Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular

e- Duanın Amacı

e


e- Duanın Amacı:


Müslümanın
duasında kısaca üç önemli amaç olabilir:
1-
Günahlarının affını isteme. Mü'min, elinden geldiği kadar günahlardan kaçınır.
Ancak yine de hatalı olduğunu düşünerek sürekli affını ister, çaresizliğinden
dolayı Allah'tan merhamet talebinde bulunur.
2-
Ümit ve arzu. Mü'min, hakkıyla ibadet edebilme hidâyette olabilme ve Allah'ın
yardımına ulaşabilme arzusunda olur.
3-
Allah'tan yardım, izzet lütuf, rahmet, başarı isteklerinde bulunur. Bütün bu
istekleri de gerekli çabayı gösterdikten sonra ortaya koyar. Mü'min, emirleri
yerine getirir, yasaklardan kaçar, kulluğunu en samimi bir şekilde yapmaya
çalışır. Sonra da yukarıda sayılan şeyleri Rabbinden ister. Mağfirete ulaşmayı,
cezadan ve gazaptan kurtulmayı, Allah'ın rızasını hak etmeyi arzu eder.

Duanın belli
bir zamanı yoktur. Ancak hadislerde geçtiği gibi, gecenin son üçte birinde, farz
namazların sonunda, savaş esnasında, ezan ile kaamet arasında, yağmur yağarken,
secdede iken, seher vakitlerinde[1],
Cuma saatinde, oruçlu orucunu açtığı zamanda, Kurban bayramı arefesinde, Kadir
gecesinde yapılacak dualar daha makbûldür ve kabul edilme ihtimalleri daha
fazladır.
Kur'an'daki dua
âyetleriyle, Peygamberimizin dualarıyla, ya da büyüklerden bize ulaşan (me'sur)
dualarla dua etmek mümkün olduğu gibi, kendi dilimizle, içimizden geldiği gibi
dua etmemiz de mümkündür. Kendi halimizi ve isteklerimizi en iyi yine kendimiz
dile getirebiliriz. Dua dilinin Arapça olması da şart değildir.
Allah'ın güzel
isimleriyle (esmau'l hüsna) ile dua etmek Kur'an'ın emridir.[2]

Bazı kimselerin
duaları peşinen kabul edilir. Bunlar mazlumlar, misafirler ve çocuğuna dua eden
babalardır.[3]

Aslında
mü'minlerin ihlasla yapacakları bütün dualar kabul edilir. Mü'min böyle duaların
karşılığının nasıl verildiğini bilemez ama Kur'an dua edenlere Allah'ın karşılık
vereceğini müjdeliyor.[4]
Müslümanlar
için çok önemli bir iman eylemi olan ?dua'yı burada yeterince açıklamak mümkün
değildir.
Son olarak dua
hakkında Alexis Carrel'ın dediği gibi diyelim: ?Dua yoksulluk ve aşktır'. Buna
bilgi, hikmet, teslimiyet ve cehd'i de biz ilâve edebiliriz.


[5]

Duanın ana hedefi, insanın
halini Allah'a arzetmesi ve O'na niyazda bulunması olduğuna göre, dua kul ile
Allah arasında bir diyalog anlamını taşır. Bir başka söyleyişle dua; sınırlı,
sonlu ve âciz olan varlığın sınırsız ve sonsuz kudret sahibi ile kurduğu
bir köprüdür. Dua, insanın kendi kendine yetmediğinin ifadesidir. İstisnasız,
mü'min olan ve olmayan her insan dua eder. Çünkü dua ruhun ihtiyacıdır. Her
insan, ruh ve beden ikilisinden oluştuğu için her ruh sahibi varlık için dua
gereklidir. Ama, dua edilmeye tek yetkili ve hak sahibi varlık Allah olmasına
rağmen, insanlar farklı mercîlere dua edebilirler. Fakat herkesin tartışmasız
bir şekilde kabul etmesi gereken bir gerçek vardır, o da; dua edilen varlığın
hiçbir konuda acziyet göstermemesi için sonsuz bir güce sahip olması gerekir.
Değilse bu vasıflara sahip olmayan bir varlığa dua etmenin bir anlamı olmaz.
"Sana fayda da zarar da
veremeyecek Allah'tan başkasına dua etme/yalvarma. Öyle yaparsan şüphesiz
zâlimlerden olursun." (Yûnus: 10/106)
"Ey insanlar! Bir misal
verilmektedir, şimdi onu dinleyin. Sizin Allah'ı bırakıp da yalvardıklarınız bir
araya gelseler bir sinek bile yaratamayacaklardır. Sinek onlardan bir şey kapsa,
onu kurtaramazlar. İsteyen de, istenen de âciz!" (Hac: 22/73)
Cenab-ı Allah, mü'min kullarına
namaz kılmayı emrederek en az günde 40 defa Fâtiha sûresini okutmak suretiyle
"Ancak Sana kulluk eder ve ancak Senden yardım dileriz." (Fâtiha: 1/5)
âyetini tekrar ettiriyor. Hiç şüphesiz herhangi bir şeyi sırf nakarat olsun diye
Rabbımız bizlere tekrar ettirmez. Ama bunu tekrar ettiriyorsa, mutlaka çok
önemli olduğundan dolayıdır. Bu âyetin önemi nereden kaynaklanıyor? Hemen
belirtelim ki, bu âyetin önemi, kulluğun sadece Allah'a yapılmasını ve yardımın
sadece Allah'tan talep edilmesini istemesinden ve emretmesinden
kaynaklanmaktadır. Kur'an-ı Kerim'de yardımın sadece Allah'tan olabileceğine
dair birçok âyet vardır.
"Yardım ancak güçlü ve hakîm
olan Allah katındandır." (Âl-i İmrân: 3/126)
"Allah'tan başka dost ve
yardımcınız yoktur." (Tevbe: 9/116)
"Allah size dost olarak da
yeter, yardımcı olarak da yeter." (Nisâ: 4/45)
"Eğer Allah sana bir zarar
dokundurursa onu yine O'ndan başka giderecek yoktur. Eğer sana bir hayır dilerse
O'nun keremini geri çevirecek (hiçbir güç) yoktur. O hayrını kullarından
dilediğine eriştirir. Çünkü O bağışlayan ve pek merhamet edendir." (Yûnus:
10/107)[6]

İbn Abbas (r.a.)'dan: O der ki,
bir gün Rasûlullah (s.a.s.)'ın terkisinde idim. Buyurdu ki; "Evlât, sana
birkaç söz belleteyim: Allah'ı (yani emir ve yasaklarını) gözet ki, Allah da
seni gözetsin. Allah'ı gözet ki O'nu karşında bulasın. (Bir şey) istediğin vakit
Allah'tan iste, yardım dilediğin vakit Allah'tan dile. Şunu bil ki, bütün
yaratıklar elbirliğiyle sana bir fayda vermek isteseler, Allah'ın sana
yazdığından fazla bir şey yapamazlar. Aynı şekilde tüm yaratıklar elbirliğiyle
sana bir zarar vermek isteseler, Allah'ın sana takdir ettiği zarardan fazlasını
yapamazlar. Kalemler (işleri sona erip) kaldırılmış, sayfalar da (üzerlerindeki
yazılar tamam olup) kurumuştur."[7]

