Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular

Düşmanlık ve Dostluk; Tevhidin Gereğidir, İmanın Dışa Yansımasıdır

Düşmanlık ve Dostluk

Düşmanlık ve Dostluk; Tevhidin Gereğidir, İmanın Dışa Yansımasıdır

Düşmanlık ve
dostluk, ?Lâ ilâhe illâllah?ın ayrılmaz bir özelliğidir. Dinin temeli ve özü
olan bu kelime, aynı zamanda dost ve düşmanlığı da belirler. Dostluğun temeli
sevgi, düşmanlığın temeli buğz ve kindir. Din de sevgi ve buğzdur; kabul ve
reddir. Bundan dolayı, kâfirlerle dostluk; Allah'ın dostluğunu kaybettiren,
O'nunla ilişiğinin kesilmesini gerektiren (3/Âl-i İmrân, 28) büyük bir suç
olduğu gibi, dalâlettir/doğru yoldan sapmaktır (60/Mümtehine, 1), zâlimlerden
olmaktır (9/Tevbe, 23; 60/Mümtehine, 9) ve kâfirler safına geçmek, ?onlardan
olmak?tır (5/Mâide, 51). Allah'a düşmanlık yapanları, Allah'ın düşmanlarını dost
kabul etmek; Allah'ın düşmanlığını kazanmak ve imanı küfre değişmektir.
Kâfirleri düşman kabul edip onlardan uzak durmak, İslâm akîdesinin bir
parçasıdır. ?Tâğutu reddetmek, onu inkâr etmek? olmadan Allah'a iman,
yeterli değildir, eksiktir, insanı kurtarmaz. ?Kim tâğutu reddedip Allah'a
iman ederse, o kesinlikle kopması mümkün olmayan sapasağlam bir kulpa
sarılmıştır.? (2/Bakara, 256) Tâğuta küfretmeyen, yani onu inkâr edip
reddetmeyen kimse, asla mü'min olamaz. Tâğut ise, Allah'tan başka, O'na
alternatif olarak ortaya konan düşünce, hayat görüşü, sistem, kişi veya
şeytanlardır. Allah'ın dışında ve O'na rağmen uyulan, kendisine tâbi olunan,
arzulanan, ya da kendisinden çekinilip korkulan her şeydir.
Kişi, tevhid
kelimesini gönülden benimseyip diliyle ikrar etmekle, câhiliyye ve şirk
inançlarının tümünü reddettiğini, şuurlu bir şekilde onlardan uzaklaştığını
göstermektedir. Aynı şekilde, tevhidi benimsediği için, artık câhiliyye
insanından, her çeşit müşrikten de sevgi, bağlılık, itaat ilişkilerini koparması,
yani onlara dostluk sayılabilecek davranışlardan kaçınma sözü vermiş olmaktadır.
O, kendi safını ve cephesini belirlemiş olmaktadır. Allah'ın ve O'nun
sevdiklerinin tarafını tuttuğu için; kâfirlerden yüz çevirmek ve onlarla
ilişkiyi kesmek zorunluluğu hissedecektir. ?Onun için sen zikrimize (Kur'an'a)
iltifat etmeyip sırt çeviren ve dünya hayatından başka bir şey istemeyenlerden
yüz çevir.? (53/Necm, 29)
Sonra, örnek
gösterilen İbrâhim (a.s.)'i rehber edinip onun mirasına sarılacaktır. ?Bir
zaman İbrâhim, babasına ve kavmine demişti ki: ?Ben sizin taptıklarınızdan
uzağım. Ben yalnız beni yaratana taparım. Çünkü O beni doğru yola iletecektir.
Bu sözü, ardından geleceklere devamlı kalacak bir miras olarak bıraktı ki
insanlar (dinine) dönsünler.? (43/Zuhruf, 26-28) Ve, müşriklerle muvahhidler
arasındaki kesin ayrılık, uzaklaşma ve safları belirleyen yol işaretleri: ?De
ki: ?Ey kâfirler! Tapmam, sizin tapmakta olduklarınıza... Sizin dininiz size,
benim dinim bana!? (109/Kâfirûn, 1-2, 6) ?Onlar seni yalanlarlarsa de ki:
?Benim işim bana, sizin işiniz de size aittir. Siz benim yaptığımdan uzaksınız;
ben de sizin yaptığınızdan uzağım!? (10/Yûnus, 41)
Ve birkaç
hadis-i şerif: ?Kim müşriklerle bir arada toplanır ve onlarla beraber
oturursa, o da onun gibidir.? (Tirmizî, Siyer 40) ?Müşriklerle birlikte
yaşamayın ve onlarla birlikte bir arada bulunmayın. Kim onlarla birlikte yaşar
veya bir arada bulunursa o durumda o Bizden değildir.? (Hâkim, Müstedrek
2/141) ?Ben, müşriklerin arasında ikamet
eden her müslümandan uzağım!? ?Ey Allah'ın rasûlü!
Neden?? diye sordular. O da şöyle buyurdu: ?Çünkü ateşleri (müslümanla
müşriklerin ateşleri) birbirinden ayırt edilmez.? (Ebû Dâvud, Cihad 95;
Nesâî, Kasâme 27; Tirmizî, Siyer hds no: 1654)
Zaten bu
uzaklaşma, ayrılık ve safları belirleme olmasa, kâfirlere karşı nasıl cihad
edilecektir? ?Ey Peygamber! Kâfirlere ve münâfıklara karşı cihad et, onlara
karşı sert davran. Onların varacakları yer cehennemdir. O ne kötü bir varış
yeridir!? (9/Tevbe, 73) Zihninde ve davranışlarında onlardan ayrılamamış,
ilişkilerini ve bağlarını koparamamış bir kimse, eliyle onların zulümlerini
nasıl engelleyecek, onların fitnelerini durdurmak için onlarla nasıl
savaşacaktır? ?Fitne ortadan kalkıncaya ve din tamamen Allah'ın oluncaya
kadar onlarla savaşın.? (8/Enfâl, 39)
İslâm'da,
düşmanlarımız olan her çeşit kâfirle cihadın amacı, yeryüzünde bir tek Allah'a
ibâdeti ve O'nun hâkimiyetini sağlamaktır. Şeriatını üstün kılmak, kulları
kullara kulluktan kurtarıp Allah'a kul olma hürriyetine ve mutluluğuna
kavuşturmaktır. Beşerin sahte ilâhlığından ve zulümlerinden kurtarıp bir tek
olan Allah'ın ulûhiyetine eriştirmek, O'nun hâkimiyeti altına sokmaktır. Cihadın
bir başka hedefi de, yeryüzündeki müstaz'afları, ezilen ve sömürülenleri
kurtarmaktır. ?Size ne oluyor da Allah yolunda ve ?Rabbimiz! Bizi, halkı
zâlim olan bu şehirden çıkar, bize tarafından bir sahip gönder, bize katından
bir yardımcı yolla' diyen zavallı erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda
savaşmıyorsunuz? (Buna, böyle bir dâvete uymayıp savaşmamaya hakkınız yok!)?
(4/Nisâ, 75)
Allah'tan
başka ilâh olmadığına dair şehâdetin ve tanıklığın gerçekleşmesi için, kişi
sevdiğini sadece Allah için sevecek, buğzettiğine de Allah için buğzedecektir.
Dost ve velî edindiği kimseyi Allah rızâsı için dost edinecek, düşman kabul
ettiklerini de, onlar Allah'a karşı oldukları için düşman tanıyacaktır. Müslüman,
Allah'ın sevdiklerini sevecek, O'nun gazab ettiklerine, buğzettiklerine de
buğzedecektir. Nerede bulunursa bulunsun, her çeşit kâfire düşmanlık gösterecek,
onun velâyetini tanımayacaktır. Bu kâfir, en yakını/akrabası bile olsa, onu dost
kabul edip sevemeyecektir.
Rasûlullah (s.a.s.)
buyurmuştur ki: ?İman ipinin (kulpunun) en güçlüsü, Allah için dostluk ve
Allah için düşmanlıktır. Yine Allah için sevmek ve Allah için nefret duyup
buğzetmektir.? (Mişkâtu'l-Mesâbih, hadis no: 5014; Süyûtî, el-Câmiu's-Sağîr,
1/69, Taberânî, El-Kebîr)
İbn Abbas
şöyle der: ?Kim Allah için sever, Allah için buğzeder ve Allah için dostluk ve
velâyet yetkisini kullanır, Allah için düşmanlık beslerse, o kimse bu yaptıkları
sâyesinde gerçekten Allah'ın dostluğuna erişir (Allah'ın dostluğunu, velîliğini
kazanmış olur). Bir kimse de, bu nitelikleri taşımadığı sürece, ne kadar çok
namaz kılıp oruç tutsa da, imanın hazzına ve tadına erişemez. Çünkü böyle
insanlarla olan kardeşliğini (münâsebetini) sırf dünya ilişkilerine bağlamıştır.
Böyle bir hal ise kişiye asla hiçbir şey kazandıramaz.? (Hilyetü'l-Evliyâ,
1/312)
Mü'min, bazı
dünyevî ilişkiler kurmak, alış-veriş yapmak mecbûriyetinde de olsa, yardımlarını
da görse, hâkimiyetleri altında da bulunsa, tüm kâfirleri sevilen dostlar
edinmeyecektir. Kâfirleri düşman kabul etmek, bazı görevleri yerine getirmeyi
zorunlu kılar. Onları düşman kabul eden kimse, kâfir ve münâfıkları taklit
edemez, onlara benzeyemez. Onlara benzeyen, onları yüceltmiş, onlardan olmuş
olur (Tirmizî, hadis no: 2696). Mü'min, zelîl olduğuna inandığı kâfirleri,
onlara karşı davranışlarıyla bilfiil aşağılarda tutmağa çalışacaktır. Bu sebeple
onların ticarî kurumlarını boykot edecek, siyasî kadrolarını onaylamayacak,
onları yönetici olarak kabul etmeyecek, onların câhilî kültür veren kurumlarına
karşı çıkacaktır. Mü'minin düşmanlığını isbat edebilmesi için, onlardan
korkmaması gerekir. ?...Eğer iman
ediyorsanız onlardan korkmayın; Benden korkun.?
(3/Âl-i İmrân, 175) Onlardan korkuldukça onları fiilen zelîl/aşağılık görmek
mümkün değildir. Mü'min bilir ki, Allah istemedikçe bütün kâfirler bir araya
gelse kendisine en küçük bir zarar veremezler. O yüzden korkulmaya lâyık zat,
tüm güç ve kuvveti elinde bulunduran Yüce Allah'tır. Düşman olmak, zarûretin
dışındaki beraberliğe engeldir. Bir mü'min, onların emrine girip onların
hizmetinde çalışmayı çok çirkin görüp reddedeceği gibi; kendi kurumlarında da
onları çalıştırmayacaktır. Diğer kuruluşlarda görev alarak yüceltilmelerine
kalben rızâ göstermeyecektir.
Hz. Ömer'in
Hîre'li bir gencin iyi yazı bildiğini söyleyip onu kâtip olarak istihdam
etmesini tavsiye edenlere: ?Müslümanlardan başkasını kendime dost mu edineyim??
dediği ve bunu şiddetle reddettiği rivâyet edilir. (İbn Kesir, Tefsir, 1/398)
Bir
hıristiyanı memur kadrosuna alan vâlilik görevinde bulunan sahâbi Ebû Mûsâ
el-Eş'arî'ye halife Hz. Ömer çok sert bir şekilde: ?Canı çıkasıca adam! Yanında
çalıştıracak bir mü'min bulamadın mı?? diye azarlamıştır. Ebû Mûsâ el-Eş'arî:
?Yâ Ömer! Onun dini kendisine, işbirliği bizedir. Bundan ne çıkar?? deyince,
Hz. Ömer şöyle cevap vermiştir: ?Hayır, yanılıyorsun! Allah'ın küçülttüklerini
biz yüceltemeyiz. (Sen de yapma!)? (Beyhakî, es-Süneu'l-Kübrâ, Kitâbu
Âdâbi'l-Kadı, 10/127; İbn Teymiyye, Sırât-ı Müstakîm, s. 50; Fahreddin Râzi,
Mefâtihu'l-Gayb, 3/611)
Aynı
şekilde, Hz. Ömer (r.a.), vâli Ebû Hüreyre (r.a.)'ye de bir mektup yazıyor ve
diyor ki: ?...Müslümanların işleriyle ilgili bir işte sakın müşrik ve putperest
kimselerden yararlanma. Müslümanlara ait işlerle bizzat kendin ilgilen. Çünkü
sen onlardan birisin. Diğer taraftan Allah seni onların yüklerini sırtlamanla
görevli kılmıştır.? (İbn Kayyım, Ahkâmu Ehli'z-Zimme 1/212) ?...Allah kâfir
olanların sözünü alçalttı. Allah'ı sözü ise (zaten) yücedir. Çünkü Allah daima
üstündür, hikmet sahibidir.? (9/Tevbe, 40) ?Kim izzet ve şeref istiyorsa
bilsin ki izzet ve şerefin hepsi Allah'ındır...? (35/Fâtır, 10)
?...İzzet, üstünlük ancak Allah'ın, Peygamberinin ve mü'minlerindir.? (
63/Münâfıkûn, 8) ve yine bkz. 4/Nisâ, 138-139; 10/Yûnus, 65.

Düşmanlara
en azından buğz etmek imanın gereğidir. ?Sizden biriniz bir kötülük gördüğü
zaman onu eliyle değiştirsin. Buna gücü yetmezse diliyle (onun kötü olduğunu
söyleyip kötülüğü yasaklayarak) onu değiştirsin. Buna da gücü yetmezse kalbiyle
buğzetsin (o işten nefret ederek, kötü görsün). Bu sonuncusu, imanın en zayıf
derecesidir.? (Müslim, İman 20) Hadisin başka bir rivâyetinde, kalbiyle
buğzetmeyen için ?bundan sonrasında hardal tanesi kadar iman yoktur?
denilir. Düşmana şirin gözükmeye çalışmak, bizden hoşnutluğunu önemsemek, onlara
dost gibi davranmak, onları taklit etmek, hele destek olmak, onların yıkılası
sömürü düzenlerinin çarklarını döndürmek gibi ilişkilerin iman ve küfürle
irtibatı değerlendirilmelidir. Kâfirlere niye selâm verilmez? Çünkü selâm, hayır
duâdır, barış demektir, iyi ilişkiler içinde olmanın simgesidir, yani dostluk
alâmetidir. Düşmana dostluk göstermek câiz olmadığından her çeşit kâfire (zarûri
durumların dışında) Allah'ın selâmı olan ?es-selâmü aleyküm? denilmez. İslâm'ı
birinci tehlike ilân edenlere, Allah'ın hükmüne ve dinine savaş açanlara nasıl
davranılması gerektiği, bir din seçme kadar önemlidir.
Her din ve
ideolojinin dostluk ve düşmanlık anlayışı kendine hastır: Komünizmin,
enternasyonalizmin, hümanizmin dost-düşman anlayışı kendi bâtıl dinleri, yani
ideolojileriyle ilgilidir. Kendi yoldaşları onlar için sınır tanımaz dost; kendi
ulusu, farklı ideolojiye mensupsa düşmandır. Nâzım Hikmet'in deyişiyle ?Vatanım
rûy-ı zemîn, milletim nev-i beşer? anlayışı. (Müslümanın vatanı, İslâm'ın hâkim
olduğu yer, yani dâru'l-İslâm; milleti, bütün Muhammed ümmeti, yani tüm
müslümanlar olmalı.) Batı dünyasının ve özellikle ABD'nin dostluğu düşmanlığı
yok, çıkarları, ülke menfaatleri vardır. Ama, bununla beraber, onları bizden ve
hatta onlardan iyi tanıyan Rabbimiz'in hükmü: ?Onların milletine/dinine
uymadıkça yahûdiler de hıristiyanlar da senden asla râzı olmayacaklardır.?
(2/Bakara, 120). Batıyı örnek almaya çalıştığı halde ne batılı olabilen ne
doğulu kalabilen ülkelerdeki dostluk-düşmanlık anlayışı da kaypak mı kaypaktır.
Tarih kitaplarına bile bu renksiz ve kimliksiz bakış yansır. ?Düşmanlar, ülkeyi
işgal etti, düşmanlar şunları yaptı...? Ama, düşmanların kim olduğu net
değildir. Kurtarıcılar, ülkeyi düşmanlardan kurtardılarsa, düşmanların işgal
ettiğinde uygulayacakları kanun, ahlâk, eğitim vb. icraat niye onlardan daha
katı ve baskıcı şekilde uygulanır ve İslâm birinci tehlike ve büyük düşman ilân
edilir? Bu kimliksiz yaklaşım, hangi ülkelerle dost, hangileriyle düşman
olunduğu belli olmayacak zigzaglar çizen tavırları getirir... Irkçı
milliyetçilere göre dostluğun ölçüsünü kan belirleyecektir. Düşman da başka
ırklardır: ?Türk'e Türk'ten başka dost yoktur!?, ?her şey Türk için, Türk'e
göre, Türk tarafından!?, ?Tanrı Türkü korusun!?
Mü'min için
ölçü nettir: Allah için sevgi, Allah için buğz; Allah için dostluk ve Allah için
düşmanlık. Dost, gerçek Velî'ye, ölümsüz Dost'a bizi yaklaştıran; düşman da,
bizi O'ndan uzaklaştırandır. Allah'ı gerçek anlamda ?tek dost? kabul eden, hiç
O'nun düşmanlarını, O'na dost olamayanları sevebilir mi?! ?Ey iman edenler!
Sizden kim dininden dönerse (bilsin ki) Allah, sevdiği ve kendisini seven,
mü'minlere karşı alçak gönüllü (şefkatli), kâfirlere karşı onurlu ve zorlu bir
toplum getirecektir. (Bunlar) Allah yolunda cihad ederler ve hiçbir kınayanın
kınamasından korkmazlar (hiç kimsenin kınamasına aldırmazlar). Bu, Allah'ın
dilediğine verdiği lütfudur. Allah'ın lütfu ve ilmi geniştir.? (5/Mâide, 54)
?Muhammed Allah'ın rasûlü/elçisidir. Beraberinde bulunanlar da kâfirlere
karşı çetin (şiddetli), kendi aralarında ise merhametlidirler...?(48/Fetih,
29)
Günümüz
müslümanlarının önemli bir kesimi, dostluk ve düşmanlıktaki ölçüyü unutup farklı
görüşteki müslümanlara düşman gibi davranıp onları itiyor; kendilerine şimdilik
dokunmayan ılımlı kabul ettikleri kâfirlere sempati besleyerek dost gibi
yaklaşabiliyor. İctihadî yorumlar ve göreceli doğrular, grup taassubundan dolayı
mutlak doğru kabul edilip farklı müslümanlara düşmanca tavırlar, şiddetli
eleştiriler, hatta haksız tekfirler ve onlarla dostluğa tenezzül etmemeye varan
bağnazlıklar sergilenebiliyor. Bütün müslümanlarla samimi olmayabiliriz; ama
samimi olduklarımız, mutlaka samimi müslümanlardan olmalı. Bütün kâfirlerle
ilişkimizi koparmayabiliriz, ama onlarla gönül dostu olmamız onlardan olmak,
onların dinine girmek kabul edilmeli. Dost, imandaştır, gönüldaştır, fikirdaştır
çünkü. ?Kişi, dostunun dini üzeredir.?
(Tirmizî, Zühd 45; Ahmed bin Hanbel, 16/178). Ve
dostluk, sevgi kuru bir iddia değil;
Allah'a dost
olmak, Allah'ı sevmek, davranışla isbatlanmadıkça, kuru bir iddiadan, insanı
kurtarmayan bir avuntudan ibarettir. Allah'la ve müslümanlarla dost olduğumuzu,
dillendirmekten öte davranışımızla göstermeliyiz. ?Rasûlüm!) De ki: ?Eğer
Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı
bağışlasın.? (3/Âl-i İmrân, 31) Düşmanlık da
dostluk da; bedeli olan, ispatlanması gereken bir bağlılık ya da red; ilişki;
veya bağları koparmaktır. ?Allah size imanı sevdirmiş ve onu gönüllerinize
süslemiş, sindirmiştir. Küfrü, fıskı ve isyanı da size çirkin göstermiştir. İşte
doğru yolda olanlar bunlardır.? (49/Hucurât, 7) ?Hep birlikte Allah)'ın
ipine (Kur'an'a, İslâm'a) sımsıkı yapışın; parçalanmayın. Allah'ın size olan
nimetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşman kişiler idiniz de O,
gönüllerinizi birleştirmişti ve O'nun nimeti sâyesinde kardeş olmuştunuz. Yine
siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi O kurtarmıştı.?
(3/Âli- İmrân, 103)
Sevgi ve
dostluğun gerekleri vardır. Bunları şöyle sayabiliriz: Allah için yardım, ikram,
saygı, gerek kalple ve gerek dış görünüş ve tavırlarla kişinin sevdiğiyle
beraber olması. Hayatın zorluklarına ve kâfirlerin baskılarına karşı ona destek
olup moral vermek, onu küfre ve kâfirlere karşı güçlü ve hâkim kılmak,
üzüntüsüne ve sevincine ortak olmak. Allah'ı sevmek ve Allah'la dost olmak
demek; Allah'ın dostlarını sevmek, onlara yardımcı olmak, onların yanında yer
almak, Allah'ın dinine yardım etmek demektir.
Allah için
düşmanlığın da gerekleri vardır: Kalben buğz edip Allah için tavır alarak
düşmanlığı açık ve net bir şekilde ortaya koymak; meselâ Allah düşmanlarına
karşı cephe almak, onlarla cihad etmek, onlarla (hayatî ve zarûri olan
durumların dışında) tüm ilişkilerini kesip uzak durmak, kalben muhabbet
göstermediğini davranışlarına yansıtmak. Onları emîn/güvenilir görmemek (3/Âl-i
İmrân, 75), onlara benzememek, onlara güler yüz göstermemek, samimiyet kurmamak,
onlara ikramda bulunmamak, onların zulümlerine destekçi olmamak, onlara saygı
göstermemek, onları güzel sıfat ve lâkaplarla isimlendirmemek, onlarla birlikte
oturmamak. Kâfirlere şirin gözükmek için onlara müdâhane/yağcılık yapmamak,
kendisine gerici gibi yaftalar vurmasınlar diye onlara şirin gözükmeye
çalışmamak, onları sırdaş edinmemek şarttır. Aksine davranışlar, insanı
tevhidden uzaklaştırır.
?Ey iman
edenler! Kendi dışınızdaki sırdaş edinmeyin. Çünkü onlar size fenalık etmekten
asla geri durmazlar, hep sıkıntıya düşmenizi isterler. Gerçekten, kin ve
düşmanlıkları ağızlarından (dökülen sözlerinden) belli olmaktadır. Kalplerinde
sakladıkları (düşmanlıkları) ise daha büyüktür. Eğer düşünüp anlıyorsanız
âyetlerimizi size açıklamış bulunuyoruz.?
(3/Âl-i İmrân, 118) Ve iki hadis-i şerif: ?Siz mutlaka sizden öncekilerin
yollarını karış karış, arşın arşın izleyeceksiniz. Öyle ki onlar bir kelerin
deliğine girseler, siz de onlara uyacaksınız.? Ashâb dedi ki: ?Ey Allah'ın
rasûlü! Bu (izleyeceklerimiz yahûdi ve hıristiyanlar mı?? Peygamberimiz şöyle
buyurdu: ?Ya kimler olacak?? (Buhârî, İ'tisâm 14, Enbiyâ 50; Müslim, ilm
6; İbn Mâce, Fiten 17) ?Kişi, dostunun dini
üzeredir. İnsan kiminle dostluk kurduğuna dikkat etsin!?
(Tirmizî, Zühd hadis no: 2379; Ahmed bin Hanbel, 16/178)

?Ben kalben
buğzediyorum? diye bunu sadece kalple yaptığını söylemek, isbata muhtaç kuru
bir iddiadan ibarettir. Buğzun ve düşmanlığın gerekleri ne ise, bir mü'minin
onları da yerine getirmesi gerekmektedir. ?İbrâhim'de ve onunla beraber
olanlarda (o mü'minlerin söz ve davranışlarında) sizin için gerçekten güzel bir
örnek vardır. Hani onlar kavimlerinden kâfir olanlara: ?Muhakkak biz sizden ve
Allah'tan başka ibâdet ettiğiniz şeylerden (putlardan) uzağız. Sizi inkâr ettik.
Yalnızca Allah'a iman (edip şirki terk) edinceye kadar, bizimle sizin aranızda
düşmanlık ve kin sürekli baş göstermiştir' demişlerdi.? (60/Mümtehine, 4)

Kur'an,
dostlukları ve dostları ikiye ayırır: Allah'ın dostları ve şeytanın dostları.
Her insan, bu iki sınıftan birine mensuptur. Allah'ın velîsi/dostu, yani
?evliyâullah? ol(a)mayan, mutlaka şeytanın velîsi/dostu, yani
?evliyâu'ş-şeytan? dır; üçüncü bir grup yoktur. ?Allah iman edenlerin velîsi
(dostu ve yardımcısı)dır. Onları küfrün karanlıklarından (kurtarıp iman)
nûr(un)a çıkarır. Küfredenlerin dostları ise tâğuttur. O da onları (insanî
fıtratları olan İslâm'ın) nûrundan (ayırıp) karanlıklara çıkarır. İşte onlar
ateş ashâbıdır (cehennemliktir). Onlar orada (bir daha çıkmamak üzere) ebedî
kalıcıdırlar.? (2/Bakara, 257) ?İman edenler Allah yolunda savaşırlar.
Kâfir olanlar da tâğut yolunda savaşırlar. (Ey mü'minler!) siz şeytanın evliyâsı
(velîleri, dost ve yandaşları, ordusu olan kâfirlerle) savaşın. Şüphesiz
şeytanın hilesi zayıftır.? (4/Nisâ, 76)
Ashâb-ı
kirâmdan Cerîr bin Abdullah Peygamberimiz'e bey'at ederken, kendisinden şu
şartla bey'at yapması istenmiştir: ?Her bir müslümana öğütte bulunmak ve her bir
kâfirden uzak durmak.? (Ahmed bin Hanbel, Müsned, 6/357-358)
?Eğer
onlar Allah'a, Peygamber'e ve ona indirilene iman etmiş olsalardı, onları
(müşrik, kâfir, hıristiyan, yahûdi ve münâfıkları) dost edinmezlerdi. Fakat
onların çoğu fâsıktır, yoldan çıkmışlardır.?
(5/Mâide, 81) ?...İçinizden onları dost tutanlar, onlardandır!? (5/Mâide,
51) Kâfirleri dost kabul etmek, iman ile çelişmektedir. Hem iman, hem de
onları dost edinme olayı, ikisi beraber bir kalpte toplanamazlar. İman, onları
dost edinmemeyi gerektirmektedir. Düşmanlık ve dostluğun imanla ilgisi
değerlendirilmediğinden, bugün müslümanların çoğunluğu açısından dost-düşman
karışmış, düşmanlarının oyununa gelen müslüman yığınlar, bunca zararlarına
rağmen hâlâ Allah'ın düşmanlarının ve kendisinin düşman olması gerekenlerin
yardımcısı, destekleyicisi, emrindeki memuru, hizmetçisi, kulu-kölesi, askeri...
olabilmektedir. ?Müslümanım!? diyen nice insan, kâfirlerin koyduğu küfür
kanunlarına, onların ortaya attığı felsefî düşünce ve dünya görüşlerine,
ideolojilerine sevgi besleyebilmekte, onlara gönül rızâsıyla uyup teslim
olabilmekteler. Hanımlarını, kâfirlerin hanımlarına benzetebilmekte, onlar gibi
giyinmelerini (soyunmalarını) ilericilik ve çağdaşlık kabul edebilmekteler.
Allah ve Rasûlü'yle savaş demek olan fâiz (2/Bakara, 279) olmaksızın ticarî
hayatı düşünememekteler...
Ve her
halleriyle kâfirlere benzeyip onların yanında yer almalarına rağmen; hâlâ
kendilerini müslüman saymaları düşündürücüdür. Bırakın, kâfir olanlara tavır
alıp ?ey kâfir!? demeyi ve Kur'an'ın emrine uyup ?De ki: ?Ey kâfirler!
İbâdet edip tapmam sizin taptıklarınıza.!? (109/Kâfirûn, 1-2) diye
haykırmayı, Allah'ın düşmanlarından korkmak, onlara sevgi ve saygı duymak,
onları ve makamlarını büyük görmek gibi imanını mahveden ?şirk? adlı hastalık
alabildiğince yaygınlaşmaktadır. Bazı kâfirlere, dost olmanın ötesinde, hatta
hayranlık duyanlar, destekleyip alkışlayanlar, onları velî kabul ederek seçip
işbaşına getiren, yetki verenler, onların izini takip eden, itaat eden, onları
örnek alanlara ne demeli!? Keler deliğine girseler bile onlara imrenip taklit
etmeye çalışan, onları model kabul edip modalarına uyanlara nasıl bir sıfat
bulmalı!?
?(İnançta
ve amelde) Bizden başkasına benzeyen Bizden değildir.?
(Tirmizî, hadis no: 2696; Mişkâtu'l-Mesâbih, hadis no: 5347) diyen Rasûlün
onları reddettiğini, daha doğrusu onların bu davranışlarıyla Rasûlün yolunu
reddetmiş olduklarını görmek zorundayız. Bu tesbit, câhil müslümanları dışlayıp
tekfir etmek, onları kendi hallerine terketmek için değil; muhâtaplarımızı
tanımak, hastalığı teşhis edip tedavi için bize çok şeyler düştüğünü,
görevimizin ve sorumluluğumuzun çok büyük olduğunu kabullenmek için olmalı. Bu
değerlendirme, konum tesbiti açısından önemli; çevremizde bize ve yakınlarımıza
da sirâyet etme ihtimali olan bulaşıcı şirk mikroplarının tanınması ve tedbir
alınması için...
Gerçek
mü'min, İslâm şahsiyetini ve müslüman kimliğini yüce ve aziz tanımak, bütün
kâfirleri ve münâfıkları zelîl/aşağılık bilmek; bu sebeple onlara karşı onurlu
ve zorlu olmak mecbûriyetindedir. ?İzzet (yücelik, kuvvet ve hâkimiyet)
yalnız Allah'ın, O'nun Peygamberinin ve gerçek mü'minlerindir. Ne var ki,
münâfıklar bu gerçeği bilmez, anlayamazlar.? (63/Münâfıkûn, 8) Mü'min, İslâm
şahsiyetinin yüceliğine inanmak zorunda olduğu gibi, bütün kâfirlerin aşağılık
olduklarına, hayvanlardan daha sapık ve pislik olduklarına inanmakla da
yükümlüdür. ?(Ey Peygamber!) Sen onların çoğunluğunu (Hakkı) dinler,
akıllarını kullanır mı sanırsın? Onlar ancak hayvanlar gibidirler; hatta yolca
daha da sapıktırlar.? (25/Furkan, 44) ?Ey iman edenler! Müşrikler ancak
bir pisliktir...? (9/Tevbe, 28)
?Allah'a
ve âhiret gününe iman eden bir toplumun -babaları, oğulları, kardeşleri, yahut
akrabaları da olsa- Allah'a ve Rasûlüne düşman olanlarla dostluk ettiğini
göremezsin. İşte onların kalbine Allah, imanı yazmış ve katından bir ruh ile
onları desteklemiştir. Onları içlerinden ırmaklar akan cennetlere sokacak, orada
ebedî kalacaklardır. Allah onlardan râzı olmuş, onlar da Allah'tan hoşnut
olmuşlardır. İşte onlar, hizbullahtır, Allah'ın tarafında olanlardır. İyi bilin
ki, kurtuluşa erecekler de sadece Allah'ın tarafında olanlardır.?
(58/Mücâdele, 22) Bu âyet-i kerime, Allah taraftarlarıyla
şeytan yandaşları arasında tam ve kesin bir ayrılığın olması gerektiğini ortaya
koymuş oluyor. Mü'minin her türlü câzibeden ve her çeşit tarafgirlikten
sıyrılarak müslümanların safında yer alması, bir tek kulpa sarılması ve bir tek
ipe bağlanması gerekir. İslâm'ın olduğu yerde ırkçılık, nesebcilik, akraba
savunuculuğu, aile asabiyeti ve yakınlık dâvâsı yok; vatan, cins, asabiyet ve
kavmiyetçilik, bölgecilik vb. bir şey yok. Allah'ın istediği şeylerin dışında
hiçbir şeyi tabulaştırmak yok. Sadece ve sadece akîde ve onun bayrağı altında
durmak vardır.
Kâfirlerle
dostluk kurmanın tehlikesi bütün müslümanlaradır. Böyle bütün müslümanlara zarar
getiren bir olay, bir kimsenin sadece kendisinin kâfir olmasından da büyük bir
tehlike ortaya koyar. Birinin zararı, topyekün müslümanlara iken, diğerinin
sadece kendisinedir. Kâfirlere karşı olan dostluğun özellikleri şunlardır:
Kâfirlerin küfrüne rızâ göstermek, onları tekfir etmemek, onların bâtıl dünya
görüşlerini tasdik etmek, onları velî, yani dost ve yönetici olarak kabul etmek,
onları işbaşına geçirmek, onları sevmek, onlara uyup itaat etmek. İşte bütün
bunlar, kişinin kâfirleri dost kabul ettiğini, yetkisini onlara verdiğini
göstermektedir. Kişi, dostluk, sevgi ve rızâyı kâfirlere gösterirse, bu
küfrü gerektirir. Şayet sevgi ve rızâ, mü'minlere karşı ise, bu da imanın
gereğidir.
İnsan,
dostunu ve düşmanını tanımak zorundadır. Hz. Âdem ve Havvâ'ya, yaratıldıkları
ilk zamanlarda Allah düşmanlarını tanıttı, onları uyardı. ?Muhakkak bu
(İblis) sana ve zevcene düşmandır. Sakın sizi
cennetten çıkarmasın; sonra zahmet çekersin. Çünkü senin acıkmaman ve çıplak
kalmaman ancak burada mümkündür ve sen burada susamazsın ve sıcaktan
bunalmazsın.? (20/Tâhâ, 117-119) İnsanın ilk
yanlışı, düşmanını dost zannetmesiyle oldu; İnsanın cenneti kaybetmesinin
sebebi, düşmanına karşı tedbir almayışı, onun hile ve tuzaklarına kanmasıdır.
Bırakın insanı, hayvanlar bile düşmanlarını bilir; kendisini ve neslini
düşmanından korumaya çalışır. Bir tavuk, özellikle yavrusunu düşmanından
sakınmak için, nasıl fedâkârlık ve kahramanlık yapar, gözleyenler bilir.

Düşmanları
teke indirmek, önemli bir metoddur. Rasûlullah'ın sünnetidir. Medine'ye
hicretinden sonra müslüman olmayan tüm insanlarla düşmanca münâsebetlere
girmeyip, yahûdilerle antlaşma yapması, onları dost yapmaya gayret etmesi ve
Mekke'li müşrik düşmanlarla mücâdelesi, belirli bir aşamaya geldikten sonra,
yine tek düşman olarak yahûdilerle hesaplaşması bunun tipik örneğidir. Yirminci
asırda, yerli ve yabancı düşmanlarına karşı büyük zafer kazanmış bir devrim
hareketinde de bu tavrı görüyoruz. Biz de değişik birçok cephede savaşmaktansa,
bataklığın kaynağı durumundaki zâlim tâğutlara tavır almalı, gücümüzü gerçek ve
öncelikli düşmana karşı birleştirmeliyiz. Düşmanları gereksiz yere çoğaltmak,
onların hıncını artıracak sövme, zulüm, işkence, haddi aşma gibi müslümana
yakışmayan tavırlar içinde bulunmak, büyük yanlışlardandır. Düşmana karşı da
olsa bu hak ihlâlleri, düşmanlığı Allah için olmaktan çıkarır; nefis için
düşmanlığa dönüştürür. Hz. Ali'nin öldürmek üzere olduğu bir kâfir, yüzüne
tükürdüğünde, hiddetlenip öldürmekten vazgeçtiği, ancak hiddeti geçtikten sonra
öldürmek istediğine dair rivâyet, güzel bir numûnedir.

Dostluk-düşmanlık konusunda hatırımızdan çıkarmamamız gereken özelliklerden biri
de, ?gâvurun atına binen, onun kılıcını kuşanır? atasözünün ve ?bugün yardım
alan, yarın emir alır? vecîzesinin gerekleridir. Hırsızı yakaladığımızı
zannederken, hırsız tarafından yakalanan konumuna düşmemeli, ava giderken
kendimiz avlanmamak için tedbirler almalıyız.

?Düşmanınızın silâhıyla silâhlanın? sözü, bazılarınca hadis olarak ifade
edilmekte ve İslâm dışı çalışmaların, metod ve yöntemlerin delili olarak
sunulmaktadır. Bu söz, kesinlikle hadis-i şerif değildir; Kur'an'a da selim akla
da aykırı, yanlış ve gayr-i meşrû bir tavsiye ve yönlendirmedir. Düşmanlar,
İslâm'ın cevaz vermediği araçları silâh olarak kullanırsa müslüman ne
yapacaktır? Sözgelimi, bazı düşmanlar, dâvâları için kendi karılarını ve
kızlarını bile fesat ögesi şeklinde silâh olarak kullanabilmektedir. Ayrıca
Kur'an, düşmanları korkutacak silâhlar hazırlamayı emrediyor. ?Onlara
(düşmanlara) karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve cihad için bağlanıp beslenen
atlar hazırlayın, onunla Allah'ın düşmanını, sizin düşmanınızı ve onlardan başka
sizin bilmediğiniz, Allah''n bildiği (düşman) kimseleri korkutursunuz. Allah
yolunda ne harcasanız size eksiksiz ödenir, siz asla haksızlığa
uğratılmazsınız.? (8/Enfâl, 60) Düşmanının silâhıyla silâhlanan bir
mü'minden, kendisinde de aynı ve belki daha gelişmişi olan düşman nasıl korksun?
İsrâil, kendisinin sahip olduğu cinsten benzer silâhlara sahip olduğu halde
yönetimi yahûdiyle dost olan ülkelerdeki müslüman askerlerden mi, yoksa ölümden
korkmayan, iman eri ve şehâdet adayı olan taştan başka silâhı olmayan çocuk
yaşlardaki fedâilerden mi korkmaktadır?
Hiç düşmanı
olmamak da bir kusurdur. Meziyetleri olanın, sosyal faâliyetlerde bulunan,
kişiliği olan ve izzet sahibi kişilerin mutlaka düşmanları da vardır. Düşmanı
bulunmayan kimse, ot gibi yaşayan kimsedir. Düşmanı olmamak fazilet olsaydı,
peygamberlerin düşmanı olmazdı.
Halbuki
onların, diğer insanlardan daha azılı ve daha çok düşmanı vardı. ?Böylece
Biz, her peygambere insan ve cin şeytanlarını düşman kıldık.? (6/En'âm, 112)
?(Rasûlüm!) İşte Biz böylece her peygamber için günahkârlardan düşman(lar)
kılarız.? (25/Furkan, 31) İyilik ve erdem, düşmanı olmamak değil;
düşmanlarına haksızlık etmemek, haddi aşmamaktır. Onlara sövme ve çirkin hakaret
düşmana bile yapmamak, bu kötü tavırları silâh olarak kullanmamaktır.

Düşmanların
bazı faydaları da vardır. Mikropların alyuvarların savaşçılığını, canlılığını
arttırdığı gibi. Düşmanlar, kişilere görevlerini hatırlatır, hızlarını ve
derecelerini arttırır. Düşman, kişiye boyunun ölçüsünün ne kadar olduğunu
gösteren iyi bir ölçüttür. Düşmanı, insanın kendi hatalarını görmesini sağlar.
Cihad gibi, gazilik ve şehitlik gibi, yiğitlik ve kahramanlık gibi faziletler,
düşman sâyesinde elde edilir.