Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular

Dünyevîleşme .

Dünyevîleşme

Dünyevîleşme

?Sahip olma?
duygusunun tutkuya dönüşmesine ?hırs? denir. İnsanoğlunun temel zaaflarından
biri olan bu duygu terbiye edilmediği zaman, insanın gözünü, gönlünü ve zihnini
bürüyerek onu esir eder. Onun, aşkınla olan, öteyle olan bağlarını birer birer
koparır. Para, mal, makam, şöhret gibi her tür dünyalık onun duygu ve düşünce,
basar ve basiretini dünyaya bağlayarak boynunda tasmaya, bileğinde kelepçeye,
ayağında prangaya dönüşür. O, artık ?dünyevîleşmiş? bir tiptir.

Dünyevîleşmiş tip, hiçbir dünyalığa sahip olamaz. Çünkü tüm dünyalıklar ona
çoktan sahip olmuştur. Eşyanın emrine verildiği insan, eşyanın emrine girmiştir.
Dünyanın efendisi olan insan, dünyanın kulu haline gelmiştir. Bu ise, insanın
insanlığına karşı yapılabilecek en büyük hakarettir. İnsanın eşyaya kul olması,
kula kul olmasından daha vahim bir sapmadır. İşte bu noktada "İslâm" insanı
kendi zaaflarından korumak için devreye girmektedir.
Din'in
gayesi, insanın ?insanlığı?nı muhâfazadır. İnsanın insanlığı ise, biyolojik
varlığından çok rûhî varlığıyla kaimdir. Dolayısıyla din, insanın geçici
yanından çok; kalıcı boyutunu öne çıkarır. Söz konusu boyut, metafizik anlamda,
insanın hem mâzisi, hem ebedî istikbalidir. İlâhî öğretide beden, bu muhteşem
mâziyi muhteşem bir istikbale taşıyan bir binektir. Bedenle ilgili olan her şey
ise ?dünya? olarak adlandırılır. Din'in amacı, dünyanın, insanla ebedî istikbali
arasındaki bağları koparmasına engel olmak, eğer bu bağlar kopmuşsa onları
yeniden bağlamaktır. Din, dünya ile âhiret arasındaki atılan köprüleri yeniden
imar eder. Peygamberler ise, insana ebedî istikbalini hatırlatan uyarıcılardır.

Dünyevîleşme
hastalığı, İsrâiloğullarını yahûdileştiren unsurlardan biriydi. Kur'an'ın haber
verdiğine göre, onların dünyevîleşme sevdası, onları sadece ?yoksulluğa? mahkûm
etmedi; ?alçaklığa? da mahkûm etti. İsrâiloğullarının, taklit ettikleri
putperest kavmin totemi olan ineği altın ve gümüşten yapmaları, aslında onların
altına ve gümüşe tapmaları anlamına geliyordu. Aynı zamanda bu heykel, çağının
şartlarında bir teknoloji hârikasıydı. Sâmirî, onu Mısırlılardan alınan
mücevherlerle yapmıştı.

