diyerek aklamaya
çalışması üzerine indiği belirtilir.

Aslında, bu rivâyetler olmaksızın da, âyetlerin
yapısını ve içeriğini nesnel bir yaklaşımla incelemek ve de bu âyetleri
peygamberimizin Medine'deki yaşamında tanık olduğu olayların kronolojik sırasına
göre ele almak bile, söz konusu âyetlerin iniş zamanına ilişkin bu surenin
girişindeki tesbitlerimizi doğrulamaya yeterlidir.

CÂHİLİYYE .
Câhiliyye; Anlam ve Mâhiyeti
Câhil Kelimesini Anlam Sahası
Câhiliyyenin Kapsamı
Câhiliyye ve Hilm
Câhiliyye, Allah'ı İdrâk Edememe İdeolojisidir
Günümüzde Câhiliyye
Câhil
Cehâlet
Câhiliyye
Câhiliyyenin Temel Özellikleri; Câhiliyye Âdetleri
Câhiliyye Şirk; İlim de İslâmiyettir
İslam'a Göre İlim/Bilgi
Şirk cehâletin; tevhid de ilmin arkadaşıdır
Kur'ân-ı Kerim'de Câhiliyye Kavramı
Hadis-i Şeriflerde Câhiliyye Kavramı
Câhiliyye Asabiyetiyle/Irkçılıkla İlgili Hadis-i Şeriflerden Seçmeler
Câhiliyyenin Dünü Bugünü .
Câhiliyye Hükmü ve Câhiliyyede Toplum Hayatı
Câhiliyyede Hurâfeler
Bir Câhiliyye Klasiği; Ebû Cehil
Câhiliyyenin Bir Başka Yönü
Firavun; Her Dönem ve Her Yerdeki Câhiliyye Toplumunun Önderi
Çağdaş Firavunlar ve Firavunî Toplumlar
Sihirbazlardan Medet Uman Firavun
Tüm Firavunların Göz Boyama Aracı Olan Medyası; Sihirbazlık
Propaganda; Firavunların Hakkı Etkisizleştirme ve Bâtılı Savunma Silâhı
?Câhiliyye? İrticâ/Gericilik, İlkellik ve Bağnazlık Demektir
Toplum Değerlendirmesinde Câhiliyye Kavramı
Câhilî Tutum
Câhiliyyenin Dayandığı Çürük Temel; Atalar Yolu .
Atalar Yolu, Her Dönemdeki Câhiliyyenin Temel Dinidir
Câhiliyye, Sosyal Çevre ve Geleneğin Putlaştırılmasıdır Sosyal Çevre
Atalar Kültü
Câhiliyye Asabiyeti; Irkçılık/Kavmiyetçilik .
Asabiyyenin Olumlu Yönü
Olumsuz Anlamıyla Asabiyye
Kavmiyetçilik, ya da ırkçılık;
Irkçılık ve Asabiyye
Asabiyye/Irkçılık ve Tarafgirlik
Irkçılık Dâvâsını İlk Başlatan Şeytandır
Câhiliyyenin Zulüm Anlayışı
Câhiliyye Teberrücü; Kadının Açılıp Saçılması Câhiliyye dönemi Arap toplumunda Kadın
Batıda ve Batılılaşmış Toplumlarda Kadın
Câhiliyye Döneminde Fuhuş
Kadının Câhiliyye Tuzaklarından Kurtuluşunun Simgesi; Tesettür Tesettür Nedir? .
Avret Ne Demektir? .
Kadınların ve Erkeklerin Avreti
Tesettür Kimlere Karşı Gerekir? .
Câhiliyyenin Sanat Anlayışı
Câhiliyye, Tarihte Olduğu Gibi, Yine Kur'an'la Yok Edilecektir!
Gerçek Anlamda Çağ Kapatıp Çağ Açan Sadece Kur'an'dır
Tefsirlerden İktibaslar
Câhiliyye
İslâm Toplumunun Ana İlkeleri
Câhilin Bazı Karakteristikleri
Câhiliyye Demek? ...
Câhiliyye Kavramıyla İlgili Âyet-i Kerimeler
Konuyla İlgili Geniş Bilgi Alınabilecek Kaynaklar