Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular

Uyarının Fayda Etmediği Kâfirler

Uyarının Fayda Etmediği Kâfirler

Uyarının Fayda Etmediği Kâfirler

Ayette geçen kâfirlerden maksat,
küfrün kalplerinde kök saldığı için iman yeteneğini yitirecek noktaya gelmiş
inatçı inkârcılardır; yoksa genel kapsamıyla herhangi bir küfür içinde olan tüm
kâfirler değildir. İnanmak istemeyen, tüm alıcılarını kapatanlar,
hidayet için gerekli yolları ve arayışları terk edenleri uyarıp uyarmamak,
onlar için aynıdır, farketmez. Yoksa, ayette, bütün kâfirler için uyarı fayda
vermez denilmiyor. Kâfirlerden, İslâm davetini başından beri karşısına alan,
kalplerini hakka, düşünmeye, yani İslam'a kapatanlar; reddetmek bile olsa,
bilinçli olarak reddetmeye yanaşmayanlar kimselerdir. Bunlar, tutumunda ısrar
eden, inatçı bir tavır
takınanlardır. Ne kendisinin, ne de başkasının takınılan tavrın doğruluğu
veya yanlışlığı konusunda herhangi bir düşünce deneyimine veya pratik bir
diyaloğa girmesine müsaade etmeyen kesimdir. Hemen bundan sonra gelen ayette
açıklandığı üzere, kendi tavır ve davranışları yüzünden kalpleri mühürlenen,
gözlerinde perde olan insanlardır. İşte teşvik ve ikazın, korkutmanın fayda
vermediği grup budur. Bunlar, Allah'ın ayetlerini dinlemeye, çağrıldıkları şeyi
düşünmeye hazır değillerdir. Basiretlerini kullanmaya, Allah'ın yüceliğini
takdir etmelerini isteyen etrafını kuşatmış koca kâinat kitabının ayetlerini
okumaya, evreni ibretle incelemeye hazır değillerdir.

Biz, peygamber'in bu grubun hidayete
gelmesi için bir çok defa, değişik vasıtalar ve yöntemler kullanarak insanüstü
bir gayretle çabaladığını, karşılaştığı nankörlük, inkâr, psikolojik ve manevî
komplekslere rağmen bu çabasından geri durmadığını biliyoruz. Peygamber,
İslam'ın ana ilkelerinden hareketle davet eylemini gerçekleştiriyor, bu yolda
her çeşit meşrû vasıtaya başvuruyordu. Hz. Peygamber, bütün insanların, bu arada
yukarıda özellikleri belirtilen inatçı inkârcıların da imana gelmesi ve hidayete
tabi olmasını hırsla istiyordu. Allah, rasülünü teskin etmek için, onun tebliğ
görevini yaptıktan sonra, hidayetin peygamberin elinde olmadığını hatırlatarak
neticenin olumsuz olduğuna üzülmemesi gerektiğini bildirmek için bu ayetleri
indiriyordu. İbn Kesir, bu ayetin bunun üzerine indiğini Abdullah İbn Abbas'tan
rivayet eder. (İbn Kesir, Çağrı Y. 2/180) ?Öyleyse Ey Peygamber, sen kendini
mahvedecek şekilde onların uğrunda hebâ etme. Kendilerine hakkı tebliğ et; yüz
çevirirlerse onlar için üzülme. Yüz çevirmeleri seni mahvetmesin, ümitsizliğe de
düşürmesin. Senin için ancak tebliğ vardır. Hesap bize aittir. Ve sen ancak
bir uyarıcısın' anlamında söyleniyordu: ? O kâfirleri uyarsan da
uyarmasan da (azap ile) onları korkutsan da korkutmasan da müsavidir; çünkü
onlar iman etmezler.? (2/Bakara, 6)

Peygamberimiz, risalet görevini yapmak
için, kalkması ve uyarması/korkutması (74/Müddessir, 2) gerekiyordu. Uyarıya,
yakınlarından, yakın akrabalarından başlaması (26/Şuarâ, 214) gerekiyordu.
?Ey peygamber! Rabbinden
sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu
yapmazsan, O'nun elçiliğini yapmamış olursun.?
(5/Mâide, 67) emrini tüm içtenliği ve
tüm kapsamıyla yerine getiriyordu. Ama, Peygamber'in tüm insanları ateşten
kurtarmak için, kendini harap edecek şekilde çabası, dünyevî açıdan somut bir
sonuç getirmemiş, başarılı netice sağlamamıştır. Çünkü karşısındaki toplum,
tavır ve tutumlarıyla, kalp ve duyularıyla düşünmeye ve inanmaya karşı
kendilerini kilitliyor; kendilerini büyüklük taslama çıkmazına atıyorlardı. Bu
yüzden, uyarının kendilerine fayda etmeyeceğini bildiren ayetler, peygamber'in
onlara karşı konumunu belirliyordu. Artık Peygamber, sonuçsuz kalacağını kesin
bildiği bir çağrıyla zamanını harcamamalı, bu alandaki enerji ve çabasını başka
bir tarafa aktarmalıdır. Davasını, gönlünü bu mesaja kapatmayan başka insanlara
yönelmelidir. Kalplerini imana açan, gözlerini sırat-ı müstakime diken ve
faydalı sözlere kulak veren başka topluluklara çağrıda bulunmalıdır.