Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular

1- Bazı Alimlere Göre Tövbe Anlayışı

1



1-
Bazı Alimlere Göre Tövbe Anlayışı



Gazâlî'ye (ö: 505/1111) göre
tövbe, ilim, hâl ve fiil gibi sırasıyla birbirini gerektiren üç şeyin
birleşmesinden meydana gelen değişmez ilâhî bir sünnettir.

İlimden maksat, günahların ve
büyük zararların, kul ile Allah'ın rahmeti arasında, Allah ile kulu birbirinden
ayıran bir perde teşkil ettiğini bilmektedir. İnsan kalbinde ve zihninde, bunu
böylece kesin olarak kavrayınca, yüce Rabb'ini, yani sevgili Mevla'sını
kaybettiği için bir elem ve acı duyar. Hele kusur ve kabahat kendi tarafında
ise, bu üzüntüsü elem ve ızdırabı daha da artacaktır. İşte Rabb'ini kaybedip
O'ndan uzak kalmasına sebep olan bu kusur ve kabahatından dolayı duyduğu acı ve
çektiği eleme pişmanlık veya nedamet denir.

Bu acı ve elem kalbini ve gönlünü
iyice kapladığı zaman, yeni bir hâl, yeni bir durum ortaya çıkar ki, bu da
şimdiki, geçmiş ve gelecek zamanla alakalı olan bir işi, bir fiili tasarlayıp
kasıt ve niyet etmektir.

Şimdiki zamanla alakası, yapmış
olduğu kabahatı hemen terk edip bırakmaktır.

Gelecek zamanla alakası, kendisini
Rabb'inden ayıran bu kötülüğü veya kabahati ömrünün sonuna kadar asla yapmamaya
azimli ve kararlı olmaktır.

Geçmiş zamanla alakası ise,
kaybettiğini, zararlarını iyilik etmekle veya kâzâ etmekle telâfi etmeye
çalışmaktadır.

İşte ilim burada tövbenin birinci
unsurudur ki, bundan da maksat imân ve yakîndir. Çünkü imân, günahların öldürücü
bir zehir olduğunu akla gösterip kalp ve gönüle tasdik ettirir. Yakîn ise bu
tasdiki daha da kuvvetlendirip şüpheyi ve zannı ondan uzaklaştırarak kalbe onu
tam mânâsıyla yerleştirir. Bu imânın nuru kalpde parladığı an, orada pişmanlık
ateşini yakar. Kalp bu iman nuru sayesinde yüce Rabb'inden ve O'nun sevgisinden
uzaklaştığını anlayınca acı duyar ve elem çeker. Böylece tövbe eden kimsenin
kalbini bu ayrılık ve sevgi ateşi öylesine yakmalıdır ki, bu ateşin verdiği
heyecanla kaybettiğini tekrar elde etmeye yönelsin.

Şu halde ilim, pişmanlık ile
şimdiki ve gelecek zamanda bu işi yapmamaya azimli olmak ve geçmişteki zararı da
telâfiye çalışmak gibi birbirini takip eden üç unsurdur ki, hepsine birden tövbe
denir. Çok kere yalnız geçmişte olan bir işe pişman olmaya tövbe demişlerse de,
ilim onun evveli ve öncesidir; kabahatı, günahı bırakıp terketmek de onun
neticesidir. İşte bu manada sevgili Peygamberimiz, "pişmanlık tövbedir"
buyurmuştur. Çünkü pişmanlık, pişman olmayı gerektirir ve onu neticeye götüren
ilimden ve onu takibeden azim ve irade gücünden uzak olamaz. İlimsiz ve azimsiz
pişmanlık mümkün değildir. Bundan dolayı tövbenin tarifinde "geçmiş hataların
verdiği bir iç sancısıdır" denilmiştir; zira bu, yalnız içteki, gönüldeki acı ve
elemle ilgilidir.

Fahreddin er-Râzî (ö: 606/1209), "Mefatihu'l-Gayb"
adlı tefsirinde el-Keffal'den (ö: 507/1113) naklen tövbe için gerekli olan
şeyleri şöylece sıralıyor: 1- İşlediği bu günah olan işi veya kabahatı terketmek,
2- Geçmişte, yani önceden yapmış olduğu bu işten veya kabahatı terketmek, 3- Bu
günah olan işin veya kabahatin bir benzerine asla bir daha dönmemeye azmetmiş
olmak, 4- Bütün bu şeylerin hepsini bir daha yapmaktan korkup çekinmek. İşte
bunların hepsi tövbe için muhakkak gereklidir." dedikten sonra sebeplerini de
şöyle açıklıyor: "1- Terk şunun için gereklidir, zira kul günah olan o işi veya
kabahatı terk etmezse, yapıyor demektir ki, bu durumda tövbe etmiş olmaz. 2-
Pişmanlık şu bakımdan lüzumludur, çünkü pişman olmazsa, yaptığı işe rızası,
gönlü var demektir. Bir şeye râzı olmak ise, çok kere onu yapmayı
gerektireceğinden yine tövbe etmiş olmaz, 3- İşlediği günahın bir benzerine
dönmemeye kararlı ve azimli olmak şunun için gereklidir, zira yaptığı iş
günahtır, günaha tekrar niyyet edip azmetmek de günahtır, 4- Korkuya gelince, bu
korku insana tövbe etmeyi emreder ve tövbe ederek bu işi kesip atmaktan başka
yol olmadığını hatırlatır. "

İşte Yüce Allah'ın, "Geceleyin
secde ederek ve ayakta durarak boyun büken, ahiretten korkup çekinen ve
Rabb'inin rahmetini dinleyen kimse, inkâr eden kimse gibi olur mu? Ey Muhammed
de ki, bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Doğrusu ancak akıl sahihleri öğüt
alırlar" (ez-Zümer, 39/9) buyruğunu kanaatimizce bu manada anlamak gerekir.