Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular

Günümüz ve İftirâ.

Günümüz ve İftirâ



Günümüz ve İftirâ



İftirâ, öyle kötü bir huy ve davranıştır ki,
Yüce önderimiz Hz. Peygamber, İslâm'a yeni girenlerden biat alırken Allah'a
hiçbir şeyi şirk/ortak koşmamak gibi tevhidî, hırsızlık ve zinâ gibi sosyal
önemi bulunan prensipler yanında; iftirâ etmemeyi de zikredip bu konuda da söz
alması (İbn Hişam, II/73-75; İbnü'l-Esîr, II/96), iftirânın İslâm'a girer girmez
bir mü'minin hemen bırakması gereken çok önemli bir suç olduğunu isbat eder.
Yine, benzer şekilde Kur'ân-ı Kerim, Rasûl-i Ekrem'e biat etmeye gelen kadınlar
heyetinden, iftirâ uydurmama konusunda da biat etmelerini emreder (60/Mümtehıne,
12).

Bilindiği gibi Kur'ân-ı Kerim, bütün mü'minlerin
ancak kardeş olduğunu ilân eder (49/Hucurât, 10). Peygamberimiz (s.a.s.);
?Sizden biriniz, kendisi için istediğini başkası için de istemedikçe iman
etmiş sayılmaz? (Buhârî, İman 7; Müslim, İman 71, 72) buyurur. Yine bir
hadis-i şerifte: ?Müslüman, diğer müslümanların elinden ve dilinden zarar
görmediği kimsedir.? (Buhârî, İman 4, 5; Müslim, İman 64, 65) buyurulur. Bu
hükümler, kardeşliğe zarar verecek diğer ahlâkî problemler yanında, mü'minlerin
birbirine asılsız suç ve kusur isnat etmelerini, yani iftirâyı da önlemeyi
amaçlamaktadır.

Müslüman, her duyduğunu, araştırmadan hemen
kabul edip, o duyduğuna göre davranamaz. Fâsık birinin getirdiği, asılsız olması
muhtemel haberlere doğruymuş gibi ilgi gösteremez (17/İsrâ, 36; 49/Hucurât, 6).
Günümüzde insan, televizyon veya gazete muhâbirlerinin, gazetecilerin eline
düşmeyegörsün, yalanların en kuyruklusu, iftiraların en acımasızı ile medya
tanrısına(!) iştahla kurban edilir. Özellikle yazılı ve görsel medyada gündeme
getirilen konuların, haberlerin araştırılmadan doğru kabul edilmesi, o yalan ve
iftiralara ortak olunması demektir. Hele hele, yeterli araştırma yapmadan
müslümanlar hakkındaki hususları, yabancı ve yabancılaşmış yerli ajansların
haberlerini hemen tasdik edip doğru diye etrafa yaymak, çoğu zaman iftira suçunu
tümüyle işlemek anlamına gelecektir. İslâm ahlâkında, müslümanlar aleyhinde,
onları kötüleyici ve incitici mâhiyetteki her türlü konuşma ve dedikodu
yasaklanmıştır. Hz. Peygamberimiz, bir kişiyi kendisinde bulunan bir kusurla
anmanın gıybet, ona asılsız bir kusur veya suç isnat etmenin de iftirâ olduğunu
bildirmiştir (Müslim, Birr 70; Tirmizî, Birr 23). Bilindiği gibi, her ikisi de
Kur'an'da yasaklanmıştır (49/Hucurât, 12; 3/Âl-i İmrân, 94; 33/Ahzâb, 58 vb.).


Kur'an ve hadislerde yalan konusunda çok ısrarla
durulmuş ve şiddetli ifâdelerle yalanın büyük bir günah olduğu belirtilmiştir.
İftirâ da aslında bir yalan türüdür, hem de yalanın en çirkinlerindendir. O
yüzden yalanla ilgili tüm uyarılar, aynı zamanda iftirâ için de, hem de daha
ağır bir şekilde geçerlidir. Yine, İslâm'da çok önemli vebal olarak gösterilen
kul hakkı, iftirâ suçunda kesin olarak ve büyük çapta sözkonusudur. Ayrıca,
Kur'an, iftirâcı kimselerin şeytanın dostları, kurbanları olduğunu şu ifâdelerle
belirtir: "Size şeytanların kimler üzerine inip durduğunu haber vereyim mi?
Her günahkâr iftirâcı, yalancı, sahtekâr üzerine iner. Bunlar (şeytanın iftirâ
ve yalanına) kulak verirler. Çoğu ise yalancıdır." (26/Şuarâ, 221-223)

İslâm'ın kesin ifâdelerle yasakladığı, insan
onuruna saldırı sayılan ve kul hakkının gasbı olan iftirâ, günümüzde insanlar
arasında sık rastlanan bir ahlâksızlıktır. İftirâ, basit bir çıkar uğruna, bazı
mahalle kadınlarının çekemedikleri birileri, kimi esnafın birbirleri hakkında,
çalışanların rekabet uğruna meslektaşlarına attıkları, hiç olmazsa izi kalan bir
çamurdur. Satıcıların çoğu, kendi mallarını abartılı bir şekilde överken, farklı
fiyatla piyasada satılan benzer ürün için, kendi sattıklarının ?kaliteli?, (dieğerlerinin
kalitesiz) olduğunu iddiâ etmekte, ?ama, bunun kalitesi farklı? diyerek, belki
daha kaliteli bir mala ve onu satana iftirâ atabilmekte hiçbir beis görmüyor.
Reklamların da direkt veya dolaylı yollarla benzer ürünler için şuuraltına
yerleştirdiği durumun iftirâ kavramıyla yakın ilgisi vardır.

Bir parti mensûbunun diğer partiliye, ya da
partiye karşı çıkan tevhîdî müslümana rahatlıkla iftirâlar atabildiğine,
kendisiyle aynı düşünceye sahip olmayan veya farklı metotlar tâkip eden
müslümanlara çeşitli itham ve iftirâlar yağdırabildiğine, bu iftirâlara itiraz
bile edilmeden dinlenildiğine hatta iltifat edildiğine, iftirâların ucuz
müşterilerinin bulunduğuna şâhit olabiliyoruz. Müslüman cemaatlerin birbirleri
hakkında, farklı cemaatin ağabeyi, lideri veya hocası hakkında yaptıkları
gıybetlerin önemli bir bölümü de iftirâ cinsinden olabilmektedir. İsbat
edemeyeceği, gözüyle görmediği ve kulağıyla duymadığı dedikoduları, bir
müslümanın inceleyip araştırmadan önüne gelene aktarması, iftirâ suçuna sık sık
bulaşmasını neticelendirmektedir. ?Her duyduğunu nakletmesi, kişiye yalan
olarak (vebal yönüyle) yeter.? (Müslim, Mukaddime 5; Ebû Dâvud, Edeb 88,
hadis no: 4992)

Bilerek veya bilmeyerek, iyi niyetle veya kötü
niyetle, direkt veya dolaylı olarak iftirâ suçunu işleyenler, birilerinin
huzurunu bozdukları gibi, toplumda müslümanların birbirine itimadını sarsmış,
kardeşliğe darbe vurmuş olmaktadırlar. İftirâya uğrayan insan, bunun acısını iyi
bilir. Bir iftirâ uğruna hayatı zindana dönmüş, kahrolmuş, nice psikolojik
hastalıklara yakalanmış, toplumdan kopmuş, hatta intihar etmiş nice insan
vardır. Toplumda, iyi bir insan, emîn/güvenilir bir kişi olarak tanınma hakkı ve
görevi olan bir müslümanın, söylemediği bir söz veya yapmadığı bir suçtan dolayı
kamuoyunda cezâ çekmesi, acı ve incitici olduğu kadar, iftirâyı atan için de o
oranda büyük bir günahtır. ?Mü'min erkekleri ve mü'min kadınları,
yapmadıkları bir şeyle (suçlayıp) incitenler bir iftirâ ve açık bir günah
yüklenirler.? (33/Ahzâb, 58)

İftirâ; çoğunlukla kıskançlıktan,
çekememezlikten, kişinin kendisine olan güven ve saygısını kaybetmesinden ortaya
atılır. İftirâcı kimseler, çoğunlukla aşağılık duygusuna sahiptir. Kendini
çevresine isbat edememiş, hayırlarla adını duyuramamış insan, bu konuda faâl
olanları karalamakla onları kendinden daha aşağı göstermek, dolayısıyla kendini
bu şekilde öne çıkarmak ve tatmin olmak istemektedir. Müfterîler çoğunlukla;
çıkarcı, kıskanç ve başarısız kimselerdir. Başkalarını kötü göstermekten
sadistçe zevk alan, kendilerindeki eksiklik ve zaafları başkalarına atfedip
kolay yoldan aşağılık duygularını gidermek istemektedirler. Bu, basit bir suç
değildir; kul hakkına tecâvüz ve kardeşlik hukukuna darbe olduğu ve müslüman
toplumu içten içe kemiren bir virüs olduğu için, Allah katında çok büyük
günahtır (4/Nisâ, 112; 24/Nûr, 15).

Günümüzde bazı müslümanlar, sırf kendi
mezheplerinden, kendi tarikatlarından, kendi parti, vakıf, dernek, meşrep ve
metotlarından farklı oldukları için nice müslümanı tekfîr edebilmekte, o
müslümana en büyük iftirâyı yapabilmekte sakınca görmemekteler. Haksız tekfîr,
bir mü'mine yapılabilecek en büyük iftirâdır. Ahlâklı, nâmuslu müslüman bir
kadına ?fâhişe? demekten daha ağır bir suçtur bir müslümanı tekfir etmek. Çünkü
mürted kabul edilen bu kimsenin nikâhı da, nâmusu da düşmekte, idamlık bir suç
işlediği değerlendirilmekte ve âhirette ebedî cehennemlik olduğu söylenmek
istenmektedir. Bu iftirânın büyüklüğünden dolayı, hadis-i şerifte; bir mü'mine
?kâfir? diyerek iftirâ eden kimsenin, onu öldürmüş gibi günah işlemiş sayılacağı
belirtilir (Buhârî, Edeb 44; Tirmizî, İman 16). Bir mü'mine ?kâfir? diyerek veya
onu ?sapık? ilân ederek ya da farklı şekilde bir suçlama ile onun onurunu
zedeleyerek iftirâ etmek, insanın âhiret hayatını iflâsa götürecek olan kul
hakları arasında gösterilir (Müslim, Birr 60; Tirmizî, Kıyâmet 2).

Müslümanlar, özellikle İslâm'ı temsil konumunda
kabul edilen cemaat önderleri, İlâhiyat profesörleri, tarikat şeyhleri ve her
seviyeden hocalar, kendi yaşayış ve faâliyetleriyle İslâm'a iftirâ atacak bir
tavır sergilemeseler bile, onları örnek kabul eden toplumun İslâm'ı yanlış ve
eksik tanımalarına fırsat vererek, kalabalıkların İslâm'a iftirâ atmalarına
sebep olabileceklerini düşünmek zorundadırlar. Bu yüzden olsa gerektir; ?yarım
doktor can yakar, yarım hoca din yıkar? denilmiş; ?hocaların dediğini yap; ama
gittiği yoldan gitme? tavsiyesi şöhret bulmuş, hatta günümüzde ?hangi hocaların
hangi dediklerinin yapılıp yapılamayacağı? tartışılır olmuştur. İslâm'a dâvet ve
hizmet etmeleri gereken nice kimseler, İslâm'ın önünde gölge olmakta, İslâm'ın
yanlış tanınmasına sebep olmaktalar. Hepimiz kendi kendimize ?biz de bu
tiplerden biri miyiz acaba?? diye sormalı, eğer ?evet?, hatta ?belki? diyorsak,
ya hallerimizi değiştirip ıslah etmesi, veya İslâm'a engel olmamak için bizi
helâk etmesi için Allah'a duâ etmeliyiz.