Görüldüğü gibi, yardımın sadece
Allah'tan olabileceğine ve sadece O'na dua edip yardım isteneceğine dair apaçık
nasslar olduğu halde, günümüzde birtakım kimselerin darda kaldıkları bazı
anlarda "meded ya filân baba, meded ya şeyh" gibi tabirlerle Allah'tan
başkasından yardım istediklerini müşâhede etmekteyiz. Hatta bazen de "himmet et
ya filân" demek suretiyle Allah'tan başkasına yönelmektedirler. (Himmet: Azim,
gayret, enerji, istek, arzu, meyil, kalbin bütün kuvveti ile herhangi bir
varlığa yönelmek, meyletmek demektir) Bu şekilde yöneldikleri varlıklar ister
hayatta olsun, isterse vefat etmiş olsun fark etmez. Böyle davranışlar tevhide
aykırıdır, şirktir.
Kur'an-ı Kerim'de müşriklerin
bile darda kaldıkları anlarda dini sadece Allah'a has kılarak, bütün şirk
koştukları şeyleri unutarak sadece o an Allah'a yalvardıkları zikrediliyor:
"Gemiye bindikleri zaman,
dini yalnız Allah'a has kılarak O'na yalvarırlar. Ama Allah onları karaya
çıkararak kurtarınca, kendilerine verdiği nimete nankörlük ederek O'na hemen
şirk koşarlar. Zevklensinler bakalım, yakında bileceklerdir." (Ankebût:
29/65-66)
"İnsanlar bir darlığa
uğrayınca Rablerine yönelerek O'na yalvarırlar. Sonra Allah, katından onlara bir
rahmet tattırınca içlerinden birtakımı kendilerine verdiklerimize nankörlük
ederek Rablerine şirk koşarlar. Zevklenin bakalım, yakında göreceksiniz."
(Rûm: 30/33-34)
Bu âyetlerde de belirtildiği
gibi, insanın darda kaldığında o an her şeyi unutarak sadece Allah'a yalvarması
fıtratın kanunu olup, yardımın sadece Allah'tan olduğu ve Allah'tan isteneceğini
gösteren mûcizevî fıtrî delillerden biridir. Âyetlerde Allah, insanları
kurtardıktan sonra onların şirk koşmaya başladıklarını ifade ediyor. Tabii bu
nankörlük (küfür)dür. Çünkü gerçekte insanları kurtaran Allah olduğu halde onlar
kurtulduktan sonra bunu Allah'tan başkasına bağlıyorlar. Mesela, "o anda filan
olmasaydı ben şimdi hayatta değildim" veya "o an şeyhim himmet etmeseydi
perişan olmuştum." diyerek Allah'ı unutuyorlar.
"Hak dua, ancak Allah'a
yapılır. O'ndan başka dua ettikleri şeyler, onların isteklerini hiçbir şeyle
karşılamazlar. (Onların karşılaması) ancak (kuyu başında durup su) ağzına gelsin
diye suya doğru iki avucunu açan kimse gibidir. Halbuki (suyu avuçlayıp ağzına
koymadıktan sonra) su onun ağzına girecek değildir. Kâfirlerin duası böylece
boşa gitmiştir." (Ra'd: 13/14)
"Allah'ı bırakıp da
kendilerine yalvardıkları kimseler hiçbir şey yaratamazlar. Çünkü onların
kendileri yaratılmışlardır." (Nahl: 16/20)
"Allah'ın dışında
yalvardığınız kimseler sizin gibi kullardır. Eğer doğru sözlü iseniz, onları
çağırın da size cevap versinler bakalım." (A'râf: 7/194)
"De ki: Allah'ı bırakıp da
(ilâh olduğunu) ileri sürdüklerinize yalvarın. Ne var ki onlar,
sizin sıkıntınızı ne uzaklaştırabilir, ne de değiştirebilirler. Onların
yalvardıkları bu varlıklar, Rablerine -hangisi daha yakın olacak diye- vesile
ararlar. O'nun rahmetini umarlar ve azabından korkarlar. Çünkü Rabbinin azabı
sakınmaya değer." (İsrâ: 17/56-57)
Yine Rabbimiz Kur'an-ı
Kerim'inde Felak ve Nâs sûrelerini indirerek bizlerin, yaratıkların birtakım
şerlerinden nasıl ve kime sığınacağımızı açık bir şekilde beyan etmiştir.[8]

Alexis Carrel'e göre duanın
aslında; ruhun maddî olmayan dünyaya doğru bir çekilişi, bir gerilimi olduğu
gözlenmektedir. Bir başka deyimle denebilir ki dua; ruhun Allah'a doğru
yükselişi ve O'na açıkça ibâdet durumudur. Dua, hayat denilen mûcizeyi yaratan
varlığa karşı aşk ve ilticâ ifadesi, O'nunla ilişkiye geçme gayretidir. Muhammed
İkbal'e göre dua, kâinatın dehşet verici sessizliği içinde insanoğlunun
kendisine bir cevap bulabilmek için hissettiği derin hasret ve şiddetli arzunun
ifadesidir.[9]
Bir insanın Allah'a iman
ettiğini gösteren önemli alametlerden bir tanesi de duadır. Dua eden insan,
kendisinin aciz ve zayıf bir kul olduğunu, istediklerini kendi başına yerine
getiremeyeceğini ve bunları ancak kendisine Allah'ın verebileceğini kabul etmiş
olur. Dua, Allah'a kul olmanın en saf, en temiz, en samimi ifadelerindendir.
Kuran'da da müminlerin temel vasıflarından birinin "sabah akşam sabrederek
Allah'a dua etmek" olduğu şöyle haber verilir:
"Sen de sabah akşam O'nun
rızasını isteyerek Rablerine dua edenlerle birlikte sabret. Dünya hayatının
(aldatıcı) süsünü isteyerek gözlerini onlardan kaydırma. Kalbini Bizi
zikretmekten gaflete düşürdüğümüz, kendi "istek ve tutkularına (hevasına)" uyan
ve işinde aşırılığa gidene itaat etme." (Kehf: 18/28)
Ancak duanın ne demek olduğunu
ve nasıl yapıldığını iyi bilmek gerekir. Çünkü Kuran dışı kaynaklardan (örneğin,
geleneklerden, anne-babadan, çevreden) öğrenilen dua anlayışı, çoğu kez
Kur'an'da tarif edilen gerçek dua kavramına uymamaktadır. Bu nedenle Kur'an'da
bu konuda verilen bakış açısını ve ruh halini iyi kavramak gerekmektedir.
Duanın gerçekten istenerek ve
gerçekten Allah'a karşı insanın acizliğinin ve fakirliğinin kavranarak yapılması
gerekir. Bu durumda yapılacak bir dua, Kuran'da tarif edilen "için için ve
yalvara yalvara" tanımına uygun olacaktır. Allah bir ayetinde şöyle
buyurmaktadır:
"Rabbinize yalvara yalvara
ve için için dua edin. Şüphesiz O, haddi aşanları sevmez." (Araf: 7/55)
Kur'an'da da müminlerin duaları
anlatılırken gizli bir şekilde ve son derece samimi bir ruh haliyle dua
ettikleri haber verilir. Hz. Zekeriya bu konuda örnek verilen peygamberlerden
biridir:
"(Bu) Rabbinin, kulu
Zekeriya'ya rahmetinin zikridir. Hani o, Rabbine gizlice seslendiği zaman;
demişti ki: "Rabbim, şüphesiz benim kemiklerim gevşedi ve baş, yaşlılık aleviyle
tutuştu; ben sana dua etmekle mutsuz olmadım. Doğrusu ben, arkamdan gelecek
yakınlarım adına korkuya kapıldım, benim karım da bir kısır (kadın)dır. Artık
bana kendi katından bir yardımcı armağan et." (Meryem: 18/2-5)
Bir başka ayette ise duanın
"umut ve korku" dolu yapılması gerektiği haber verilir: "Onların yanları
yataklarından uzaklaşır. Rablerine korku ve umutla dua ederler..." (Secde:
32/16)
Mümin, hem Allah'a karşı içli,
saygı dolu bir korku duyacak, hem de onun rahmetini ve nimetini ümit edecektir.
Allah, samimi bir biçimde,
Kendi rızası aranarak yapılan bir duayı kabul edecektir. Kur'an'da, bu konuda
bildirilen ayetler şöyledir:
"Kullarım Beni sana soracak
olursa, muhakkak ki Ben (onlara) pek yakınım. Bana dua ettiği zaman dua edenin
duasına cevap veririm. Öyleyse, onlar da Benim çağrıma cevap versinler ve Bana
iman etsinler. Umulur ki irşad (doğru yolu bulmuş) olurlar." (Bakara: 2/186)
"Rabbiniz dedi ki: "Bana dua
edin, size icabet edeyim. Doğrusu Bana ibadet etmekten büyüklenen
(müstekbir)ler; cehenneme boyun bükmüş kimseler olarak gireceklerdir."
(Mümin: 40/60)
İnsan, dua ederken Allah'ın
kendisine icabet edeceğinden emin olmalıdır. Allah'ın her yeri çepeçevre
sarıp-kuşattığının farkında olup, buna içtenlikle iman eden bir mümin, Allah'ın
kendisini her an, her cepheden görüp-duyduğunun bilinciyle dua eder. Coşkulu bir
beklenti içinde, bir an dahi olsun ümitsizliğe kapılmadan, duasına icabet
edilmesini bekler. Allah'ın adaletine olan kesin inancı sebebiyle, aceleci ve
ümitsiz bir tutum sergilemekten kaçınır. Kuran ayetlerinin rehberliğinde kendini
yönlendiren bir müminin zihninde, duasının karşılığını görememek yönünde en ufak
bir şüpheye yer yoktur.
Duayı, Allah'ın yardımından
kesinlikle kuşkuya düşmeden, kabul olacağına kesin olarak iman ederek dile
getirmek gerekir. Aksi bir tutum içinde bulunan, yani Allah'ın icabetine karşı
kuşku ile yaklaşan kişi ise, daha başlangıçta Kuran mantığı ile ters düşer.
Çünkü duanın özünde, tam bir inanmışlık ve içtenlikle Allah'a yönelme yatar. Hz.
Salih'in ayette haber verilen, "...
Şüphesiz benim Rabbim yakın olandır (duaları) kabul edendir." (Hud:
11/61) sözüyle ifade ettiği gibi, mümin Allah'a karşı tam bir güven içinde
olmalıdır.
Ancak bu icabet, mutlaka
insanın istediği şeyin aynen gerçekleşeceği anlamına gelmez. Çünkü bazen insan
gerçekte kendisi için zararlı olan bir şeyi de Allah'tan talep ediyor olabilir.
Bu durumda Allah ona o istediğini vermek yerine daha hayırlı ve güzel olan bir
başka şeyi verir.
Allah her zaman
samimi bir duaya icabet eder. Ancak bu icabet, her zaman insanın talebinin aynen
yerine getirilmesi demek değildir. (Nitekim "icabet", "cevap vermek" anlamına
gelir.) Çünkü insan, "... Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için
hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. Allah bilir de
siz bilmezsiniz" (Bakara: 2/216) hükmüne göre, aynı örnekteki çocuk gibi,
neyin iyi neyin kötü olduğunu her zaman ayırt edemeyebilir. Ve bu yüzden
farkında olmadan "İnsan hayra dua ettiği gibi, şerre de dua etmektedir.
İnsan, pek acelecidir" (İsra: 17/11) ayetine göre, belki gerçekte zararlı
olan bir şeyi istiyor olabilir.
Bu nedenle
insan Allah'tan, öncelikle O'nun rızasını, O'nun rahmetini talep etmelidir.
Allah'tan kendisini eğitmesini, olgunlaştırmasını dilemelidir. Bunun nasıl
olacağını Allah daha iyi bilir. Nitekim peygamberlerin duaları da bu şekildedir.
Hz. Süleyman'ın "... hoşnut olacağın salih bir amelde bulunmamı ilham et"
(Neml: 27/19) şeklindeki duası, örnektir.
Bunun yanı
sıra, mümin, Allah'ın Kuran'da övdüğü ve hedef olarak gösterdiği her türlü
nimeti Allah'tan isteyebilir. Bu konularda yaptığı duasında ise son derece
samimi ve içten davranmalı, istediği herşey için Allah'a dua etmekten
çekinmemelidir. Çünkü insanın neler istediğini bilen, bunun da ötesinde o isteği
onun içine koyan, zaten Allah'tır.
Allah dualara
icabet edendir. Müminlerin samimi dualarını asla cevapsız bırakmaz. Geçmişte
peygamberlerin duası ile helak edilen kavimler bu konuda bir örnektir:
"(Peygamberler)
Fetih istediler, (sonunda) her zorba inatçı bozguna uğrayıp -yok oldu- gitti."
(İbrahim: 14/15)
Kuran'da bunun
daha pek çok örneği verilmektedir. Allah duaları karşılığında pek çok peygamber
ve salih mümini sıkıntıdan kurtarmış ve nimetlendirmiştir:
"Eyüp de;
hani o Rabbine çağrıda bulunmuştu: "Şüphesiz bu dert (ve hastalık) beni
sarıverdi. Sen merhametlilerin en merhametli olanısın."
Böylece onun
duasına icabet ettik. Kendisinden o derdi giderdik; ona katımızdan bir rahmet ve
ibadet edenler için bir zikir olmak üzere ailesini ve onlarla birlikte bir
katını daha verdik.
İsmail,
İdris ve Zü'l-Kifl, hepsi sabredenlerdendi.
Onları
rahmetimize soktuk, şüphesiz onlar salih kimselerdi.
Balık sahibi
(Yunus'u da); hani o, kızmış vaziyette gitmişti ki; bundan dolayı kendisini
sıkıntıya düşürmeyeceğimizi sanmıştı. (Balığın karnındaki) Karanlıklar içinde:
"Senden başka ilah yoktur, sen yücesin, gerçekten ben zulmedenlerden oldum" diye
çağrıda bulunmuştu.
Bunun
üzerine duasına icabet ettik ve onu üzüntüden kurtardık. İşte Biz, iman edenleri
böyle kurtarırız.
Zekeriya da;
hani Rabbine çağrıda bulunmuştu: "Rabbim, beni yalnız başıma bırakma, sen
mirasçıların en hayırlısısın."
Onun duasına
icabet ettik, kendisine Yahya'yı armağan ettik, eşini de doğurmaya elverişli
kıldık. Gerçekten onlar hayırlarda yarışırlardı, umarak ve korkarak bize dua
ederlerdi. Bize derin saygı gösterirlerdi." (Enbiya:
21/83-90)
Dua eden insan,
Allah'ın kendisini gördüğünü, duyduğunu kavramış, O'na olan saygı ve korkusunu
ortaya koymuş ve O'nun önünde kulluğunu açıkça kabul etmiş olur. Bu nedenle dua
büyük bir ibadettir. Dolayısıyla dua, yalnızca dua sırasında istenen şey için
değil, başlı başına bir ibadet olduğu için de yapılır. İnsanı dua etmeye
yönelten her türlü istek, bu ibadetin vaktinin geldiğinin göstergesidir. İnsanın
istekleri sürekli olduğu için, duası da sürekli olmalıdır. İnsanın yoğun bir
konsantrasyon yaşayacağı belli vakitler -örneğin, Kuran'da sabah namazı
sonrasındaki duaya ve gece vaktine dikkat çekilir- olabilir. Ama gün içinde de
müminin sürekli dua halinde olması gerekir. Her iş, her olay Allah'ın
kontrolünde geliştiğine göre, herşeyde Allah'a yönelmek ve O'ndan istemek
gerekmektedir. Mümin herhangi bir iş üzerindeyken de yaptığı işte başarılı olmak
ve yapılan iş sayesinde Allah'ın rızasını kazanmak için dua edebilir. Nitekim
Kuran'da Hz. İbrahim'in bu tür bir duası örnek gösterilmektedir:
"İbrahim,
İsmail'le birlikte Evin (Kabe'nin) sütunlarını yükselttiğinde (ikisi şöyle dua
etmişti): "Rabbimiz bizden (bunu) kabul et. Şüphesiz, Sen işiten ve bilensin."
(Bakara: 2/127)
Mümin,
"Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah'ı zikrederler" (Al-i
İmran: 3/191) ayetinde tarif edildiği gibi, her durumda Allah'a dua edebilir,
O'na dönüp-yönelebilir. Nitekim Kuran'da müminlerin bu özelliği sık sık övgüyle
anlatılmaktadır:
"Doğrusu
İbrahim, yumuşak huylu, duygulu ve gönülden (Allah'a) yönelen biriydi."
(Hud: 11/75)
"Gerçek şu
ki, İbrahim (tek başına) bir ümmetti; Allah'a gönülden yönelip itaat eden bir
muvahhiddi ve o müşriklerden değildi." (Nahl: 16/120)
"Sen onların
