Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular
Kıyametin Kopması
Kıyametin Kopması 
 
 
Kıyametin Kopması: 
 
 
 
Ahiret hayatı, insanın ölümü ile başlarsa da, 
genel manada Kıyamet hadisesi ile başlar. Kıyametin ne zaman kopacağını 
Allah'tan başka, peygamberler de dahil hiç kimse bilmez.[1] 
Bilgisi Allah'a ait olmakla birlikte, Kıyametin kopmasına yakın zamanlarda bir 
takım alâmetler meydana gelir. İnanmayanlar için ihtar mahiyetinde Allah şöyle 
buyurur: 
 
"(İnanmayanlar, Kıyamet) saat(in)in, ansızın 
kendilerine gelip çatmasından başka neyi bekliyorlar? İşte onun alâmetler(inden 
sayılan âhir zaman Peygamber)'i gelmiştir." 
(Muhammed: 47/18) Kıyametin en büyük alâmeti Hz. Muhammed'in peygamber olarak 
gönderilmesidir. Ondan sonra artık başka peygamber gönderilmeyecektir. O, 
peygamberlerin sonuncusudur.[2] 
İşte bu, dünya hayatının sonunun yaklaştığına en büyük alâmettir. Hz. Peygamber 
de şöyle buyurmuştur: "Ben gönderildiğimde Kıyamet şu iki parmağımın 
birbirine yaklaştığı gibi yaklaşmıştır."[3] 
 
Kur'an ayın ikiye bölünmesini de Kıyamet 
alâmetlerinden saymıştır: 
 
"Kıyamet yaklaştı, ay ikiye bölündü..." 
(el-Kamer: 54/1-3) 
 
Bu hadise, Peygamber zamanında ondan mûcize 
isteyen müşriklerin isteği üzerine, Peygamber'in elinin işaretiyle ayın ikiye 
bölünmesi şeklinde meydana gelmiştir. Bu hâdise üzerine de meâlini verdiğimiz 
ayet nâzil olmuştur. İslâm bilginlerinden bir kısmı da "Kıyamet yaklaştı, ay 
bölünecek..." şeklinde gelecek zaman kipiyle mana vermişlerdir. Her iki manada 
da özellikle Kıyamet'in yaklaştığı vurgulanmaktadır. 
 
İsrâiloğulları'na peygamber olarak gönderilen Hz. 
İsa tebliğ görevindeki tüm gayretlerine rağmen, sayılabilecek kadar az bir 
cemaat ona iman etmiş, buna mukabil düşmanlarının kendisini öldürme tuzaklarıyla 
karşılaşmıştır. Ne var ki Allah, düşmanların kurduğu tuzaklarını başlarına 
geçirmiş, peygamberini de zatına yükseltmiştir.[4] 
Şu anda hayatta olarak bulunduğu mevkii Allah'ın ilminde olan Hz. İsa, Kıyamet'e 
yakın zamanda tekrar dünyaya gelecek ve yaşadığı sürece Hz. Muhammed'in 
getirdiği şerîat üzere yaşayacaktır. Hz. İsa'nın tekrar dünyaya dönüşü, Kıyamet 
alâmetlerindendir. "O (İsa'nın gelmesi), Kıyametin kopacağını gösterir bir 
ilimdir..." (ez-Zuhruf: 43/61) 
 
Kıyamete yakın zamanda, şu anda gördüklerimize 
benzemeyen şekilde, Kur'an'ın "dâbbe" diye ifade ettiği bir hayvan ortaya 
çıkacaktır: "O söz (Kıyamet ve azap günü), başlarına geldiği zaman (kıyamet 
alâmetlerinin vukûu başladığı zaman) onlara yerden bir dâbbe (canlı) çıkarırız; 
onlara insanların, ayetlerimize içtenlikle inanmadıklarını söyler." (en-Neml: 
27/82)[5] 
"Dâbbetü'l-Arz" diye isimlendirilen bu hâdisenin meydana gelişi, Kıyamet 
vaktinin yaklaştığına dair bir alâmettir. 
 
Ye'cüc ve Me'cüc seddinin açılması ve yeryüzünde 
fesâdın yayılması da Kur'an'da zikredilen Kıyamet alâmetlerindendir: "Nihâyet 
Ye'cüc ve Me'cüc (sedleri) açıldığı zaman onlar her tepeden (dünyaya) 
saldırırlar. Artık gerçek va'd (Kıyamet) yaklaşmıştır. İnkâr edenlerin gözleri 
birden donup kalır..." (el-Enbiya: 21/96-97) 
Bu alâmetler, Kur'an'da bildirilenlerdir. Hadisle 
bildirilenlere gelince, onlar da Allah'ın vahyine dayanır. Müslim'in Huzeyfe ibn 
Useyd el-Gifârî'den rivayet ettiği bir hadiste Huzeyfe şöyle buyurmuştur: "Biz 
aramızda müzakerelerde bulunduğumuz bir esnada Hz. Peygamber (s.a.s.) yanımıza 
geldi ve: "Neyi müzakere ediyorsunuz?" dedi. 'Kıyamet'i dediler. Şöyle 
cevap verdi: "On türlü alâmeti görmediğiniz sürece Kıyamet kopmaz. Bunlar, 
Duman, Deccâl, Dâbbetü'l Arz, Güneşin batıdan doğması, Meryem oğlu İsa'nın 
inmesi, Ye'cüc ve Me'cüc ile doğudan, batıdan ve Arap yarımadasından bir yerin 
batması, son olarak da Yemen 'de bir ateşin çıkmasıdır."[6] 
 
Kıyamet'in büyük alâmetlerinden öyleleri vardır 
ki, onlar görüldükten sonra artık tövbeler kabul olunmayacaktır. 
 
"(İnanmak için) illâ meleklerin gelmesini yahut 
Rabb'ının gelmesini ya da Rabb'ının bazı ayetlerinin gelmesini mi bekliyorlar? 
Ama Rabb'ının bazı (Kıyamet) işaretleri geldiği gün, daha önce inanmamış, ya da 
imanında bir hayır kazanmamış olan kimseye, artık inanması, bir fayda sağlamaz. 
De ki: "Bekleyin, biz de beklemekteyiz." 
(el-En'âm: 6/158) 
 
Ebû Hüreyre'den rivayet olunan bir hadiste 
Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle buyuruyor: "Üç alâmet vardır ki, bunlar çıktığı 
zaman, daha önce iman etmiş yahut ta imanında hayır kazanmış olmadıkça hiçbir 
kimseye imanı fayda vermez: Güneşin batıdan doğması, Deccâl'ın görülmesi ve 
Dâbbetü'l-Arz'ın zuhuru."[7] 
 
Kıyametin bu büyük alâmetlerinin dışında Hz. 
Peygamber'in hadisleriyle sabit olan birçok hâdiseler de Kıyamet'in küçük 
alâmetleri olarak kabul edilmiştir: Davaları bir olan iki Müslüman topluluğun 
birbirleriyle harp yapması[8], 
'herc', öldürme olaylarının çoğalması.[9] 
Karanlık geceler gibi olan fitnelerin çoğalması, müslümanlarla yahudilerin 
savaşıp, müslümanların onları öldürünceye kadar mücadele etmeleri ve yahudilerin 
de taşların ve ağaçların arkasına saklanması, 'Gargat ağacından' başka bütün taş 
ve ağaçların: "Ey müslüman, Ey Allah'ın kulu, yahudi arkamdadır, gel onu öldür" 
demesi, Hicaz topraklarında bir ateşin çıkıp, Basra'daki develerin boyunlarını 
aydınlatması, Kahtan'dan bir adamın çıkıp insanları asâsı ile sevketmesi, Fırat 
nehri altından bir dağ haline gelip, ondan alabilmek için insanların 
birbirleriyle harp etmesi, cariyenin efendisini doğurması; ayağı yalın, çıplak 
fakir koyun çobanlarının bina yapmada birbiriyle yarış yapmaları vs. gibi 
olaylar Kıyamet'in küçük alâmetleri olarak sayılmıştır.[10] 
 
Allah, bu kâinatın yıkılıp, birinci hayatın sona 
ermesini istediği zaman İsrâfil adındaki meleğe 'sûr'a bir kere üfürmesini 
emredecek, o da bir kere üfürecektir. Kâinatın hepsi bu derin gürültü ile 
sarsılıp, birbirine bağlı olan varlıkların düzeni bozulur, irtibat çözülür, 
korkunç bir zelzele meydana gelir, dağlar atılır, pamuk gibi dağılır, 
gökyüzündeki yıldızlar, gezegenler ve güneş arasındaki ahenk yok olur, şimdi 
mevcut olan çekim kanunu iptal olur. Güneşin ayın ve yıldızların ziyası gider, 
gökyüzündeki bütün gezegenler yörüngelerinden çıkar ve âlemin tamamı Allah'ın 
yaratmasından önceki hale döner. Bütün bu olaylar, Allah'ın indirdiği vahiy ile 
bilinmektedir.[11] 
 
İkinci hayatın tanınması ve anlaşılması, insan 
aklının kavrayacağı bir şey değildir. İnsan aklı ancak bu hayatta olanları ve bu 
kâinatta bulunanları kavrar. Bunun içindir ki, ikinci hayatın tanınması, 
Allah'ın kitabında bildirdiği haberler ve Rasulü'nün anlatmalarına dayanır. Ayet 
ve hadislerden elde edilen bilgilere göre, İkinci hayat, İsrâfil'in 'sûr'a 
üflemesiyle bu âlemin yok olmasından kırk yıl geçtikten sonra başlayacaktır. 
 
O hayatın günleri ve ayları bu hayatın günleri 
ve ayları gibi midir, yoksa başka bir ay ve gün müdür?. Bunu bilemiyoruz. Bu, 
zaman geçtikten sonra gökten yağmur inecek, cesetler bitki gibi toprağın 
altından bitecektir. Bu iş, yağmur suyu ile her insanın kuyruk sokumunda bulunan 
küçük kemik vasıtasıyla meydana gelecektir. İkinci yaratılış tamamlanıp gelişme 
ikmâl olduğu, cesetlerin heykelleri toprağın altında tamamlanarak hiçbir eksiği 
kalmadığı zaman onlara ruh verilir. Bu cesetlere hayat girer, hareket etmeye 
başlarlar. Ölüm meleğinin bu dünyada almış olduğu ruhları Allah her insana iade 
eder. Bu ruhlardan bazıları, sahibinin iman ehli ve amel-i sâlih sahibi 
oldukları için güzel ve temiz ruhlardır. Bunlar ulvi âlemde muhafaza 
edilmişlerdir. Bazıları ise, küfür sahibi ve günahkâr kişilerin ruhlarıdır, 
bunlar çirkin ruhlardır, süflî âlemde kalmışlardır. Bu ruhlar, bulundukları 
yerden cesetlerine gelirler, sonra Allah'ın görevlendirdiği bir melek: 
"Yerinizden kalkınız, Rabb'ınıza dönünüz" diye seslenir. Onlar bu sesi işitirler 
ve icabet ederler. Yer açılır, kabirlerinden mahşere gitmek için canlı olarak 
kalkarlar.[12] 
 
İkinci defa dirildikten sonra bütün mahlûkâtın bir sahada 
toplanmasına "Haşr" denir. Bu toplanma, dünyada yaptıklarından dolayı aralarında 
hüküm verilmesi içindir. İnsanlar kabirlerinden canlı olarak kalktıktan sonra 
ilk defa yaratıldıkları gibi tekrar hayata döndürüleceklerdir: "Mahkukatı ilk 
yaratmağa başladığımız gibi, yine onu öldükten sonra iade edeceğiz..." 
(el-Enbiya: 21/104). Hz. Peygamber (s.a.s.): "Kıyamet gününde insanlar 
çıplak, sünnet olmamış ve yalın ayak olarak (mahşer meydanına) geleceklerdir." 
der. Hz. Âişe: "Ey Allah'ın Rasulü, kadın ve erkeklerin hepsi bir arada olunca 
birbirlerine bakmazlar mı?" diye sorunca Peygamberimiz (s.a.s.): "Ey Âişe, o 
gün, insanların birbirlerine bakamayacakları kadar durum şiddetlidir."[13] 
buyurarak "haşr" için toplanan insanların düştükleri sıkıntıyı dile 
getirmektedir. Muttakî, mücrim ve kâfirlerin haşrolunmaları hakkında Kur'an 
şöyle der: 
 