İsrâiloğullarının bu tavrı, günümüz insanının tavrına ne kadar da benziyor.
Yukarıda adı geçen iki unsur, bugün de kendisine tapınılan çağdaş totemlerin
başında geliyor: 1- Para, 2- Teknoloji. İnsanların para ve teknoloji
karşısındaki tavırlarını iyi gözlemleyen biri, bu tavrın içerisinde yer alan
?tapınma? unsurlarını keşfetmekte gecikmeyecektir.
Dünyevîleşen
İsrâiloğulları, bu zaaflarında öylesine ileri gittiler ki, Allah'a bile hile
yapmaya kalktılar. Kendilerinin istedikleri ibâdet için tahsis edilen Cumartesi
yasağını çiğnediler. Hesapta uyanıklık yaparak Cuma akşamından ağlarını denize
atıyorlar, Cumartesi akşamı toplayarak güya yasağa uymuş oluyorlardı. Tabii
Allah da onların hilelerini boşa çıkarmıştı. Onların bu tavrı, tarihte ve
günümüzde ?kitabına uydurularak? yapılanları hatırlatıyor. Onlara da yanlış
olarak ?hile-i şer'iyye? denilen ?hile-i şerriyye?yi âlimleri öğretmiş, şeriatın
emirlerine bir kılıf uydurmak isteyenlere sözde bir çıkış yolu göstermişlerdi.
Bu suçun cezası, maymunlaşmaydı.
?Aşağılık
maymunlar olun!? (2/Bakara, 65) emriyle
gerçekleşen ilâhî cezada çok ilginç bir nükte de vardı. Bu nükteyi iyi
anlayabilmemiz için Afrika'lı maymun avcılarının Avrupalılara satmak için
maymunları canlı avlama yöntemlerini bilmemiz gerekiyor: Afrikalı avcılar,
maymunlar ormanına dalarak onların görebileceği bir yere bir testi gömüyorlar.
Bu testiye bir miktar fındık koyarak, başlıyorlar çıkarıp yemeğe. Daha sonra,
orayı terkedip gizleniyorlar. Onları fındık yerken gören maymunlar aynen taklit
ederek çömlekteki fındıkları yemeye geliyorlar. Lâkin çömleğin ağzı öyle hesaplı
yapılmıştır ki, maymun elini boş olarak sokabilmekte, lâkin dolu olarak
çıkaramamaktadır. Avcılar, maymunlar tam elini çömleğe daldırıp fındığı
avuçladıklarında ortaya çıkıp maymunlara doğru koşmakta, fakat maymunlar
avuçlarındaki fındıktan vazgeçemedikleri için kaçamamakta ve dolayısıyla fındık
hatırına yakalanmaktadırlar.
İşte, tarih
boyunca hayatını dünyevîleştiren kişi ve toplumlar, avuçlarındaki dünyayı elde
etmek için âhiretlerini fedâ etmekten çekinmemektedirler. Fındık uğruna
özgürlük, geçici zevkler uğruna âhiret. İkincisi birincisinden daha vahim bir
aptallık.
?Bir
ticaret ya da eğlence gördüklerinde dağılıp ona koşuştular ve seni ayakta
bıraktılar. De ki: ?Allah katında bulunan, eğlenceden de,
ticaretten de daha hayırlıdır. Allah, rızık verenlerin en hayırlısıdır.?
(62/Cum'a, 11) Bu âyetin inişine sebep olan olay şudur:

Medine'de açlık
ve pahalılığın hüküm sürdüğü kuraklık yıllarından biridir. Dıhye bin Halife
el-Kelbî, müslüman olmadan önce Şam'dan yola çıkardığı bir ticaret kervanıyla
Medine'ye girdi. Medine'liler âdetleri olduğu üzere kervanı tefler ve zillerle
karşıladılar. Nebî tam o esnada Mescidde Cuma hutbesi veriyordu. 12 erkek ve bir
miktar kadın dışında tüm cemaat Peygamber'in hutbesini terkedip kervana koştu.
Hz. Nebî, bu duruma çok hiddetlendi ve buyurdu ki: ?Eğer mescidde kimse
kalmasaydı, şu vâdiyi ateş seli kaplardı.? Diğer bir rivâyette:
?müslümanların üzerine taş yağardı.? (Buhârî, Tefsir 61; Müslim, Cum'a 11;
Tirmizî, Tefsir 62)
Kur'an,
müslümanların bu tavrıyla İsrâiloğullarının tavırları arasındaki benzerliğe Cuma
sûresinde işaret buyurmaktadır. Sûrenin yahudilerden söz eden birinci bölümüyle
Cuma'dan ve Cuma hutbesinde Rasûlullah'ı ayakta bırakıp kervana koşanlardan
bahseden ikinci bölümü arasında ilişki kurulmaktadır. Konuyla ilgili tüm
kaynaklar sûrenin ilk 8 âyetiyle son 3 âyetinin farklı zamanlarda nâzil
olduğu konusunda müttefiktir. Buna rağmen şu aşağıdaki âyetle, sahâbenin
Rasûlullah'ı ?dünyalık? için mescidde yalnız bırakmaları arasında bağ
kurulmaktadır: ?Kendilerine Tevrat yükletilip de sonra onu taşımayanların
hali, kitaplar taşıyan eşeğin hali gibidir. Allah'ın âyetlerini yalanlayanların
durumu ne fenadır. Allah zâlimler topluluğunu hidâyete ulaştırmaz.?
(62/Cum'a, 5)
Dünyevîleşmiş
kimsenin prototipi Karun'dur. Kur'an, benî İsrâil içinde yaşayan bu kimseyi, her
devirde görülebilecek karakter olması açısından dikkatlerimize sunar:
?Karun'u, Firavun'u ve Hâmân'ı da helâk ettik. Yemin olsun, Mûsâ onlara apaçık
delillerle geldi. Öne geçemedikleri halde yeryüzünde büyüklük tasladılar.?
(29/Ankebût, 39) ?Karun Mûsâ'nın kavmindendi. Onlara karşı
taşkınlık/şımarıklık etti. Biz ona öyle hazineler vermiştik ki, onun
anahtarlarını taşımak, güçlü-kuvvetli bir topluluğa dahi zor geliyordu. Kavmi
ona demişti ki: ?Şımarma, Allah şımarıkları sevmez.' Allah'ın sana verdikleri
içinde âhiret yurdunu ara, dünyadan da nasibini unutma. Allah'ın sana lütufkâr
olduğu gibi sen de lütufkâr ol, yeryüzünde fesat isteme, çünkü Allah fesatçıları
sevmez. O dedi ki: ?Bu servet bana, bendeki bir bilgi sayesinde verildi.' Peki o
bilmedi mi ki Allah, önceki nesiller içinden ondan daha güçlü, sayıca da daha
çok olanları bile helâk etmiştir. Günahlarının ne olduğu günahkârlardan
sorulmaz. Karun, süsü-püsü içinde toplumun önüne çıktı. Dünya hayatını
isteyenler dediler ki: ?Keşke Karun'a verilenin bir benzeri de bize verilseydi.
O, cidden çok şanslı biri.' İlim verilenler ise şöyle dediler: ?Yuh size, iman
eden ve sâlih amel işleyen kimseye Allah'ın vereceği karşılık daha hayırlıdır.
Fakat buna yalnızca sabredenler kavuşturulur. Nihayet, Karun'u da sarayını da
yere geçirdik. Allah'a karşı kendisine yardım edecek yandaşları da yoktu. Kendi
kendisine yardım edebileceklerden de değildi. Akşam onun yerinde olmayı
isteyenler, sabah şöyle demeye başladılar: ?Vay be! Demek, Allah kullarından
dilediğine rızkı genişletiyor, dilediğine de kısıyor. Allah bize lütufta
bulunmasaydı, vallahi bizi de batırmıştı. Demek ki kâfirler asla iflâh
olmazlar.? (28/Kasas, 76-82)
Kur'an'dan yola
çıkarak Karun hakkında şu tesbitleri yapabiliriz:
1-
Karun, Hz. Mûsâ'nın toplumuna mensup, hazinelere sahip olacak kadar zengin
biridir. (28/Kasas, 76)
2-
O, Hz. Mûsâ'nın yakını olmasına rağmen, ona karşı Firavun ve Hâmân'la
birliktedir. (23/Mü'minûn, 24; 29/Ankebût, 39)
3-
Servetiyle böbürlenip şımarmış, elindeki ekonomik imkânı vahye karşı
kullanmıştır. (29/Ankebût, 39)
4-
?Bu servet bana bilgim sayesinde verilmiştir? diyerek, mülkün asıl sahibini
unutmuştur. (28/Kasas, 78)
5-
Sonunda servetiyle birlikte yere geçmiş, helâk olmuştur. (28/Kasas, 81)
Âyetlerden
çıkardığımız bu sonuçlara göre Karun, İsrâiloğulları içerisinden çıkmış olmasına
rağmen, müslümanlara karşı Firavunla işbirliği yapacak kadar alçalabilen bir
işbirlikçidir. Kendi ulusundan çıkan peygambere karşı mazlum ulusunun
düşmanı olan zâlim Firavun'la, servet yapma hatırına işbirliğine giriyordu.
Ona yaltakçılık yapıyordu. Zaten, mantıken böyle yapmasa ne o serveti
edinebilir, ne de elinde tutabilirdi. Karun, ?Allah'ın sana verdikleri içinde
âhiret yurdunu ara? uyarısı kendisine yapılınca, ?Bu servet bana, bendeki
bir bilgi sayesinde verildi' biçiminde cevap verecektir. Bu, günümüz
kapitalizminin yetiştirdiği rantçı insan tipi olan ?homo ekonomikus? mantığıdır.
Âyette, bu
tiplerin, bilinçsiz yığınların imrendiği tipler olduğu ifade edilmekle,
dünyalığın ehl-i dünya yığınları nasıl cezbettiği vurgulanmaktadır. Ancak,
Karun'un kötü âkıbetine şahit olan aynı yığınların, ne kadar günübirlik
düşündüğü de, cezalandırmanın ardından söyledikleriyle ortaya çıkıyor.
Bugünkü
dünyevîleşme mantığıyla, eski çağlardaki ilkel dünyevîleşme mantığı arasında
şaşılacak kadar benzerlik vardır. Aslında bu şaşılacak bir şey de değil. Çünkü
insanın tabiatı, zaafları, zamanın değişmesiyle değişmiyor. İnsanın hakikat
karşısında aldığı tavırlar, genellikle aynı. Dünyevîleşmiş çağdaş insan tipinin
dini ekonomi, imanı para, kitabı çek koçanı, mâbedi bankadır. Dünyevîleşmiş tip,
dindarsa dinini, ideolojisi varsa ideolojisini, dâvâsı varsa dâvâsını her
fırsatta paraya tahvil etmenin yollarını arar.
Karunlaşmış bu
tip, müslüman olduğu zaman, ?Allah rızâsı, hizmet, tebliğ, dâvet, ihlâs, cihad,
bereket, tekbir, cihad? gibi dinin kavramlarını kullanarak sömürür. Marksist
olduğu zaman ?halk, köylü, işçi, emekçi? gibi marksizmin kavramlarını kullanarak
sömürür. Kemalist olduğu zaman ?çağdaşlık, uygarlık, laiklik, milliyetçilik?
gibi kemalizmin tekeline aldığı kavramları kullanarak sömürür. Fakat hepsinin de
mantığı tektir. Hepsi de tüketimi körükler. Hepsi de rantçıdır. Hepsi de
menfaatlerini dinlerinden, imanlarından, ideolojilerinden önde tutarlar. Hepsi
de çıkarları gerektirdiği zaman her şey olurlar. Hepsi de iktidar ve güç
odaklarının etrafında pervanedirler. Hepsi de ?istikrar?ı çok severler.
(6)
Dünyevî
belâların çoğu, uhrevî cezaların tümü, dünya-âhiret dengesini kuramamak, dünyayı
âhiret için yaşayamamak ve dünya hayatını gaye edinmekten kaynaklanır. Ancak
gerçek iman ve sâlih amel, insanı dünya hayatının aldatmasından koruyabilir.
Âhireti tercih eden, dünyayı kaybetmez. Çünkü insana verilen hilâfet görevi,
yeryüzünü imar edip nimetlerinden yararlanmayı gerektirir. Sadece dünya hayatını
isteyenler, haram, zulüm ve sömürü düzenleriyle insanlığı doğru yoldan
çıkarttıkları gibi, müslümanları da dünyaya uydurmak isterler. Halbuki,
âhiretten kopuk bir dünya oyun ve eğlenceden ibarettir. Bir müslüman içinse
dünya, İslâm'ı yaşamak, İslâm'ı hâkim kılma mücadelesi vermek (cihad), Allah
yolunda hizmet ve meşrû şekilde çalışmak (ibâdet) içindir.