söylediklerine karşı sabret ve Bizim güç sahibi kulumuz Davud'u hatırla; çünkü
o, (her tutum ve davranışında Allah'a) yönelen biriydi."
(Sad: 38/17)
"...
Gerçekten, Biz onu (Eyüb'ü) sabredici bulduk. O, ne güzel kuldu. Çünkü o, (daima
Allah'a) yönelip-dönen biriydi." (Sad: 38/44)
Duanın önemini
kavramak için, aşağıdaki ayet önemlidir:
"De ki:
"Sizin duanız olmasaydı Rabbim size değer verir miydi? Fakat siz gerçekten
yalanladınız; artık (bunun azabı da) kaçınılmaz olacaktır."
(Furkan: 25/77)
Bu arada
Kuran'da sık sık vurgulanan önemli bir noktaya dikkat etmek gerekir. Kuran'da
bildirildiğine göre, Allah'tan başka ilahlar edinenler (müşrikler) de kimi zaman
Allah'a dua etmektedirler. Ancak bu kişilerin duası ile müminlerin duası
arasında büyük bir fark vardır. Müminler, her zaman ve her durumda Allah'a
yönelirler. Sıkıntı ya da rahatlık karşısında tavırları değişmez. Sürekli olarak
Allah'a karşı olan acizliklerini bilir ve dua halini korurlar. Müşrikler ise,
hayatlarının büyük kısmında Allah'ı unutmuş, O'ndan yüz çevirmiş durumdadırlar.
Böyle zamanlarda Allah'tan başka taptıkları varlıkların peşinde koşar, onlara
yönelirler. Ancak büyük bir zorlukla ve sıkıntıyla karşılaştıklarında Allah'ı
hatırlar ve O'na karşı acizliklerini kabullenip dua ederler. Sıkıntı halinde
yaptıkları bu dua samimidir; ancak sıkıntı geçtikten sonra tekrar eski hallerine
dönerler. Allah'a dua etmiş, Allah'tan medet ummuş olduklarını unutur ve
nankörlük ederler.
Kuran'da, bu
müşrik tavrının pek çok örneği verilir:
"İnsana bir
zarar dokunduğunda, yan yatarken, otururken ya da ayaktayken Bize dua eder;
zararını üstünden kaldırdığımız zaman ise, sanki kendisine dokunan zarara Bizi
hiç çağırmamış gibi döner-gider. İşte, ölçüyü taşıranlara yapmakta oldukları
böyle süslenmiştir." (Yunus: 10/12)
"İnsana
nimet verdiğimiz zaman, yüz çevirir ve yan çizer; ona bir şer dokunduğu zaman
ise, artık o, geniş (kapsamlı ve derinlemesine) bir dua sahibidir."
(Fussilet: 41/51)
"İnsana bir
zarar dokunduğu zaman, gönülden katıksızca yönelmiş olarak Rabbine dua eder.
Sonra ona kendinden bir nimet verdiği zaman, daha önce O'na dua ettiğini unutur
ve O'nun yolundan saptırmak amacıyla Allah'a eşler koşmaya başlar. De ki:
"İnkârınla biraz (dünya zevklerinden) yararlan; çünkü sen, ateşin halkındansın."
(Zümer: 38/8)
"İnsana bir
zarar dokunduğu zaman, Bize dua eder; sonra tarafımızdan ona bir nimet ihsan
ettiğimizde, der ki: "Bu, bana ancak bir bilgi(m) dolayısıyla verildi." Hayır;
bu bir fitne (deneme)dir. Ancak çoğu bilmiyorlar."
(Zümer: 39/49)
"İnsanlara
bir zarar dokunduğu zaman, 'gönülden katıksız bağlılar' olarak, Rablerine dua
ederler; sonra kendinden onlara bir rahmet tattırınca hemencecik bir grup
Rablerine şirk koşarlar." (Rum: 30/33)
Bazı ayetlerde
ise denizde çaresizlik içinde kalmış insanların örneği verilir: İnsanlar, batmak
üzere olan bir gemide olduklarında son derece samimi bir şekilde dua etmekte,
Allah'tan bağışlanma ve kurtuluş dilemektedirler. Burada yaptıkları dua
samimidir, çünkü Allah'tan başka taptıkları herhangi bir varlığın (örneğin,
aileleri, kavimleri, liderleri vb.) kendilerini kurtaramayacağını anlamış ve
yalnızca Allah'a yönelmişlerdir. Ancak Allah onları boğulmaktan kurtarıp karaya
çıkardığında hemen müşrik tavrını yeniden gösterir ve Allah'ı unuturlar.
Kuran'da onların bu tavırları şöyle bildirilir:
"Karada ve
denizde sizi gezdiren O'dur. Öyle ki siz gemide bulunduğunuz zaman, onlar da
güzel bir rüzgarla onu yüzdürürlerken ve (tam) bununla sevinmektelerken, ona
çılgınca bir rüzgar gelip çatar ve her yandan dalgalar onları kuşatıverir; onlar
artık bu (dalgalarla) gerçekten kuşatıldıklarını sanmışlarken, dinde O'na
"gönülden katıksız bağlılar (muhlisler)" olarak Allah'a dua etmeye başlarlar:
"Andolsun eğer bundan bizi kurtaracak olursan, muhakkak sana şükredenlerden
olacağız."
Ama (Allah)
onları kurtarınca, hemen haksız yere, yeryüzünde taşkınlığa koyulurlar. Ey
insanlar, sizin taşkınlığınız, ancak kendi aleyhinizedir; (bu) dünya hayatının
geçici metaıdır. Sonra dönüşünüz Bizedir, Biz de yaptıklarınızı size haber
vereceğiz." (Yunus: 10/22-23)
"Onları kara
gölgeler gibi dalgalar sarıverdiği zaman, dini yalnızca O'na "halis kılan
gönülden bağlılar" olarak Allah'a yalvarıp yakarırlar (dua ederler). Böylece
onları karaya çıkarıp-kurtarınca, artık onlardan bir kısmı orta yolu tutuyor.
Bizim ayetlerimizi gaddar, nankör olandan başkası inkar etmez."
(Lokman: 31/32)
"De ki:
"Sizi karanın ve denizin karanlıklarından kim kurtarmaktadır ki, siz (açıktan
ve) gizliden gizliye ona yalvararak dua etmektesiniz: Andolsun, bizi bundan
kurtarırsan, gerçekten şükredenlerden oluruz." De ki: "Ondan ve her türlü
sıkıntıdan sizi Allah kurtarmaktadır. Sonra siz yine şirk koşmaktasınız."
(En'am: 6/63-64)
Oysa müminlerin
yapması gereken her ortamda dua halini sürdürmek, Allah'tan başka dost ve
yardımcı olmadığını kavrayarak Allah'a güvenmektir:
"Öyleyse,
dini yalnızca O'na halis kılanlar olarak Allah'a dua (kulluk) edin; kafirler hoş
görmese de." (Mümin: 40/14)
"De ki: "Ben
gerçekten, yalnızca Rabbime dua ediyorum ve O'na hiç kimseyi (ve hiçbir şeyi)
ortak koşmuyorum." (Cin: 72/20)
Mümin dua
ettiği, Allah'tan yardım dilediği zaman gerçek mutluluğu ve huzuru yakalar.
Kendi gücünün hiçbir şeye yetmediğini, ancak gücü herşeye yeten Rabbimizin
kendisini koruyup-gözettiğini hisseder. Bu, insan için en büyük mutluluktur. Bu
nedenle dua bir zevktir ve cennette de sürecektir. Kuran'da, müminlerin cennette
de dua halinde olduğu şöyle haber verilir:
"İman
edenler ve salih amellerde bulunanlar da, Rableri onları imanları dolayısıyla
altından ırmaklar akan, nimetlerle donatılmış cennetlere yöneltip-iletir
(hidayet eder). Oradaki duaları: "Allah'ım, Sen ne yücesin"dir ve oradaki dirlik
temennileri: "Selam"dır; dualarının sonu da: "Gerçekten, hamd alemlerin Rabbi
olan Allah'ındır." (Yunus: 10/9-10)


[10]









[1] Âli
İmran: 2/17.





[2]
A'raf: 7/180.





[3]
Ebu Davud, Salat, hadis
no: 1536, 2/89; İbni Mace, Dua: 11, Hadis no: 3862, 2/1270; Tirmizí, Birr:
7, Hadis no: 1905, 4/314.





[4] Ğafir:
40/60.






[5]
Hüseyin K. Ece, İslam'ın Temel Kavramları, Beyan Yayınları: 155.





[6] Bu
konuda ayrıca bkz. 8/10; 42/31, 29/22; 2/107.





[7]
Tirmizî.





[8] Bkz.
113/Felak ve 114/Nâs sûreleri.





[9] Ahmet
Kalkan, Kur'an Kavramları.





[10] Harun
Yahya, Kur'an'da Temel Kavramlar, Vural Yayınları: 138-146.