Kavramlar Ansiklopedisi | Kategoriler | Konular

ü) Duada Tevessül

ü

ü) Duada Tevessül:

Tevessül; aracı kılmak
manasında olup, kendisiyle herhangi bir gayeye ulaşmak için aracı kılınan sebebe
de vesile denilir. Vesile edinilen şey, amel ve şahıs olmak üzere iki kısma
ayrılır: Amel ile tevessül; şahıs ile tevessül.
Amel ile tevessül: Bir
kimse salih bir amelini vesile edinerek Allah'a dua edip herhangi bir dilekte
bulunabilir. Hz. Allah şöyle buyuruyor: "Ey iman edenler! Allah'tan korkun.
O'na yaklaşmaya vesile arayın ve O'nun yolunda cihad edin ki kurtuluşa
erebilesiniz." (Maide: 3/35). Bu âyet, mücerret iman ile yetinmeyip,
Allah'tan korkmayı, fena ahlâktan ve fena amelden sakınmayı emretmekte; Allah'a
yaklaşmak için, haramlardan kaçmanın yanında farzları yerine getirmeyi,
bunun da ötesinde güzel işler yaparak kendimizi Allah'a sevdirmeyi tavsiye
etmektedir.[1]
Bu âyetteki "vesile" kelimesini "Allah'ın râzı olacağı ameller" olarak anlamak
gerekir.
Şahıs ile tevessül:
Allah'ın sevdiği bir kul olarak bilinen bir kimseyi vesile edinerek Allah'tan
talepte bulunmak manasına gelir. Bu da üç şekilde olabilir:
1. Vesile kılınan Hz.
Peygamber (s.a.s.) ise, çoğunluk bunu câiz görmüştür.
2. Peygamberimiz'in
dışındaki bir şahıs ise; bunu da iki kısımda ele almak gerekir:
a- O an için hayatta
olan sâlih ve muttakî birini vesile edinerek Allah'tan talepte bulunmak. Bu da o
şahsı alıp birlikte dua etmek şeklinde olur. Hz. Ebûbekir ve Hz. Ömer
dönemlerinde, bu iki zatın; Peygamberimiz'in amcası Hz. Abbas'ı önemli
dualarında yanlarında bulundurdukları ve onunla tevessül ettiklerine dair
rivâyetler vardır.[2]
Fakat, bu rivâyetlerde dikkatimizi çeken nokta, bu iki halifenin, o an için
vefat etmiş olan Hz. Peygamber'i vesile edinerek (?onun yüzü hürmetine? diyerek)
dua etmiyorlar da, Rasûl'e o gün için en yakın olan ve hayatta olan amcasına
tevessül ediyorlar. Vesile edilecek kişinin hayatta olup olmaması önemli
olmasaydı, o iki güzide sahabe, o gün vefat etmiş olan Rasülûllah'a tevessül
ederlerdi. Ama böyle yapmadılar. Bu noktanın gözden kaçırılmaması gerekir.
Dolayısıyla, bugün hayatta olup da sâlih ve muttakî olduğu, Allah'a yakın olduğu
zannedilen şahıslarla birlikte biz de dua edebiliriz. Buna kimse itiraz edemez.
Çünkü sâlih ve muttakî kimselerin dualarının kabul edilmeye daha yakın olduğunu
Kur'an'dan öğreniyoruz: "Allah, ancak muttakilerin (yaptığı şeyi) kabul
eder." (Mâide: 5/27).
b- Vefat etmiş olduğu
halde, Allah dostu ve Allah'a yakın olduğu zannedilen bir şahsı vesile edinerek
Allah'tan talepte bulunmak: Bu şekilde ölmüş birini vesile edinerek dua
edileceği konusunda ne Kur'an'da, ne sünnette bir delil yoktur. Kur'an'da
Rabbımız dua mâhiyetinde yüzlerce âyet vahyederek bize duanın nasıl yapılacağını
da öğretmiştir. Bu âyetlerin hiçbirinde Allah ile kul arasına bir şey konularak
dua ettirilmemiş, doğrudan doğruya Allah'a dua yapılacağı gösterilmiştir.
Peygamberimiz'in dualarına baktığımızda, onun dualarını hep vasıtasız, herhangi
bir şeyin "yüzü hürmetine" olmaksızın, direkt Allah'a yaptığını görmekteyiz.
Şüphesiz Rasûlüllah bizim için örnektir. Biz, dinimizi onun örnekliğinde
öğrenmek zorundayız. Yine Peygamberimiz'in hayatında ona iman etmiş, onunla
beraber yaşamış ve Kur'an'da Allah'ın övgüsüne mazhar olmuş sahâbilerin de dua
ederken, ölmüş herhangi bir şahsı (buna Rasûlullah da dahildir) vesile edinerek
dua ettiklerini görememekteyiz. Bu konuda hiçbir rivâyet yoktur. Mesela;
Sahabilerin, Rasülullah'ın vefatından sonra, "Onun yüzü hürmetine..." diyerek
dua ettiklerini bilmiyoruz.
Kısacası, vefat etmiş şahısları
vesile edinerek dua etmek Kur'an ve sünnetin ruhuna uymamaktadır. Hayatta
olanlarla birlikte dua etmek de nihayet bir ruhsattır. Yoksa, duanın
gereklerinden biri değildir. Elmalılı bu konuda şöyle der: "Dua hakkındaki
Bakara 186. âyetinde cevap, tashih edilmeden doğrudan doğruya buyrulmuş, vasıta
kaldırılmış, yakınlık da duanın kabulü ile açıklanmıştır ki, bunda büyük bir
nükte vardır: Cenab-ı Allah, duada kulu ile kendisi arasına bir aracının
girmesini istemiyor ve sanki şöyle diyor; 'kulum vasıtaya dua vaktinin dışında
muhtaç olabilirse de, dua vaktinde benimle onun arasında vasıta yoktur, Ben ona
yakınım."[3]