Müslümanlara atılan iftirâdan daha büyük vebali
olan iftirânın en çirkini, İslâm'a, Peygamber'e ve Allah'a atılan iftirâdır.
Günümüzde İslâm'a nice iftirâlar atıldığını, Dinin ?irtica? olarak yaftalandığı,
İslâm'da olmayan şeylerin İslâm'dan kabul edilerek ve İslâm'da olan nice şeyin
de İslâm'da olmadığı gibi değişik şekillerde ithamlar yapılabildiği, özellikle
medyadan her gün izlenmektedir. Bazıları bu iftirâlara sessiz kalarak veya
İslâmî hükümleri ketmedip gizleyerek dolaylı bir şekilde desteklemiş olmakta,
bazıları bid'at ve hurâfeleri din şeklinde takdim ederek dine iftirâlar
uydurabilmektedir. Tek hak din olan İslâm'ın, Kur'an ve Sünnette kuralları
belirlenip nasıl uygulanacağı gösterilen hükümlerin, İslâm'ın hâkim değil mahkûm
olduğu yerlerde yok sayıldığı, zamanı geçmiş ve son kullanma tarihi eskimiş
sayıldığı, alaya alındığı, hakaret edildiği, yani değişik şekillerde iftirâ
atıldığı herkesin bildiği ve gördüğü bir vâkıadır. Bunun sonucu olarak İslâm'a
iftirâ atılarak ?Amerikancı, Batının çıkarlarına uygun din, resmî din, devlet
dini, tâğutların râzı olduğu din, Millî Güvenlik Kurulunun prensiplerine uyan
din, Türk Standartlarına uygun din, Atatürk ilkelerine ters düşmeyen din,
laiklik ve kapitalizmle, ırkçılık ve tarihçilikle uzlaşıp sentezlenmiş din, halk
dini, hurâfeler ve bid'atların temsil ettiği din, sûfîlerin/sofuların dini,
entelektüel din, kandil geceleri ve Ramazan günlerine âit din, folklorik ve
nostaljik din... şeklinde algılanan din anlayış ve yaşayışı, İslâm'a dil veya
fiille atılmış en büyük iftirâlardır.

İslâm'ı ?tevhid? kavramından bağımsız ve onunla
ilişkisiz şekilde takdim etmek Din'e bir iftirâ olduğu gibi; Tevhid Dini'ni
parçacı, uzlaşmacı ve sentezci şekilde sunmak da İslâm'a iftirâdır. İslâm,
bazılarına göre sakal, sarık, cüppe, çarşaf ve tesbihten ibârettir. Bazılarına
göre siyaset ve devletten, cihaddan ibârettir. Bazılarına göre ilim tahsil edip
nutuk atmaktan, tebliğden ibârettir. Bazılarına göre radyo yayını, gazete ve
dergi çıkarmaktan ibârettir. Kimilerine göre cemaat çalışmasından,
teşkilâtçılıktan, vakıf ve dernek faâliyetinden, kimilerine göre de oy verip
filan partiyi desteklemekten, ya da falan yazarın yazdığı kitapları okuyup
açıklamaktan ibârettir. Örnekleri çoğaltmak mümkün. Körlerin fili tanımladığı
gibi parçayı bütün yerine koyan, ormanı ağaca kurban eden zavallılar, eksik ve
yanlış bir İslâm tanımı ve tanıtımı yaptıklarını niçin düşünmezler? Güçleri
sadece bazı alanlarda sınırlı çalışmalara yeten, ama dini bunlardan ibâret
görmeyen, faydalı olabilecekleri bazı alanlarda bütünün bir parçası olarak
çalışma yapanlara değil sözümüz. Kur'an'da Allah'ın hiç önemsemediği şeyleri ya
da dinin sadece bir-iki esasını Dinin kendisi, bütünü diye sunanlara; din ve
hizmet adına yapıştığı ve öne çıkardığı, tek yol olarak insanlara sunduğu
bir-iki husustan başkasının din ve hizmet olmadığı anlayışında olanlara; bu
parçacı, eksik ve yanlış din anlayışının Allah'ın dinine (ed-Dîn'e) iftirâ
olduğunu söylüyoruz.

Peygamberimizin hayatında tamamlanmış olan dine
(5/Mâide, 3), ondan sonra ilâveler yapan mantık da, dine iftirâ etmektedir.
?(Dinde) Sonradan ortaya çıkan her şey bid'attır; her bid'at
dalâlettir/sapıklıktır ve sapıklık da insanı ateşe sürükler.? (Müslim, Cum'a
43, hadis no: 867; Ebû Dâvud, Sünnet, hadis no: 4606; İbn Mâce, Mukaddime 7;
Nesâî, Iydeyn 22). Bu hadis-i şerife rağmen, dine ve ibâdete sonradan katılan
ilâvelerin kimilerini ?bid'at-ı hasene (güzel bid'at)? diye sunup savunan
anlayış da dine iftirâ etmektedir. Nice zikir törenlerini, semâ âyinlerini, şiş
sokmaları, Kur'an'da ve Sünnet'te olmayan zikir ve ibâdet biçimlerini, ilâhî ve
mevlitleri din olarak sunan veya kabul eden kimseler de Dine iftirâ etmiş
olmaktadırlar. Kur'an ve Sünnetle çerçevelenmiş Dinin içindeki bazı hususları
yok sayan atmalar da, dine ve ibâdete yapılan katmalar da Dine iftirâdır.


Tabii, İslâm'ı değişik sentezlere bulayıp
Hakla-bâtılı karıştırmak da Dine iftirâdır. İslâm'la Türklüğü, Kürtlük veya
Araplığı... sentez yapıp meselâ ?Türk İslâm Sentezi?, ?Türk İslâm'ı?, ?İslâm
Sosyalizmi?, ?Demokratik İslâm? gibi adlandırmalar İslâm'a bir iftira olduğu
gibi, ad vererek ya da vermeyerek Din adına bu tür yaklaşımları benimsemek, yani
başka bir beşerî görüş veya ideoloji ile İslâm'ı harmanlayıp sentezlemek; slâm'a
eksiklik atfetme ve Allah'ın ikmâl edilmiş dinini değiştirme ve başka bir şeyle
tamamlama iddiâsında bulunmaktır, adını Allah'ın koyduğu ve içini O'nun
doldurduğu Din'e bir iftirâdır.

Bilindiği gibi, iftirâ; uydurmak demektir.
Uydurmaların en çirkini de Allah adına yapılan uydurmalardır. Yani, Allah'a âit
olmayan bir sözü O'na nisbet etmek, O'nun hükmü olmadığı halde, O'nun hükmü diye
bir şeyi O'na atfetmek iftirâların en kötüsüdür. Allah (c.c.) adına helâl ve
haram ölçüleri koymak iftira olduğu gibi (3/Âl-i İmrân, 94), Allah'ın indirdiği
hükümlerden daha iyi ve daha adâletli kabul edilerek insanların yaptıkları
yasaları benimseyip uygulamak da büyük bir iftirâ ve fecî bir zulümdür. Allah'ın
yetki vermediği hiç kimsenin dinî hüküm koymaya hakkı olmadığı gibi, insanların
uydurdukları hurâfe ve bid'atlara Allah'ın dini diye bağlananlar da dine iftira
etmektedirler. ?Yoksa, onların, kendilerine, Allah'ın izin vermediği
şeriat/hüküm/din olarak koyan ortakları mı var? Eğer (bir süre fırsat verilmesi
hakkında) karar olmasaydı, derhal aralarında hüküm verilir (işleri bitirilir)di.
Kuşkusuz zâlimler için acı bir azap vardır.? (42/Şûrâ, 21).

