Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular

Kısas ve Hikmeti

Kısas ve Hikmeti


Kısas ve Hikmeti

?Kısas?, sözlükte aynıyla
karşılık vermek demektir. Herhangi bir hakkı dengiyle takas etmek, değiştirmek
anlamına da gelmektedir. Kavram olarak bir suç işleyenin aynı cinsten bir ceza
ile cezalandırılmasıdır. Kanı, aynısıyla ödetmek, bir hakkı misliyle takas
etmektir. Hayat kutsaldır. Hayatı veren Hayy (diri) ve Muhyî (hayat veren)
isimlerinin sahibi Allah, onu alan da Mümît (öldüren) ismiyle yine Allah'tır.
Allah'a ait olan bu hak ve yetkiyi O'nun dışında, O'nun izni ve emri olmadan
kimsenin kullanma hakkı yoktur.
İslâm hukukunun ana
kurallarından biri olan kısas, suçluya, işlediği suç kabilinden ceza vermektir.
Kasden ve haksız yere bir insanı öldüren kimseye hapis cezası vermek, aklın
kabul edeceği bir şey değildir. İslâm'da hapishane yoktur, tutuk evi vardır. Suç
işleyen bir kimse, ya öldürülür, ya para ya da sürgün cezasına çarptırılır;
hapse atılmaz. İslâm'da af da büyük bir yer işgal eder. Suçundan dolayı
öldürülmesi gereken kimse, hak sahibi tarafından affedilirse, cezası paraya
dönüşür. Kısası emreden Bakara, 178. âyetinde bu cihet de ifade edilmiştir.
Meşrû müdafaa yaparken öldürmek
gibi, ilk öldüreni cezalandırmak için öldürmek, yani kısas, hayata kasdetmek
değil; tam tersine hayata hizmettir (2/Bakara, 179).
İslâm'a göre insan öldürmek,
intihar etmek, kana, mala ve ırza (iffete) tecavüz haramdır. Müslümanın canı,
malı, ırzı ve şerefi koruma altındadır. Yine müslümanın müslümana hakareti,
alay etmesi, ona karşı kibirlenmesi, ona eliyle ve diliyle zarar vermesi de
helâl değildir.
Bir kimse, birini öldürür veya
bedenine zarar verirse; İslâm bunun cezasının verilmesini öngörür. Hem insan
haklarının korunması, hem toplumun huzurunun sağlanması, hem de kin ve nefret
duygularının azalması için buna ihtiyaç vardır. Karşılığı verilmeyen suçlar,
sahibini daha da azdırır.
Allah'ın insana verdiği en
kutsal şeylerden biri de hayattır. Hayatı sona erdirme hakkı da sadece onu veren
Allah'a aittir. Hiç kimse haksız yere bir cana kıyamaz. Allah (c.c.) haksız yere
cana kıyanlara ve insanların bedenlerine zarar verenlere belli cezaların
verilmesini emrediyor. Kur'an-ı Kerim diyor ki: ?Bu nedenle, İsrâiloğullarına
şunu yazdık: Kim bir nefsi, bir nefse ya da yeryüzündeki bir fesada karşılık
olmaksızın (haksızca) öldürürse, sanki bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim
de onu (öldürmesine engel olarak) diriltirse, bütün insanları diriltmiş gibi
olur?.? (5/Mâide, 32) Görüldüğü gibi bir insanı haksızca öldürmek bütün
insanları öldürmek kadar ağır bir suçtur. Böylesine büyük bir suçun cezası da
kendi cinsinden olmalıdır. Bu, adâletin gereğidir.
Bir kimsenin hayatına
saldıranın, bunu hayatıyla ödemesi, bir kimsenin bedenini yaralayanın, kendi
vücudunda bunun karşılığı kadar zedelenmeye uğraması gerekir. Bu insana ve onun
haklarına bir saygıdır. Devletin, mahkemenin katili affetmeye hakkı yoktur.
Vârisleri dışında öldüreni affetmek, ölenin hakkına tecavüzdür. Kur'an,
öldürenin (katilin) bağışlanmasını tavsiye ediyor. Ancak bu af yetkisi yalnızca
ölenin yakınlarına aittir. Onlar dilerlerse af ederler, dilerlerse diyet (kan
bedeli) alırlar. Ama affetmezlerse, suçlunun cezası verilmelidir. Bu cezayı da
ancak müslümanların işlerini yürüten yetkililer yerine getirebilir.