Sâlih kimselerin adını anarak,
onları vesile edinerek dua yapmanın daha doğru olduğunu iddia edenlerin bu
konuda ileri sürdükleri gerekçe şudur: "Biz günahkâr insanlarız. Bizim dışımızda
Allah'a yakınlık sağlamış, O'nun yanında hatırı sayılan kimseler vardır. Bizler
dünya hayatında bir büyüğün yanına işimizi yaptırmaya giderken nasıl ki onu
tanıyan, onun da sevdiği kişilerle gittiğimizde işimizin gerçekleşme şansı daha
yüksekse, aynı şekilde Allah'tan herhangi bir talepte bulunurken de tek başına
gitmektense O'nun sevdiği kullarıyla gitmek daha iyi olur. Ayrıca, mesela, bir
cumhurbaşkanıyla görüşmek istediğimizde nasıl onunla direkt görüşemiyor ve önce
sekreteri, yardımcısı gibi kimseleri geçerek ona ulaşıyorsak, kâinatın
yöneticisi olan Allah ile de direkt görüşmek olmaz. Mutlaka arada Ona yakın
olan, Onun sevdiği birilerinin olması gerekir. Biz tek başına müracaat
edemeyiz."
Bir defa Cenab-ı Allah'ı,
herhangi bir varlıkla kıyaslamak yanlıştır. O'nun eşi ve benzeri yoktur.
Dünyadaki devlet başkanlarının sekreteri ve yardımcısı olduğu halde Allah'ın
yardımcısı ve sekreteri yoktur, O tektir. Yine dünyada halk ile devlet başkanı
arasındaki ilişkilerde resmiyet geçerli olduğu halde, insanlar ile Allah
arasında resmiyet yoktur. Sonra, insanların kendilerinin günahkâr olduğunu,
dolayısıyla tek başına Allah'ın huzuruna gidemeyeceklerini söyleyerek mutlaka
tevessüle gerek duymaları sadece duygusal bir zandır, bir felsefedir. Halbuki
Cenab-ı Allah günahkârların günahlarını itiraf edip tevbe etmelerinden çok
hoşlanıyor. Rasûl-i Ekrem, şöyle buyuruyor: "Kulun tevbe etmesi ile Allah'ın
hoşnutluğu ıssız bir çölde devesini kaybedip sonra onu bulan sizden birinizin
sevincinden daha fazladır."[4]

Dinde sadece iyi niyet
duyguları yeterli değildir. İyi niyetle birlikte yapılan işin şeklinin de dinin
ölçülerine uyması gerekir. Yukarıda ifade ettiğimiz "Ben çok günahkârım.
Allah'ın yanına bu halimle tek başıma gidemem..." gibi duygular görünürde Allah
karşısında tevâzu ve zilleti ifade ediyor. Evet bu duygular çok güzel. Ama bu
doğru duygulardan hareketle sanki Allah'ın huzuruna çok günahkâr olanlar tek
başına gidemezmiş gibi bir sonuca varılmaktadır. Halbuki Cenab-ı Allah,
Kitabının hiçbir yerinde "çok günahkâr iseniz tek başınıza değil; sevdiğim
kişilerle beraber tevbe ve dua edin" demiyor. Rasûlullah'tan da, bu konuda bize
herhangi bir şey ulaşmamıştır. Görüldüğü gibi, sadece zanlarımızla hareket
ediyoruz. Halbuki din, zanlar üzerine değil; nasslar üzerine kurulur.
Biz, Allah'a yakın olmayı arzu
ediyorsak, bu, Allah'a yakın olmuş herhangi bir kişiye, bedenen yakın olmakla
gerçekleşmez. Allah'a yakın olmuş kimseler nasıl yaşıyorlarsa biz de ancak onlar
gibi yaşamak suretiyle Allah'a yakın olabiliriz. Mürşidler, âlimler, müttakîler,
kendilerine tâbi olanlara Allah'ın râzı olacağı yolu ve yaşamı gösterirler.
Onlar da gösterilen bu hayatı amele dönüştürürse kendileri de Allah'a yakın
olurlar. Yoksa mücerred onların yanında bulunmakla bu gerçekleşmez. Şüphesiz
Allah'a yakın bildiğimiz şahıslar da bu yakınlıklarını Allah'ın râzı olacağı
amellere borçludurlar. Yani Allah'a sâlih amel işleyerek yakınlık
kazanmışlardır. Peygamberimiz, kızına şöyle söyler: "Ya Fâtıma! Nefsini
ateşten kurtar. Çünkü ben, senin için Allah'tan bir şeyi savamam."[5]
Görüldüğü gibi, Allah'a yakın olmak için, Peygamberimiz'in kızı dahi olmak
yetmiyor. Mutlaka Allah'ın râzı olacağı ameller içinde olmak gerekiyor.
Kısacası, Kur'an ve sünnetin
bizden yapmamızı istediği en uygun ve en güzel dua, herhangi bir kimseyi vesile
edinmeksizin, direkt Allah'a yalvararak yapmamız gereken dualardır.[6]




[1] Bkz.
Elmalılı III/1669.


[2] Bu
konudaki hadisler için, bkz. S. Buhâri, Tecrid, III/287 ve s. 228.


[3] Hak
Dini Kur'an Dili, Bakara: 2/186. âyetin tefsiri.


[4]
Riyâzu's-Sâlihîn, s. 53.


[5] Buhâri,
Müslim, Tirmizî.


[6] Ahmet
Kalkan, Kur'an Kavramları.