Allah'tan başka ilâh/tanrı yoktur. Hüküm O'na
âittir, insanları yönetme, yetiştirip terbiye etme (rubûbiyet) O'nun hakkıdır.
Müşriklerin ortaya attıkları hükümlere ve ibâdet biçimlerine Allah izin
vermemiştir. Onların uydurdukları gelenekler, Allah'ın hükümleri değil,
şeytanların telkinleridir. 7/A'râf sûresi 37-39. âyetlerde, Allah'a iftirâ
ederek, kendiliklerinden Allah adına helâl ve haram koyanların, ya da Allah'ın
âyetlerini yalanlayanların en zâlim kimseler oldukları vurgulanıyor. ?Allah'a
karşı iftira edip yalan uydurandan... daha zâlim kim olabilir?!? (6/En'âm,
93).

Daha çok, câhillerin ve günahkâr fâsıkların,
bilinçli ya da bilinçsiz müşrik ve münâfıkların, İslâm'ın bazı emir ve
yasaklarını kabul etmedikleri ve kendi anlayışları içinde dinden saymadıkları,
onların konumu açısından pek yadırganmamaktadır. Elbette, onların bu tavırları
Din'e büyük bir iftirâdır. Ama, en az bunlarınki kadar, hatta umulmadık kimseler
tarafından sâdır olduğu için etkisi daha büyük olan ve yadırganacak olan iftirâ,
takvâ adına yapılanlardır.
?Dillerinizin yalan yere nitelendirmesinden ötürü ?şu helâldir, şu haramdır'
demeyin, sonra Allah'a karşı iftirâ/yalan uydurmuş olursunuz. Allah'a karşı
iftirâ edip yalan uyduranlar ise iflâh olmazlar. Azıcık yaşama(nın ardından),
onlara acı bir azap gelecektir.?
(17/Nahl, 116-117). Birtakım akıl yürütmelerle, kıyaslarla, gerçekte mubah olan
yiyecekler üzerine yasaklar koyarak dini zorlaştırmanın, Allah'a iftirâ ve büyük
bir suç olduğu belirtiliyor. Müşrikler, bâtıl düşüncelerle, hurâfeci geleneklere
dayanarak Allah'ın güzel nimetlerinden bir kısmını kendilerine haram saymışlardı
(10/Yûnus sûresi, 59-60). Bugün de böyle birtakım geçersiz kıyaslara, akıl
yürütmelerine, tutarsız sözlere dayanarak birçok nimeti haram kılan kimseler
vardır. Âyet, kendi akıllarıyla böyle yasaklar koyan herkesi uyarmaktadır.
Kur'ân-ı Kerim, Allah'ın vahyi olmayan şeyleri Allah'ın vahyi şeklinde
göstermeyi, Allah adına din hükümleri koymayı en büyük zulüm sayar.
Peygamberimiz (s.a.s.) de ?Kim benim üzerime yalan söylerse, (benim
söylemediğim bir sözü ?hadis' diyerek bana atfederek iftirâ atarsa) cehennemdeki
oturacağı yere hazırlansın." buyuruyor (Buhârî, İlm 49-51, Enbiyâ 128, Zühd
72; Müslim, Mukaddime 1-3; Ebû Dâvud, İlm 4, hadis no: 3651; İbn Mâce, Mukaddime
4, hadis no: 30-37; Tirmizî, İlm 8, hadis no: 2796-2798). Bırakın halk
tabakasından câhil kimseleri, hemen tüm vâiz ve hatipler, nice dinle ilgili
kitap yazan âlimler bile, ?Peygamberimiz buyuruyor ki...? diye Rasûlullah'a
isnâd ettikleri hadisin kaynağını belirtmeyi gereksiz görüyorlar. Böylece
sahihlerin yanında nice uydurma sözler Peygamber'e mal edilerek o büyük insana
bilerek veya bilmeyerek, iyi niyetle de olsa iftirâ atılmasının kapıları açılmış
oluyor. Kulaktan dolma bilgiler edinmiş halkın ve hatta nice hoca ve yazarın
dağarcığında o kadar çok sahih zannedilen uydurma hadis vardır ki, şaşmamak
mümkün değil. Peygamber'e isnad edilen bu uydurmalarla dinin temiz kaynağı
bulanmış oluyor. Müslümanlar arası gayr-ı meşrû ihtilâfların, din
anlayışlarındaki uçurumların, haklı veya haksız tekfirlerin temel sebeplerinden
biri Peygamber'e ve dine yapılan bu iftirâlardır. Dinle ilgili konularda yazı
yazanlardan ve konuşma yapan hocalardan sahih ve mûteber kabul edilen
kaynaklarda yer almayan hadislere karşı müslümanların uyanık ve titiz olmaları,
dinlerinin aklanması için, terketmemeleri gereken görevleridir. Özellikle de
kaynaksız ve delilsiz olarak hadis diye sunulan sözlerin ve yazıların kaynağını
ilgili kişiden sormaları ve bu kaynaksız ya da sahih olmayan kaynaklara dayanan
hadislere izin vermeyen bir üslûp ve tavır takınmaları, dine iftirâ suçuna
iştirakten kurtulmak için müslümanların üzerine bir borçtur.

??.Kim Allah'a şirk koşarsa, doğrusu büyük bir
günahla (Allah'a) iftirâ etmiş olur.?
(4/Nisâ, 48) âyetinde olduğu gibi ?şirk' Allah hakkında büyük bir iftirâdır.
Şirkin, en büyük iftirâ ve Allah'a şirk koşarak bu iftirâyı atanların en büyük
zâlimler olduğu unutulmakta, unutturulmakta ve müslümanlar bu büyük müfterîleri
dost sanıp yanlarında yer alabilmektedir. Kendisine, karısına, anasına, nâmusuna
iftirâ atılınca, aslan kesilen/kesilecek olanların, Allah'a en büyük iftirâyı
atanlara karşı sesini çıkarmaması neyle ve nasıl izah edilebilir? Allah'ın
farzlarını geçersiz kabul edenlerin, O'nun yasaklarını kanunlaştırıp
bayraklaştıranların, yani en büyük müfterîlerin yardımcısı ve yardakçısı
olanlar, en azından onlara sessiz kalarak zımnen destek verenler, dünyada rahat
etseler bile, âhiretteki hesaptan nasıl kurtulacaklardır?

Allah'a iftirâ atmanın en çirkin yolunun O'na
şirk koşmak ve şirk koşmanın da en büyük zulüm olduğu (31/Lokman, 13), zâlimlere
az da olsa meyletmenin kişiyi cehenneme götüreceği (11/Hûd, 113) akıldan
çıkarılmamalıdır. Hıristiyan ve yahûdilerin Allah'a oğul nisbet etmeleri ve din
adamlarını rab edinmeleri, Allah'ın şânına yakışmayacak nitelikleri Allah'a
yakıştırarak Allah'a iftirâ attıkları unutulmamalı ve sırf bu sebep bile onların
yanında yer almak, müslümana cehenneme atılmak gibi gelmelidir. Bunun yanında,
televizyon programlarının da etkisiyle Allah için -hâşâ- ?Allah baba? diyen
müslüman çocukları, tanrılaştırılan bazı diri ve ölü insanlar, aşırı yüceltilip
putlaştırılan maddî veya ideolojik güçler, Allah'ın dışında ?en büyük? olduğu
düşünülen veya söylenilen şeyler, popçu ve topçuların tanrılaştırılması, şarkı
sözlerindeki elfâz-ı küfürler, hüküm ve eğitim başta olmak üzere Allah'ı devre
dışı bırakan anlayış ve uygulamaların... hep Allah'a iftirâ olduğu bilinmeli ve
ona göre davranmalıdır.

Allah'a, dinine, kitabına, peygamberine yapılan
iftirâların, kendi nâmusuna atılan iftiradan daha fecî olduğu bilinciyle
öncelikle bunlara tavır alan, yani Allah'ın şânına uygun olmayan hususlardan
Allah'ı tenzîh edip tesbih eden, kendisi müfterîlerden olmadığı gibi, onların
dostu olmaktan da sakınan, dininin onurunu kendi onuru bilen ?aziz? müslümanlara
selâm olsun!

"Budur dehre âdet ki her kâmile / İder nâkıs
olan hezâr iftirâ.

"İftira olduktan sonra, söylenecek söz mü
bulunmaz; erdem bile iftiranın ekmeğine yağ sürer."

"Halâs olmaz cihanda kimse halkın iftirasından."

"İftira, kılıçtan daha zâlim bir silâhtır, çünkü
iftiranın açtığı yaralar hiçbir zaman kapanmaz."

"Bir iftira, başka iftiralar doğurur ve
yerleştiği yerde sonsuza kadar kalır."

"Hiçbir şey iftira kadar yüksek bir hıza sahip
değildir; bu kadar kolaylıkla söylenemez; bu kadar kolaylıkla inanılmaz ve bu
kadar geniş alana yayılmaz."

"İftira kötü köpek gibidir, kaçanın ardından
ürür, pervâsızca yüzüne baktın mı sesini keser."

"İftira, eşek arısına benzer, onu ilk vuruşta
öldüremeyecekseniz, hiç dokunmamak daha iyidir."

"İftira korkunç bir şeydir. Onu yok etmeye
çalışırsanız, kuvvetlenir, canlanır. Kendi haline bırakırsanız, kuvvetini yavaş
yavaş kaybeder, en sonunda yıkılır gider."

"İftiralara en iyi cevap, sessiz kalarak
verilir."

"İnsan iftirayı ancak önem vermemekle yenebilir.
İftira; edileni değil, edeni kirletir."

"Buz kadar lekesiz, kar kadar temiz olsan bile,
iftiradan kurtulamazsın."

"İki yüzlülüğü, dalkavukluğu beceren, iftirayı
da becerir."

"İnsan, genellikle başkalarına sürmek istediği
çamura bulanır."



Sami Şener, Şamil İslâm Ansiklopedisi, c. 3, s.
96-97

Hüseyin K. Ece, İslâm'ın Temel Kavramları, s.
291-293

Abdurrahman Kasapoğlu, Kur'an'da Ahlâk
Psikolojisi, s. 77-78

Mustafa Çağrıcı, TDV İslâm Ansiklopedisi, c. 21,
s. 522-523

Hayati Aydın, Kur'an'da İnsan Psikolojisi, s.
263-264

S. Ateş, Kur'an Ansiklopedisi, c. 2, s. 280-297

Hüseyin K. Ece, İslâm'ın Temel Kavramları, s.
407-409

Mustafa İslâmoğlu, Yahudileşme Temayülü, s.
206-215

Kul Sadi Yüksel, Bu Böyledir, II/441-464

İsmail Kaya, Şamil İslâm Ansiklopedisi, c. 3, s.
93-94

Şamil İslâm Ansiklopedisi, c. 3, s. 327

Hamdi Döndüren, Şamil İslâm Ansiklopedisi, c. 4,
s. 22-23