Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular

Müslümanca Yaşayış Güzel ve Kolay; Gayri İslâmî Hayat Çirkin ve Zor Bir Yaşamdır

Müslümanca Yaşayış Güzel ve Kolay


Müslümanca Yaşayış Güzel ve Kolay; Gayri İslâmî
Hayat Çirkin ve Zor Bir Yaşamdır:


İnsanı en iyi tanıyan, onun
gücünün neye yeteceğini bilen merhametli Allah, ona kolay dini vermiş,
kaldırabileceği yükü yüklemiştir. Allah'a teslim olmuş müslüman bir kula da
Allah'a itimat, güven, ve tevekkül yakışır. "Sen bunları yapabilirsin, gücün
yeter, bunlar kolaydır, senden zorluk istemiyorum" deniyorsa, "hayır, yapamamam,
zor!" demek, her şeyden önce bir isyan ve yalanlamadır. Sırât-ı müstakîm,
dosdoğru yol demektir; Peygamberlerin, sıddıkların, şehid ve sâlihlerin (4/Nisâ,
69) yoludur. Bu dosdoğru İslâmî yolda yolculuk kolaydır, ayağı kaymadan nice
insan bu yoldan yürümüştür. Ayrıca bu yolda tehlikelere karşı uyarılar,
işaretler, yardımlaşmalar, İlâhî ikram ve ihsanlar vardır. Diğer yollar
sapıklıktır, dolambaçlı, zigzaglarla dolu ve kaygandır, zordur. Yaşadığımız ülke
dâhil, hemen bütün dünyada yürürlükteki kapitalizm, insanların hayatını
zorlaştırmaktan başka bir şey getirmemiştir. Tüketim ve israf toplumu, bunalım
toplumuna dönüşmüştür. Herkes daha çok tüketmek için, daha çok kazanmaya,
dolayısıyla daha zor bir hayata kendini mahkûm ediyor. Bu, kırılması mümkün
olmayan bir kısır döngüdür.
İslâm'ın dışındaki tüm
düzenler, dünya görüşleri ve ideolojiler birer şirk düzenidir. Şirk ise, büyük
bir zulümdür.
"Gerçekten şirk, büyük bir
zulümdür." (31/Lokman, 13).
İslâm dışı düzenler ve
uygulamalar zorbalık ve zulümdür, ağır yüktür. Haksız vergiler, hortumlar,
adâletsiz hukukî düzenlemeler, halkın sırtındaki ağır yükler. Toplumdaki bütün
bireylerin şikâyet ve huzursuzluğu, zorlukların isbatıdır. İnsanların hayatını
kolaylaştırma vaadiyle ortaya çıkan materyalizm ve kapitalizm hayatın düzenini
bozmuş, insanların fıtratını dejenere etmiş ve ihtiyaç kavramını alabildiğine
genişletip bitmek tükenmek bilmeyen yarış içinde insanları tüketim araçlarının,
teknolojik aygıtların kölesi yapmış, maddî-mânevî zorluk üstüne zorluklar
üretmiştir.
İman cesârettir, takvâ sahibi
olmak güçlü olmaktır. Mü'min inanır ki, Allah zoru kolaylaştırır, kolayı
zorlaştırır; bütün bunlar İlâhî hikmet ve sünnetullah dâhilinde ortaya çıkar.
Hayattaki zorlukların kolaylaştırılmasının adı İslâm'dır. Şeytan olumlu bir şeyi
terkettirmek için onu zor gösterir. İnsan zordan kaçmaya meyillidir. Ama bu
şeytanî/nefsî oyuna gelmeyen nice insan sebat ve ısrar ederek başarılı olmuş,
bir zamanlar kendisinin veya başkalarının zor dediğinin hiç de zor olmadığını
anlamış ve isbat etmiştir.
Sevgi dağları deldirir,
olmazları oldurur. Esas sevgi, Allah sevgisi ve Allah için olan sevgidir. Dini,
imanı sevdiren de Allah'tır.
"Allah, size imanı sevdirdi,
onu kalplerinizde süsleyip çekici kıldı ve size küfrü, fıskı ve isyânı çirkin
gösterdi. İşte onlar, doğru yolu bulmuş/irşâd olmuş olanlardır." (49/Hucurât,
7).
İman sevgisi, dünyadaki her
zorluğu kolay ve güzel kılan esrârengiz bir güçtür. Zorlukların en büyüğü,
fedâkârlığın en yücesi, candan geçmektir. Ama Allah sevgisiyle dolu bir mü'min
şehâdeti kolaylıkla arzular ve bu arzusuna ulaşmak için gözüne güzel gelen ölüm
de ona kolaylaştırılır:
"Sizden biriniz karıncanın
ısırmasından ne kadar acı duyarsa, şehid olan kimse de ölümden ancak o kadar acı
duyar." (Tirmizî, Fezâilu'l-Cihâd 26; Nesâî, Cihad 35; İbn Mâce, Cihad 16)
Günümüzde İslâm'ı yaşamak ve
hayata geçirmekle ilgili zorluk, dinin ve dinî kuralların zorluğundan ileri
gelmiyor; İslâm düşmanı egemen güçlerin ve tâğûtî düzenlerin, müslümanların
dinlerini yaşaması önüne sayısız engeller koymasından, baskı ve zulümlerinden
kaynaklanıyor. Dinin yaşanması zorlaştırılıp haramlar, mecbûrî istikamet
işaretleriyle topluma dayatılınca kısır döngü şeklinde hayatın her alanı da
zorlaştırılmış oluyor.
Kolaylık, gerçek din için
geçerlidir. Dini parçalara ayırmak veya infak, sâlih amel ve takvâ gibi esasları
ihmal etmek, sünnetullah gereği kolaylık yolunu terketmektir. Din, bir bütün
olarak kolaydır. İlâve veya eksiltmelerle değiştirilen, atma ve katmalarla
dejenere ve tahrîf edilen bu din Allah'ın râzı olduğu, tamamlanmış İslâm dini
olmaktan çıktığı için kolaylık da kaybolur. Namaz kılmayan kimsenin, fahşâ ve
münkerden uzaklaşması zordur. Oruç tutmayanın sabırlı olması ve cihada
hazırlanması kolay değildir; aynen zekât vermeyenin, infak etmesi ve fedâkârlık
göstermesinin zor olduğu gibi. İbâdetlerle güçlenmeyen ve fıtratındaki güzelliği
korumayan bir insana İslâm'ın bazı emir ve yasakları zor gelebilecektir. Temel
gıdalarla yeterli şekilde beslenmeyen, vücut için zarûrî yiyecekleri yemeyen
kimse gerekli enerjiye sahip olamadığı için za'fiyetten dolayı nasıl basit
işleri yapmakta zorlanırsa, mânevî/rûhî gıdalarını almayan kimse de mânevî ve
psikolojik za'fiyetinden ötürü, aslında hiç de zor olmayan görevleri yerine
getirmekte zorlanacaktır.
Allah'a kulluğun zor olduğunu
zannedenler, nasıl zorluklar içinde kıvranıyorlar, farkında değiller. Hakkı
görmek istemedikleri için, bâtıl kendilerine şirin, din de zor geliyor. Kula
kulluk ve kendi gibi ya da daha aşağılarına boyun eğmek, insan fıtratına ve
onuruna ters nice zorlukları bu insanımsılar nasıl değerlendiriyorlar? Stres ve
bunalımlar, psikolojik rahatsızlıklar, ahlâkî problemler, maddî kayıplar,
hastalıklar, bitmeyen şikâyetler... hep gayri İslâmî yönelişlerin bu dünyadaki
zorluklarıdır. Şeytan, güzel amelleri zor göstermeye çalıştığı gibi, fâsıkların
da amellerini süsler, zorları kolay zannettirir. İçki içmek ve sonrasına
katlanmak hiç de kolay olmadığı halde, şeytan içkiyi güzel ve kolaylık gibi
sunabilir. Fâhişelik ve onlarla zinâ etmek, AIDS gibi riskleriyle, maddî-mânevî
pislik ve sıkıntılarıyla hiç de kolay bir şey olmasa gerektir.
"Lâ râhate fi'ddünya." İnsan,
zaten dünyada tam ve mutlak bir kolaylık içinde yaşayamaz; Bu kural,
zengin-fakir, her dönem ve her yerdeki tüm insanlar için geçerlidir. Yoksa,
cennetin kıymeti olmazdı. İnsan, hayatın zorluklarını ya Allah için çekecek ve
bu zorlukları kolaylık ve güzelliklere çevirecek ve âhiret sermayesi yapacak, ya
da gayri meşrû bir amaç uğruna zorluklara katlanacak, zorluklar katlanarak
büyüyecek ve öteki dünyada zor bir hayat onu bekleyecektir.
Allah Teâlâ, zor gibi görünen
ibâdetleri farz kılmakla, esasen mü'min kullarını hayat mücâdelesine, zorluktan
kurtarıp kolaylığa ve rahatlığa kavuşturmayı dilemiştir. Namazla hevâsına
direnecek, kötülük ve fahşâdan uzaklaşacak, oruçla kolay kolay cihad etmeye
alışacak, lüzumunda sabır yolları öğrenilecek, zekâtla nefsinin paraya kul
olmasından kurtulacak, hayatın zorlukları yenilecek, âhiret saâdetindeki
güzellik, kolaylık ve saâdetlere erişecektir. İbâdetler insanı olgunlaştırır,
insanı maddî ve özellikle mânevî yönden güçlendirir. İbâdet ve Allah'a tâat,
O'nun hükümlerine riâyet, hevâsının/nefsinin kulluğundan kurtulmuş mü'min için
hiç de zor değildir. Allah'a iman edip O'na teslim olan insan, zorlukları
aşacak, daha doğrusu şeytanın zor gösterdiği kolaylıkları seçecektir. Şeytan,
insana kötülüğü emreder, insanın kendini küçültüp basitleştirmesine, ibâdetleri
zor zannedip onlarla yücelip güçlenmesine engel olmak ister.
Mü'min şeytana ve hevâsına
kanmayacak, imtihanını kazanma gayreti içinde Allah'a kul olmanın, başka tüm
kulluklardan daha kolay ve daha güzel olduğunu unutmayacaktır. İslâm'ın
hükümleri ne zordur, ne de çok basit. Müslüman da en küçük görevi zor kabul edip
kaçan basitlikte ve tembellikte bir insan değildir. ?Sen bir devsin, yükü
ağırdır devin!? Devin yükü ağırdır, ama kaldıramayacağı kadar değildir. Dev için
o yük kolay bir yüktür, ama seviyesi küçük olanlar için o yük, kaldırılamayacak
kadar zor kabul edilebilir; bu konudaki problem, eşyanın içyüzüne vâkıf
olamayan, kandırılıp yönlendirilebilen âciz alıcılarla bakmakta, yani serabı su,
suyu da serap zannetmektedir. Mü'min, Allah'ın nûruyla bakar, kalp ve iman
gözünü devreden çıkartmaz. Bilir ki, kâfirler, bakmasını bilmeyen bakar
körlerdir. ?...Onların gözleri vardır, fakat onlarla görmezler, onlar
gâfillerin tâ kendileridir.? (7/A'râf, 179) ?Gerçek şu ki, gözler kör
olmaz; lâkin göğüslerdeki kalpler kör olur.? (22/Hacc, 46)

Sahip olduklarından veren,
takvâya sarılan, güzelliği benimseyen kişi ve toplumlar için hayat
kolaylaştırılır; onların yüsre ulaşmaları rahatlıkla sağlanır. Kur'an, bu konuyu
ifâde ederken "yüsrün teysîri" deyimini kullanıyor ki bu yüsrü yüsr ile elde
etmeyi sağlamak demektir. Kolayı sevip aramak yetmez, kolayı elde etme
kolaylığını da yakalamak lâzımdır. İşte, Kur'an bu sırra dikkat çekiyor (92/Leyl,
5-7; 87/A'lâ, 8). Cimrilik yolunu seçen, insanlarla hiçbir madde ve gönül
alışverişinde bulunmayan, güzelliği yalanlayıp gerçek güzele sırt çeviren kişi
ve toplumlar ise zora, zorluğa sürülür. Kur'an burada "usrün teysîri" deyimini
kullanıyor ki, zorluğu kolay zannettirmek demek olur. İnsanoğlu, kuruntu, gaflet
ve yanlış bilgilerin tutsağı haline gelince, zoru kolay sanabilir ve hiç
farkında olmadan başına binlerce sıkıntı ve problem sarabilir (Bkz. 92/Leyl,
8-10).
İnsanın hevâsı/nefsi, arzu ve
hevesleri, doğrunun ölçüsü olmadığı gibi, kolaylığın ölçüsü de olamaz.