Kısas, Kur'an'ın tespit ettiği
bir cezadır. Peygamberimiz bunu hem uygulamış hem de tavsiye etmiştir. Bütün
İslâm âlimleri bu konuda fikir birliği (icmâ) etmişlerdir. Akıl yönünden de bu
cezanın gerekliliği ortadadır. Bir tarafta suçlu, öbür tarafta ise haksızlığa
uğrayan taraf vardır. Suçlunun ceza alması, haklının da hakkının ödenmesi
gereklidir. Bu konuda Kur'an-ı Kerim şöyle diyor: ?Ey iman edenler!
(haksızca) öldürülenler hakkında size kısas yazıldı (farz kılındı). Özgüre karşı
özgür (hüre karşı hür), köleye karşı köle, kadına karşı kadın. Ancak her kimin
kardeşi (öldürülenin vârisi) tarafından bir miktar bağışlanırsa artık (taraflar)
haklarına râzı olmalı ve öldüren ona (gereken diyeti) güzellikle ödemelidir. Bu
söylenenler Rabbinizden size bir hafifletme ve rahmettir. Her kim bundan sonra
hakkına râzı olmazsa onun için elem verici bir azap vardır. Ey akıl sahipleri,
kısasta sizin için hayat vardır. Umulur ki suç işlemekten sakınırsınız.?
(2/Bakara, 178-179) 5/Mâide sûresinin beşinci âyetinde ise, ?cana can, kulağa
kulak, göze göz, buruna burun, dişe diş karşılığı kısas olduğu?
bildirilmektedir.
Günümüzde kimileri kısas
cezasını ağır bulurlar ve karşı çıkmaya çalışırlar. Kısas, dengiyle karşılık
vermektir, yani adâleti yerine getirmektir. Üstelik katilin vârislerine af etme
veya diyet alma yetkisi de verilmiştir. Hatta bunu Kur'an, teşvik eder. Asıl
haksızlık bu cezaların kaldırılması, ölenin yakınlarının haklarının, kendilerine
sorulmadan ellerinden alınmasıdır. Kim hangi yetkiyle öldürülenin vârislerinin
bu hakkını ellerinden alıyor? Katile ceza vermemek, bir başkasının hakkına
saldırıdır. Aynı zamanda ölenin vârislerinin intikam duygularını kabartır.
Nitekim bir çok yerde, katillere hak ettiği ceza verilmediği için ölünün
yakınları, kendileri ceza vermeye kalkıyorlar ve kan dâvâları sürüp
gidiyor.
Öldürenin yaşama hakkı
öleninkinden daha kutsal değildir. Kısasta insanlar için hayat vardır (2/Bakara,
179). Hem ahlâk yönünden, hem sosyal barış yönünden, hem caydırıcılık yönünden,
hem de merhamet yönünden en tutarlı yoldur kısas. Allah, insanları bu konuda
akıllı davranmaya çağırıyor. Kötülüğün cezası, yapılan kötülük kadardır. Ancak
affedip barışma yolunu seçenlere Allah mükâfat verecektir (42/Şûrâ, 40).
İslâm'da, bir yanağına vurana öbür yanağı da çevirmek yoktur. Ne zulmetmek
vardır, ne de zulme uğrayınca sessiz kalmak. Kur'an-ı Kerim, haklının hakkını
ortaya koyduktan sonra, hak sahibini affetmeye çağırır. Bu da tam bir dengedir.
Kısas cezasını uygun gören
bizzat Rabbimizdir. Her şeyi bilen Rabbimiz insanlar hakkında şüphesiz en
hayırlısını bildiğinden ona göre hükmeder. Kimin hak sahibi olduğunu en iyi O
gösterir. Doğruyu ve yanlışı O'ndan daha iyi kim bilebilir? O'nun hükmüne karşı
çıkanlar ya bilgisiz câhiller, ya da çok cür'etli kibirliler veya art niyetli
İslâm düşmanlarıdır. Onlar Allah'ın Rabliğini ve merhametini yeterince
bilemeyenlerdir.
Kısas cezasının uygulanması
için birtakım şartlar aranır. Bunların başlıcalarını şöyle sayabiliriz:
a- Kısas, cinâyeti/ suçu kim
işlemişse ona uygulanır.
b- Kısası ancak İslâm devleti
yetkilileri, müslüman otorite sahipleri yerine getirir. Başka birisi veya başka
topluluk bunu yapamaz.
c- Bir cinâyeti bir kaç kişi
işlemişse, kısas hepsine uygulanır.
d- Cinâyetin işlendiği tam
kesin olmazsa, şüphe varsa, bu durumda kısas uygulanmaz.
e- Suçlulara bu ceza
uygulanırken makamlarına göre ayrım yapılmaz. Cezasını çekme konusunda halk ile
devlet başkanı arasında, zenginle fakir arasında fark yoktur.
f- Suçun kasten, yani bilerek
işlenmesi gerekir. Hatalı öldürme ve yaralamalarda başka cezalar uygulanır.
g- Öldürülenin vârisleri veya
yaralananın kendisi ?diyet' isterse veya affederse, kısas uygulanmaz.
h- Kısas, kendi dengine göre
uygulanır, aşırıya gidilmez.
İslâm'ın bütün hükümlerinde ve
ölçülerinde insanlar için hayırlar ve faydalar vardır. Kimi câhiller bunu
görmese de bu böyledir. Çünkü O, yerin ve göklerin sahibi Allah'ın
dinidir.
Yaralamalara ve organlara
verilecek zararlara karşı, onların dengi bir ceza, yani bir diyet uygulanır.
Göze göz, kulağa kulak demenin, anlamı, gözün aynen çıkartılması, kulağın aynen
kesilmesi değil; onların bedellerinin günün şartlarına uygun olarak diyet
şeklinde verilmesidir.
İnsanlar arasında adâlet, ancak
Allah'ın koyduğu hükümlerin uygulanmasıyla sağlanır. İnsan, toplum, hayvan ve
çevre haklarının garantisi, ilâhî hükümlerdir. Bu hükümlere yüz çevirenler, hem
gerçek adâletten, hem de herkese ait hakları gereği gibi yerine getirmekten
mahrum kalırlar. Adâletten mahrum kalmanın sonucu ise zulüm, baskı, ezilme,
horlanma ve hakkını alamama gibi kötülüklerdir. (3)
Kısas hükmü, bazılarına çok
ağır bir ceza gibi gelse de ülü'l-elbâb/akıl sahipleri kabul ederler ki, bu
adaletin gereğidir, kangren olmuş bir uzvun kesilmesiyle vücudun kurtarılmasının
sağlanması gibi, hayat sağlayan bir yaptırımdır. Çünkü kısas, dini veya nefsi
müdafaa gibi meşrû bir sebep olmadan bir adamı zulmen öldürenlere uygulanır.
Birisinin yaşama hakkını yok yere, kaba gücüne dayanarak elinden alan kimseye,
kendisinden daha güçlünün var olduğunu bildirmek, onun da elinden hayat hakkını
almak lâzımdır. Birisini haksız yere öldürdüğü takdirde kendisinin de
öldürüleceğini bilen insan, kimseyi öldürmeğe cesaret edemez. Böylece toplumda
öldürme olayları çok azalır. Arada sırada gözü dönmüş katiller çıkarsa, onlar da
Allah'ın kanunuyla ortadan kaldırılınca topluma tam bir huzur havası egemen
olur. Sonra zâlimler öldürülünce mazlum olarak öldürülen kimsenin yakınlarının
kalbinde kin ve intikam hissi kalmaz. Hak yerini bulacağı için, fertler intikam
hissine kapılıp kendileri ceza vermeğe kalkmazlar, kan dâvâları olmaz. Belki
birkaç yılda bir kişi kısas olarak öldürülür ama, kendisinin kısas yapılarak
öldürüleceğini düşünen kimse, başkasını öldürmeye kalkmaz, toplum yaşar. Her gün
yüzlerce insanın çeşitli cinayetlere kurban gitmesi yerine saldırgan bir insanın
öldürülerek toplumda güvenin sağlanması daha iyi değil midir? (4)
?Ey akıl sahipleri! Kısasta
sizin için hayat vardır. Umulur ki, prensiplere uyar da kendinizi
(kötülüklerden) korursunuz.? (2/Bakara, 180) ?Kısasta hayat vardır? sözü,
gerçekten îcaz bakımından mûcizevî özellikler taşıyan ve çok dikkate değer bir
ifadedir. Çünkü kısas tatbik edilirse bir kişinin öldürülmesiyle pek çok
kimsenin yaşaması sağlanır, kan dâvâları böyle önlenir. Bir insanın hayatına
kast eden zâlimi affetmek için, öldürülen mazlumun hakkını gasb etmek, merhamet
ve insanlık değildir. Toplumun hakkını ferdin affetmesi mümkün olmadığı gibi,
bir ferdin hakkını da toplum veya onlar adına düzenlerin affetme hakkı ve
yetkisi yoktur. Katilin toplum veya kanunlar tarafından affedilmesi veya
Allah'ın koyduğu cezanın dışında hafif cezalara çarptırılması, merhamet değil;
zulümdür. Mazluma karşı, onun yakınlarına karşı, insanın yaşama hakkına, can
emniyetine ve dolayısıyla insanlığa karşı bir zulümdür. Toplumun ve düzenlerin
görevi, hak sahiplerinin haklarını korumaktır; başkasının en temel haklarından
birini ihlâl edeni kurtarmak için bahane aramak değil.