"Takva sahiplerini heyet halinde Rahman(ın 
huzuruna) topladığımız gün, suçluları da susuz olarak Cehennem'e sürdüğümüz 
(gün)." (Meryem: 19/85-86) 
 
"O gün 'sûr'a üflenir ve o gün suçluları 
(yüzleri kapkara, gözleri) gömgök (kör bir durumda) toplarız." 
(Tâhâ: 20/103) 
 
"...Kıyamet günü onları (kâfirleri), yüzü koyun, 
kör, dilsiz ve sağır bir halde süreriz. Varacakları yer Cehennem'dir..." 
(el-İsrâ: 17/97; Tâhâ: 20/124) 
 
İnsanların, hesap vermek üzere toplandıkları 
Mahşer günü güneş, insanların başları üzerine iyice yaklaşır, sıcaklık çok 
şiddetlenir. Ve insanlar, günahları nisbetinde tere batarlar. Bir kısmı 
topuklarına kadar, bir kısmı diz kapağına, bir kısmı göbeğine ve bir kısmı da 
ağzına kadar tere batar.[14] 
Hararetin en şiddetli olduğu bu günde, adil devlet reisi, gönlü mescidlere bağlı 
genç, sadakayı gizli veren cömert, güzel bir kadının zina davetini Allah'tan 
korkusu nedeniyle kabul etmeyen muttakî, sevgileri Allah için olan iki dost, 
Allah'a ibadetle büyüyen genç ve tenha yerde Allah'ı zikrederek gözleri yaşla 
dolup taşan insanı Allah, lûtfuyla Arş'ının gölgesinde gölgelendirecektir.[15] 
 
İnsanlar, Rabb'larının huzurunda haşrolunup 
toplandıklarında ve beklemenin zorluğu, korkunun şiddeti nedeniyle yorgunluk son 
haddine ulaştığında insanlar, ruhlarının temizliği ve kirliliğine göre Yüce 
Allah'ın kendilerine hükmetmesini beklemeye başlarlar: 
 
"Peygamberler (şahidlik edecekleri) vakit için 
getirildiği zaman: Ertelenmiş oldukları güne, yani hüküm gününe. Hüküm gününün 
ne olduğunu sen nereden bileceksin? Yalanlayanların vay haline o gün." 
(el-Mürselât: 77/11-15) 
 
Bugün haklı ile haksızın, iyi ile kötünün, zalim 
ile mazlumun, inanan ile inanmayanın ayrıldığı fasıl günüdür. Özür ve kurtuluş 
fidyelerinin kabul edilmediği[16] 
dillerin konuşmadığı bu günde[17] 
ancak kendilerine, insanlar için şefâat etme izni verilenler konuşabilir. 
İnsanlar Âdem, Nuh, İbrâhim, Mûsa, İsâ peygamberlere, kendilerine şefâat 
etmeleri için giderler. Onlar bu konuda özür beyan edince bu defa Hz. Muhammed'e 
gelirler. Peygamberimiz (s.a.s.) Rabb'ının huzurunda secdeye kapanarak O'na 
hamdeder, ümmeti için şefâat diler. Rabb'i kendisine: "Başını kaldır ve iste, 
ne istersen verilecektir, şefâat et, şefâatin kabul edilecektir" deyinceye 
kadar secdede kalır. Ümmetine şefâat diler. Ümmetinden hesabı olmayanlar 
Cennet'e girerler. 
 
Hesaplaşmalar yapılır, her insana, dünyada iken 
yaptığı amellerinin yazıldığı defterler verilir, Ancak bu verilişin bir kısmı 
sağdan, bir kısmı da sol ve arka taraftandır. Kur'an bunu şöyle anlatır: 
 
?Kimin kitabı sağından verilirse o, kolay bir 
hesaba çekilecek ve sevinçli olarak ailesine dönecektir. Kimin kitabı arka 
tarafından verilirse, ölümü çağıracak.? 
(el-İnşikak: 84/7-11)[18] 
 
Hesaplaşmalar, mizan denilen, keyfiyetini 
Allah'ın bildiği adalet terazileri ile gerçekleşir. İnsanlar teker teker hesaba 
çekilir. Onlardan bir kısmının hesabı kolay, bir kısmının ise çok çetin geçer. 
Büyük küçük her şey hesaba dahil edilir. Diller, eller ve ayaklar kişinin 
aleyhinde şahidlik ederler. Yalan söylemek mümkün olmaz.[19] 
Bu konuşturma ve cevap verme son derece korkunç bir havada cereyan eder. Çünkü 
hiç kimseye özür göstermesi için izin verilmez, zalimin mazereti kabul edilmez. 
Ameller canlı bir şahit olarak gösterilir. Herkes amelini açık olarak ve üzüntü 
ile seyreder. Zamanımızda kullandığımız ses ve görüntü kayıt cihazları, ahirette 
kişinin kendi aleyhine yaptığı şahitliklerin imkanına çok küçük bir delildir. 
Allah (c.c.) şöyle buyurmaktadır: 
 
?O gün insanlar, amellerinin karşılığı 
kendilerine gösterilmek için fırka fırka kabirlerinden çıkacaktır. Zira, kim 
zerre miktarı bir hayır işlerse, onun mükafatını görecek, kim de zerre miktarı 
bir kötülük işlerse, onun cezasını görecektir.? (ez-Zilzal: 99/6-8) 
 
Kulların yaptığı iyilik ve kötülükleri, adalet 
terazilerinde tartılır, kimseye haksızlık edilmez, yapılan işler bir hardal 
tanesi kadar küçük olsa da değerlendirmeye tabi tutulur.[20] 
Amellerin tartılması sonucu kimin iyiliği ağır gelirse o, gerçekten ahiret 
sıkıntılarından kurtulmuş olur. Kimin iyilikleri hafif, kötülükleri fazla 
gelirse bu da hüsrana düşenlerden, zarara uğrayanlardan olur. Cehennem'de 
ebediyyen kalırlar, ateş yüzlerini yakar, derileri sıyrıldığı için dişleri 
sırıtır durur. Allah (c.c.) şöyle der: 
 
?Size dünyada ayetlerim okunurken, onları inkar 
eden siz değil miydiniz?? 
(el-Mü'minun: 23/102-105) 
 
Amellerin tartılmasından ve iyilerle kötülerin 
belli olmasından sonra insanlar Sırat köprüsünen geçmeye zorlanırlar. Cehennem 
üzerinde kurulan bu köprü çok ince olup üzerinde durulması kişinin iman ve 
ameline göre mümkün olan bir köprüdür. Burdan geçiş gayet tehlikeli olduğu için 
Hz. Peygamber bir kenarına durup insanlar geçerken: ?Ya Rabb selamette kıl, 
selamette kıl? diye dua eder.[21] 
 
Bazı insanlar, çakan şimşek gibi süratli, 
bazıları dizleri ve elleri üzerinde geçerken, bazıları da geçemeyerek Cehennem'e 
düşer, helak olurlar.[22] 
 
Bu geçiş esnasında mü'minlerin imanlarından 
fışkıran nur, nerdeyse cehennem ateşini söndürecek gibi olur. Allah bu konuda 
şöyle buyurur: 
 
?O gün inanan erkekleri ve inanan kadınları 
görürsün kinurları önlerinde ve sağlarında koşuyor?? 
(el-Hadid: 57/12-14)[23] 
 
Mü'minler Sırat köprüsünü selametle geçip, 
Cehenneme düşmekten kurtulunca, birbirlerine olan haklardan ve aralarındaki 
düşmanlıklardan temizlenmek ve arınmak için Cennet ile Cehennem arasında bulunan 
bir köprüde durdurulurlar. Bundan sonra Cennete girmeleri için izin verilir ve 
girerler.[24] 
 
Ahiret hayatı, Cennet ve Cehennem hayatını da 
içine alan bir konudur. Mü'min, Cennet ve Cehennem hayatına da kesinlikle 
inanmak durumundadır. Bunlara iman, ahirete imanın bir parçasıdır. 
 
Cennet, Arapça bir kelime olup, kapanmak, 
gizlenmek manasına gelen ?cenne? fiilinden türemiştir. Cennetteki ağaçlar da 
Cennet arzını tamamen kapladığı ve gizlediği için o yere ?üzeri örtülen, 
gizlenen manasına ?cennet? denilmiştir.[25] 
 
Ağacı bol, yeşillik bahçeleri lisanımızda 
?Cennet gibi yer? ifadesiyle tarif ederiz. Kur'an'a göre Cennet ise, mü'min ve 
Allah'a isyandan sakınanlar için Allah'ın hazırladığı huzur ve selamet yurdudur. 
Cehennem de, yine Ragıb'ın beyanına göre, Farsça bir kelime olup, Kur'an'da 
inkarcılar ve asiler için hazırlanmış ateşli sefalet yurdudur. Cehennem 
kelimesinin çoğulu olmadığı halde Cennet kelimesinin çoğulu ?Cinân? ve 
?Cennât?tır. Türkçemizde de ?Cennetler? ifadesi kullanılmaktadır. Kur'an'da 
derece itibariyle birbirinden farklı yedi Cennet'ten bahsedilir: 
Cennetü'l-Firdevs, Cennetü'l-Adn, Cennetü'l-Me'va, Cennetü'n-Naim, Daru'l-Huld, 
Daru's-Selam ve İlliyyun. Her bir isim ayetlerle zikredilmektedir. Cehennem 
hakkında da şu isimler geçmektedir: Nar-ı Cehennem, Lezza, Hutame, Sair, Sakar, 
Cahim, Haviyeh, Daru'l-Bevar. 
 
Ahiretle ilgili olarak kısaca ortaya konulan bu 
bilgilerin tümü, duyularımızla elde edilen bilgilerden değil, ancak ayet ve 
hadislerle bildirilen ve ?Sem'iyyat? denilen bilgilerdendir. Ahirete iman 
konusu, bütün bu bilgilere de inanmayı içine alan bir konudur. Dolayısıyla 
ahirete inanan mü'min, aynı zamanda bu bilgilerin gerçekliğine de inanmak 
mecburiyetindedir. Çünkü kaynağı ilahi vahiy ve ilahi vahye dayanan peygamberi 
bilgilerdir. 
 
İnananlar için selamet, inanmayanlar için de 
sefalet hayatı olan ahiret alemi, her tür insana geleceğini düşünmede en büyük 
etkendir. Mü'min imanını artırırken, kâfir de akibetinin, kendince uzak bir 
ihtimal de olsa, fecaatini düşünmekle kahrolur, ya da (Allah takdir etmişse) 
inananlar toplumuna karışır. 
 
Sosyal hayatın düzene girmesi, zulmün yok olması 
ile mümkündür. Bu ise geçici tedbirlerle değil, kalıcı tedbirlerle olur. Kalıcı 
tedbir ise Allah'a ve ahirette yaptıklarından hesap vereceğine imandır. 
Yaptığının yanında kâr kalacağı düşüncesinde olan insanın zulmünden herkes, 
nasibini alır. Ancak bir gün Allah'ın huzurunda hesap vereceğine inanıyorsa, 
işte o zaman zulüm ve her türlü kötülüklerden vazgeçer, inanca yaşamaya başlar. 
 
Ahirette hazırlık, Allah'a inanmak, Allah'ın 
emirlerine itaat etmek ve yasaklarından kaçınmaktır. Kıyametin ne zaman 
kopacağını soran birine Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: 
 
?Orası için ne hazırladın?? 
 
Dünyayı, ahiretin tarlası olarak vasıflandıran 
Peygamberimiz bu ifadesiyle de ümmetine, bu dünyada yaşandığı sürece, ahiret 
azığı olarak iman, ibadet ve taatte bulunulması gerektiğini vurgulamıştır.[26] 
 
 
 
 
 
 
 
 
 [1] 
 el-Mülk: 67/26. 
 
 
 
 
 
 [2] 
 el-Ahzâb: 33/40. 
 
 
 
 
 
 [3] 
 Buhârî: 6/206; Müslim, Terc. Davudoğlu: 8/208. 
 
 
 
 
 
 [4] Âli 
 İmrân: 3/54-55; en-Nisâ: 4/157-158. 
 
 
 
 
 
 [5] Dâbbe 
 hakkında geniş malûmat için bk. Elmalılı Hamdi Yazır, a.g.e., 5/370. 
 
 
 
 
 
 [6] 
 Müslim, Terc. 8/179; Buhârî, Cihad: 94 
 vd.; Müslim, İman: 248, Zekât: 60, Fiten: 17-18;Ebû Dâvud, Melâhim: 12, 
 Fiten: 1; Tirmîzî, Zühd: 24. 
 
 
 
 
 
 [7] 
 Buhârî, 2/132; Müslim Terc., 1/95-96. 
 
 
 
 
 
 [8] 
 Müslim, Terc., 8/170. 
 
 
 
 
 
 [9] 
 Müslim, Terc., 8/171. 
 
 
 
 
 
 [10] 
 Buhârî, Tecrid: 9/73; Tirmizî, Birr: 25; Fiten: 2; el-Lü'lüü ve'l-Mercân: 
 3/305, 306-307; et-Tâc: 1/25. 
 
 
 
 
 
 [11] bk. 
 el-Hacc: 22/1-2; el-Karia: 101/1-5; el-Mearic: 70/8-15; Zilzal: 99/1-3; 
 İnfitar: 82/1-5; Tekvir: 81/1-6; Vâkıa: 56/1-6. 
 
 
 
 
 
 [12] 
 el-Hakka, 69/13-18; Kâf, 50/41-44, el-Kamer, 54/6-8; el-Meâric, 70/41-44; 
 elÂdiyat, 100/9-10. 
 
 
 
 
 
 [13] 
 Müslim, Cennet: 
 56. 
 
 
 
 
 
 [14] 
 Müslim: 
 8/135; Buhârî: 
 6/137. 
 
 
 
 
 
 [15] 
 Buhârî, Ezân: 
 36; Hudud: 
 19. 
 
 
 
 
 
 [16] 
 Hadid: 
 57/15; el-Bakara: 
 2/254. 
 
 
 
 
 
 [17] 
 el-Bakara: 2/255. 
 
 
 
 
 
 [18] 
 Ayrıca el-Hakka: 69/19, 37. 
 
 
 
 
 
 [19] 
 en-Nur: 24/24; Yasin: 36/65. 
 
 
 
 
 
 [20] 
 el-Enbiya: 21/47. 
 
 
 
 
 
 [21] 
 Müslim: 1/129; Buhari: 1/193. 
 
 
 
 
 
 [22] 
 Müslim: 1/129-130. 
 
 
 
 
 
 [23] 
 el-Münziri, el-Terğib ve't-terhib: 
 4/424. 
 
 
 
 
 
 [24] 
 Buhari: 8/138. 
 
 
 
 
 
 [25] 
 Ragıb el-İsfehani, el-Müfredat. 
 
 
 
 
 
 [26] 
 Cengiz Yağcı, Şamil İslam 
 Ansiklopedisi: 1/63-65.




 e-posta adresimize mail atabilirsiniz.
 e-posta adresimize mail atabilirsiniz.