Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular

Hira Bir Uğraktır; Durak Değil!

Hira Bir Uğraktır

Hira Bir Uğraktır; Durak Değil!

Hira'ya hapsedilen bir mesajın
topluma bir yararı yoktur. Bu yüzden Rasûlullah'ın örnek mücâdelesinden de tâkip
ettiğimiz gibi Allah'ın rızâsını kazanmanın yolu toplumsal hayat ekseninde
verilecek mücâhededen geçmektedir. Yani kendi Hiramızdan çıkmadan yaşamayı gâye
edinmek, bencilliktir. Oysa kurtuluş Hak için halk ile beraber olmakta, bu
nedenle kendi kurtuluşumuz dahi, başka mü'minlerle birlikte ortaya koyacağımız
sâlih amellere bağımlı olmaktadır. O halde salt bireysel bir iç arınışın
İslâm'ın tezkiye modelinde bir yeri yoktur. Buraya kadar söylediklerimizi
özetlersek, rahatlıkla şunu söyleyebiliriz; bireysel iç arınış ile toplumsal
tezâhürlerde meydana getirilmesi gereken arınma işlemleri birbirini tamamlayan
bütünün parçalarıdır.
Rabbimizin rızâsını kazanırken
yapacağımız işlerin zemîninde diğer insanlar vardır. Tek başına yapılacak mistik
bir iç yolculuk, elde edilmesi gereken değerleri kazanmada yetersiz kalacaktır.
Kısaca islâm'ın arınma modelinde, fertlerin arınışı, toplumun arınışı ile
eşzamanlıdır. Arınma yöntemlerimiz de İslâmî olmalıdır. Toplumsal yaşamdan
kopuk, bireysel kurtuluşu amaçlayan bir arınma usûlü, İslâm'ın bütüncül mesajına
uygun düşmemektedir. Çünkü insanlarla ve özellikle mü'minlerle olan
ilişkilerimizi "i'sâr" ilkesine göre düzenlemek zorundayız. Bu ilkeye göre;
"kendimiz için istediğimizi mü'min kardeşimiz için de istemeli, kendimiz için
istemediğimizi mü'min kardeşimiz için de istememeliyiz." Yani diğergâm olmalı,
kadirşinas davranışlar sergilemeliyiz. Tevâzûyu elden bırakmamalı, ulaştığımız
doğruları paylaşarak çoğaltmalıyız. Salt kendi kurtuluşumuz için değil; bütün
insanlığın kurtuluşu için çaba sarfetmeliyiz. Kendimiz için istediklerimizi
bütün müttakîler için istemek zorundayız. Çünkü salt bireysel bir arınış yöntemi
Kur'anî değildir. "Tebliğ"in temel mes'ûliyetlerimiz arasında yer almasından
dolayı, kendimizden başka insanları da arındırma sorumluluğu içinde olmak
durumundayız.
Öz benliklerimizde taşıdığımız
şeytanî eğilimlerin mutlaka denetim altına alınması gerekmektedir. Bu, dünya
sınavını kazanabilmemiz için şarttır. Şu dünya hayatında şeytanlar binlerce yol
deneyerek bizi Allah'a karşı sorumluluklarımızı îfâ etmekten alıkoymaya
çalışmaktadırlar. Bu güçlü çağrılara ciddî bir direniş göstermezsek, Allah
korusun ayağımız kayabilir, farkında olmadan yoldan çıkabiliriz. Bu nedenle bizi
Allah'ın rızâsını elde etmekten alıkoymaya çalışan şeytanlara karşı koyabilmek
için ciddî bir mânevî donanıma, güçlü bir şahsiyete sahip olmamız gerekmektedir.
İfrâta ve tefrîte saptırmayan bir mu'tedil arınma usûlü olan i'tikâf bize,
şeytanların günaha yaptıkları karşı konulamaz çağrılarına direnme gücü
kazandıracaktır. Şer odakları ile olan mücâdelemiz için, sıradan bir maça bile
kampa girerek hazırlanan sporculardan daha donanımlı olmak zorundayız.
Yılda en az bir defa, özellikle
Ramazan ayında i'tikâfa girmek, bu tevhid geleneğini hayatı boyunca sürdüren
Peygamberimizin unutulan sünnetini ihyâ etmemiz gerekmektedir. Ve hayatı i'tikâf/Allah'a
adanmışlık şuuru ile yaşamamız lâzımdır. Ama hayattan kopmadan, hayata
hazırlanmak için, haydin i'tikâfa...[1]

Kim Allah'a sahip O neden
mahrum, kim Allah'tan mahrum o neye sahip? Kimin gönlünde Allah varsa onun her
iki dünyada da yardımcısı Allah'tır, kimin kalbinde Allah'tan gayri şeyler
tümüyle yer etmişse onun iki dünyada da hasmı Allah'tır. Allah'la beraber olan
ve i'tikâfı bu konuda baş tacı eden, bu unutulmuş sünneti ihyâ eden genç
müslümanlara selâm olsun!



[1]
Fevzi Zülaloğlu, Haksöz, sayı 116-117 (Kasım-Aralık 2000), s. 53-58.