?Hoşunuza gitmediği halde
savaş size yazıldı/farz kılındı. Sizin için daha hayırlı olduğu halde bir şeyi
sevmemeniz mümkündür. Sizin için daha kötü olduğu halde bir şeyi sevmeniz de
mümkündür. Allah bilir, halbuki siz bilmezsiniz.? (2/Bakara, 216).
Dünyada insan nefsinin hoşuna
giden çok şey vardır. Nefis onlara sahip olmak ister. Hatta onlara sahip olmak
uğruna yanlış yollara sapabilir, meşrû olmayan işlere meyledebilir. Nefis çoğu
zaman Din'in tekliflerini ağır bulur, onları yerine getirme noktasında tembellik
yapar. Nefsin, dünyalıklar peşine düşüp daha da azgınlaşması, Din'in
tekliflerinden uzaklaşıp kendi hoşuna gideceği şeyleri yapması için şeytan
sürekli kışkırtıcı bir rol üstlenir.
İmtihanın gereği bazı
zorlukların, daha doğrusu nefsin ağır bulduğu birtakım güçlüklerin, ya da zor
zannedilen bazı görevlerin olması normaldir. Aslında Din'in teklifleri insanın
yapısına, tabiatına uygundur. Rabbimiz insana taşıyamayacağı hiçbir yük yüklemez
(2/Bakara, 286). Ancak, yeryüzünde bulunuşunun, var olmasının sebebini
anlamayıp, kendi hevâsına göre yaşamayı seçmiş kimseler; Din'in tekliflerini
ağır bulurlar. Nitekim müşrikler, kendilerinin Kur'an'a dâvet edilmelerini çok
ağır bir teklif olarak kabul etmektedirler (42/Şûrâ, 13).
Eski ümmetler, başlarında
peygamberler olduğu halde, çok büyük zorluklarla imtihan olmuşlardı. Habbâb
İbnu'l-Eret (r.a.) anlatıyor: "Rasulullah (s.a.s.) Kâbe'nin gölgesinde bir
bürdeye yaslanmış otururken, gelip (müşriklerin yaptıklarından) şikâyette
bulunduk: "Bize yardım etmiyor musun, bize duâ etmiyor musun?" dedik. Şu cevabı
verdi:
"Sizden önce öyleleri vardı
ki, kişi yakalanıyor, onun için hazırlanan çukura konuyor, sonra getirilen bir
testere ile başının ortasından ikiye bölünüyordu. Bazısı vardı, demir taraklarla
taranıyor, vücudunda sadece et ve kemik kalıyordu. Bu yapılanlar onları dininden
çeviremiyordu. Allah'a kasem olsun Allah bu dini tamamlayacaktır. Öyle ki,
bir yolcu devesine bindimi San'a'dan kalkıp Hadramût'e kadar gidecek,
Allah'tan başka hiçbir şeyden korkmayacak, koyunu için de sadece kurttan
korkacak. Ancak siz acele ediyorsunuz." (S. Buhârî, Menâkıbu'l-Ensâr 29,
Menâkıb 25, İkrâh 1; Ebû Dâvud, Cihad 107, hadis no: 2649; Nesâî, Zînet 98,
8/204)
Allah, eski ümmetlerin bu zor
imtihanları gibi imtihana tâbi tutulmamamız ve ağır yüklerden muaf olmamız için
Kendisine duâ etmemizi bize öğretir: ?Rabbimiz, bize, bizden öncekilere
yüklediğin gibi ağır yük yükleme. Rabbimiz, bize gücümüzün yetmediği şeyleri
yükleme. Bizi affet, bizi bağışla, bize acı!? (2/Bakara, 286). Hz. Mûsâ
şeriatının İsrâiloğullarına yüklediği ibâdetlerin ağırlığı, Hz. İsa'nın kendi
tâkipçilerine tavsiye ettiği dünyayı terk etmeye ve ondan sonra hıristiyanların
icat ettiği ruhbanlık özellikleri gibi durumları, kaldıramayacağımız veya çok
zorlanacağımız imtihanlardan Allah'ın bizi muaf tutmasını istiyoruz. ?Rabbimiz,
bizden önce Senin yolundan gidenlerin sınandığı zor engel ve sınavlarla bizi
sınama!? diye duâ etmemiz gerekiyor. Hak yola tâbi olanların zor sınav ve
denemelerden geçirilmelerinin Allah'ın kanunu olmasına rağmen, bir mü'min bu
yolda kendisine kolaylıklar göstermesi ve zorluklarla karşılaştığında cesâret ve
sabır vermesi, zorlukları kolaylıklara çevirmesi için Allah'a duâ etmelidir.

Allah, hiç kimseyi, yapması
mümkün olmayan bir şeyden sorumlu tutmaz (2/Bakara, 286). Bununla birlikte,
kişinin neyi yapıp neyi yapamayacağına kendisi karar veremeyeceği de açıkça
anlaşılmalıdır. Belirli bir kimsenin, neyi yapabilip neyi yapamayacağına karar
verecek olan Allah'tır. Aynı şekilde, bir şeyin kolay veya zor olduğuna
hükmetmek; şeytanın ve insan hevâsının/nefsinin kararına bırakılmamalıdır. Allah
bizim için zorluk dilemediği, kolaylık istediği için (2/Bakara, 185), Allah'ın
bize emrettiği tüm hükümler kolaydır. Ama, nasıl birçok zorluğu ve çirkinliği
bulunan haramları şeytan süslediği (6/En'âm, 43), kolay ve güzel gösterdiği
gibi; Allah'a ibâdet ve itaati de zor göstermeye çalışır.
Müslümanca yaşamak, ibâdet ve
tâatla Allah'a teslim olup O'na yönelmek, aslında hayatı kolaylaştırmaktır.
Fakat insan şeytanla ve günahlarla imtihan edildiğinden nefsi/hevâsı ona
ibâdetleri ve İslâmî hayatı zor gibi gösterir. Bu konuda Rabbimiz şöyle buyurur:

?Dünya hayatında onlara
sadece bir azap vardır. Âhiret azâbı ise daha meşakkatlidir/şiddetli ve zordur.
Onları Allah'tan (O'nun azâbından) koruyacak kimse de yoktur.? (13/Ra'd, 34)
Dindeki kolaylığın ölçüsü,
Allah'ın hudûdudur. Allah'ın göstermediği kolaylıkları Allah adına, din adına
göstermek dini tahrîf etmeye kalkmaktır. Sözgelimi, halka kolay cennet vaadleri
yapılmakta, bol keseden sevap dağıtılmaktadır. Meselâ, şuna benzer ifâdeler çok
duyulmuş ve yazılmıştır: "Filan kandil gecesinde şu şekilde, şu rekâtta nâfile
namaz bir yıl boyunca bütün günahların silinmesine sebep olur." (Halbuki,
Peygamber sünnetinde ne kandil gecesi kutlamak, ne de anlatılan rekât ve şekilde
namaz vardır, ne de bol keseden vaatler.) "Namaz kılmayan bir erkek, başını
örtmeyen bir kadın, bu davranışlarla nasıl olsa kâfir olmaz, Allah affeder, o
yüzden bu insanların davranışları eleştirilmemeli, din zorlaştırılmamalıdır;
zaman sana uymazsa sen zamana uyarsın, sen Kitaba uymuyorsan, Kitabına
uydurursun, tâviz vermeden yaşanmaz, devlete karşı tavır alınmaz, herkesle iyi
geçinmeli, kâfirlere karşı da hoşgörülü olunmalıdır..." gibi yaklaşımlar, dini
kolaylaştırmak adına tahrîf etmek demektir.Dine ilâveler (bid'atler) ve bu
şekilde dini zorlaştırmalar ne kadar büyük suçsa, dinden eksiltmeler, dini
insanların arzu ve hevesine uygun hale getirecek tâvizler de o oranda
cinâyettir.
"Yoksa onların birtakım
ortakları mı var ki, Allah'ın izin vermediği şeyleri, dinden kendilerine şeriat
kıldılar? Eğer (azâbın âhirete ertelenmesiyle ilgili) o fasıl kelimesi
olmasaydı, elbette aralarında hüküm (helâk kararı) verilirdi. Gerçekten zâlimler
için acıklı bir azap vardır." (42/Şûrâ, 21)
Halktan, hatta hoca
geçinenlerden bazıları, dini kolaylaştırma konusunda bir örnek verirler. Hemen
herkesin defalarca duyduğu bu meşhur misal şudur: Bir köy imamı, yeni tâyin
olduğu köydeki câmiye cemaatin hiç gelmediğini görür. Günlerce bekler, dâvet
eder, fakat köylüleri câmiye namaz kılmaya getirmeye muvaffak olamaz. Sorar bir
gün cemaat olması gereken ama olmayan köylülere: ?Niye namaz kılmak için câmiye
gelmiyorsunuz?? diye. Onlar da ?Aslında biz müslümanız, namaz da kılmak
istiyoruz. Fakat, abdest alırken ayaklarımızı yıkamak bize çok zor geliyor;
ayakkabılarımızı çıkarmak istemiyoruz. Hem, ayakkabıyla da câmiye girilmez; bir
kolayını da bulamadığımız için câmiye gelemiyoruz? derler. Hoca da: ?Kolay! der,
hiç bunun için câmi terk edilir mi? Siz ayaklarınızı yıkamadan abdest alın,
ayakkabılarınızla câmiye girin, namazınızı kılın, öyle de olur, câizdir!? Köylü,
bu kolaylaştırma ile ve bu şekilde abdeste ve câmiye alışır, namazlarını hep bu
şekilde kılmaya devam ederler. Aradan uzun bir zaman geçtikten sonra, o köyün
imamı başka yere tâyin edilir, başka bir imam da o köye. Köye gelen yeni imam,
cemaatin ayaklarını yıkamadan abdest alması ve câmiiye ayakkabı ile girmesini
çok yadırgar. ?Bu nasıl iştir, böyle namaz olur mu? Size kim bu fetvâyı verdi??
diye çıkışır. Onlar da eski hocalarının "câizdir" diye fetvâ verdiğini
söyleyince, yeni imam, selefi olan eski imamı arar bulur ve ondan hesap sorar.
Eski imamın verdiği cevap şudur: ?Ben onları ayakkabıyla abdest alıp namaz
kıldırmaya alıştırdım; sen de ayakkabılarını çıkarttır!?

Bu fıkramsı hikâye, olmuş veya olmamıştır;
hiç önemli değil. Önemli olan bunun din gibi, nass gibi halk arasında
benimsenmesi ve hatta dinin uygulanması için örnek teşkil edecek temel bir ölçü
kabul edilmesidir. Bu hikâyeden çıkarılan hükme/hikmete göre dine çağrının
yöntemi şöyle olmalıdır: ?Din kolaylaştırılmalı, halkın istediği şekilde zor
gelen görevler yumuşatılmalı, insanlar ısınsın diye dinin hükümleri yavaş yavaş,
bazı tâvizler verilerek uygulatılmaya çalışılmalıdır. Öteki türlü, kestirip
atmak, tâviz vermemek insanların câmiden namazdan soğumasına sebep olacağından
yanlıştır. Usûl/metod ayakkabıyla namaza alıştırma cinsinden olmalı, dine ve
ibâdetlere dâvette bu yol tâkip edilmelidir ve ondan sonra da yavaş yavaş o
hatalar/tâvizler düzeltilmeli, sıra geldiğinde ayakkabı çıkarılmaya
çalışılmalıdır. Öyle birden bire yasaklar uygulanmaz, farzlar yerine
getirilmez...?

Öncelikle söyleyelim ki, kıssa ve
hikâyelerle, uydurmalarla din, ibâdet ve tebliğ usûlü belirlenmez. Kur'an'a ve
Sünnete ters düşen hiçbir mantıkî öneri, hikâye din açısından delil de olmaz,
bağlayıcı da; hatta, daha da ilerisi, bunlar eski veya modern İsrâiliyattır,
dinin tahrif edilmesine vesile olacak bâtıl inanışlar ve tavırlardır. Allah'ın
göstermediği kolaylığı, O'nun adına hiçkimse gösterme hakkına sahip değildir.
Allah'ın dinini oyuncak haline getirme, onu kuşa çevirme dünyada ve âhiret
açısından büyük hüsrândır. Abdestin nasıl alınacağını, namazın nasıl
kılınacağını tâyin ve tesbit, Allah'a âit bir haktır. Kimse, kendi kafasından
Allah ve Rasûlünün belirlediği hükmü değiştiremez, insanların hevâsına ya da
kendi arzusuna göre kolaylıklar icat edip dinden tâviz veremez.

?Yoksa onların, dinden Allah'ın izin
vermediği şeyleri şeriat/dinî kaide kılan ortakları mı var? Eğer azâbı erteleme
sözü olmasaydı, derhal aralarında hüküm verilir (işleri bitirilir)di. Şüphesiz
zâlimler için can yakıcı bir azap vardır.?
(42/Şûrâ, 21)

Müslüman, Allah'a teslim olan demektir.
Aklını, hevâsını, çevresini, insanların isteklerini değil; Allah'ın hükmünü ölçü
alan kimse... Onun kolay-zor ölçüsü de, İslâm'dır; Allah'ın hükmü... (Konuyla
ilgili âyetler için bkz. 33/Ahzâb, 36; 4/Nisâ, 13- 14; 2/Bakara, 120;
5/Mâide, 49; 6/En'âm, 119; 23/Mü'minûn, 71; 25/Furkan, 43; 45/Câsiye, 18, 23)

Dini, Allah'ın koyduğu ölçüleri hiçe
sayarak kendi kafasına göre kolaylaştırmak, Allah'ın göstermediği kolaylıklara
müsâade etmek, -hâşâ- Allah'tan fazla merhametli olmaya kalkmak demektir ki, bu
Allah'a karşı isyan, dine karşı da zulümdür. Bu ifrâtın yanında, Allah'ın mubah
kıldığı şeyleri haram kılan tefrît çizgisi de aynı oranda sakattır/bâtıldır.
Eski kavimlerde bu tefrît çizgisi, dinde tahrîfi ortaya çıkarmıştır. Bu
yahûdileşme çizgisiyle ilgili olarak Mustafa İslâmoğlu şu tesbitte bulunuyor: