Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular

SABİÎLER..

SABİÎLER

SABİÎLER

Kur'ân-ı Kerim'de, yahudi ve hristiyanlarla birlikte zikredilen bir topluluk.

"Şüphesiz iman edenler, yahudiler, hristiyanlar ve sabiîler'den Allah'a, ahiret
gününe iman edenler ve salih amel işleyenlerin Rableri katında mükafatları
vardır..." (el-Bakara. 2/62)[1]

Âyetlerde, sabiûn, şeklinde çoğul kalıbındadır. Müfredi, "sabiî"dir. Âyetlerde
zikredilen sabiîlerin kimler olduğu hakkında müfessirler değişik görüşler ileri
sürmüşlerdir: Sabiîler; hristiyanlar, yahudiler ve mecusîler arasında bir
topluluk olup hiç bir dine sahip değillerdir; Ehl-i kitap olup Zebur'u
okumaktadırlar; Yahudiler ile mecusîler arasında bir topluluktur. Onların dini
yoktur; Sabiîlik diğer dinler gibi bir din olup mensupları sadece "Lailahe
illallah" derler ve hiç bir şekilde ibadet etmedikleri gibi bir kitapları ve
tanıdıkları bir peygamberleri yoktur. Ceziretul-Mevsil bölgesinde yaşarlar;
Meleklere tapınan bir topluluk olup, bir kıbleye yönelerek namaz kılarlar ve
Zebur'u okurlar; Irak taraflarında yaşayan bir topluluk olup, peygamberlerin
tamamına iman ederler, her sene otuz gün oruç tutup, Yemen'e doğru yönelerek
günde beş defa namaz kılarlar.[2]
Fahruddin er-Razî diğer görüşleri zikrettikten sonra sabiîlerin, yıldızlara
tapan bir topluluk olduğu görüşünü doğruya en yakın olarak kabul etmektedir.[3]

Arapçada "sabiî" kelimesi, bir dinden çıkıp başka bir dine giren kimse
anlamındadır. Bunun için müşrikler, Rasûlüllah (s.a.s)'i sabiî diye
isimlendirmişlerdir. Çünkü o, dinlerini reddedip yeni bir dine bağlanmıştı.[4]
Diğer bir görüşe göre sabiî kelimesi, eski bir dine mensup olan topluluğa
verilen isimdir ve Arapça bir kelime olmayıp, aslı "sabî" olan süryanice bir
kelimedir. Kelimenin aslının bu olduğu kabul edilirse, müşriklerin Rasûlüllah
(s.a.s)'e sabiî demelerinin sebebi olarak, onların onu "Lailahe illallah"
demekle sabiilere benzettikleri sonucu ortaya çıkar.[5]
Seyyid Kutup, Bakara süresinin 62. âyetini tefsir ederken şöyle demektedir: "Sabiîlere
gelince onlar, en tercih edilen rivayete göre, bi'setten önce kavimlerinin puta
tapmasından hoşlanmayarak, gönüllerine hitap eden ve samimiyetle
bağlanabilecekleri bir itikat arayan Araplardır. Bunlar tevhid dinini kabul
etmişlerdi ve ilk haniflerin yani İbrahim (a.s)'ın dini üzere ibadet
ediyorlardı. Müşrikler, bu kimselere "Atalarının dininden dönenler" anlamında
sabiîler adını vermişlerdi. Sonradan müslümanlara sabiî demelerinin sebebi
budur"[6]

Bir
rivâyete göre ise Sabî, Hanûh olarak isimlendirilen, İdris (a.s)'ın torunu
Lamek'in diğer bir adıdır. Ve sabiîler adlarını ondan almaktadırlar.[7]
İbnü'l-Esir, Nuh (a.s)'ın gönderildiği kavmin sabiîlerden bir topluluk olduğunu
ve onların putlara tapındıklarını kaydetmektedir. Onların inançlarının temeli
ruhanî varlıklara ibadet etmekti. Bu ruhanîler melâikeler olup, onlar aracılığı
ile Allah Teâlâ'ya yaklaşıldığına inanmaktaydılar. Onlar, her şeyi Allah
Teâlâ'nın yarattığını ve güç, kudret sahibi olduğunu kabul ederlerdi. Onlara
göre insan O'nun zatını kavramaktan acizdir. Dolayısıyla O'na yaklaşmak ancak
ruhanîlerin aracılığıyla mümkün olabilir. Bu ruhanîlere ulaşmak için ise,
onların heykelleri olan yedi gezeğen (ki onlar dünyayı idare ederler)'in
aracılığına başvururlar. Onlardan bir grup, bu heykellerin (gezegenlerin) doğup
battıklarını; gece gözüküp, gündüz kaybolduklarını gördüler ve her zaman bu
heykellerle irtibat kurabilmek için sürekli gözlerinin önünde duracak olan
onları temsil eden putların zarurî olduğuna kanaat getirdiler. Bu putlarla
heykellere (gezegenlere), onlarla da ruhanîlere ulaşabilecekleri ve ruhanîlerle
Allah Teâlâ'ya yakınlık kesbedecek inancı doğdu. Bu ilk putperestliğin ortaya
çıkışıdır.[8]

Zerdüşlükten önce Farslar'ın hristiyanlıktan önce de Rumların tabi olduğu din
sabiîlikti.[9]
Rumların Sabiîler'de olduğu gibi, adlarını yedi gezeğenden alan yedi tane
putları vardı.[10]

Sabiîliğin esas itibarı ile münzel bir din olması muhtemeldir. Ancak zamanla
felsefi ve siyasi etkiler çerçevesinde bozulma ve sapmalara uğramış ve bir
gizlilik, bâtınilik özelliği kazanmıştır. Sabiîler, ilk sabiîler ve sonraki
sabiîler olmak üzere iki kısma ayrılmaktadır. Bu iki ekolün arasında müşterek
oldukları noktalar yanında birbirinden ayrıldıkları noktalar da vardır. İlk
sabiîlik, Hindistan, Eski Mısır, Suriye ve Keldânîlerin tabi oldukları ekoldü.
Eski Yunan ve Rum dinleri de bu inancın bir yansımasından ibarettir. Sonraki
sabiîler, İsrail, İran, Yunan ve Roma gibi değişik kültürlerin tesiri altında
şekillenen süryanî ve Keldânî sabiîleridir,[11]

İslamî döneme kadar ulaşmış olan Harran sabiîleri, dinler tarihiyle uğraşan
İslâm müelliflerinin dikkatini çekmiş ve onların inanışları hakkındaki bilgileri
derlemeye çalışmışlardır. Harran sabiîleri, Şit ve İdris (a.s)'a tabi
olduklarını iddia etmekteydiler. Onlar, herşeyin yaratıcısı ve mutlak hakimi
olarak Allah'ın varlığını kabul ediyorlardı. İnsanoğlunun O'nun Celal ve
Azametine ulaşması mümkün değildir. Bundan dolayı O'na ancak bir takım ruhanî
varlıklarla yaklaşılabilir ve ibadet edilebilir. Ruhânîler, temiz ve azîz
varlıklardır. Cevher olarak, cismâni maddelerden daha mukaddestirler. Onlar,
mekanda hareket ve zaman içinde değişimden münezzehtirler. Bunlara yaklaşmaya
çalışılarak, tevekkül edilir. Gördükleri işler açısından ruhânîler, fiilleri
varetmede onları bir durumdan başka bir duruma getirmede ve mahlûkatı, kemâlâtın
kaynağına ulaştırmada birer vasıtadırlar. Onlar, Allah Teâlâ'dan kuvvet alırlar.
Ve suflî varlıklara feyz akıtırlar. Yedi gezeğen bunların heykelleridir. Her
ruhanînin özel bir heykeli ve her heykelin bir yörüngesi vardır. Ruhanînin o
heykele nisbeti ruhun cesede nisbeti gibidir. Sabiîler, bu ruhanîlere ilâhlar,
heykellere de rabler derler. Onlar bu heykellere ibadet için (ki böylece,
Rablerin rabbı (Allah) na ulaşabileceklerdi) onların özellik ve hassalarına göre
çeşitli ibadet şekilleri tayin ettiler. Ancak, bunlardan bir grup, ruhanîlerin
heykelleri olan gezeğenlerin doğup battıklarını ve gündüzleri gözükmediklerini
gördüklerinde onlara yakınlaşmanın ve ibadet ederek yaklaşmanın mümkün
olabilmesi için gözlerinin önünde sürekli olarak dikili duran ve onları temsil
eden putlar edindiler.[12]

El-Cezire bölgesinde yaşayan sabiîler, yahudi-hristiyan karışımı bir dine
sahiptiler ve vaftizci Yahya hristiyanları olarak adlandırılırlar. Kimilerine
göre bunlar bir yahudi mezhebine mensupturlar ve Hz. İbrahim'in dinine
bağlıdırlar. Bunlara mandeîler denilmekteydi. Kur'ân-ı Kerim'de; yahudilik ve
hristiyanlıktan ayrı olarak zikredilen sabiîler el-Cezire'de yahudi-hristiyan
karışımı bir dine inanan mandeîler olmalıdır. Çünkü Harran sabiîleri, müşrik ve
putperest bir topluluk olarak ilk sabiîlik inancına bağlı kalmayı
sürdürmüşlerdir. Bunların müslümanlarca, ehl-i kitap sayılmaları için bu adı
almış olabilecekleri de muhtemeldir.

Sabiîlerin bir taraftan müşrik, diğer taraftan da ehl-i kitaba benzer bir
görünüm ortaya koymaları, fakihler arasında bunlar hakkında verilecek, hüküm
konusunda ihtilaf doğmasına sebep olmuştur. Bazı fakihler onları müşriklerden
saymış ve kestiklerinin yenmeyeceği ve kadınlarıyla da evlenilemeyeceği görüşünü
benimsemişler; diğer bazılarıysa, onların ehli kitapla aynı muameleye tabi
tutulacağını söylemişlerdir. İmamı Azam, hristiyanlıktan doğan sabiîliği ehl-i
kitaptan kabul etmiştir ki, bunlar İncil okurlar. İmameyn ise sabiîlerin ehl-i
kitap olmadıkları görüşünü benimsemişlerdir. Ancak, yıldızlara tapınan Harran
sabiîlerinin ehl-i kitap olmadıkları hakkında fakihler görüş birliği
içerisindedirler. Ebu Bekr er-Razi, Ahkâmul Kuran isimli eserinde; "Şu zamandaki
sabiîler olarak bilinen topluluk içinde ehl-i kitap yoktur. Aslında ehl-i kitap
olarak isimlendirilen zümre, yahudi ve hıristiyanlardır. Bunların dışında ehl-i
kitap olan bir topluluk yoktur. Ayette de yahudi ve hıristiyanlardan ayrı olarak
zikredildiklerine göre onlarla aynı katogoride değillerdir. Onları ehl-i kitap
sayan fakllıler, mecusîlerin ehl-i kitap sayılması nokta-i nazarından hareket
etmiş olmalılar.[13]

Sabiîler, önceleri el-Cezire'nin kuzeyinde yayılmış bulunmakta olup, merkezleri
eski Harran'daydı. Dini törenlerini süryanice olarak yaparlardı. Abbasilerden
Halife Me'mun onları takibata alarak ortadan kaldırmak istedi. Ancak, düşünce
sahasındaki üstün özellikleri daha sonra müsamaha görmelerine sebep olmuştur.
872 yılında meşhur bilgin Sabit b. Kurra, dindaşları ile dinin esasları
konusunda mücadeleye giriştiği zaman, cemaatten kovuldu ve Harran'dan ayrıldı.
Bağdat'a giderek burada sabiîliğin başka bir kolunu kurdu. Abbasî hâlifelerinden
el-Kahır onlara müslüman olmaları için baskı yaptı. XI. asırda Bağdat ve
Harran'da hâlâ çok sayıda sabiî bulunmaktaydı. XI. asrın ortalarına doğru
Harran'da sabiîlik yok olmuştur. Bağdat'ta ise bu asrın sonuna kadar onlara
tesadüf olunmakta idi. Sabiîlerden İslâmî dönemde, ilmî sahada şöhret bulmuş pek
çok bilgin yetişmiştir.[14]



[1]
Ayrıca bk. el-Maide: 5/69; el-Hac: 22/17.

[2]
Taberî, Camiul-Beyan an Te'vil-i Âyâtil Kur'ân,
Mısır 1969, I, 318-320; İbn Kesir, Tefsirul-Kur'ânil-Azim, İstanbul 1984, I,
148-149.

[3]
Tefsir-i Kebir, II, 105.

[4]
M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'ân Dili, İstanbul
1936, I I,1750.

[5]
Taberî, Tarih, I, 319; İbn Kesir, a.g.e., I, 149.

[6]
Fi Zilalil-Kur'ân, Terc. Kurul, İstanbul 1972, I,
156-157.

[7]
İbnül-Esir, el-Kâmil Fi't-Tarih, Beyrut 1979, I,
62.

[8]
İbnül-Esir, a.g.e., I, 67-68.

[9]
İbnül-Esir, I, 275, 324.

[10]
İbnül-Esir, a.g.e., I, 330.

[11]
M. Hamdi Yazır, a.g.e., II, 1751.

[12]
M. Hamdi Yazır, a.g.e., II, 1753 vd.

[13]
M. Hamdi Yazır, a.g.e., II, 1766-1769.

[14]
B. Carra de Veux.; İA, Sabiîler mad; Ömer Tellioğlu, Şamil İslam
Ansiklopedisi: